14 Mayıs 2023 seçimlerinde, AKP Cumhur blokunun karşısında, insanca yaşam ve demokrasi talebinin yanında duracağız!
Demokrasi mücadelesi güncel toplumsal sürecimizde öne çıkmıştır. 14 Mayıs seçimi, bizim açımızdan da AKP ve saray rejiminin toplumsal iktidardan uzaklaştırılması temelinde ve demokrasi için birlikte mücadeleyi içeriyor.
Bu tarihsel toplumsal siyasal eylemdir; siyasal, ekonomik, sosyal, militarist, ideolojik-kültürel vb yönleriyle karşımızda duran 21 yıllık AKP iktidarını hedef almaktadır. Bu gerekçe birçok sosyal kesimi demokrasi ortak paydasında buluşturmaktadır.
Baskı ve yoksulluk kıskacında tutulan, insanlık dışı koşullarda yaşamaya zorlanan; her milliyet ve halktan, her inançtan, tüm yoksul ve ezilenlerin bu boğucu faşist atmosferi geriletip bir miktar da olsa nefes alma ihtiyacı somut bir durumdur.
21 yıllık AKP ve temsil ettiği burjuva iktidarı, TC cumhuriyetini ve dinamiklerini daha gerici bir zemine sürüklemeye başlamıştır. İşçi sınıfı hakları, kadın sorunu odaklı ikinci sınıf insan muamelesi gerçekliği ve kadın cinayetleri, gençliğin geleceksizlik bunalımına sokulması; eğitim, sağlık, beslenme, barınma, deprem felaketi vb toplumsal temel alanlarda her şeyin metalaştırıldığı, kitleleri sömürü ve baskı altında tutma ısrarı, elbette halkların ulusal demokratik haklarının ve farklı inanç kesimlerinin hak ve özgürlüklerinin engellenmesi; yetmezmiş gibi İslami siyasal gericilik ve kültürle de etki altına alınması, yaşadığımız somut toplumsal zemindir.
Artık haykırılarak dile getirilen ve fakat büyük bir baskılama altında tutulan demokratik taleplerin en geniş halk topluluklarına ulaşması, demokratik talep ve demokratik iradenin açığa çıkması kendisini dayatan bir toplumsal nesnelliktir. Toplumsal gerilim ve potansiyeller; çok geniş bir demokratik yelpaze altında bir araya gelebilen toplumsal kesimlerin birlikte tavır alması eğilimini de güçlenmiştir.
Devrim ve sosyalizm güçlerinin, tüm demokratik güçlerle ortak paydada buluşarak, düzeni demokratiklik sınırlarına çekmesi taktiği başarılı olabilir. Mevcut sosyal-siyasal örgütlenme tarzları ve siyasal eğilimlerin gösterdiği AKP karşıtı duruşlar buna olanak sunmaktadır. Millet ittifakı, Emek ve Özgürlük ittifakı, Sol güç birliği gibi parçaların barındırdığı örgütlenme ve duruş potansiyeli AKP yi seçim yoluyla gönderileceğini işaret ediyor.
Biraz daha yakından bakabiliriz.
Yaklaşık 20 yıllık AKP iktidarı, ülkemizde sadece büyük bir yıkım ve soygun düzeni inşa etmekle kalmadı, aynı zamanda sınırlı burjuva demokratik zemini de kurutarak hak ve özgürlük adına ne varsa silip süpürdü. Kendi içinde farklı ara aşamalardan geçip “tek parti tek adam” da ifadesini bulan saray rejimi, açık faşizmin süreklilik kazandığı yeni bir devlet biçimi olarak somutlandı. 1980 sonrası yeni sömürge koşullarda, dünya ölçeğinde kapitalizmin ihtiyaçlarına bağlı olarak devreye giren neo-liberal sömürü düzeni, AKP ile derinleşti, daha önceki “sosyal devlet”in tüm kazanımları yerle bir edilip tümden tasfiye edildi, bunun üzerine adım adım açık faşizm kurumsallaştı.
Devlet, burjuva düzenin özeti, ya da “yönetim kurulu”dur. Ancak, yeni sömürge Türkiye de, daha önceki dönemlerde, burjuvazi ile devlet ilişkisi kısmen perdelenip, işçi ve emekçiler yanıltılmaya çalışılırdı. Bu ilişki, neo-liberal sömürü düzeni derinleştikçe aradaki perdeler tek tek kalktı; AKP ile tümden geride kaldı, her şey bir avuç tekelci sermaye çıkarı için, aradaki perdelerin bir kenara atıldığı bir süreç inşa edildi.
Kısaca, Türkiye’nin son 40 yılına damgasını vuran neo- liberal sömürü düzeni kendi içinde tüm sınırlarını tüketti, Kemalist dönem ve sosyalizmin “yan ürünü” olan “sosyal devlet” süreçlerin tüm kazanımları tasfiye edildi, sömürü derinleşti, kitlesel yoksulluk tüm toplumu kuşattı, sınıfsal ayrışma hızlandı, orta sınıflar hızla eridi, bu toplumsal değişim üzerinden yeni “rıza” ve hegemonya biçimleri, yani adım adım açık faşizm, saray rejimi somutunda inşa edildi.
Bugün, burjuva anlamda demokratik bir meşruluk var mı?
Hayır, artık bundan söz edilemez.
Devletin tüm kurumları, önce AKP tarafından ele geçirildi, sonra yıkım ve soygun için, her yöntemi uygulayan birer araca dönüştü. Sadece “güvenlik” ve militarizm organları (MİT, Polis, Ordu gibi) değil, eğitimden kültüre, ideolojik aygıtlardan, sosyal alanlara kadar( Kızılay, Afat, Diyanet vb) kadar her alanda, her kurum yozlaştı, sömürü ve yıkımın birer parçasına dönüştü. Seçimler gibi burjuva düzene nefes aldıran süreçler, artık önemsizleşti, halk iradesi, kayyumlar örneğinde olduğu gibi yok sayıldı, devlet ile parti arasındaki denge yıkıldı, sadece sol ve devrimci hareket, Kürt özgürlük hareketi değil, tüm burjuva muhalefet “terörist” ilan edildi. Örnekleri çoğalmak mümkündür.
Bu anlamda 14 Mayıs’ta yapılacak seçim, burjuva anlamda da olsa, demokratik meşruluğunu kaybetmiş, bin bir araç ve yöntemle büyük algı operasyonlarının devreye sokulduğu, eşit ve özgür koşullardan uzak bir seçim olacağı açıktır.
Ancak bu tablo yeni çelişki ve çatışma alanları da ortaya çıkardı. Açık faşizmin, saray rejiminde somut biçim aldığı, büyük bir yıkım ve soygun düzenin halka dayatıldığı, devletin çeteleştiği çetelerin saray rejiminde söz sahibi olduğu, bu tablonun burjuva kesimde de büyük çatlaklıklar yarattığı, demokratik taleplerin ön plana çıktığı bir seçim süreci olduğu da açıktır.
Bu açıdan belki de cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi ile karşı karşıyayız.
Burjuva kesim ve onun siyasal partileri iki kampta toplanmıştır.
AKP ve MHP’nin ana eksen olduğu Cumhur ittifakı; saray rejimin sahibi olup , “tek adama” dayalı, açık faşizmin süreklileştiği, tüm demokratik kazanımların yerle bir edildiği, sadece Kürt ulusunun demokratik haklarını değil, siyasal demokrasinin tüm alanlarının inkar edildiği, büyük bir yıkım ve soygun düzenini örgütleyen kesimdir. CHP, İYİ PARTİ ve diğerlerinin oluşturduğu Millet ittifakı ise, bu tablodan rahatsızlık duyan, sınırlı da olsa burjuva demokratik talepleri ileri süren, çöken düzeni onarma programına dayanan kesimleri temsil etmektedir. Her iki burjuva kesimin, emperyalist sermaye ile bağları vardır, tek kutuplu dünya düzeni içinde faklı güç odaklarına ile çeşitli bağlara sahiptir.
Bu iki burjuva kamp dışında, Kürt özgürlük hareketinin ana eksen olduğu, sol ve demokrasi güçleri, dağınık ve parçalı da olsa üçüncü bir alan, üçüncü bir yol olarak giderek güç kazanmakta, seçimlerde önemli bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. HDP’nin ana eksenin olduğu emek ve özgürlük ittifakı, Kürt sorunu ve özgürlük hareketine mesafeli bazı kesimlerin oluşturduğu sosyalist güç birliği gibi çeşitli ittifaklar, hem de tek tek sol ve devrimci çevreler, geniş bir üçüncü yolun yapı taşlarıdır. Bunlar arasında siyasal ve taktiksel olarak bir dizi farklılık söz konusudur ve bunlar önemli ayrı noktalarıdır.
Böylesi bir süreçte, derin bir kriz içinde, ancak devrimci hareketin dağınık ve örgütsüz olduğu bir süreçte, ana taktik görevimiz ne olmalıdır?
Her şeyden önce, devrim ve demokrasi kavgasında, bugünün ana taktik görevi, açık faşizmin süreklileştiği ifade eden saray rejiminin yıkılması, Türk, Kürt, her milliyet ve halktan, her inançtan, tüm yoksul ve ezilenlerin bu boğucu atmosferi geriletip bir miktar nefes alması, ortaya çıkan demokratik taleplerin en geniş halk topluluklarına ulaşması, demokratik talep ve iradenin açığa çıkmasıdır.
Uzun devrim yürüyüşünde bu demokratik talepler açığa çıkıp bunun üzerinden devrimci hareketin yeniden ve yeniden örgütlenmesi politik bir güce dönüşmesi önümüzde durmaktadır.
Peki, bu taktik görev düzeni yıkar mı?
Hayır, bu taktik görev, düzeni yıkmaz, ancak düzeni yıkmak için yeni bir nefes borusu ve kanal açar, geniş halk kesimleri sınırlı da olsa nefes olabilir, demokratik taleplerin geniş halk kesimlere ulaşmasında işlev görebilir.
Unutulmamalı, demokrasi savaşımında eğitilmeyen işçi ve emekçi sınıflar kendi devrimini yapamaz; demokrasi savaşımı kazanılmadan sosyalizm inşa edilemez.
Bugün, bu süreçte, bir yandan devrimci sosyalist hareket kendi özgücüyle kendi ayakları üzerinden yeniden inşa edilirken, toparlanma ve örgütlenme ekseninde güçleri bir bayrak altında toplayıp, partileşmeyi önüne koyarken, öte yandan geniş halk kesimlerinin taleplerini dikkate alan, bu taleplere sahip çıkan bir yerde durduğu açıktır.
14 Mayıs da halkın önüne iki sandık konulacaktır.
Birincisi, cumhurbaşkanlığı seçimidir. Saray rejimi tek adamda temsil edilmektedir, zülüm ve soygunun, tüm kirli işlerin, talan ve yıkımın baş mimarı R. T. Erdoğan’ın yenilmesi/yıkılması ana taktik görevdir. Bu temelde, bu soygun, talan, yıkım düzeninden hesap sormak, toplumun kısmen de olsa nefes alması için demokrat bir adayı desteklenmesi doğru olandır.
Bu temelde, burjuva anlamda, sınırlı da olsa, başta Kürt sorunu olmak üzere, bir dizi siyasal sorunda titrek ve hatta geri bir konumda da olsa, tek aday Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Bir değişim içinde olan Kemal Kılıçdaroğlu, birçok açıdan eleştirilebilir, eleştiriyoruz… Bunu bir yere not düşerek; saray rejiminin yıkılması ana görevdir, bu göreve sahip çıkmak zorunludur.
İkincisi, demokratik taleplerin parlamento da savunulması, demokrasi savaşımını bir adım daha genişletmek ve yeni mevziler kazanmak için, emek ve özgürlükten yana güçleri desteklemek, yan yana olmak zorunludur. Emek ve özgürlük ittifakı bu temelde bir işlev göreceği de açıktır.
Milletvekilliği seçiminde oylar Yeşil ve Sol partiye!
R.T.Erdoğana oy yok! Oylar Kemal Kılıçdaroğlu’na!
Emek.org.tr