EMEĞİN SÖZÜ: Toplumsal cinsiyet rollerini reddediyoruz

Kadın emeğini sömüren ve kadını metalaştıran kapitalist toplumsal ilişkiler, bunun üzerine püskürtülen gerici toplumsal değerler sistemi ve erkek egemen anlayış; insanlıktan sapmış bu üçlemenin yarattığı toplumsal cinsiyet olgusu ve dayatılan roller, kadınların insanca koşullarda eşit ve özgür yaşamasına engeldir. Toplumsal cinsiyet olgusu ve dayatılan roller günlük toplumsal yaşamımızda baskı, şiddet, taciz, sömürü diye ifade ettiğimiz […]

Kadın emeğini sömüren ve kadını metalaştıran kapitalist toplumsal ilişkiler, bunun üzerine püskürtülen gerici toplumsal değerler sistemi ve erkek egemen anlayış; insanlıktan sapmış bu üçlemenin yarattığı toplumsal cinsiyet olgusu ve dayatılan roller, kadınların insanca koşullarda eşit ve özgür yaşamasına engeldir.

Toplumsal cinsiyet olgusu ve dayatılan roller günlük toplumsal yaşamımızda baskı, şiddet, taciz, sömürü diye ifade ettiğimiz şeylerle daha görünür oldu, kurumsal işleyişlerle de daha sistematik ve yerleşik uygulamalar hale getirildi. Kapitalizm süreçleri ve son dönemde de neoliberalizm, kadın emeği ve bedeni üzerinde kurduğu hakimiyetle, onu yoğun bir sömürüye tabi tutarak köleleştirmekte ve insanlıktan çıkarmaktadır.

Emperyalist-kapitalist ilişkileri tarafından inşa edilen toplumsal cinsiyet olgusu, Dünya’da ve coğrafyamızda toplumsal güncel yaşamımızda çok etkileyicidir. Dolayısıyla  “kadın sorunu”, ideolojik-politik, ekonomik, sosyal vb yönleri bulunan ve bütünlüklü çerçevede ele aldığımız tarihsel-toplumsal bir sorundur.Coğrafyamızda yaşanan, kadının ve LGBTI’ lerin sınıfsal, ulusal, erkek egemen cinsiyetçi baskı, şiddet ve sömürü kıskacında tutulmasından söz ediyoruz. Ki bu da nesnellik emperyalist-kapitalist toplumsal yapının karakteristik özelliğidir.

Cinsiyet ilişkileri kapsamında yaşadığımız tüm sorunlar, toplumsal mücadelenin de zeminini oluşturuyor. Başta kadınlar ve LGBTI’ ler, dünyanın hemen her yerinde buna karşı kitlesel tepkiler göstererek, özgürlük ve toplumsal eşitlik talebinde bulunuyor. Bu nedenle örneğin şiddete, tacizlere, yoksulluğa, işsizliğe karşı yaygın olarak gelişen kadın hareketleri, toplumsal kurtuluş mücadelesi açısından çok önemlidir.

Toplumsal cinsiyet sorunları ve muhalif hareketler

İnsanlığın ataerkilliğe geçişinden sonra örülen toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden yaşanan sömürü, baskı ve şiddet zenginleşerek günümüze taşındı. Köleci toplumsal dönem olsun, feodalizm ve kapitalizm gibi tarihsel-toplumsal süreçler olsun, tümünde de kadının ikinci sınıf insan olarak görüldü ve ona ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve psikolojik yönlerden ezilen ve baskılanan roller biçildi. Kapitalist toplumsal yapı özgürlük ve eşitlik kapsamında kadınlara çok şey sağlamadı. Aksine baskı içeriği ile yeni formatlarda toplumsal cinsiyet rollerini oluşturdu.

Bunlara karşı onurlu mücadeleler gerçekleştirildi. Egemen sınıfları ve erkek egemen anlayışları kısmen frenlese de onları nihai yenilgiye uğratamadı. Ancak çok değerli bir mücadele geleneği ve direniş hattı üretildi, kazanımlar oldu.

Kapitalizmle birlikte gelişen feminist hareket, etkili olmasına rağmen, sistemi ve kapitalist toplumsal cinsiyet rollerini değiştiremedi ve süreçte de kapitalist sistem içerisinde kalması nedeniyle oraya yedeklendiği dahi söylenebilir. Feminizm, tarihsel demokratik bilinç ve kazanımlarının ötesinde kapitalist toplumsal kanallarda kaldı ve gelişemedi. Tarihsel toplumsal cinsiyet olgusunu en azından kadınların lehine değiştirebildiği de pek söylenemez. Feminizm ve demokratik kadın hareketleri dalgasının emperyalist-kapitalist toplumsal yapı ve toplumsal cinsiyet olgularını, özellikle son dönem yaşadığımız neoliberal dalgayı geriletemedi. Ancak bu tespitin yanı sıra emek sömürüsü, şiddet, taciz eksenli gelişen uluslararası feminist hareketin etkilerinden söz etmemiz de yerinde olacaktır.

Öte yandan kısa süren sosyalizm sürecinde ise, kapitalizm etkileri ve toplumsal cinsiyet rolleri kısmen de olsa kırıldı ve yerine daha insani, özgür ve eşit ilişki esasında insan tipi ve toplumsal ilişkileri geçirilmeye çalışıldı. Erkek egemen anlayış, sosyalizm yolunda işçi sınıfının yaklaşık 150 yıllık mücadelesiyle geriletilerek, demokratik toplumsal bilincin, özgür ve eşit hakların da önünü açtığını belirtelim.

Sosyalizm ve sosyalizm bağlantılı anlayış ve deneyimler, kadınlardan yana kazanımların ve toplumsal yönelişin önünü açarak, özgür ve eşit toplumsal ilişkiler kapsamında, toplumsal cinsiyet rollerini eleştirerek ve engelleyerek, konuyu daha olumlu yere taşıdığı ifade edilebilir. Anlayış ve pratik toplumsal tutum anlamında kapitalizmden daha ileri noktaların yakalandığını ifade etmeliyiz. Ki kadın sorunu kısa süreli toplumsal dönüşüm ve değişim sağlayan programlarla çözülemeyecek derinlikte bir sorundur.  Kurulmuş sosyalizm süreçlerinde savunulanların gerisine düşüldüğü ve bu nedenle de Reel-sosyalizme yöneltilen haklı eleştirileri de burada analım. 80 sonrası Sovyetlerde kadının toplumsal mevzilerden eve geri dönmesi ve çocuklarla ilgilenmesi gibi çarpık ve gerici anlayışlar ileri sürüldü.

Güncel sürece de bir birikim üzerinden bakmakta yarar var. Erkek egemen toplumsal cinsiyet olgusunu gerici ideolojik olgularla da sürekli besleyen kapitalist toplumsal ilişkileri hedef almayan bir mücadelenin, tarihsel dönüştürücü işlevinin de olamayacağı açıktır. Feminist ve dayanışmacı kadın hareketleri, nihayetinde kapitalist ilişkilerle ortaklaşan erkek egemen anlayış ve uygulamaları ideolojik-kültürel boyutlarıyla kısmen geriletme şansına sahiptir. Ancak sorunu toplumsal sistem ve iktidar bağlamında çözüm noktalarına taşıyamıyor.

Bunun belirleyici nedeni, feminist dayanışmacı hareketin kapitalist sistemi ve sermayenin toplumsal iktidarını hedefe koymamasındadır. (Çoğunluk eğilim böyledir). Sosyalizm anlayışındaki gibi mevcut sistemi, devleti, aileyi, toplumsal cinsiyet rollerini ve bunların toplam iktidarını devrimci tarzda ele alamayışı onun belirleyici eksikliğidir.

Dolayısıyla radikal mücadele biçimi de olsa; anlayış ve yatay örgütlenme tarzları, sistem tarafından kolay yedekleniyor. Tam da bu nedenden dolayıdır ki, feminizm ve benzeri demokratik akımlar, bu düzeyde bir iktidar mücadelesini ve toplumsal değişim çıtasını üretmekten yoksundur.

Oysa gerici ve gayrı-insani toplumsal cinsiyet roller gerçeği karşısında, devrimci sosyalist tarzda ısrar etmek; kapitalizmden daha ileri bir toplumsal sistemi öngörerek, sosyalist toplumsal ilişkiler temelinde, özgürlük ve eşitlik koşullarında toplumsal ilişkileri üretme olgusu düşünülmelidir.  Sosyalist toplumsal ilişkiler, toplumsal cinsiyet rollerini baskı ve sömürüden uzak kalarak, özgürlük ve eşitlik temelinde yeni içeriği ile inşa etme potansiyeline sahiptir. Çünkü orada toplumsal cinsiyet rollerini gerici biçimde dayatan kapitalist ilişkiler ağının olmayışı belirleyicidir.

Toplumsal cinsiyet rolleriyle ezilen ve artık yaşama hakları dahi ellerinden alınan kadın ve LGBTI ler,  elbette toplumun tümü tarafından ortaklaşa bir mücadelenin sorumluluklarını, özgürlük ve eşitlik anlayışı ışığında birlikte omuzlamak durumundayız.

Örneğin Ortadoğu savaşlarının ve gerici ideolojik yapıların insanlığa yaşattıkları, özellikle kadının karşı karşıya olduğu gerici vahşet; bu tarihsel görevi önümüze koymuyor mu?

Tarihsel toplumsal dinamik güç olarak emek güçleriyle birlikte davranılması; işte tam da bu sınıfsal-toplumsal kurtuluş ekseninin görülmesine ve kavranmasına ihtiyaç var.

Yani feminizm, devrimci sosyalizm program ve mücadelesiyle yan yana durmalıdır.

Birlikte örgütlenerek mücadele etmeliyiz!

Toplumsal yaşam bize kötülüklerle dolu bir tablo gösteriyor.

Çalışma yaşamında kadınlar ağır biçimde sömürülürken, düşük ücretlerle ve sosyal haklar açısından da yoksunluklar içinde tutulmakta ısrar ediliyor. Kadın işçiler ekonomik-demokratik sendikal haklarını kullanması engelleniyor. Şimdiye kadar elde edilen kazanılmış haklar da yok ediliyor. Aşırı vergilendirme ve düşük ücretler, yasak ve hak arama engelleriyle birlikte, tüm emekçiler gibi kadınları da yoksulluk ve açlık sınırları altında yaşatıyor. Hayat pahalılığı, ticarileştirilmiş eğitim ve sağlık hizmetleri ile sistem, bizlere insanca yaşam sunmuyor. Taciz ve şiddet daha yaygınlaşarak toplumsal yaşamda yerleşik hale getirilmektedir.

Ortadoğu emekçileri olarak unutulmaz büyük bir travma yaşıyoruz. Gerici toplumsal cinsiyet rolleri ve erkek egemen yaklaşımları çok sert yaşanmaktadır. ABD başta olmak üzere Avrupa Birliği ve Rusya emperyalist devletlerinin, Ortadoğu’da bizlere yaşattığı zulüm ve döktükleri kan, insanlık tarihine yazılan büyük bir suç ve utançtır. Yüzlerce savaş mağduru insan, kadın ve çocuk cesetleri denizlerden toplanmaktadır.

IŞİD gibi sapık gerici-ideolojik unsurlarla Arap, Kürt ve Ezidi kadınlar; uğradığı saldırılarla aşağılanmış, köleleştirilmiş,  tarihin korkunç zulümlerinden biri bu yakın dönemde yaşamıştır.

Coğrafyamızda kadınlar etnik ve inanç farklılıkları nedeniyle de baskı ve zulüm altındadır. Hiçbir devlet ve uluslararası kuruluş buna engel olmamaktadır. Kürtler, Lazlar, Araplar, Çerkezler, Boşnaklar vb tüm ulus ve azınlıklardan kadınlar, ulusal baskı ve asimilasyon politikalarına uğratılmakta eğitim, sağlık ve farklı kamusal hizmetlerde baskı, şiddet, yasak ve ayrımcılıklarla karşılaşmaktadırlar.

Emperyalist kapitalist toplumsal yapı ve ilişkiler, erkek egemen anlayış ve gericilik; kadınlara ve tüm emekçilere dayatılan insanlık dışı yaşamın sorumlularıdır. Bunlardan kurtulmak insanlığımızın, geleceğimize duyduğumuz sorumluluğun gereğidir.

Emperyalist-kapitalist toplumsal ilişkilerin beslediği, erkek egemen toplumsal cinsiyet rolleri de tarihin çöplüğüne gönderilmelidir.

Kadınlar, erkekler ve LGBTI ler; işte bu sömürü ve baskı düzenine karşı birlikte örgütlenerek, dayatılan gerici toplumsal cinsiyet rollerine karşı mücadele yükseltilmelidir.

İnsanız, özgür ve eşit olmalıyız!

emek.org.tr

 

İlgini çekebilecek diğer içerikler