Deklarasyon: VAHŞİ MADENCİLİĞE HAYIR !

Sömürgeci sistem, insanı merkeze alıyor ve doğayı insan için tüketilebilir kaynaklar bütünü olarak görüyor; oysa yeryüzü üzerindeki tüm canlı ve cansız varlıklarla yaşamsal bir ağ. Bu ağı bir arada tutmak ancak herkese yaşam hakkı tanımakla yani adil, eşitlikçi ve ekolojik bir sistemle mümkün.

Deklarasyon: VAHŞİ MADENCİLİĞE HAYIR !

Yeryüzünü, dağları, dereleri, ovaları, su havzalarını, ormanları, tarım alanlarını ve meraları, yerel halkın yaşam alanlarını, köylerini, kasabalarını, tüm o ekosistemde yaşayan diğer canlı türlerinin  evini birer ekoyıkım suç mahalline çeviren şirketlerin ve iktidarların karşısında, hep birlikte isyanımızı büyütüyoruz.

İklim krizinin gezegenimizi sürüklediği yok oluşun bir sistem sorunu olduğunu biliyoruz. Ancak ne yazık ki krizin ekoloji politik bağlamda etkin siyasetin gündemine yerleşemediğini de görüyoruz. Sömürgeci sistem, insanı merkeze alıyor ve doğayı insan için tüketilebilir kaynaklar bütünü olarak görüyor; oysa yeryüzü üzerindeki tüm canlı ve cansız varlıklarla yaşamsal bir ağ. Bu ağı bir arada tutmak ancak herkese yaşam hakkı tanımakla yani adil, eşitlikçi ve ekolojik bir sistemle mümkün.

Doğayı yaşayan bir sistem olarak görmeyen kapitalizm gezegen üzerindeki tahakkümünü artırıyor. Sermayenin yeryüzüne karşı giriştiği bu saldırgan ve vahşi sömürünün sonucunda, aşırı iklim olayları ile karşı karşıya kalıyoruz. Mega yangınlar, aşırı yağışlar, seller, kuraklık bunlardan sadece birkaçı. Kapitalist sermaye, doğaya kendi vahşiliğini atfederek, “Vahşi Doğa” diyor. Ancak biz “Vahşi Madencilik” derken, “vahşi” kelimesini doğayı ötekileştiren insan merkezci argümandan doğru kullanmıyoruz. Kapitalizmin inşa sürecinde, yeni kıtalara yönelik işgalci, yağmacı, sömürgeci, doğa üzerinde tahakküm kuran hegemonyadan doğru kullanıyoruz. İşte “Vahşi madencilik” Antroposen (İnsan) Çağı’nın kapitalist ekokıyımı ile yeryüzünün üzerindeki canlılarla işbirliği içinde hayatta kalma çabasının tam da ortasında duruyor. Biga yarımadası, Edremit’ten Bandırma’ya kadar  uzanan bir ekosistem. Kazdağları ve çevresi de bu ekosistemin önemli bir parçası. 1.697.062 hektar olan Kazdağları, doğal sit alanları, gen koruma alanları, milli parklar, kent ormanları, tabiat parkı ile yaban hayatı için de çok önemli bir alan.

Ne yazık ki Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nden alınan verilere göre bu alanın %79’u ruhsatlandırılmış durumda. Bunun da %41’i aktif ruhsatlı alan. Bu yoğunlukta madencilik faaliyeti tüm ekosistemi, sosyal, kültürel ve ekonomik yapıyı tehdit ediyor. Bir dünya mirası olan Kazdağları 72 si endemik, 1400’ün üzerinde bitki türünün ve sayısız hayvanın yuvası. Avrupa ve Asya kıtaları için inanılmaz büyük bir biyoçeşitlilik göz göre göre feda ediliyor. Kazdağları 1600’den fazla ruhsat ile 90 civarında yerli ve yabancı şirketin talanına açık hale getiriliyor.

Bugün Bayramiç, Çan, Lapseki, Ayvacık ve Yenice metalik madencilik nedeniyle etkileri yüzlerce yıl sürecek bir doğal yıkım tehdidiyle karşı karşıya. Uşak Kışladağ, Kütahya, Bergama, Giresun, Ayvalık, Artvin Murgul ve Erzincan İliç’te yaşanan kazalarda vahşi madenciliğin neden olduğu doğa ve insan kıyımları yaşanmışken Kazdağları’nda böylesi felaketlere geçit vermeyeceğiz.

Madencilik projeleri dışında termik, jeotermal, yanlış yerlere yapılan rüzgâr enerji santralleri gibiçeşitli enerji projeleri ile de binlerce dönüm toprağımız kaybediliyor, yüzbinlerce ağacımız katlediliyor. Sözde ekoturizm projeleri ile kırsal alan talan ediliyor. Dağlarımız paramparça! Yabanıl hayat yok oluyor. Yüzlerce yıllık zeytin ağaçlarımız kesiliyor. Suyumuz tükenme noktasında. Ne için? Yerli ve yabancı şirketlerin, iktidarla işbirliği yaparak, kurumları etkisizleştirerek, hukuku hiçe sayarak kendi rant ekonomilerini büyütmek istedikleri için.

Yurdun dört bir yanında, denetlenmeyen, işçi sağlığı ve güvenliğini hiçe sayan binlerce maden işletiliyor atık havuzları, onlarca metre yükseklikte pasa dağları, siyanürlü, sülfürik asitli liç alanları, fay hattı üzerinde kurulu maden sahaları çevresindeki doğa ve yaşam alanlarını tehdit ediyor.

Milyonlarca metreküp suyumuza el koyan maden şirketleri aşırı kuraklıktan elimizde kalan son sukaynaklarımıza da göz dikiyor.

Vahşi madenciliğin geri dönüşsüz bir doğa yıkımı olduğunu biliyoruz. Rehabilite edilmesi imkânsız alanlar olarak terk edildiğinde yüzlerce yıl zehir saçmaya devam ettiğini de. Balıkesir Balya’da neredeyse 100 yıldır atıl halde bulunan atık barajı halen çevresine siyanür ve ağır metaller saçıyor.

Bölgemizin ve ülkenin gıda güvenliği için büyük öneme sahip olan ve yıllar boyu gelir ve istihdam sağlayan tarım ve hayvancılığı bitirecek olan, en fazla 8-10 senelik geçici istihdam yaratan kirli, vahşi madencilikte ısrar etmenin, yoksulu daha da yoksul, varsılı daha da varsıl yapan ve riski halka yıkan bu politikaların kimlere, hangi sisteme ve sermayeye hizmet ettiğinin farkındayız.

Teck Cominco, Pilot Gold, Fronteer, Alamos, SSR Mining, Eldorado Gold, Liberty Gold, Stratex, Centerra gibi çokuluslu şirketler ile Cengiz Holding, Nurol Holding, Eczacıbaşı, Koç Holding, Zorlu, Tüprag, Ciner Grup, Koza, Bahar Madencilik, CVK gibi yerli şirketler, siyasi iktidar ile işbirliği yaparak, Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası (EBRD) ve benzeri diğer banka ve finans kuruluşları tarafından kredilendirilerek ülkemizin dağlarında, ovalarında, ormanlarında hak sahibi oluyorlar.

Birinci derece deprem bölgesinde bulunan Çanakkale ve Balıkesir illerimizin Bayramiç, Çan, Lapseki, Ayvacık, Yenice, Balya, Havran, İvrindi, Burhaniye, Ayvalık, Sındırgı, Dursunbey gibipek çok ilçesinde sürdürülmek istenen, ekolojik yıkımlara yol açan, başta altın olmak üzere, kurşun, bakır, gümüş gibi metalik madencilik projelerine karşı bölgede yıllardır sürdürdüğümüz aktif alan savunması ve hukuki mücadele ile önleri kesilen şirketler, faaliyetlerini sürdürebilmek için her yolu deniyor. Yasaların yönetmeliklerin ardından dolanarak yol almaya çalışan şirketler, diğer yandan da doğa hakkı mücadelesi veren hak savunucularını, itibarsızlaştırmaya çalışarak, iftiralarla, suç duyuruları ve tazminat davaları ile yıldırmaya çalışıyor.

Bugün Cengiz Holding’e ait Truva Bakır Madenciliğin Bayramiç ve Çan sınırları içinde kalan Halilağa Bakır Madeni projesinde 1 milyona yakın ağacın üzerlerine çarpı işareti atılarak işaretlendiği, gövdelerinde çentiklenmek suretiyle izler bırakıldığı bir ormanlık alanda, korku ve endişe ile her an kesilmeyi bekleyen o ağaçlara sarılmaya mecburuz. Lapseki’de Nurol Holding’e ait TÜMAD’ın yok etmeyi hedeflediği her ağacı tek tek savunmaya mecburuz. O ağaçların içinde olduğu ormanlarla çevrili köylerimizde yaşayan köylülerimizin, evlerini, geçim kaynaklarını, sularını, topraklarını kaybetme kaygısını içimizde hissetmeye mecburuz.

En son Erzincan İliç’te sonuçları yüzyıllar sürecek Çernobil etkisinde bir ekoyıkım yaşanmış, 9 işçimiz vahşi madenciliğe kurban edilmişken, tüm ülkede yükselen madencilik karşıtı sesi meydanlara, şehir merkezlerine taşımak, geniş halk kitlelerinin dikkatini vahşi madenciliğe çekmek ve vahşi madenciliğe son verilmesini sağlamak tek amacımız.

“Kazdağları’nda Vahşi Madenciliğe Hayır” mitingi bu amaç ile yola çıkılmış ilk geniş katılımlı mitingdir. Çanakkale’den başlayıp tüm madencilik tehdidi altındaki şehirlerimizde de devamı gelecektir.

Çanakkale halkının daha önce de sahip çıktığı Kazdağları’na yeniden sahip çıkacağını, köylerimizin, köylülerimizin yanında duracağını, bu doğa katliamının karşısında duracağını biliyoruz.

Ülkemizin her yerini kuşatan vahşi madenciliğe karşı Çanakkale’den, Kazdağları’ndan sesimizi yükseltiyoruz, bu ses ülkenin dört bir yanından duyulsun, çoğalsın ve yankılansın istiyoruz.

VAHŞİ MADENCİLİĞE HAYIR!

 

KAZDAĞLARI EKOLOJİ PLATFORMU

EGE VE MARMARA ÇEVRECİ BELEDİYELER BİRLİĞİ”

emek.org.tr

İlgini çekebilecek diğer içerikler