Eleştiri… Tiyatro oyunu: “Seni Seviyorum İrina”
Yazan: Olcay KARAY
Geçen Çarşamba akşamı Avcılar Barış Manço Kültür Merkezi sahnesinde, İzmir/Konak – Pier sahne ekibindeki dostlarımızın “Seni seviyorum İrina” isimli oyunlarını, hatırı sayılır bir kalabalık ile izledim. Baştan belirtmek isterim ki, performans anlamında yazan ve oynayan Halil Kırkayak ve Sevilay Türedi dostların oyunculukları inanılmaz etkileyiciydi. Bir oyuncunun verebileceğinin fazlasını verdiklerini söyleyebilirim. Hikâyeyi anlatma kabiliyetleri, iki perde boyunca izleyiciyi sürekli oyunun içinde tuttu.
Genel hatlarıyla ve izleyicilerde bıraktığı etkinin romantik veya romantize edilmiş “saplantılı” bir aşk hikâyesi olarak anlatılmak istenilmesine karşın, ben oyuna dair farklı bir okuma yapmaya çalışacağım. Oyundaki erkek kahraman, yaşadığı bir ilişki sonrası terk edilmenin acısı ile boğuşurken çıkıyor karşımıza. Yaşadığı travmayı atlatamayıp, zaman içinde obsesif bir ruh haline bürünüyor, ve sonrasında içinde bulunduğu duygusal karmaşa, şizofreni hastalığına kadar götürüyor onu. İnsani olarak bu raddeye gelenin toplumsal kimliğine bakılmaksızın yaşanılan şeye karşı duyarsız kalınamaz elbet. Bir acıma hissi, ister istemez izleyiciyi kavuruyor. Erkek kahramanın zamanla isimsizleşmesi ve içinde yaşattığı İrina’ya olan tutkusu, onu yavaş yavaş hiçleştirirken, oyun boyunca farklı kadınlar ile tanışma, iyileşme çabaları sürekli sonuçsuz kalıyor. Bu karşılaşmaların anlatım becerisi oldukça yüksek olsa da, içeriğindeki ana hat olan “çaresiz, mağdur erkek” imajı, zaman zaman yaşanılan şeyin narsistik bir aşk hikayesi olarak anlaşılmasını sağlıyor. Burada sorun yok, yazarın bununla yüzleşme ve bedel ödeme arzusu olması koşuluyla elbet.. Lakin, bir yaralanmanın başka nasıl potansiyel yaralanmalara kapı açan güçlü bir etkileşim içinde olduğu gerçekliği, erkeğin duyguları kadar gerçekçi anlatılmamıştı diyebilirim sanırım. Keza oyunun mottosu olan şu cümle de beni doğrulayan nitelikte : “Ben aslında hiç bir kadında İrina’yı aramadım. Ama o kadınlar nedense hep İrina taklidi yapmaya çalıştılar.”
Buradaki rahatsızlığımı şöyle de tarif edebilirim sanırım : Aşkın, sevginin ve bütün toplumsal ilişkilerin yıkıcı, sert, ötekinin üzerinde egemenlik kurmaya yarayan araçlar olduğu izlenimi uyandırması durumu. Oysa başka türlüsünün mümkün olabileceği gerçeği, yaşadığımız çağda oldurmak istediğimiz en büyük insani uğraşımız değil mi ?
Duygusal manipülasyonun yarattığı travmaların etkilerini, sadece erkeğin gözünden bakıp, avını ele geçirme refleksi ile sınırlandırması ve onun taraflarından olan “İrina” karakterinin salt bir arzu nesnesi olarak kodlanması, yukarıda değindiğim gibi içeriğinin narsistik bir aşk hikayesi olmasını sağlamıştı. Keza İrina’nın kimliğine dair, sadece kahramanın idealize ettiği aşkı olması dışında pek bir ipucu yoktu. İrina’nın kimliğine dair tek iz ise, erkeğe aldığı kuş sonrası “ben işe gittiğimde sana arkadaş olur” cümlesinde saklı. Buradan da onun çalışan bir emekçi kimliği olduğu bilgisine erişebiliyoruz. Erkek ise yazma işiyle uğraşan, zamanla gerçek ile olan bağımı yitirmeye başlayan, T. Bernhard’ın tarifiyle bir “Bitik adam” Bu konuda da, kadının erkeğe kafes içinde bir kuş alması ve kuşun sürekli kaçması, metafor olarak erkek karakterin yanında kimsenin barınamamasını iyi anlatmıştı.
Özellikle edebiyatın ve sinemanın kadim meseleleri olagelen iletişimsizlik, aşk ve yalnızlık olguları, tarih boyunca okurları cezbetmiş ve kendilerinden ipuçları bulmasını sağlamıştır. Bunu bağlantısallık konusunda görece eksikliğine rağmen tiyatro sahnesinde izlemek de, farklı bir tecrübe oldu benim için. Son olarak sinema sanatından bahsetmişken, oyunun zihnimde çağrıştırdığı bir film sahnesini buraya eklemek isterim. Nuri Bilge Ceylan’ın en sevdiğim filmlerinden olan Kış Uykusu’nda, Aydın ve Nihal karakterleri oyundakine benzemese de, sürekli çatışma içindedir. Aydın’ın Nihal üstündeki duygusal manipülasyonu zamanla öyle boyutlara gelir ki, Nihal’e nefes alacak hiçbir alan bırakmaz. Nihal, her kaçma tehdidini içeren bir konuşmaya başladığında, Aydın ekonomik özgürlüğün verdiği konforla Nihal’i rencide ederek “git de, asgari ücretle Büyükşehir’de yaşamaya çalış o zaman” der. Nihal ”aslında iyi eğitim görmüş, kültürlü bir insansın, ama yeri geldiğinde bu özelliklerinle insanları aşağılayan sevgisiz biri olup çıkıyorsun” dediğinde, Aydın bütün pişkinliği ile şu cevabı verir :
“Karşımızdakini olduğu gibi kabullenmeyip onu tanrılaştırmak, sonra da böyle bir tanrı sanki olabilirmiş de, olmuyormuş diye ona kızmak.. Bana biraz haksızlık etmiyor musun ?” Oyun ile bir bağlantı kurduğumda rolleri değiştirerek, aynı soruyu sorma isteği uyandı bende de :
İrina’ya biraz haksızlık etmiyor muyuz? 01.12.2024
Olcay KARAY
Not: 2012 ve 2014 yıllarında “En iyi yazar” ve “En iyi metin” ödüllerini alan “Seni Seviyorum İrina” adlı oyun, Gaziemir Belediyesi’nin kültür sanat etkinlikleri kapsamında Gaziemirli seyirciyle buluştu. Oyun daha sonra 27 Kasım 2024 günü akşam seansında İstanbul Avcılar Barış Manço kültür merkezi salonunda sahnelendi. Oyunun yazarı olan Halil Kırkayak, aynı zamanda yönetmen ve oyuncu… Halil Kırkayak ve Tiyatro oyuncusu Sevilay Türedi ile birlikte oyunu sahnelediler. emek.org.tr