tiyatro

Eleştiri… Tiyatro oyunu: “Seni Seviyorum İrina”

Yazan: Olcay KARAY

Geçen Çarşamba akşamı Avcılar Barış Manço Kültür Merkezi sahnesinde, İzmir/Konak – Pier sahne ekibindeki dostlarımızın “Seni seviyorum İrina” isimli oyunlarını, hatırı sayılır bir kalabalık ile izledim. Baştan belirtmek isterim ki, performans anlamında yazan ve oynayan Halil Kırkayak ve Sevilay Türedi dostların oyunculukları inanılmaz etkileyiciydi. Bir oyuncunun verebileceğinin fazlasını verdiklerini söyleyebilirim. Hikâyeyi anlatma kabiliyetleri, iki perde boyunca izleyiciyi sürekli oyunun içinde tuttu.

Genel hatlarıyla ve izleyicilerde bıraktığı etkinin romantik veya romantize edilmiş “saplantılı” bir aşk hikâyesi olarak anlatılmak istenilmesine karşın, ben oyuna dair farklı bir okuma yapmaya çalışacağım. Oyundaki erkek kahraman, yaşadığı bir ilişki sonrası terk edilmenin acısı ile boğuşurken çıkıyor karşımıza. Yaşadığı travmayı atlatamayıp, zaman içinde obsesif bir ruh haline bürünüyor, ve sonrasında içinde bulunduğu duygusal karmaşa, şizofreni hastalığına kadar götürüyor onu. İnsani olarak bu raddeye gelenin toplumsal kimliğine bakılmaksızın yaşanılan şeye karşı duyarsız kalınamaz elbet. Bir acıma hissi, ister istemez izleyiciyi kavuruyor. Erkek kahramanın zamanla isimsizleşmesi ve içinde yaşattığı İrina’ya olan tutkusu, onu yavaş yavaş hiçleştirirken, oyun boyunca farklı kadınlar ile tanışma, iyileşme çabaları sürekli sonuçsuz kalıyor. Bu karşılaşmaların anlatım becerisi oldukça yüksek olsa da, içeriğindeki ana hat olan “çaresiz, mağdur erkek” imajı, zaman zaman yaşanılan şeyin narsistik bir aşk hikayesi olarak anlaşılmasını sağlıyor. Burada sorun yok, yazarın bununla yüzleşme ve bedel ödeme arzusu olması koşuluyla elbet.. Lakin, bir yaralanmanın başka nasıl potansiyel yaralanmalara kapı açan güçlü bir etkileşim içinde olduğu gerçekliği, erkeğin duyguları kadar gerçekçi anlatılmamıştı diyebilirim sanırım. Keza oyunun mottosu olan şu cümle de beni doğrulayan nitelikte : “Ben aslında hiç bir kadında İrina’yı aramadım. Ama o kadınlar nedense hep İrina taklidi yapmaya çalıştılar.”

Buradaki rahatsızlığımı şöyle de tarif edebilirim sanırım : Aşkın, sevginin ve bütün toplumsal ilişkilerin yıkıcı, sert, ötekinin üzerinde egemenlik kurmaya yarayan araçlar olduğu izlenimi uyandırması durumu. Oysa başka türlüsünün mümkün olabileceği gerçeği, yaşadığımız çağda oldurmak istediğimiz en büyük insani uğraşımız değil mi ?

Duygusal manipülasyonun yarattığı travmaların etkilerini, sadece erkeğin gözünden bakıp, avını ele geçirme refleksi ile sınırlandırması ve onun taraflarından olan “İrina” karakterinin salt bir arzu nesnesi olarak kodlanması, yukarıda değindiğim gibi içeriğinin narsistik bir aşk hikayesi olmasını sağlamıştı. Keza İrina’nın kimliğine dair, sadece kahramanın idealize ettiği aşkı olması dışında pek bir ipucu yoktu. İrina’nın kimliğine dair tek iz ise, erkeğe aldığı kuş sonrası “ben işe gittiğimde sana arkadaş olur” cümlesinde saklı. Buradan da onun çalışan bir emekçi kimliği olduğu bilgisine erişebiliyoruz. Erkek ise yazma işiyle uğraşan, zamanla gerçek ile olan bağımı yitirmeye başlayan, T. Bernhard’ın tarifiyle bir “Bitik adam” Bu konuda da, kadının erkeğe kafes içinde bir kuş alması ve kuşun sürekli kaçması, metafor olarak erkek karakterin yanında kimsenin barınamamasını iyi anlatmıştı.

Özellikle edebiyatın ve sinemanın kadim meseleleri olagelen iletişimsizlik, aşk ve yalnızlık olguları, tarih boyunca okurları cezbetmiş ve kendilerinden ipuçları bulmasını sağlamıştır. Bunu bağlantısallık konusunda görece eksikliğine rağmen tiyatro sahnesinde izlemek de, farklı bir tecrübe oldu benim için. Son olarak sinema sanatından bahsetmişken, oyunun zihnimde çağrıştırdığı bir film sahnesini buraya eklemek isterim. Nuri Bilge Ceylan’ın en sevdiğim filmlerinden olan Kış Uykusu’nda, Aydın ve Nihal karakterleri oyundakine benzemese de, sürekli çatışma içindedir. Aydın’ın Nihal üstündeki duygusal manipülasyonu zamanla öyle boyutlara gelir ki, Nihal’e nefes alacak hiçbir alan bırakmaz. Nihal, her kaçma tehdidini içeren bir konuşmaya başladığında, Aydın ekonomik özgürlüğün verdiği konforla Nihal’i rencide ederek “git de, asgari ücretle Büyükşehir’de yaşamaya çalış o zaman” der. Nihal ”aslında iyi eğitim görmüş, kültürlü bir insansın, ama yeri geldiğinde bu özelliklerinle insanları aşağılayan sevgisiz biri olup çıkıyorsun” dediğinde, Aydın bütün pişkinliği ile şu cevabı verir :

“Karşımızdakini olduğu gibi kabullenmeyip onu tanrılaştırmak, sonra da böyle bir tanrı sanki olabilirmiş de, olmuyormuş diye ona kızmak.. Bana biraz haksızlık etmiyor musun ?” Oyun ile bir bağlantı kurduğumda rolleri değiştirerek, aynı soruyu sorma isteği uyandı bende de :

İrina’ya biraz haksızlık etmiyor muyuz?  01.12.2024

Olcay KARAY

Not: 2012 ve 2014 yıllarında “En iyi yazar” ve “En iyi metin” ödüllerini alan “Seni Seviyorum İrina” adlı oyun, Gaziemir Belediyesi’nin kültür sanat etkinlikleri kapsamında Gaziemirli seyirciyle buluştu. Oyun daha sonra 27 Kasım 2024 günü akşam seansında İstanbul Avcılar Barış Manço kültür merkezi salonunda sahnelendi. Oyunun yazarı olan Halil Kırkayak, aynı zamanda yönetmen ve oyuncu…  Halil Kırkayak ve Tiyatro oyuncusu Sevilay Türedi ile birlikte oyunu sahnelediler. emek.org.tr

Efsaneye göre dünya ; düşünenler için bir komedya, hissedenler için bir tragedyadır. Bundandır ki dünyanın ve insanlığın hallerine Demokritos gülmüş, Herakleitos ağlamıştır.

Dünya bir sahne ve dünyanın hikayesi devam ediyor. Dünya hem gülüyor hem ağlıyor… İnsanlığın, canlıların, doğanın çektiği zulüm devam ediyor. Zenginler çok iyi koşullarda yaşıyor ve emekçi halklar insanlık dışı koşullarda yaşıyor. Yaşam yeri dünyamız yıkılıyor. Savaşlar, sömürü, açlık, yoksulluk, yalnızlık, yani insan ziyanlığı işler devam ediyor… Tiyatro düşmanlığının devam ettiği ülkeler olduğunu biliyoruz. Tiyatrolar yasaklanıyor, tiyatrocular işsiz kalıyor… Düşüncelerinden dolayı tiyatro sanatçıları gözaltına alınıyor, ülkelerini terk ediyor sürgün yaşıyorlar…

Tiyatro hala güçlü… Her şeye rağmen tiyatro ‘dünyanın gözü’ ve hayat olmaya devam ediyor. Tiyatro günümüz kutlu olsun…

Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) Üniversiteler Türkiye Temsilcisi BİLKENT Üniversitesi Tiyatro Bölümü Başkanı Jason Hale ve ITI Türkiye Temsilciliği Yönetim Kurulu’nun aldıkları ortak karar ile bu yılki Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi tiyatro eleştirmeni ve çevirmen Seçkin Selvi tarafından kaleme alındı.

Selvi’nin kaleme aldığı 27 Mart 2022 Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi şöyle: 13 Mart Pazar 2022

Merhaba dostlar,

Binlerce yıl önce her türlü araç gereçten yoksun mağara insanı dünyanın rahmine tutunup doğanın adlandıramadığı güçlerine karşı yaşam savaşı verdi. Teknolojinin bütün olanaklarına sahip olan günümüz insanları ise, kendi yarattıkları araç gereçlerle, maddi manevi hırslarına tutunarak dünyayı ve doğayı yok etme yoluna gidiyor ve birbirlerine karşı yaşam savaşı vermek zorunda bırakılıyorlar.

Mağaradaki insan gündüz yaptığı avı akşam duvarlara resimler çizerek ve bedenini kullanarak diğerlerine anlatıyordu. Tiyatronun doğuş öyküsünü o günlere bağlıyoruz; çünkü o insanlar hareketle anlatma yoluyla bir kültürü kendilerinden sonraki kuşaklara aktarıyorlardı.

Çünkü tiyatronun asal işlevi anlatmaktır, insanların mutluluğu, refahı, sağlığı ve en önemlisi barışı için deneyimlerini, bildiklerini, gördüklerini kendi çağının kültürüyle yoğurarak sonraki kuşaklara aktarmaktır.

Çünkü tiyatro, metni ile edebiyatı, koreografisiyle bale ve dansı, dekoru kostümüyle resim, heykel gibi görsel sanatları, müziği, kısacası tüm sanatları kendisinde bütünleştirerek insanlığa ulaştıran tek sanat dalıdır.

Çünkü tiyatro, düşünce özgürlüğünü yok etmek isteyen baskıları, ırkçılığı, ister çocuk yaşta evlendirerek ister öldürerek işlenen kadın cinayetlerini, işkenceyi, devlet hazinesinden başlayan soygunların vatandaşların cebine kadar uzandığı düzenleri, doğaya ve doğanın düzenine yapılan saldırıları insanlığın gözleri önüne serme işlevini üstlenir.

Çünkü tiyatro insanlığın dünyaya açılan gözüdür. Tiyatronun kapanması demek dünyaya gözümüzü kapatmak demektir; kültürlerin aktarım zincirini kırıp atmak demektir. İki yılı aşkın bir süredir, Covid-19 pandemisi yüzünden tiyatrolar aylarca kapalı kaldı, bu durum yalnızca dünyaya gözümüzü kapatmakla kalmadı, ekonomik nedenlerle birçok tiyatro, hem de en genç, en umut veren, en yaratıcı topluluklar perdelerini kapatmak zorunda kaldılar.

Dünya Tiyatro Günü’nün yer aldığı Mart ayı ise, dünyanın çeşitli yerlerinde yıllardır sürdürülen savaşların acılarına Karadeniz kıyılarından gelen bomba sesleriyle bebek çığlıklarını ekledi. Tarihteki büyük savaşlar, 1. ve 2. Dünya savaşları, Vietnam savaşı, Bosna savaşı, sayısız kurtuluş savaşı ve savaşımı nasıl tiyatro aracılığıyla insanlığın ortak belleğine işlendiyse, hiç kuşkusuz yeni savaşlar ve saldırılar da bir gün sahnede yerini alacaktır. Çünkü tiyatro o ortak belleği sürdürebilmek için bütün bunları anlatmak zorundadır. İnanıyorum ki tiyatronun da katkısıyla ortak belleği besleyerek, insanlarla, halklarla, ülkelerle el ele tutuşup omuz omuza vererek insanca yaşanan ortamlarda dünya sanatçılarını alkışlamaya devam edeceğiz.

27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü o umut ve inançla kutluyorum.”

emek.org.tr

Erdal Eren idamındaki hukuksuzluklar, işkence ve insanlık dışı baskılar, ‘Kül Rengi Sabahlar’ oyunu ile önceki gün Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezinde sahnelendi.

12 Eylül döneminde faşist yargı sistemindeki hukuk ihlalleriyle 17 yaşındaki Erdal Eren idam edilerek resmen katledilmişti.  12 Eylül döneminde yaşanan faşist hukuk uygulamaları, baskı ve işkenceler; yazar Haluk Işık’ın yazdığı belgesel dramatik oyun ve Halil Kırkayak yönetimindeki Avcılar Kültür Sanat Derneği Tiyatro Topluluğu oyuncuları tarafından önceki gün sahnelendi.

Erdal Eren ‘in idam yoluyla katledilişi, toplumsal belleğimizde derin izler bırakan vahşi bir travmadır. 12 Eylül açık faşizm dönemini anlatan klasik bir deyiş vardır “toplumun üzerinden tank geçirildi” diye… 12 Eylül döneminde toplumsal yaşam bütün yönleriyle faşizm temelinde düzenlendi. Özellikle emekçi halk kitleleri ve devrimciler ve direnişler hedefe alınmıştı.  İdamlar, işkenceler, sürgünler, hapishane zulümleri, grev yasakları gibi demokratik hakların yok edilmesi gibi olaylar yaşandı. İnsana, insanlığa, geleceğe olan umutları ve direnişleri ezmeye çalıştılar. Bu yıkıcı toplumsal saldırılar ve yeniden düzene sokmanın sorumlusu “şimdi gülme sırası bizde” diyen bir avuç yerli burjuvazi ve destekçileri başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerdi.

Yazar Haluk Işık 12 Eylül‘de yaşatılan bu travmanın psikolojik derinliğini şöyle ifade eder:

“Bir toplumun korku toplumu olması demek, dilsiz, gözsüz ve kulaksız bırakılması demektir. İşte biz bu sessizliğe, bu körlüğe, bu korkuya tanık olduk, yaşadık.“

Tüm zulüm ve yaratılan korkulara rağmen, bu halkın onurlu insanları mahpuslarda, işkencelerde, idam sehpalarında duruşlarından inançlarından geri adım atmadı. İnandıkları, sevdikleri ve umutlandıkları ne varsa hepsini de savundular. Direnişleriyle insanlara ve insanlığa umut ışığı oldular.

Erdal Eren 17 yaşında lise öğrencisi ve bir devrimcidir… Emekten yana ezilen halklardan yana sürdürülen mücadelenin içinde genç bir devrimci olarak, toplumsal sorumluluğun bilincinde kavgada yerini almıştır.

12 Eylül faşizmi, halk muhalefetini ve devrimci direnişleri kırmak için halkımızı kadın, erkek, çocuk, yaşlı ayırmadan kırıma uğratmıştır. Sadece idam sehpalarında değil, sokaklarda, dağlarda, direnişlerde devrimcilere yönelik katliamlarını sürdürdüler. Bu onların tarihsel zorbalığıydı. Mamak Askeri Tutukevinden yükselen işkence sesleri ve her ölüm, onların tarihsel utancıydı.

Erdal Eren, Mamak’ta sürekli dövülmüş ve eziyet görmüştür. O, mütevazi kararlı devrimci duruşundan geri adım atmamıştır.

12 Eylül yargısı, faşizmin karakterine uygun sahtelikler ve zorbalıklarla doludur. Hukuk kurallarını çiğneyerek, savunma haklarını yok sayarak peşin hükümlü davrandılar. Erdal Eren’in “ben jandarma erini vurmadım” demesi onların peşin hükümlü yargıları karşısında anlamsızdı. Bir yargılama değildi zaten yaptıkları… Hukuk ve insanlık değerleri yerine vahşi burjuva hırslarını ve halk düşmanı olduklarını ağızlarından salyalar akıtarak gösterdiler.

“Asmayalım da besleyelim mi?” işte bu vahşetin sözüdür.

Erdal Eren yargılaması ve O’nun katledilişi, burjuvazinin insanlığı bitirip yerlerde süründürdüğü anlardan biridir. Oyun yazarı Haluk Işık diyor ki:

“Bir toplumun korkuyu, bir yaşama biçimi olarak kabul etmesi için, çok planlı, çok programlı, çok örgütlü çalışmak gerekir. Yasalar düzenlenir bunun için. Kılıflar uydurulur, basına çeki düzen verilir. İnsanlar satın alınır, baskı ve tehditle toplum korkuya alıştırılır.”

12 Eylül tam da böyle bir dönemdi.  Katliamları, işkenceleri, demokratik hak ve hukukları silip geçmeleriyle, ideojik-kültürel saldırılarıyla bugünkü köle içerikli toplumsal dokuyu ve insan yapısını yarattılar. Erdal Eren ve daha nice devrimci, örgütlü veya örgütsüz emekçi işte bu dalganın karşısında dik durmayı işaret ettiler. “Faşizme Karşı Omuz Omuza” direniş çağrısını yere düşürmediler.

Erdal Eren idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını“ söyledi. İdam kararı verilen Erdal Eren’in 17 olan yaşı bir gün içinde 18 olarak büyütüldü ve 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde katledildi.

“Kül Rengi Sabahlar” tiyatro oyunu, 12 Eylül dönemine ve yargısına ışık tutuyor, sahnede zulmü yargılıyor. 12 Eylül’ün hukuksuzluğu, “Askeri Mahkeme-yargılama” adı verilen düzmece oyunlar, İnsanlığın, ahlakın ve hukukun bitirilişi tiyatro sahnesindedir.

Dramatik belgesel anlatı olan oyun, Avcılar Kültür Sanat Derneği Tiyatro Topluluğu tarafından sahneleniyor. Yönetmen Halil Kırkayak ve 30 değerli oyuncu, politik-kültürel sorumluluğun bilinciyle bu zor görevi yerine getiriyorlar.

2022 sezonunda İstanbul sahnelerinde seyrettiğimiz ve seyredeceğimiz Kül Rengi Sabahlar,  Erdal Eren şahsında inançlarımızın, direnişimizin, insanlığımızın, onurumuzun hikayesidir.

Yazarına, yönetmen ve oyuncularına çok teşekkürler…

Emek.org.tr

Erdal Eren yaşı büyütülerek idam edildi.

Erdal Eren, Ankara-Mamak askeri tutukevinde, idam edilişine kadar sürekli dayak atılmış işkence görmüştür. Mamak işkence evinin zulmü Erdal’a boyun eğdirememiştir. Büyük bir mütevazilikle genç yaşında yapılan büyük işkencelere direnmiştir. Devrimci onurunu korumuş kalbimizde ve bilincimizde hak ettiği yerde yaşamaktadır.

Dönemin intikamcı  faşist anlayış ve uygulamalarının sonucu yaşanan Erdal Eren idamı, suçsuz bir insanın asılsız suçlamayla nasıl  katledildiğinin de göstergesidir.

Erdal Eren idamı 12 Eylül faşizminin devrimcilerin ve emekçi halkların mücadelesi üzerinde estirdiği  terörün de  örneğidir.

Avcılar Kültür Sanat Derneği tiyatro topluluğu, belgesel özelliği de bulunan politik oyunuyla, 12 Eylül döneminin insanlık dışı uygulamasını ve katliamını sahneye taşıyor.

Kül Rengi Sabahlar isimli oyun tarih bilincimizi beslerken; Erdal Eren, yoldaşları, ailesi ve dostlarının yaşadıklarıyla da duygusal bağlar kurmamızı sağlıyor.

İzlenmesi gereken eğitici, öğretici belgesel bir oyun. Özellikle sonraki kuşaklardan insanların izlemesi dileği ile…

emek.org.tr

 

 

Kadına yönelik şiddet konusunun işlendiği ve artık bu sorun karşısında sessiz kalmayıp örgütlenerek mücadele edilmesi, şiddetten arındırılmış eşitlikçi ve özgürlükçü insani değerlerin ve demokratik ilişki biçimlerinin toplumsal yaşamda etkili olmasını anlatan oyun, yarın Kadıköy seyircisinin karşısına çıkıyor.

Avcılar Kültür Sanat Derneği katkılarıyla hazırlanan ve yönetmenliğini Nurşen Alıcıer’in yaptığı “Ölüm Kadın Meselesi” adlı tiyatro oyunu, yarın Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezinde sahneleniyor.

Oyunun kamuoyuna yönelik yapılan tanıtım bildirisinde şunlara yer verildi:

26 Şubat Çarşamba akşamı Kadıköy / Barış Manço Kültür Merkezinde oynayacağımız ” Ölüm Kadın Meselesi” oyunumuzu, evrensel olan erkek şiddeti mağduru Meksika’daki kadınların, sokağa çıkıp “artık yetti” diyen haykırışlarını da duyulur kılacağız.

“Artık yetti. Her şeyi yakıp yıkmaya hakkım var benim. Kimseden de izin istemiyorum… Çünkü kızımı öldürmeden önce başka kadınları öldürüyorlardı. Peki biz ne yapıyorduk? Evlerimizde oturup ağlayarak dikiş dikiyorduk. Artık bitti.

Artık sessizliği kırdık ve acımızı bir sirke dönüştürmelerine izin vermeyeceğiz. Konuşacaksak hepsi hakkında konuşacağız. Tecavüz edilen bütün kadınlar hakkında, öğretmenler ve devlet memurları tarafından taciz edilenler hakkında, yüzlerine asit atılan kadınlar hakkında.

Kendi babalarının beşiklerinde tecavüz ettiği kız çocukları hakkında. Kendim için, ailem için, kızım için ve tüm o isimsiz kadınlar için adalet istiyorum.

Çünkü her gün birimizi öldürüyorlar, sonra birimizi daha, birimizi daha. Hâlâ kızımın davası çözülmedi ve bugüne kadar 10, 100, 1000 tane yeni dava gördüm.”

#ölümkadınmeselesi

#meksika

#artıkyetti

#erkekadaletdeğilgerçekadalet

 

emek.org.tr

Erdal EREN hikayesi bir kez daha tiyatroda… Yönetmenliğini Halil Kırkayak’ın yaptığı oyun 11.02.2020 Salı günü Avcılar Barış Manço Kültür merkezinde sahneleniyor.

Halil IŞIK’ın yazdığı Külrengi Sabahlar isimli eserinden uyarlanan oyunda, 12 Eylül dönemi, yargı sistemi, işkence ve konu etrafında  gelişmeler ele alınıyor. 25 kişilik oyuncu kadrosuyla sahnelenen oyun, Avcılar ilçesinde faaliyet sürdüren Pir Sultan Abdal Kültür Derneği şubesi ve Avcılar Kültür Sanat Derneği tarafından düzenleniyor.

Erdal Eren 17 yaşında hızlı bir yargılama sonucu idam edilerek yaşamdan koparılmıştı. Oyun, faşist askeri yargı sisteminin nasıl işlediğini, 12 Eylül döneminde devrimcilere, sosyalistlere yönelik saldırı ve baskıları işaret ediyor.

Külrengi Sabahları oyunu, kısa süre önce Şişli Profilo tiyatro salonunda sahnelenmişti..

Erdal Eren hikayesini anlatan oyun, dönemin sorgulaması ve doğru tarih bilinci oluşumuna yaptığı katkıyla, eğitici ve öğretici özelliği ile de seyirci karşısına çıkıyor.

 

emek.org.tr

“KÜLRENGİ SABAHLAR” isimli dramatik belgesel oyunu, ERDAL EREN’ öyküsünü ve egemen sınıfların bu halkın çocuklarına nasıl zulmettiğini anlatıyor.

Unutmamak ve ders almak için sahne sanatı gözüyle de tarihimize bakmaya kimse itiraz etmez… Eğitici ve öğretici oluyor…

Oyun, 12 Eylül döneminin Türkiye halklarının toplumsal hafızasında ki yerine bir kez daha bakmamızı ve sorgulamamızı sağlıyor.

12 Eylül faşizmi döneminde, alelacele ve düzmece yargılamayla idam edilerek yaşam hakları ellerinden alınan devrimciler oldu. 17 yaşındaki genç devrimci Erdal Eren, işlemediği bir suçtan dolayı, özellikle de toplumu sindirmek ve korku dalgasını hakim kılmak amacıyla idam edildi.

Yazar Haluk IŞIK şöyle yazmış:

“Korku toplumu kendiliğinden, birdenbire oluşmaz. Bir toplumun korkuyu, bir yaşama biçimi olarak kabul etmesi için, çok planlı, çok programlı, çok örgütlü çalışmak gerekir. Yasalar düzenlenir bunun için. Kılıflar uydurulur, basına çeki düzen verilir. İnsanlar satın alınır, baskı ve tehditle toplum korkuya alıştırılır.”

12 Eylül bu işleviyle de toplumsal tarihimizde yerini almıştır.

12 Eylül döneminde ezilen ve sömürülen emekçi halklar, devrimciler, yurtseverler ve sosyalistler muazzam bir saldırı dalgası altındaydı.; İdeolojik, politik, kültürel ve fiziki vb. yönleriyle ağır zulüm ve kırımlar yaşandı.

Halk düşmanı Kenan Evren’in ünlü “asmayalım da besleyelim mi” sözü, devrimci Erdal idamıyla birlikte, siyasal bir deyim olmuştur. Burjuva hukukunun da hiçe sayıldığı, (örneğin olay yeri keşfi olmaması ve tanıkların dinlenmemesi, kemik incelemesi ve ölen asker üzerinde inceleme yapılmaması gibi önemli eksiklerle birlikte stajyer doktora otopsi yaptırılması gibi) bir oldu-bitti “mahkemesi” gerçekleştirilmiştir.

“Halkın üzerinden tank geçti” sözü de işte bu zulmü ve aklı anlatır.

Çok şey söylense de 12 Eylül saldırısı bizim açımızdan hesabı sorulmamış tarihsel bir travmadır.

Ancak çok önemli direnişleri ve ‘teslim olmayız’ iradesiyle, onurlu tarihsel duruşlar sergilendiğini de ifade etmeliyiz.

Rejimin sorgu evlerinde ve hapishanelerinde yaşanan direnişler bunun örneğidir.

Erdal Eren’in, zulmün ve direnişin tarihe yazılmasında katkısı da çok değerlidir.

Onun, işkencede ve idam sehpasında, sınıf bilinci ve kararlılıkla işlediği muhteşem bir emeği vardır.

Onurlu devrimci duruşunu burada bir kez daha hayranlıkla ve saygıyla anıyoruz.

KÜLRENGİ SABAHLAR oyunu, bir eğitim dersi niteliğindedir. Eğitiyor ve öğretiyor.

Egemen sınıfların iktidar ve bu uğurdaki kanlı hırslarını, yargı düzenbazlıklarını tanımanın ve elbette devrimci duruşu da tanımanın önemli bir fırsatını veriyor.

Yönetmen Halil Kırkayak ve oyuncularına, sorumlu-samimi performansı ve değerli emekleri için, bizimkilerin onurlu duruşlarını bir kez daha bize anımsattıkları için, devrimci duygu paydaşlığımızı güçlendirdiği için teşekkürler. Avcılar Kültür Sanat Derneği emekçilerine de teşekkür ediyoruz.

Erdal’ı bir kez daha anmak ve bizimkilerin sahnedeki emeklerini alkışlamak için salonda yerimizi alıyoruz.

emek.org.tr

“Ölüm Kadın Meselesi” isimli tiyatro oyununu anlatan röportaj, Nethaber ajansında  22 Kasım 2019 günü yayınlandı. 25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve dayanışma gününden iki gün önce sahnelenmesini, tepki gösterme boyutuyla da anlamlı görüyor ve içeriği nedeniyle biz de yayınlıyoruz.

Oyun yazarlığını ve yönetmenliğini yazar Nurşen Alıcıer’in yaptığı adlı tiyatro oyunu, daha önce Avcılar ilçesinde üç kez ve 23 Kasım’da Kartal Belediyesi Uğur Mumcu Kültür Merkezi’nde sahnelendi.

Yaşanmış hikayelerden uyarlanarak Nurşen Alıcıer tarafından yazılan oyun, Avcılar Kültür Sanat Derneği’nin bünyesinde çalışmalarını sürdüren Galata-ı Meşhur tiyatro grubunu tarafından sahneleniyor. “Ölüm Kadın Meselesi” kadına şiddeti ve bunun karşısında hem birey hem de toplum olarak yapması gerekenleri anlatıp, çığlık çığlığa mesajlar veriyor.

VİDEO İÇİN TIKLAYINIZ

https://www.youtube.com/watch?v=2z0UE81lTXc

Oyunun yazarı Nurşen Alıcıer ile Ölüm Kadın Meselesi üzerine söyleştik…

“Ölüm Kadın Meselesi’ni özellikle kadınlar izlemeli”

Ölüm Kadın Meselesi’nin yazılı hikayesini anlatır mısın?

Ölüm Kadın Meselesi’ni 2010 yılında kaleme aldım. Özetle, kadın cinayetlerine ve kadına uygulanan şiddete vurgu yapmak için. Maalesef toplumumuzun en büyük yaralarından biridir kadın cinayetleri. Neden öldürülüyor kadınlar, neden şiddet görüyor kadınlar?  Buna dikkat çekiyorum. Aslında oyunumda en çok Ayşe’ye baktım…Küçücük bir kızdı Ayşe. Ayşeler…Aslında o küçücük kızların tecavüze uğrayıp öldürülmesi, kaçırılması benim içimde farklı bir yara. Çocuklara kıyılmasını, bir çocuğun öldürülmesini veya işkence edildiğini duyduğumuzda o acıyı kalbimizde hissediyoruz. Ayşe’yi aldım bir yere koydum oyunda, kadın cinayetlerini vurguladım. Oyunu Ayşe’nin annesi ile bitirdim. Ben istedim ki bütün insanlar Ayşe’yi görsünler, annesini, halasını, teyzesini, arkadaşını görsünler. Çünkü hepimiz birbirimize zincir gibi bağlıyız. Bu zincir koptuğu zaman hepimiz dağılırız. Kadınlar ölmesin, çocuklar ölmesin. Aslında hiçbir insan ölmesin. Hayvanlarda ölmesin. Canlıların hiçbiri ölmesin. Şiddet insanın varoluşundan beri ortaya çıkan bir duygu. Bu duyguyu yok edemeyeceğiz belki ama en azından birbirimizi anlayarak, birbirimize sarılarak, birbirimiz ile dayanışarak bu şiddeti hafifletebiliriz. Hedefimiz de önlemek olmalı tabi ki! Ölüm Kadın Meselesi bu noktada ortaya çıktı.

Ölüm Kadın Meselesi ilk olarak ne zaman sahneye konuldu?

İlk olarak  2018 yılında Berlin’de Ufuk Güldü yönetiminde sahne aldı. Orada duyduğum şeyler çok çok güzeldi. Amacına ulaştığını söylediler ve bu beni çok mutlu etti. Yine oyunumuz İstanbul’da Tülin Aktaş yönetiminde Avcılar Kültür Sanat Derneği tarafından sahneye konuldu. Buradan da çok güzel yorumlar aldık.

Bu oyunu ben yönetiyorum ama Maral Gürsoy bu oyunda bana yardımcı oluyor. Bu arada yeri gelmiş iken ifade edeyim ki ben yönetmen olarak değil, yazar olarak yer almak istiyorum. Yönetmek farklı bir şey. Ben gördüğüm, yazdığım kişileri sahneye uyarlarken, onların duygularını oyunculara vererek bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Öte yandan, oyuncular kendisini oyuna vermiş ve içten hisseden kişiler ve bu da beni çok çok mutlu ediyor. Oynadıkları kişinin ruhunu seyirciye yansıttıklarını düşünüyorum. Hepsine çok teşekkür ediyorum.

23 Kasım’da Kartal’da, Kartal Belediyesi Uğur Mumcu Sahnesinde saat 8.00’de sahne alacağız. Kısa bir süre önce Zonguldak’daydık. Erhal Koltuk yönetiminde sahne aldı oyunumuz. Oradan da güzel tepkiler geldi. Ölüm Kadın Meselesi  artık her yerde sahnelenmeye başladı. Seyirci ile buluşuyor. İlgi görmesi bizi sevindiriyor. Daha önce, Berlin, Zonguldak, İstanbul, yarın belki Diyarbakır, Antalya, Antakya, hatta Fransa, İtalya akıp gidecek. İsterim ki, benim yazdıklarımla ile sınırlı kalmasın, başkaları da yazsın  ve oynansın ‘Ölüm Kadın Meselesi’. Dahası kitaplaşsın, haberleşsin. Herkes konuşsun istiyorum. Benim cümlelerimle değil, herkes kendi cümleleri ile ‘Ölüm Kadın Meselesi’ni bir yandaki kişiye anlatsın istiyorum.

 

Oyunculardan ve rollerinden de bahsetmek istiyorum

“Ölüm Kadın Meselesi” nin oyuncu kadrosunda ise, Maral Gürsoy, Gökhan Bingöl, Güliz Tosyalı Bal, Mehmet A. Temizkan, Aycan Okur, Emre Yüce, Merve Öztürk, Emel Özbek ve Adnan Özgüç yer alıyor. Işık yönetiminde ise ise Olcay Karay ve Selman Yıldırım görev yapıyor.

Avcılar kültür sanat derneği emekçileri katkılarıyla sahneleniyor

Oyunumuzdaki kadınlar hayatlarımızdaki kadınlar, gelip izlediğinizde hiç yabancı bulmayacaksınız. Belki komşunuz, belki merdiveni silen bir kadın, belki anneniz, belki ablanız. Erkek oyuncularımız biraz daha farklı. Tabii sizi biraz üzecekler. Bizim hayır dediğimiz, olmasını istemediğimiz, kadın cinayetine ve şiddete elini süren erkek olarak  çıkıyorlar karşımıza. O rolü de oynamak gerçekten çok zor. Çünkü oyuncularımız çok hassaslar ve o rolü oynadıklarında kendilerini çok kötü hissettiklerini söylüyorlar. Bu zorluğa rağmen oynadıkları karakterleri de sahnede başarı ile vurguluyorlar. Oyunu gelip izlemenizi istiyorum, sonra da sizin yani seyircilerin gözlerinize bakarak oyunun amacına ulaşıp ulaşmadığını anlamak istiyorum. Deneyimlerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, amacına ulaşacağına da inanıyorum. Çünkü, Avcılar Kültür ve Sanat Derneği tarafından Tülin Aktaş yönetiminde oyun sahnelendiğinde oyun sonunda bir kadın beni köşeye çekip, oyun ve oyunculardan cesaret aldığını, kendini çok güçlü hissettiğini, bir gece önce kötü olduğunu, şimdi kendini iyi hissettiğini söyledi. Evet ben o an kendi kendime Nurşen Alıcıer, sen bu oyunu yazdın ve doğru adrese teslim edildi dedim. Özellikle de ben bu oyunu kadınların izlemesini çok istiyorum. Çünkü toplumun kadın üzerine verdiği bir baskı var. Toplumsal bir öğreti var. Erindir, döver de sever de. Gelinlikle çıktın, ancak kefenle geri dönersin. Sadece Anadolu’nun geleneksel yaşam biçimi ile yaşamını sürdüren kadınlar değil, eğitimli kadınlarda bu öğretilerle büyüdü ve bu öğretiler kafalarında bir yerde saklı. Şiddetten kaçamıyorlar. Affediyorlar, affediyorlar, affediyorlar!  Bazıları kaçıp kurtarıyor ama bazıları maalesef kurtaramıyor. Son olarak Emine Bulut’u anmak istiyorum. Ben orda bir çocuğun sesini duydum. Dedi ki anne lütfen ölme. Evet, anneler ölmesin, evlatlarımız ölmesin. Kadına şiddet son bulsun!

VİDEO İÇİN TIKLAYINIZ

https://www.youtube.com/watch?v=2z0UE81lTXc

Maral Gürsoy

Öte yandan Yardımcı Yönetmen ve oyunda üç ayrı karakteri oynayan Maral  Gürsoy da,  “Kadın olarak varız ama yokuz. Ateş düştüğü yeri yakar demeyin. Ateş düştüğü yeri yakmaz sadece. O ateş yer düştüğü an yangın çıkar. O ateş alev alev yayılır ve her yeri yakar. Ne olur, Ayşelere sahip çıkalım. Bu yangın sönsün” diyerek oyunlarını izlemeleri için vatandaşlara çağrıda bulundu.

“ÖLÜM KADIN MESELESİ” isimli tiyatro oyununu neden izleyelim?

Avcılar Kültür Sanat Derneği’nin “Ölüm Kadın Meselesi” tiyatro oyunun sahnelenmesinde önemli katkıları bulunuyor. Dernek emekçisi Adnan Alin ise “Ölüm Kadın Meselesi” oyununu neden izlenmesi gerektiği üzerine şunları ifade etti…

Ölüm Kadın Meselesi oyunu, İstanbul’da dördüncü kez sahneleniyor. Oyun, toplumsal yaşamımızda yaygınlaşan ve dozu giderek artan cinsiyetçi şiddeti teşhir ediyor. Yaşamın değişik alanlarında her yaştan kadınların, engellilerin, LGBT+ bireylerin yaşadığı cinsiyetçi baskı ve şiddeti, sahnelenen örnekler üzerinden sorgulamamızı sağlıyor.

Günlük yaşamımızda baskıya, aşağılamaya ve sömürüye dayanan insanlık dışı toplumsal cinsiyet rolleri olgusundan söz ediyoruz. İşte bu gerçekliğin ve cinsiyetçi şiddetin ideolojik ve kültürel boyutlarını göstermesi bakımından oyun önemli bir içerikle yüklü. Erkek egemen ideolojinin; kadın, çocuk, engelli, lgbt+ ları ikinci sınıf insan olarak gören dini inanç ve anlayışların ve elbette sonuçta cinsiyetçi baskı unsurlarını sistem işleyişinde körükleyerek kullanan kapitalist toplumun; yazarın ve oyuncuların performanslarıyla sahnede deşifre edildiğini söylemek mümkün.

Elbette sadece sorgulama ve tartışma boyutu değil, aynı zamanda çözüm açısından da yol gösteriyor oyun. Bu nokta değerlidir. Çünkü yaşadığımız cinsiyetçi şiddet örnekleri anlatılırken, toplumsal çözüm yollarını da işaret etmek çok önemli. Mevcut kapitalist toplumsal sistemde, cinsiyetçi şiddetin engellenemediğini biliyoruz.

Hayatın her alanında karşılaştığımız ve giderek dozu artan bu cinsiyetçi şiddet neden? İşte oyun tam da bu noktada, toplumsal ilişkilere egemen kılınan cinsiyetçi şiddet olgusunu ve onun ideolojik-kültürel zeminlerini görmemize yardımcı oluyor.

Sahneden yükselen “Sessiz kalmayın” çağrısı”

Bu anlamıyla oyun, öldürülme dahil farklı şekillerde cinsiyetçi şiddet karşısında, çözüme yönelik sorumluluklarımızı işaret ederek toplumsal bilincimizi de uyarıyor.

Erkek egemenliğine dayalı cinsiyetçi hukuk anlayışı ve adalet sistemini, eğitim sistemini ve toplumsal ahlak yapısını, cinsiyet ayrımcılığını körükleyerek kapitalist baskı ve sömürüyü besleyen gerici değerler sistemini sorgulayan bu oyunun, herkes tarafından izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Artık cinsiyetçi ayrımcılık ve şiddetin reddedildiği, cinsiyet eşitliği ve özgürlüğün temel alındığı bilinç ve davranışlar ortak paydamız olmalıdır. Oyun bu yönüyle öğretici ve ufkumuzu aydınlatıyor.

Sahneden yükselen “Sessiz kalmayın” çağrısı; ezilen, baskı ve şiddeti gören ve ağır travmalara sürüklenen hepimizin, cinsiyetçi şiddet karşısında örgütlenerek, insandan yana, eşitlikten yana, insan hak ve özgürlüklerinden yana tavır almamız gerektiğini bilincimize damlatıyor. Cinsiyetçi şiddetin neden olduğu çığlıklara ve bu çağrıya sessiz kalamayız.

Tiyatro salonundan ortak duygu ve düşüncelerle ayrılmak da çok önemlidir. Bunu yaşamak için de oyunu seyretmek gerekiyor.

Biz de dernek olarak bu içerikteki bir tiyatro oyununa katkımızdan dolayı haklı bir gurur duyuyoruz. (kaynak: Nethaber ajansı)

 

emek.org.tr

Tiyatro Oyuncusu Emel Uysal Özbek’ten çağrı:

Merhabalar, oynadığım ‘Ölüm Kadın Meselesi’ tiyatromuz 23 Kasım Cumartesi saat 20.00 ‘de Kartal Uğur Mumcu Kültür Merkezi’nde !

Tiyatro: “ÖLÜM KADIN MESELESİ”… Kadına yönelik şiddete son! .Çocuk istismarına hayır! Çocuk gelinlere hayır!
Yaşadığımız insanlık dışı olaylar bir kez daha tiyatro sanatının konusu olan Avcılar Kültür Sanat Derneği bünyesinde hazırlanan “ÖLÜM KADIN MESELESİ” isimli oyunla kadın şiddeti, çocuk istismarı konuları ele alıyoruz…



Oyuncular, provalarda canlandırdıkları kadınlara ve çocuklara yönelik tecavüz, şiddet, katledilme gibi olaylarının kendilerini çok etkilediklerini anlatıyor. Prova esnasında yüzler geriliyor, gerginlik yaşanıyor, canlandırılan insanlık dışı olayların etkisi ile göz yaşlarını tutamayanlar oluyor. Oyuncuların etkilendiği bu durumların toplumu etkilememesi düşünülebilir mi? Elbette etkiliyor, ancak olayların azalmasını da göremiyoruz. Bu kolay olmayacak, olay çok boyutlu ve toplumun hücrelerine sinmiş çünkü…
Hemen her gün yaşadığımız insanlık dışı davranışlar ve anlayışlar karşısında, bu sloganlarla ve protesto eylemleriyle tepkilerini ifade ediyor insanlarımız.Kadınlara ve çocuklara yönelik taciz, şiddet ve yaşam hakkına yönelik saldırılar insanlığın utancıdır. Ancak bu bizde ve bize benzeyen ülkelerde giderek daha fazla yaşanıyor. Bu sapkın davranış ve anlayışların azalması, erimesi gerekirken aksine giderek artması insanlığın ciddi sorunlarından biridir.Bu insanlığa ve insan onuruna yakışmayan zulüm ve vahşetten kurtulmalıyız.

Ülkemizde sürekli yaşadığımız bu toplumsal çürüme ve yozlaşma reddedilmelidir. Öncelikle insan olmanın gereğidir bu…

Kadına ve çocuğa insan olarak değer vermek, sevgi ve saygı göstermek işin başında geliyor. İnsanlar arasında eşitlikçi, özgürlükçü, insanın varlığına saygılı ilişkilerin egemen olduğu bir toplumsal sistemden yana olmak, temel insani değerler açısından da çok önemlidir.

Öncelikle toplumsal ilişkilerimize egemen olan ideolojik-kültürel anlayışları, tutumları sorgulamak ve eleştirmek durumundayız. Yaşadığımız bu insanlık dışı davranış ve düşünüş biçimleri yeni ortaya çıkmış değildir. Bir tarihsel geçmişi ve tarihsel toplumsal maddi nedenleri bulunuyor.


İçerisinde yaşadığımız toplumsal sistem ve değerler sistemi, insan yaşamına ve yaşama hakkına saygı gösteren, koruyan bir yerden değil; özellikle kadını ikinci sınıf insan gören, onu birçok insani haklara layık görmeyen anlayış ve kültürle ele aldığını biliyoruz. Çocukları da benzeri ilkel ve insani boyuttan yoksun olarak değerlendirdiğini biliyoruz. Artık insanın metalaştırıldığı ve değerler sisteminin ortaçağ anlayışlarıyla düzenlenmeye başladığının da bilincindeyiz. Bu kötü bir gidiştir.

Bilet alimi için ; Kültür Merkezi Girişinde ya da benden temin edebilirsiniz.
Teşekkür ederim。
Emel Uysal Özbek (20.11.2019 facebook sayfasından)
emek.org.tr

5 EKİM SAAT 20.00 Avcılar Barış Manço Kültür Merkezi

Avcılar Kültür Sanat Derneği bünyesinde Tiyatro Sekiz oyuncularının sahneledikleri OCAK isimli tiyatro oyunu, 5 Ekim Cuma günü akşam saat 20.00 de Avcılar Barış Manço Kültür Merkezinde sahneleniyor.

Turgut Özakman’ın yazdığı ve yönetmen Ercan Ballıoğlu’nun yönettiği OCAK isimli oyunda, insanlar arası ilişkiler, bireysel ve toplumsal yönleriyle ele alınıyor.

Avcılar Kültür Sanat Derneği bünyesinde hazırlanan OCAK isimli tiyatro oyunu güldürüyor, düşündürüyor, çok yönüyle insan ilişkilerimizi ve toplumsal ilişkilerimizi sorgulamamızı sağlıyor.

emek.org.tr, tüm tiyatro sever dostları oyunu izlemeye davet ediyor.

 

emek.org.tr