Yazan : Olcay KARAY
Yanlış anlama-anlaşılmanın romanı…
Bir son duygusu / Julian Barnes
“Bazıları travmayı kabul edip onu hafifletmeye uğraşıyor, bazılarıysa yaşamlarını travma görmüş başkalarına yardım ederek geçiriyor. Ve bir de esas kaygısı, ne pahasına olursa olsun kendilerine daha fazla zarar verilmesinden kaçınmak olanlar var. Bunlar acımasız olanlardır ve dikkat edilmesi gereklidir.” Romanın asıl kişisi olan Tony Webster kitabın bir bölümünde bunları söylerken, ilerleyen bölümlerde de kendi kişisel tarihinin belleğinde bıraktıkları ile, bu itiraf sayesinde yüzleşiyordu.
Bazı yazarlar, yazdıkları dilin dünyasındaki zengin imgeler ve kullandıkları üsluplarıyla okuyucuyu kendine hayran bırakırken, bazılarıysa dile ve üsluba pek önem vermeden, yazdıkları metnin salt düşünsel tarafı ile ilgilenirler. Buna da kabaca da olsa postmodern anlatı demek doğru olur sanırım. Julian Barnes de, tam anlamıyla böyle bir yazar denebilir. 2011 Man Booker ödülünü aldığı “Bir son duygusu” kitabı da, bu tarife en uygun kitabı. Her bir cümlesi ve kurgusu ile beni mest eden kitabın genel anlatım tarzı, çoğunlukla anlatıcının bakışından ve yoğun monologlara dayalı bir biçime sahip.
Anımsama
Kitabın baş kahramanı ve anlatıcısı olan Tony Webster, altmışlı yaşlarında emekli bir tarihçi. Bu yaşlarında iken aldığı sürpriz bir mektup, onu gençlik yıllarına ve üzerinde yeterince düşünüp, yüzleştiğini düşündüğü geçmişine götürüyor. Ve bu kısa romanın bütün meseli, Webster’I kendi belleğini ve yeniden kurcalayarak anımsamaya çalıştığı geçmişinin yeniden yorumu şeklinde.
Lise yıllarına yeniden dönen Tony’nin üç arkadaşı ile birlikte yaşadığı yıllar ve bu gruba sonradan dahil olan Adrian’ın, diğer arkdaşlarından ve tabi ki kendisinden daha üstün zekalı olması, hatırlarının merkezini oluşturuyor. Adrian’ın da onlara katılmasıyla genişleyen arkadaş ortamına sonradan dahil olan Veronica’nın ve onun ailesinin Tony üzerindeki yoğun etkisi, bir haftasonu Veronica’nın ailesi ile tanışması ve onlarda yedikleri yemekte hissettikleri ile ilintili. Veronica’nın Tony’e göre daha “yüksek” zevke sahip olması ve ailesinin (sadece annesi hariç) onu küçük görmesi, Tony’i bütün gece aşağılık kompleksi duymasına sebep oluyor ve kısa bir birliktelikten sonra ayrılıyorlar.
Mektup ortaya çıkana kadar da hiçbirisi ile iletişime dahi geçmiyor. Tekrar kurdukları bağ, (üniversite yıllarında) sadece Veronica ile yakınlaşan Adrian’ın bu durumu Tony’e başka bir mektup ile bildirmesi oluyor. Bunu yapıyor çünkü üniversiteye gittikten sonra da, Tony, Alex, Colin ve Adrian nadir de olsa bir araya geliyorlar. Eski sevgilisi ile Adrian’ın birlikte olduklarını öğrendiğinde de Tony, muazzam bir öfkeyle ve saldırganlıkla dolu bir cevap veriyor. Tony’nin hafızasını kurcalama sebebi olan asıl mektup ise, Veronica’nın annesi tarafından yazılıyor. Mektupta Adrian’ın intihar ettiği ve Tony’e bir vasiyet bıraktığı yazılı. Kitap buradan sonra tamamıyla bir anımsama romanı halini alıyor.
Tony, aldığı mektuptan sonra biraz da merakla yeniden Veronica ile iletişime geçmek istiyor ve buluştuklarında annesinin nasıl olur da onun için bu kadar önemli olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Ama Veronica’nın ketumluğu istediğini almasına engel olurken, Veronica şu cümleyi Tony’nin başına adeta boca ediyor : “Anlamıyorsun işte. Hiçbir zaman anlamadın ve asla da anlamayacaksın!” Meğerse geçmiş her zamanki yerindeymiş, fakat bu geçmiş Tony’nin hatırladığı gibi değilmiş.
“Böyle oyunlar oynar adama bellek” / Godot’yu Beklerken
Birbiriyle o kadar ilgisiz ve anlamsız bir karmaşa gibi görünen bu olaylar bütününde okuyucunun anlam arama bekleyişinin, sabrıyla orantılı olarak yeterince karşılandığını söylemek bence pekala mümkün. Kitabın ortalarından sonra yazar, “intihar, anımsamanın güvenilmezliği, varoluş sorunsalı” gibi önemli olgulara referans vererek Tony Webster özelinde kitaba bir derinlik ve genişlik kazandırıyor. Yer yer geriye dönerek yaptığı hatırlamalar ve olaylara bugününden bakarak yaptığı çıkarımlar, asıl karakterin geçmişini hatırlamaya çalışırken özenli bir uğraştan ziyade, nasıl da kendini “unutmaya” şartlandırdığını gösteriyor. Yani Tony, bütün yaşadıklarına maruz kalmış ve Bartleby misali geçmişi üzerine bilinçli olarak “yapmamayı”tercih etmiş.
Hatırladıklarımızın ne kadarı gerçek, ne kadarı bizim uydurmamız olduğu, öznel bir tarih yaratmanın kaçınılmaz kuralı sanırım.
Kasım 2022-Olcay Karay
(kaynak: Altıyedi dergisi 13 sayı-2022)
emek.org.tr