Öyle Güzel Bir Yer Ki / Murat Gülsoy.
Yazar ve akademisyen Murat Gülsoy, halen Boğaziçi üniversitesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat araştırma merkezi müdürlüğünü yapan, ülkenin önemli edebiyatçılarından. Bu yazıda 2017 yılındaçıkardığı “Öyle güzel bir yer ki” romanını incelemeye çalışacağım.
“Öyle güzel bir yer ki” Eski lise arkadaşlarının, yıllar sonra kırklı yaşlarında iken aralarında en bir türlü “olamamış” Kerem’in işlettiği eskici dükkanında buluşmaları ile başlayıp, sonradan Kerem’e yaşamının devamında tutunacağı bir aşka evrilen, tutkunun ve gezindiği İstanbul’un zaman içinde değişen çehresinin hikayesi. Arkadaşlar arasındaki geçmişten kalan hesaplaşmalar, nesiller boyu devam eden ve edecek olan yerleşik ve hakim olanın zalimliğini de, oldukça güçlü bir dille anlatıyor. Kitap, belli zaman dilimlerinde ve farklı mekanlardaki yaşanmışlıkları anlatan bir biçimde kurgulanmış. Bunlar hem Kerem’in hafızasını mekanlar özelinde geçmişe götürürken, hem de şimdiye dair kronolojik olarak da, mekanların evrimini-kentlerin başına gelenleri vs özenli bir şekilde tasvir etmiş. Özü itibariyle Kerem’in temsil ettiği duygu bir “kaybeden” imgesi yaratsa da, savrulan dostlukların ve yaşanamamış aşkların özlemini diri tutması ve yaşayamadıklarını yaşamak için, zaman zaman saldırgan bir üslup ile bunları elde etme çabası, travmalar ile büyüyen modern insanın hayatta kalması durumunu, bazen acı bir şekilde de olsa fazlasıyla gösteriyor.
Kitapta eleştirebileceğim tek yer, Kerem’in yaşamının bir evresinde eski sevgilisi Maral ile olan ilişkisini ve ona çektirdiği acılar ile yüzleşiyor gibi olması. Burada Maral’ın kimliğinin Ermeni olması ve Kerem’in önceden onun kimliğini hiç önemsemiyor gibi görünse de, Kerem’in parkta ayrılık konuşması yaparken birden Maral’ın bunun sebebinin Ermeni olduğu için başına geldiğini söylemesi, biraz zorlama bir hikaye gibi hissettirdi. Kerem’in bilinçaltının sanki bunun doğru olabileceği yönünde okuyucuyu iknaya çalışıyor gibi hissettirmesi, durumu kotaramamış gibi. Özellikle ilişkilerdeki “öteki” olgusunun gücü, birkaç paragrafta “dokunulup geçen” bir anlatıdan fazlasını hak ediyor çünkü.
Kerem’in Gezi parkında izlediği pandomim gösterisi, en sevdiğim bölüm olmuştu ayrıca. Ülke ülke gezerek performans sergileyen mimci Pierrot, ulaşılması zor bir yaşama ve özlemlere sürüklerken Kerem’i, beni de anında oradaki zamana ait hissettirmişti. Ayrıca kitaba ismini veren Eagles parçası Hotel California’yı hatırlatması da yeterince dinlememiş olduğumu da fark ettirdi.
Kitaptan :
“İnsanlar bir biçimde ülkenden gitmek gerektiğini söylüyorlardı. Ben de ne zaman bu konu açılsa soluksuz kalıyor bunalıyordum. Gidin diyordum içimden, hepiniz gidin, yeter ki gitmekten söz etmeyin artık, gidecekseniz gidin, ben burada boş caddelerde tek başıma yürürüm.”
OLCAY KARAY – 24.09.2022 / İstanbul
emek.org.tr