Yazan: Olcay KARAY
Yazar Joseph Conrad, 1857 yılında Berdiçev/Ukrayna’da dünyaya gelen Polonya asıllı bir ailenin oğlu. Polonya asıllı olması ve İngilizceyi geç öğrenmesine ragmen, İngiliz edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilir. Karanlığın Yüreği kitabı önce 1899’da Blackwood’s Edinburgh Magazine adlı dergide yayımlanıyor, kitap olarak ise 1902’de başka hikâyelerle birlikte basılıyor.
Yolculuk
Simgesel anlatımın yoğun olduğu kitaptaki hikaye, tarihte Belçika Kongo’su olarak bilinen sömürgede yapılan Fildişi ticaretini konu ediyor. “Ticaret” icabı daha önce oraya giden ve haber alınamayan Avrupa’lı bir şirketin önemli bir ismini (Kutrz) kurtarma görevini edinen anlatıcı Marlow, yıllarca denizcilik yapmış birisi ve başlarda ulvi bir kültür-medeniyet elçisi gibi emperyal duygularla “macera” aramak ve bölgeye yeni ve güzel yaşamı götürmek için giden misyoner edasıyla, Thames Nehri üzerinde seyreden bir gemi ile yola koyuluyor. Kabul ettiği bu yolculukta, işin aslında idealindeki gibi olmadığını sonradan farkediyor ve hikayesini anlatmaya koyuluyor. (Aslında işsiz olduğu için bu işi kabul etmesi durumu da var, keza işi teyzesi aracılığıyla buluyor ve yer yer başlarda hiç de “ulvi” amaçları yokmuş da, sürüklenmiş bir insanı da anlatıyor gibi. Karakter derinliği açısından Marlow’u anlamak biraz zaman alıyor gibi ama yukarıda yaptığım tarif, roman bittiğinde bana hissterdiği idi.) Zayıf bir betimleme gibi görünse de, hikayenin temel duygusu olan anti emperyalist özüne pek halel gelmemiş gibi hissettirdi bana. Keza kitap boyunca öz eleştiri ve günah çıkarma eğilimi fazlasıyla mevcut. Zaten anlatım dili, başından geçen bir hikayeyi anlatan anlatıcının hikaye anlatması şeklinde. Yani olan olmuş ve her cümlede hikayeyi anlatan Marlow’un o andaki “pişmanlık yaşayan” bilinci devrede.
Kitaptan; “Onlar fatihtiler ve bunun için gereken yalnızca kaba kuvvettir – sahip olmakla övünülecek bir şey de değildir bu, çünkü senin gücün başkalarının güçsüzlüğünden doğan bir kazadır yalnızca (s.31) “
Emperyalizmin özü
Kitap ilerledikçe asıl kahramanın kurtarılması gerekilen Kurtz olması, okuyucuya karakter ile emperyalizmin temsil edildiğini hissettiriyor. Kurtarmak için yola çıktıkları Kurtz, bölgede iyiden iyiye bir tanrı edasıyla iş gören, sonradan asıl hedefinden sapan bir canavar gibi betimleniyor. Bu “asıl hedef” olayı da yazarın gözünden ifşa edilen emperyalizmin özü. Keza Kurtz karakteri de yola çıkarken fildişi ticareti için değil de, aydınlanma götüren Avrupa’lı bir aydın gibi anlatılıyor, fakat bunun da pek matah bir yöntem olmadığını yazar, ilerleyen sayfalarda açıklamaya girişiyor. Yine de zaman zaman emperyalizme yeni bir “öz” kazandırma gayreti net olarak olmasa da, bazı yerlerde beyaz adamın dünyanın diğer coğrafyalarını hizaya getirme refleksleri de var. Biraz bıçak sırtı bir konu yani. Yine kaldı ki, kitap 1902 yılında yayınlandığında sömürgecilik tartışmalarının başat kitabı haline gelmesi, kitap özelinde emperyalizm kavramını oldukça tartıştırmış. Ayrıca kitap üzerine 1975 yılında Nijerya’lı şair ve yazar Chinua Achebe bir yazısında kitabı, Afrika’lıları salt “vahşi, yola getirilmesi gerekilen varlıklar” olarak ele almış olmasından ötürü, ırkçı olmakla suçlamıştı. Fakat, dönemin Avrupa’lı burjuvazisinin Afrika’ya bakışını göstermiş olması açısından, yazarın hakkını da teslim etmek lazım.
Kitabı ayrıca Marlow karakterinin bir anlam arayışı yolculuğu gibi okumak da mümkün. Burada karşılaştığı şeyler emperyalizmin bölge halkını insan dışı türler olarak görüp, fildişi uğruna yer yer halka uygulanan işkencelere tanık olması, karakteri umutsuz bir boşluğa sevk etmesine yol açıyor ve arayışı, “yitirilen cennet” gerçeği ile karşılaşınca suskunluğa gömülüyor. Yazarın deyişiyle Marlow, “karanlığın yüreğine” doğru yol alıyor. Edebi bir açıdan ele alındığı vakit, kısa bir roman olmasına rağmen bütün detaylara ve hikayeye çoğu yerde derinlik kazandırması açısından, fazlasıyla doyurucu olduğunu söylemek mümkün ve oldukça değerli bir epik bir yolculuğu yansıtıyor.
Kitabın “gelin size bir hikaye anlatayım” minvalinde olan biçimi ve yazarın kendi öz yaşamından esinlenerek yazılması, sadece zamanın ruhunu anlamak için bile, kitabı okunmaya değer kılıyor. Özellikle yaşadığımız coğrafyada, anti-emperyalizm tanımını içeriğinden koparıp, olur olmadık yerlerde dillendiren milliyetçi reflekslerin bayağı vasatlığına karşı bu kitap, görece eksikliğine rağmen kapitalizm ile olan göbek bağını göstermesi bakımından da kanımca çok kıymetli.
(Kitap bittiğinde aklıma emperyalizm üzerine denklik kurabileceğim birçok şey geldi. Özelikle Amerika’nın Vietnam işgali. Sonra biraz daha araştırırken, gördüm ki yönetmen Francis Ford Coppola hikayesi yine Vietnam’da geçen “Apocalypse Now” ismiyle (1979’da) filmini çekmiş, hatta Kurtz karakterini de, Marlon Brando oynamış. İlk fırsatta izleyeceğim.)
24 Ekim 2022 – Olcay KARAY
Emek.org.tr