KİTAP: Sendikaları Etkisizleştirme Sürecinde “SENDİKA HAKKI VE ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ” MÜCADELESİ

Yazan: Adnan ALİN / Şubat 2022   Kitap, işçi sınıfının güncel süreçte  sendikal örgütlenme ve ekonomik-demokratik mücadele konusunda yaşanan sorunlarını, işçi sınıfı  alternatif anlayış ve örgütlenme tarzlarını; “işyeri işçi komiteleri” önermesine bağlı olarak ele alıyor. Bağımsız kitlesel sınıf örgütlenme konusunu yazarımız şöyle vurguluyor: ” Günümüzde baskı ve sömürünün yoğunlaştırıldığı, korku ikliminin yaygınlaştırıldığı bir gerçekliktir. Ancak […]

Yazan: Adnan ALİN / Şubat 2022


 

Kitap, işçi sınıfının güncel süreçte  sendikal örgütlenme ve ekonomik-demokratik mücadele konusunda yaşanan sorunlarını, işçi sınıfı  alternatif anlayış ve örgütlenme tarzlarını; “işyeri işçi komiteleri” önermesine bağlı olarak ele alıyor. Bağımsız kitlesel sınıf örgütlenme konusunu yazarımız şöyle vurguluyor:

” Günümüzde baskı ve sömürünün yoğunlaştırıldığı, korku ikliminin yaygınlaştırıldığı bir gerçekliktir. Ancak işçi sınıfı ve emek güçleri bütünüyle sindirilmiş değildir. Dünyada ve coğrafyamızda, yılgınlık ve karamsarlığa kapılmayan işçi kitleleri, emek-meslek örgütleri ve demokratik politik halk örgütleri; sermaye egemenliğine karşı ekonomik ve demokratik hakları için örgütlenme ve sıkı mücadele içindedir. Onların bu onurlu mücadelesi umut ve güven kaynağımızdır. Emek güçlerinin örgütlü gücüne ve sınıfsal bilincimize, kendimize güveniyoruz.

İşçi sınıfının örgütlenme biçimleri ve mücadelesi çok değerli ve tarihsel önemdedir. Sendikal mücadele değerli bir örgütlenme ve dayanışma aracıdır. Başarılabildiği takdirde işçi birliği çok büyük güçtür; bizi ve umudumuzu birbirimize hissettirir! Dayanışma, birlik ve örgütlenme varsa umut vardır, ‘mücadele varsa umut vardır!’ ” (Adnan Alin)

 

İçindekiler:

ÖNSÖZ

A-) NASIL BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ?

1-) Kapitalist toplumsal yaşamın güncel/dönemsel özellikleri

2-) Sendikal örgütlenme ve mücadele tarzları gözden geçirmelidir

3-) İşçiler ve emek örgütleri arasında dayanışma zayıftır

4-) Sendikalar önemlidir. Çünkü;

5-) Pandemi koşullarında sendikal haklar geriledi

B-) KİTLESEL İŞÇİ/EMEKÇİ ÖRGÜTLENMESİ İÇİN: “İşyeri işçi komiteleri”

a-) Sendikaların geldiği noktalar; birkaç örnek

b-) Çalışma koşullarındaki değişimler ve işçi sınıfı üzerindeki etkileri

c-) İşyeri İşçi Komiteleri

C-) SENDİKALARIMIZDAN VAZGEÇMİYORUZ!

1-) SENDİKA NEDİR?

a-) İşçi sendikası hantal bürokratik bir yapı değildir

b-) Sendikanın temel özellikleri

2-) SENDİKA GEREKLİ MİDİR?

a-) Sendika; işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü gücü!

b-) Sendika, işçilerin işyeri yönetiminde söz sahibi olmasını sağlar

c-) Sendika işçiler için birlik ve dayanışma gücüdür

d-) Sendikalar demokrasi ve insanca yaşam mücadelesinde vazgeçilmezdir

3-) COVİD19 SALGINI, SENDİKAL ÖRGÜTLENME VE MÜCADELEDE GERİLEME

4-) SENDİKA HAKKI VE HUKUK GÜVENCESİ; ULUSLARARASI HUKUK VE ULUSAL YASALAR

a-) Sendika hakkı ve sendika özgürlüğünün tarihsel anlamı

b-) Ulusal ve uluslararası yasalarda sendika hakkı

5-) SENDİKALAR TABLOSU VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

6-) Son Söz Yerine

D-) EK: İŞÇİ SINIFI VE SENDİKAL HAREKETİN GÜNCEL/ACİL TALEPLERİ

1- Çalışma Yaşamı Hukuku

2- Ücret Sorunları

3- İşsizlik sorunu, öneri ve talepler

4- Sendikal haklar ve örgütlenme sorunları

5- İşçi Sağlığı İş Güvenliği ve Meslek Hastalıkları konusu ve talepler

6- Çalışma süreleri ve izin hakları

7- Emekli ve yaşlılara yönelik öneri ve talepler

8- Kadın işçi sorunları, stajyer ve çocuk işçiliği, Göçmen işçi ve LGBT+ işçi sorunları

9- Emekçiler üzerinde sınıfsal-psikolojik baskı ve yıldırma (Mobbing) politikaları

10- Toplu İş Sözleşmeleri uygulamalarında yaşanan sorunlar

11- Fonların yönetilmesi ve yeni fon tasarımlarıyla ilgili talepler

Kaynakça

…   …   …

 

 

Sendikaları Etkisizleştirme Sürecinde

“SENDİKA HAKKI VE ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ” MÜCADELESİ

 

Önsöz

İşçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik demokratik hak ve özgürlüklerinin çok yönlü baskılar altına alındığı ve kazanılmış hakların kullanımının dahi engellendiği süreçteyiz, Özellikle çalışma yaşamında sendikaların güçsüzleştirilmesinin yanı sıra “Sendika Hakkı ve Örgütlenme Özgürlüğü Hakkı”mızın da etkisizleştirilmek istendiği, dolayısıyla bir tasfiye sürecinin işletildiği tespiti abartı değildir. 

İşsizlik ve yoksulluk kıskacındaki emekçi kitleleri açısından, kapitalist toplumsal sistem, artık dayanılmazdır. Ulusal ve uluslararası sermaye güçleri, her türlü zor unsurunu kullanmaktan vazgeçmiyor. İşçiler arasında ‘Kölelik’ çalışma koşullarından söz edilmesi boşuna değildir. Sendikal örgütlenme açıktan engelleniyor, örgütlenme yapan işçiler acımasızca işten atılıyor. Bu hukuksuzluk durumu yargı, çalışma yaşamı kurumları ve hukuku tarafından önlenmemektedir. İşsizlik ve açlıkla terbiye edilmeye çalışılan işçiler, “kul-köle” olup boyun eğsin istiyorlar. Aldığımız ücretler açlık ve yoksulluk sınırlarındadır. Sosyal haklarımız kısıtlanmaktadır. Düşük tutulan asgari ücret, tüm emekçilerin ortak paydası halindedir. Düşük emek ücreti, temel sosyal-ekonomik bir politikadır ve bizim gibi ülkelerde açıktan-zorla uygulanıyor.

Eğitim, sağlık, barınma, beslenme sorunları içinde yüzümüz asık, kaşlarımız çatık; gelecek için derin kaygılar taşıyoruz ve mutlu değiliz!

Biz emekçiler dünyada ve ülkemizde, toplumsal yaşamı her gün yeniden üretiyoruz. Buradan doğan haklarımızla da insanca koşullarda, özgür ve onurlu yaşamak istiyoruz. Ancak ürettiğimiz zenginliklerde hakkımız olan gerçek payımızı alamıyoruz. Sermaye güçleri gözümüzün içine baka baka bizim olan payımızı/hakkımızı zorla ya da aldatarak gasp ediyor.

Neresinden bakarsanız bakın, çok kötü tablo ile karşı karşıyayız. Kapitalizm insana, insanlığı ve doğa yaşamını korkunç tahribatlarla yıkımlara uğratıyor. Ayrımsız tüm canlıları metalaştırıyor ve kötü bir dünyada yaşamayı dayatıyor. İnsani koşullarda, barış ve refah içerisinde yaşamamız için kesinlikle bir umut vermiyor. Örnek olsun İklim krizi engellenmiyor ve COVİD19 salgınında 2 yıl geçmesine rağmen Afrika’da halen aşı alamayan ülkeler bulunuyor… Dünyaya hükmedenler, patronlar bu duruma seyircidir; insanlık değerleri yerlerdedir.

Sözün bittiği yerdeyiz?  Ne yapacağız? İnsanca çalışma koşullarına, insan onuruna yakışır adaletli ve özgürce yaşama olanaklarına nasıl kavuşabiliriz?

Kapitalist toplumsal yaşam tarzı ve bunu yöneten sermaye güçleri, tüm kötülüklerin ve yoksunlukların nedenidir. Kapitalizm işçi sınıfına ve tüm emekçilere yoksulluk, açlık ve işsizlikten başka bir şey vaat etmiyor. Kapitalizm, adil ve eşit koşullarda özgürce yaşamanın önünde, yıkılması gereken bir engeldir.

Sorunların kaynağı ve sorumluları biliyoruz ve sınıf bilinciyle bir yola girilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.  İnsanlığın ve doğanın karşılaştığı bütün kötülüklerin kaynağı, egemen sermaye güçleri ve kapitalizmdir. İşte bunlardan kurtulmanın mücadelesini vermeliyiz.

İnsan yaşamını metalaştıran, ekolojik dengeleri geri dönülmez biçimde bozan, rant gelirleri için doğayı yok eden kapitalizmin aksine; doğayı koruyan ve toplumsal zenginlikleri adaletli bir biçimde paylaşmayı temel alan toplumcu adil bir sistem dünya ölçeğinde kurulabilir. Bu mümkündür! Çünkü “Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yoktur. Kazanacakları bir dünya vardır.”

Günümüzde baskı ve sömürünün yoğunlaştırıldığı, korku ikliminin yaygınlaştırıldığı bir gerçekliktir. Ancak işçi sınıfı ve emek güçleri bütünüyle sindirilmiş değildir. Dünyada ve coğrafyamızda, yılgınlık ve karamsarlığa kapılmayan işçi kitleleri, emek-meslek örgütleri ve demokratik politik halk örgütleri; sermaye egemenliğine karşı ekonomik ve demokratik hakları için örgütlenme ve sıkı mücadele içindedir. Onların bu onurlu mücadelesi umut ve güven kaynağımızdır. Emek güçlerinin örgütlü gücüne ve sınıfsal bilincimize, kendimize güveniyoruz.

İşçi sınıfının örgütlenme biçimleri ve mücadelesi çok değerli ve tarihsel önemdedir. Sendikal mücadele değerli bir örgütlenme ve dayanışma aracıdır. Başarılabildiği takdirde işçi birliği çok büyük güçtür; bizi ve umudumuzu birbirimize hissettirir! Dayanışma, birlik ve örgütlenme varsa umut vardır, ‘mücadele varsa umut vardır!’

Ancak yaşadıklarımız gösteriyor ki, sendikalarımızı etkisizleştirmek, işçi sınıfını örgütlü güç olarak çalışma yaşamından tasfiye etmek istiyorlar. Buna izin veremeyiz! Aksine sendikalarımıza sahip çıkacak, onları ve kendimizi güçlendireceğiz!  

Bunu nasıl yapacağız? Nereden başlayacağız?

“İşyeri İşçi Komiteleri” örgütlenme tarzı üzerinden örülecek mücadele; işçi sınıfının toplumsal bilinç ve iradesini ortaya koyan, koyabilecek değerli bir model ve araçtır.

İşçi komitelerinde örgütlenen işçiler; söz ve karar alma hakkını kullanır. Sendika işleyişine ve işyeri yönetimine katılırlar. Çalışma yaşamı kötülüklerine ve insanlıktan uzak yaşam koşullarına karşı kendilerini koruyabilirler. Bu güçlü örgüt ve işçi birlikleriyle haklarımızı alabilir ve yarattığımız hukukumuzu koruyabiliriz. İşçi komiteleri üzerinde yükselen sendikalarla, patronlara ve onların dayattığı düzenlerine karşı doğru mücadele verilebilir. Çünkü orada bağımsız işçi iradesi vardır.

Şimdi işçi sınıfından yana olan sendikalara ihtiyacımız vardır. Tüm emekçi kesimlerde örgütlenme bilinci ve kültürü güncellenmeli, sendikalar yenilenmelidir. Bu çok önemli bir dönüşüm ve değişim kararlılığıdır. İşte bu eksende, İşyeri İşçi Komiteleri temelinde örgütlenerek birlik sağlama ve mücadeleyi yükseltme tarzı; yeni bir başlangıç için başvurulacak doğru yöntemdir.

İşçiler örgütlü mücadeleyle, ürettikleri hayattan paylarına düşeni, daha eşit ve daha adaletli biçimde alabilirler. Mücadeleci devrimci sendikalar işte bunun için çok değerli araçlardır.

Sendikasız, örgütsüz, başı önde işçi görüntüleri; bizim ve emek dostlarının değil, ama kesinlikle sermayenin çok arzu ettiği bir tablodur.

Sermayenin sendikaları tasfiye ederek tarihten silmesine, onları işlevsiz veya yandaş örgütler haline getirmelerine sınıf bilinçli işçiler izin verebilir mi? Hayır!

Toplumsal bir gerçekliktir; işçi sınıfı ve tüm emekçiler, yeni bir dünya kurmanın temel dinamik gücüdür. Toplumsal yaşamın her alanında, ezilen ve sömürülen herkesle bir araya gelerek örgütleneceğiz. Hiçbir emekçi bizden, bu ortak paydamızdan ayrı düşmemelidir. Örgütlü işçi sınıfı güçtür, umuttur. Örgütlü öncü işçiler umuttur. Yerel ve uluslararası düzeylerde işçi birliğini ve dayanışmasını hissetmek, umutlu olmak istiyoruz!

Bizler birliğimizi ve umudumuzu büyütebiliriz.

 

 

A-) NASIL BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ?

Kapitalizmin önemli değişimleri yaşadığı, toplumsal ilişkileri yeni bir düzenlemelerle yönlendirdiği bir süreçteyiz. Kapitalist üretim ilişkileri; üretim, dolaşım, paylaşım konularında ve elbette emekçilerin çalışma koşullarını, toplumsal ilişkilerini, kültürel-psikolojik yapılarını çok yönlü etkileyen, kazanılmış demokratik hakları dahi tahrip ederek baskılayan değişimlerdir bunlar…

Sermayenin ulaştığı yeni finansallaşma düzeyi ve dijital endüstrinin etkili olduğu yeni evrede, artık insan dahil hemen hemen her şeyin metalaştırılıp sermayenin çıkarlarına göre düzenlendiği bir süreçten söz ediyoruz. Tarihsel birikimimiz olan evrensel insani değerlerin ve insanca yaşama olgusunun ikinci plana itilmesi nesnel ve herkes tarafından gözlemlenebilir bir durumdur. Sadece emekçi kitlelerin zor unsurlarına dayanarak baskılandığı ağır çalışma koşulları, işsizlik, güvencesiz çalışma, geçim sorunu ve yoksunluklar değil; iklim krizi ve ekolojik bütünselliğin bozulduğu, geri dönülemez tahribat ve yıkımların, insanlığın ve doğanın başına bela edildiği tarihsel dönemdeyiz.

Sermaye güçleri COVİD19 salgın sürecinden yeni nefes alma kanalları açarak yararlandılar. Pandemi koşullardan nasıl fırsatçı davrandıkları ortaya çıktı. Burjuvazi ve şirketlerinin payına rahatlama; emekçilerin payına ise ölümün önünde daha fazla çalıştırılmak-sömürülmek, hastalanmak ve kitlesel ölüm vurgunları düşmüştür.

Her türlü zor unsuruna dayanarak sürdürülen neo-liberal politika ve uygulamalar, işçi sınıfını dünya ve yerel ölçeklerde yeni yaşamsal olumsuzluklarla karşı karşıya bırakmıştır. Yaratılan toplumsal zenginliklerden işçi sınıfının payına düşen payların giderek azaltıldığı, işçi kitlelerinde yoksunlukların ve insanlık dışı yaşamın yaygınlaştırıldığı koşullardayız. Belirtmeliyiz, dünya ölçeğinde ve özellikle bizim gibi ülkelerde, gelir dağılımındaki eşitsizliğin körüklenerek zengin ve yoksul arasındaki makasın açılması; sert yoksullaşma sürecinin de giderek yerleşik ve yaygın halde toplumsal yaşama damga vurması, işte bunlar kapitalizm evriminin insanlık önüne koyduğu bir sonuçtur.

Fordist üretim tarzının esnek üretim ve ilişki uygulamalarına yerini bıraktığı; ‘Kar Oranlarının Eğilimsel Düşüş Yasası’nın acımasız işleyişinin tekelleri bunaltması ile yaşanan krizler; bu krizlerden çıkma çabalarıyla birlikte emekçilerin artırılan yükleri; sanayi ve tarım sektörü yerine hizmet sektörünün ağırlık kazandığı sektörel değişimler; dijital teknolojinin üretim ilişkilerine getirdiği yeni boyutlar; evde/uzaktan çalışma tarzıyla artan sömürü boyutları, çalışma saatlerinin uzaması, bireycilik ve toplumsal yabancılaşmanın artması; sendikal hak ve özgürlük gibi demokratik haklardan yoksun biçimde düşük ücretle çalıştırma uygulamaları…

Burada diğer ülkelerdeki sendikal verilerinden örnek vermek isteriz. Dünya ölçeğinde işçi sınıfı mücadelesi ivmesi düşük de olsa sürmesine rağmen örgütlü gücünde yani sendikalaşma alanında gerileme vardır ve önemsenmelidir. Sendika üyelerinde dünyada azalma verileri şöyledir:

1980 sonrası süreçte gerek sanayileşmiş gerekse sanayileşmekte olan pek çok ülke sendikacılığının üye sayısında önemli düşüşler yaşanmıştır. Örneğin Fransa’da 1980’de %18 olan sendikalaşma oranı 2010’da %7’ye; ABD’de %23’ten %11,6’ya; İngiltere’de %47’den %27’ye; Avustralya’da %46’dan %18’e gerilemiştir.

Neoliberal yeni-sağ politikalar, evrensel insani değerleri ve hakları zayıflatan veya rafa kaldıran baskı tarzlarını da tetiklemiştir. İşçi sınıfının sınıfsal iradesini baskılayarak ve sömürü dozunu da giderek arttıran otoriter, baskıcı ve faşizan yönetime dönüşen toplumsal siyasal süreçlerden söz ediyoruz.

1-) Kapitalist toplumsal yaşamın güncel/dönemsel özellikleri

Özetle bu süreç, yaklaşık son 40 yıllık kapitalist-emperyalist ilişkilerin yaşadığı çok yönlü değişimleri kapsamaktadır. Kapitalizmin karakteristik özellikleri yanı sıra uluslararası düzeyde gösterdiği güncel değişimler ve gelişmeler emek cephesi için önemlidir. Bağlı olarak sendikalar konusunda hangi somut koşullarda bulunduğumuz ve işçi sınıfındaki nicel ve nitel gelişmelerin seyrini kısada olsa burada kısaca ifade edeceğiz. Sendikal örgütlenme, mücadele ve sendikal kültür konularında yaklaşımlarımızı ve sahada davranışlarımızı belirleyen işte bu toplumsal zemindir. Ülkemizin emperyalist-kapitalist sistem içerisindeki yeri ve sürdürülen ilişki biçimlerini; sermaye güçlerini, işçi sınıfını, devlet ve hükümet biçimlerini, yönetim tarzını, tüm bu maddi yapının yansıdığı ideolojik-kültürel yapıların evrimini görmeden, bunların bilimsel değerlendirmelerini algılamadan sağlıklı adım atılamayacağına dikkat çekelim.

Örneğin Türkiye’de gelişim seyri içerisinde geliştirilip/yetkinleştirilmiş “yeni-sömürge ilişkileri” içerisinde bu kurumsal yapılanmaların güçlendiğini öncelikle ifade edelim. Siyasal kurucu ve taşıyıcı unsur olarak, sağ-gerici politik iktidara onay verildiği ve onun da işbirlikçilik rollerini oynadığını söyleyebiliriz. Toplumsal yaşamımızda egemen olan, ekonomik, sosyal, militarist, kültürel, psikolojik zor unsurlarının tümünü acımasızca kullanan, devlet-kurumsal yapılanışı anlamında her geçen gün daha da pekiştirilen kurumsal faşizmi üst sıraya yazmalıyız.

Bu toplumsal temelden ve somut olarak da yaşananlardan hareketle şunu tespit ediyoruz. Demokratik hak ve hukuk zeminlerini daraltan ve giderek bunları yok etmeye çalışan, sendikal alanda da kurumsal tasfiye ve etkisizleştirme operasyonunu uzun süredir yaşıyoruz.  Sendikal alan, sermaye ve devlet denetimine alınarak; işçi sınıfı ve emekçi kesimler örgütsüz-dağınık tutularak ve sınıfsal direnç noktaları da yok edilerek bağımlı sürü-kitleler halinde yaşamaları amacıyla yeniden yapılandırılmaktadır. Ortaya çıkışlarından itibaren Türk-İş, Hak-İş, Memur- Sen uygulamaları ve diğer sendikalara yönelik sınırlandırmalar, baskılar ve engellemeler bunun kanıtıdır.

Biliyoruz ki özellikle 1980 sonrasında kapitalizmin dünya ölçeğinde üretim, dolaşım ve paylaşım sisteminde gerçekleştirdiği değişimler en çok işçi sınıfını vurmuştur. Ağırlıklı olarak yatırımlar ve üretimler, esnek modele dayandırılarak hammaddelerin ve ücretlerin düşük olduğu bizim gibi yeni-sömürge ülkelere yönlendirilmiştir. Bir değişim olarak ifade edelim, örneğin büyük kitlesel üretimlerin zayıflatıldığı, hatta sanayii ve endüstriyel üretimlerde büyük stoklu çalışmalara dahi son verildiği süreçteyiz. Bunun işçi sınıfı açısından anlamı ise, yoksulluğun ve işsizliğin yaygın, güvencesiz çalışmanın etkili, çalışma hukukundan kaynaklanan kazanılmış hakların dahi uygulanmadığı, örgütlenme hak ve özgürlüklerinin engellendiği, baskıya dayalı çalışma yaşamıdır.

“Türkiye işgücü/emek piyasası”; sigortasız, düşük ücretli çalışmaya hazır, düşük eğitimli ve mesleki nitelik zayıflıklarıyla örgütsüz ve parçalı bir özelliğe sahip işçilerin çoğunluğunu oluşturduğu yapıdadır. Göçmen ve sığınmacı emekçilerin de dahil edilmesiyle, olumsuz tablo daha da ağırlaşmıştır. Kentsel alanda istihdam edilen kayıtlı, nitelikli, sendikalı ve sosyal güvencesi olan işçiler, gerçeklikte küçük bir kesimdir.

Örnek olsun: yıllardır taşeron işletmeciliğinin, işçi sınıfı örgütlenmesine ya da en azından sendikal yapılara nasıl zararlar verdiği bilinmektedir. Bir işletmede alt-işveren uydurmasıyla, taşeron işletmelerin sayıca çok olması, işçinin de yasal prosedür gereği bölünmesini ve sonuçta sendikalaşamamasını getirmiştir. Kitlesel üretimin veya hizmetin üretildiği işyerlerinde çok sayıda taşeron/alt işveren uygulaması halen uygulanmaktadır. Örneğin bir sağlık kurumunda yemek, servis, temizlik, güvenlik başlığı altında çok sayıda taşeron işletmeler vardır. Öyle ki bir tekstil işletmesi tedarikçilerinde; iplik ayrı, örme ayrı, makine parkuru ayrı taşeron şirketlere devredilerek üretim yapılmaktadır. Bunlar da sendikal örgütlenmenin önünde oyalayıcı ve engelleyici işlevler görmektedir. Patronların özel olarak sendikalaşmayı engelleme çabalarıyla da durum ağırlaşmıştır.

Sonuçta güncel somut veriler üzerinden şu tespitleri de yapabiliyoruz. İşçi sınıfı ve emekçi tabakaların büyük kitleler halinde işsizleştirilmesi sadece coğrafyamızın değil, dünya halklarının önemli sorunlarından biridir. İşsizliğe çözüm bulmak ve geçim başta olmak üzere yaşamsal sorunları çözmek kapitalist egemenlerin gündeminde değildir artık… İşsizlik dünya üretiminin ayrılamaz parçasıdır. Örnek olsun; çalışma sürelerinin kısaltılması olgusu, işsizlik konusunda bir tedbir ise; sistemde çalışma süresinin 5-6 saat sınırına çekilmesi gibi bir yönelim ve diğer işsizlerin çalışma olanağına kavuşması planlanmış dahi değildir. Aksine bizim gibi ülkelerde çalışma süreleri, uygulamada 10-12 saat düzeyinde kilitlenmiştir.

Örneğin artık kapitalizmin yarattığı işsizlik olgusu dışında emekçi halklara dayattığı yaşam tarzının ekonomik, sosyal, siyasi ve psikolojik bağlantıları tartışılmaktadır. Kitlesel açlık ve yoksunluklar, geleceğe dair umutsuzluklar, reform önlemleriyle sistem içinde çözülemeyecek derecede birikmiştir. Bu, gerilim yükü giderek artan çok önemli bir düğümdür.

Konuyla bağlantılı olarak emekçi gündeminden söz edelim. İnsani koşullardan uzak tutulan kitlelerin açlık ve yoksunluklar içerisinde sürdürdüğü yaşam biçimi, artık kapitalizmle birlikte sorgulanıyor. Tarihsel ve toplumsal nedenler-sonuçlar görüldükçe; toplumsal yaşam tarzının değiştirilmesi olgusunun politik, ekonomik, demokratik mücadele gündemlerini çok ciddi biçimlerde meşgul ettiğini tespit edebiliyoruz.

Artık kapitalizmin tarihsel sürecini tamamlayarak tarih sahnesine veda etmesine yardım etmek kaçınılmazdır. Yarattığı insan ve doğa yıkımları nesnelliği, artık kapitalizm rotasından çıkılması gibi tarihsel sorumluluk ve görevler bütünü kendisini dayatmıştır. Birinci yönüyle kapitalizmin insan ve doğa yaşamına verdiği yıkımların engellenmesi ve mümkün olduğunca bu etkilerin geriletilmesi; ikinci daha büyük bir strateji anlamında sistemin tarihe çöplüğüne gönderilmesi ve yeni bir toplumcu dünyanın kurulması mücadelesinin öne çekilmesi artık kaçınılmazdır.

Peki bu tarihsel sorumluluk kimler tarafından nasıl ve hangi biçimlerde üstlenilecektir? Sözü uzatmanın anlamı kalmamıştır. İşçi sınıfının ve ezilen halkların politik iradesinin önünde, insanlığın ve dünya ekolojik bütünselliğin geleceği için bu tarihsel görev bulunuyor.

Buradan hareketle, örgüt ve örgütlenme sorunu, güncel süreçte kendisini daha fazla hissettiren konu olmaktadır. Şöyle ifade edebiliriz, “işçi sınıfı çok yönlü değişimler içerisindedir, karşılaştığı saldırılardan kendini koruyamaz noktasında bulunması ise onun zayıf yanıdır” tezi ve yaklaşımı abartılı sayılmamalıdır. Emekçilerin güncel yaşamlarında, üzerlerine yıkılan/dayatılan ağır sorunlar karşısında, işte bu birlikten uzak-örgütsüzlük hali, yakıcı bir biçimde kendisini göstermektedir. Özellikle kapitalist sistemin ve devletin, ideolojik-politik, kültürel ve psikolojik aygıtları yanı sıra, zor unsurlarını da kullanarak işçi sınıfını sıkı denetim ve büyük bir basınç altında tutmaktadır. Bu eksende sürdürülen politika ve kurumsal uygulamalarda gördüğümüz, işçi ve emekçilerin düzen partileri ve sarı-yandaş sendikalar tarafından yedeklenmiş olması da başlı başına bir sorundur.

İşçi sınıfının uluslararası ve ulusal tüm parçaların; ideolojik-politik anlayışlar ve pratik boyutlarında kendisini yenilemesi ve güncellemesi gerektiğinin altını çiziyoruz.

Yaygınlaştırılmak istenen yanlış bir düşünceyi de işaret etmeliyiz. İşçi sınıfının ulusal ve uluslararası ölçekler bütünselliğinde, tarihsel toplumsal vizyonu ve sorumlulukları, güncel süreç açısından da yoğun ve geniş kapsamlıdır. İşçi sınıfının tarihsel-toplumsal dinamik bir güç olarak zamanını doldurduğu tez ve yaklaşımları; ideolojik-politik niteliği zayıflatmak ve onun önemini değersizleştirmek içindir. Bu söylem sermaye güçlerinin hizmetinde, ucuz ancak işlev gören bir kara propaganda söylemidir de… İşçi sınıfının bilinç yapısında bozukluklar yaratılmasının yanı sıra, örneğin sendikal özgürlük hakkı ve mücadelesine güvensizlik ve umutsuzluk aşılamak, işçi sınıfın kitlelerinin kapitalizm süreçlerine yedeklenmesi kapsamındaki çabalardan başka bir şey değildir bu. Alternatif olarak ileri sürülen alt kimlik sorunları ve hak mücadelelerinin (Kadın sorunu, ezilen halkların UKKTH, LGBTİ+lar, doğa ve ekoloji mücadelesi…) işçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesi kapsamında tarihsel ittifakları olarak ele alınması doğru bir yaklaşımdır.

Buradan konumuza dönecek olursak, ilk cümleler olarak şu söylenebilir. Sistem basıncı ve manipülasyonu yanında emek iradesinin birlik, örgütlenme ve mücadele bütünlüğü kapsamında yaşadığı hantallık kapsamlı ve çok etkilidir. Bu anlamda sendika gibi sınıf örgütlenmelerini yaratmak noktasında yaşadığımız tıkanıklık, doğru örgütlenme ve mücadele tarzlarından da uzak noktalarda bulunuşumuz, sürecin öne çıkardığı temel bir sorun ve gerçekliktir.

2-) Sendikal örgütlenme ve mücadele tarzları gözden geçirmelidir

Somut toplumsal koşullar başta olmak üzere; işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele biçimleri, sınıfsal bilinç içerikleri ve kültürünün sorgulanarak kendi sınıf çıkarları zemininde yeniden değerlendirilmesi kaçınılmazdır.

İleride ayrıntılara girmek kaydıyla- gerekçelerimizi şimdilik kısa notlar halinde ifade edelim. Klasik sendikal örgütlenme tarzının yerine artık yeni tarzları koyulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yaklaşımın gerekçesi, kapitalizm evrimi ve işçi sınıfı niteliklerinde yaşanan gelişim ve değişimlerdir. Güncel sektör gelişmelerinin iş yerlerindeki organizasyon tarzları, işçi kitlesinin sendikalaşmaya karşı duyarsızlığı ve bilinçsizliği, işsiz kalma korkusu, patron baskıları, işten atmalar vb. işte bu faktörlerin tümü de belirleyicidir. Bu koşullarda da sınıf bilincine dayalı disiplin ve korunmalı çalışmalara ihtiyaç vardır. Yani artık gizli ve fiili sendikal çalışma ve etkinliklerin dönemidir denilebilir. Birkaç örnek anımsayalım. İşverenler yasal prosedürleri, iş yasalarını, yargıyı arkasına almıştır, Bir baraj engeli dahi sendikaların süründürüldüğü, uzun yılları kapsayan yetki alma mücadelelerini unutamayız. Örnek olsun lojistik aktarma merkezlerinde istihdam edilen işçi sayısının 100 bini aştığı ülkemizde buralarda sendikalaşma çalışmalarında çok zorlanılmaktadır. Yine plazalarda dijital/online eksenli çalışan işçilerin sendikaya uzak kalışları ve ekonomik-demokratik haklardan yoksun çalışmalara boyun eğmeleri ve karşı çıkmayı dahi düşünmeme noktasında bulunuşları gibi sonuçta sendikaya soğuk kalmaları çok önemli etkenlerdir. Bu faktörlerle bağlantılı mücadeleci anlayış ve tarzların belirleyici olduğunu ifade edelim.

Artık soyut kaldığı anlaşılan “Örgütlenelim ve mücadele verelim” söylemi, işçi kitlelerine bu koşullarda çok da cazip gelmeyen bürokratik çağrıdan başka bir anlam taşımamaktadır. Sermayenin, devlet dahil tüm egemenlik aygıtları ve zora dayalı yöntemleri, içten içe öfke birikimine sahip işçi kitlelerini sindirmiş durumdadır. İşçi sınıfının kültürel-psikolojik yönlerinden bilimsel temellerde incelenmesinin gerekliliğini vurgulayalım. Egemenlerin psikolojik üstünlük kurduğu göz önünde bulundurularak, daha farklı bir olgunun eksikliği görülmelidir. İnsanlık dışı koşullarda yoksunluklar içerisinde güvencesiz ve geleceksiz yaşamaya zorlanan kitlelerin bu duruma sessiz kalması bir sonuçtur. Elbette bunun nedenleri vardır. On yıllarca biriktirilen ezilmişlik öfkesi neden patlak vermiyor? Aralıklarla yaşanan kendiliğinden oluşan öncü ve artçı depremlerin dışında, ana fay hattını kıracak enerji boşalması neden yaşanmıyor?

Muazzam bir öfke yığınağı olmasına rağmen, işçi kitlelerinde derin bir sessizlik var. Bu iki olgu arasında, yani baskı ve tepkisizlik arasında “dengesizliğin dengesi” diye ifade edilebilecek ilginç bir toplumsal olgu üretilmiştir. Bu durum, zor unsurları ve köle/itaat bilinciyle örülen on yılların birikimidir.

İşte bu sahte dengelerin yıkılması kendiliğinden olamayacağına göre bağımsız/özgür, kararlı ve mücadeleci bir işçi sınıfı iradesi yaratılmalıdır. Bu iradenin yaratılmasına katkıda bulunacak olan unsurlar hem sınıfın içinden üretilecektir ve hem de dışarıdan sınıfa akacaktır. Bunlar ise ideolojik-politik anlayışlar ve örgütsel yapılar bütünlüğünde kendini gösterecektir. Ancak bu iradenin vücut bulduğu yapıların, sürece doğru müdahalesiyle tarihin akışı yön değiştirebilecektir. Örgütlenme ve mücadele çağrılarının anlamlı karşılıkları da daha görünür olacaktır.

Kapitalizmin güncel dönemine uygun örgütlenme ve mücadele biçimi ve tarzların, teorik-pratik önermelerin ve yaşananların masaya yatırılması, sorgulanması gereklidir. Yakın zamanda sendikal kriz üzerine yapılan araştırmalar da gösteriyor ki anlayış ve tarzlarda güncellenme yapılması zorunludur. Bu anlamda dış faktörlerin yanı sıra, işçi örgütlenmesi ve sendikal örgütlenmenin işyeri ve işçi özelliklerinin taşıdığı yeni dönemsel özellikler kesinlikle göz önüne alınmalıdır. İşyeri işçi komitelerinin devreye sokulması, tüm işçilerin bu temelde harekete geçirilerek etkili kılınması, fiili ve gizli sendikal çalışmanın önemsenmesinin altını çiziyoruz. Bu yaklaşım klasik örgütlenme ve çalışma tarzını toptan reddetmemekte, aksine deneyim ve birikimlerden yararlanılmasını da öngörmektedir.

3-) İşçiler ve emek örgütleri arasında dayanışma zayıftır

Üzerinde çok düşünülmesi ve tartışmasını yapmamız gereken diğer önemli bir konu da işçi sınıfının hak direnişleri ile emek-sınıf örgütleri/güçleri arasında sergilenen zayıf dayanışma olgusudur.

Emek cephesinin kendi içerisinde dayanışma olayı zayıftır ve bürokratik yaklaşımlar etkilidir. Sadece coğrafyamızdaki işçi hareketleri ve direnişleri değil, uluslararası işçi hareketinin eylem ve direnişleri karşısında olumlu tablomuz yoktur. Duyarsızlık derecesine ulaşmış olan zayıf refleksler, cılız dayanışma etkinlikleri söz konusudur. Bu durum işçi hareketinin örgütsüzlük durumu ve sendikal hareketin içerisinde bulunduğu bürokratik hantallık, enternasyonal dayanışma konusunda bilinç zayıflığı ve bürokratik gericiliğin etkili olmasından kaynaklanmaktadır.

Tüm emekçi kesimlerinin, sendika ve halk örgütlerinin birlik ve dayanışmasıyla, işçi sınıfının demokratik hakları konularında dayanışma gösterilebilir. Meslek hastalıkları tanınmasında, işçi sağlığı ve iş cinayetleri, asgari ücret, çalışma süresi, TİS uygulamaları sorunları, sendikal örgütlenme hakka saygı, işten çıkarmalar, mobbing, cinsiyet ayrımcılığı, göçmen işçi hakları, kreş hakkı vb bir dizi konuda işçi örgütleri ve emek dostları dayanışma içine girerek önemli eylemlere imza atabilir ve kazanımlara ulaşabilirler.

Örneğin yasalarda bulunan ‘grev dayanışma yasağı’ uzun yıllardır aşılamamış, sağ-pasifist sendikal anlayış ve yapıların etkileri nedeniyle bu alan hep sorunlu olmuştur. Oysa yasal prosedür açıktan ve dolanarak, yani bir şekilde aşılıp dayanışma sağlanarak kazanımların elde edilebileceği örnekler de çoktur. Pasif destek ve dayanışma eylemlerinin bile, ne kadar güçlü etkilerinin olduğunu hepimiz biliyoruz. Aylarca, yıllarca süren hak eylemleri, direnişler ve grevler söz konusudur. Ancak emek cephesi bu konuda yaptırım gücü olan bir düzeyden dayanışma gösteremediği için, talepleri içeren kazanımlar ya güdük kalmakta veya yenilgiyle sonuçlananlar olmaktadır. Örneğin destek ve dayanışma denilince, sendika yönetimlerinin bürokratik temsili ziyaret destekleri veya maddi katkı sunmak anlaşılmakta ve bunun da propaganda yönü abartılmaktadır. Destek ve dayanışma etkinliği içine giren sendikal yapının, bürokratik temsiliyeti dışında, örgütlü işçi kitlesinin destek ve dayanışma eylemi ve tutumları içinde olamadığını, hatta bu tutumun ciddi zafiyetler içerisinde bulunduğunu biliyoruz. Herhangi bir şirket ürününü boykot eylemi kararlarında dahi, sınırlı kalan sembolik desteklerle hak kazanımlarına ulaşma çabaları sürdüğünü biliyoruz. Seyrek de olsa bir veya birkaç işçinin ısrarla ve kararlılıkla sürdürdüğü direnişleri konusunda da işçi sınıfı, sendika ve konfederasyonların ve demokratik sol yapıların dayanışma göstermeleri konusu sorunludur. Bu anlamda bir gözden geçirme ve yenilenme başta olmak üzere dar sendikal/grupçu çıkarların ötesinde, işçi direnişleri ve hak mücadelelerinin güçlü dayanışmalarla desteklenip kazanımlara ulaşmasının, yaşamsal önemde olduğunu vurgulayalım.

İlginç bir örneği burada anmalıyız. Bilindiği gibi kamu emekçilerinin yani ‘memurların’ grev hakları yoktur. Bu konuda kapsamlı bir mücadele ve örgütlenme anlayışı da olgunlaşmamıştır. Grev hakkı olmaksızın sağ-sarı sendikaların etkisi altında toplu sözleşmeler imzalanıyor. Hem kamu emekçileri ve ham de genel de işçi sınıfı bu konuda kazanıma ulaşabilecekleri eylem birlikteliği ve dayanışma içerisinde olabilir. Birlikte disiplinli ve kararlı biçimde grev hakkının olduğu toplu sözleşme hakkına ulaşılabilir. Grev hakkı konusu çok önemlidir ve bu konuda tüm sendikaların ve emekçilerin, emek çıkarları temelinde dayanışmayla örebilecekleri uzun soluklu bir mücadele ve örgütlenme hattı yaratılabilir.

Emeğin dayanışmasıyla tavrıyla örülecek mücadele, grev yasaklamalarını da geri atacaktır. Hükümetin canı sıkıldıkça grev erteleme kararı alması önlenecektir.

4-) Sendikalar önemlidir. Çünkü;

Sendikalar işçi sınıfının sermaye karşısında birlik ve mücadele ortaklığını sergilediği, ekonomik-demokratik haklarını koruyan ve geliştiren örgüttür.

Çünkü, sendikalar temel insan hakları kapsamında, emek hak ve özgürlükleri bakımından meşru kurumlardır. Yüzyıllardır süregelen sınıf mücadelesinin ürünü olan uluslararası sözleşmeler ve yasalarla ifade edilen, çalışma hukuku güvencesi altındaki tarihsel kurumlardır.

Sendikalar vazgeçilmezdir ve patronlara terk edilemez. Çünkü bir işyerinde sendikalı olmak ve sendika aracılığıyla yapılan toplu iş sözleşmesi hukukuyla çalışmak, işçiler açısından her zaman tercih edilen bir durumdur.

İşçi sınıfı dünyada ve coğrafyamızda çok önemli sendikal yapılar kurmuş ve onurlu mücadeleler vermiştir. Karşılığında ise en basitinden vahşi kapitalist çalışma koşullarının demokratikleştirilmesi, birçok insani hakların kullanıldığı sosyal devlet olgusuna ulaşılması, insanca koşullarda çalışma ve yaşama verilerinin kısmen de olsa elde edilmesi olmuştur.

Ancak yakın dönemde yaşadıklarımız, işçi sınıfının ve emekçilerin daha fazla ezildiği, hak ve hukuk bağlamında kazanımlarının saldırılara uğradığını ve daha çok sömürüldüğünü gösteriyor. 1990 sonrası süreçte, sosyal devlet yapısının tasfiye edilmesi veya Fordist üretim biçimi yerine esnek üretim biçimi ve ilişkilerin geçirilmesi; işçi sınıfının kazanılmış haklarının budandığı, sendikal hak ve hukukların ezildiği dönem anlamındadır. Kapitalizme uyum sağlayan ve burjuvaziyle iş birliği yapan, sorunların çözümünde stratejik sınıf uzlaşmazlık noktası terkedilerek, diyalogcu-uyumlu yaklaşımlara sahip, zayıflatılmış-sarılaştırılmış işçi sendikaları hedeflendi ve bu anlamda sermaye güçleri çok önemli kazanımlar elde ettiler.

Dolayısıyla günümüzde vahşi kapitalizm koşulları bir kez daha yaratılarak, emeğin köleleştirilmesi noktasında yeni emek rejimleri kullanılmaya başlanmıştır. Uzun çalışma süreleri, ağır çalışma ortamları, açlık sınırında gezen düşük ücretler, işçi cinayetleri, işyerlerinde cinsiyet ayrımcılığı, güvencesiz çalışma, işsizlik, yoksullaştırılan işçi kitleleri, örgütsüz işçi sınıfı yığınları veya sarı sendikalar aracılığıyla yedeklenmiş işçi sınıfı…Evet tablo verileri kabaca böyledir.

İşçi sınıfı ve burjuvazinin tarihsel-toplumsal mücadelesi devam etmektedir. Sendikalar da bu mücadelede önemli üslerdendir. Özellikle sermaye ve iktidarları, güçlü sendikal hareketlerin tehdit unsuru olmasını ve bu demokratik-sınıfsal çatışma alanından rahatsız edilmeyi hiç istemezler. Demokrasinin kırıntılarına dahi tahammül edemeyen sermaye güçleri, sendikal hak ve özgürlüklere saldırmasının nedeni budur.

Sendikalara sahip çıkmalıyız, Yeni örgütlenme ve mücadele tarzlarıyla, sendikaların işçilerin denetim-yönetim ve kullanımına geçmesi için mücadele etmek ve yenileyerek güçlendirmek çok değerli bir uğraşı olacaktır.

5-) Pandemi koşullarında sendikal haklar geriledi

Emek dünyası birçok noktadan sorunlu bu süreci yaşarken, 2020 yılı başında COVİD19 hastalığı ve salgınla karşılaştı. Milyonlarca insan yaşamını yitirirken, milyonlarca insan da hastalığın pençesine düştü. Süreç ağır travmalarla devam ediyor. 2021 yılı boyunca aşının halen girmediği yoksul yeni sömürge ülkeler bulunduğunu anımsayalım. Bu tek sözcükle insanlık dışı bir durumdur. Emperyalist-kapitalizmin ve onların insanlık utancıdır.

Artık COVİD19 bir işçi sınıfı ve yoksul hastalığı olarak insanlık tarihine yazılmıştır.

Kapitalizmin dünya ölçeğinde emek hareketine karşı izlediği politika ve uygulamaların özellikle COVİD19 salgını döneminde yeni bir boyutta ve yoğunlukta sürdüğünü biliyoruz. Ülkemizde uygulamalar çok kötü noktalardadır. Sağlık açısından korunma sağlanamaması ve birçok haklarından yoksun bırakılarak kölelik koşullarında “zorla çalıştırma” yöntemleri uygulanmıştır. Ücretsiz izine çıkarmak ve kısa çalışma dönemi uygulamasıyla devlet işverenlerin yanında yer alarak onlara büyük teşvikler sunmuştur. İşçiler çok düşük ücretlerle, açlık ve yoksulluğun içine atılmıştır. İşçilerin bu süreçte hak ve hukukları korunamamış, örneğin özellikle pandemi sürecinde yasaklanmasına rağmen binlerce işçi işten atılmıştır.

Sendikal örgütlenme haklarına yönelik baskı ve engellemelerin yanı sıra kazanılmış haklar hukukuna uyulmaması gibi temel noktalarda yaşanan ihlal ve hukuksuzluklar, özellikle bizde ve diğer ülkelerde çok artmıştır. Sendikal örgütlenme hakkını kullanmak isteyen işçiler işlerinden atılmakta, toplu sözleşme çalışmaları engellenerek sendikal faaliyet söndürülmekte, iş hukukuna uyulmadığı hallerde yargı işlemlerinin uzun sürmesiyle hak kayıpları ve etkisiz kalan sendikalar gibi güncel gerçekler yaşanmaktadır. İşyerindeki koşulları ve hukuksuzlukları eleştirmenin dahi işten atılma nedeni olduğu faşizan bir dönem geçirmekteyiz.

Dolayısıyla sermaye güçleri, devlet yapılanması, kolluk kuvvetleri ve yargı, bunların tümü de birleşik unsurlar olarak, işçi sınıfının emek güçlerinin karşısında her türlü olanağı kullanarak sermaye iktidarını koruyup kollamaktadır.

Tüm olumsuzluklarına rağmen dünyanın değişik yerlerinde işçi sınıfı, ekonomik demokratik hakları için meydanlara çıkmış, pandemi fırsatından yararlanıp haklara yönelik saldırıları geri püskürten direnişler sergilemiştir. Avrupa ülkelerinde, Latinlerde, Asya ülkelerinde milyonlarca emekçi, insanca yaşama talebiyle, açlığa, sömürüye ve yoksunluklara karşı eylemlerini sürdürmektedir. Ülkemizde zayıf da olsa, bürokratik sendikal denetimler altında da olsa, işçi ve emekçilerin demokratik hakları için mücadele ve direniş noktaları yarattığını biliyoruz.

Üretiyorsak yönetmeliyiz de…Bu anlamda işçi sınıfının tarihsel-toplumsal sorumluluklarının, güncel emperyalist/kapitalist sistemin bunalımlı koşullarında yoğunlaşarak arttığını vurguluyoruz.

Sendikal örgütlenme ve demokratik hak mücadelesi; işçilerin örgütsüz-sendikasız çalıştırıldığı işyerlerinde, hem de sarı sendikalarda ve bunların etkili olduğu işyerlerinde çok ihtiyaç duyulan bir olgu olarak önümüze gelmektedir.

İşçiler örgütlenmelidir. Çünkü;

Adaletli iş ilişkileri içerisinde çalışmak, insanca koşullarda ve insan onuruna yakışır biçimde yaşamak işçilerin temel insani hakkı ve hedefidir. Ancak insani değerler ve hukuk açılardan yasal ve meşru olan bu haklara, mevcut kapitalist toplumsal sistem ve baskıcı çalışma koşullarında kolay ulaşılmaz. Engel olan bizzat sistem ve işleyişlerdir, buna karşı da kesinlikle mücadele edilmelidir.

Çalışma koşulları ve dolayısıyla işçilere sunulan toplumsal yaşam koşulları; eğitim, sağlık, barınma, beslenme vb. alanlarından gelen yaşam yoksunlukları, işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı işçileri işyerlerinde veya dışarıda-mahallelerinde ekonomik, sosyal, kültürel vb örgütler kurmayı zorunlu kılmaktadır.

Bu kapsamlı yönleriyle düşünüldüğünde, ekonomik, sosyal, hukuki vb karşılaşılan tüm sorunlarla mücadele etmek ve işçiler yararına çözümler sağlayacak olan temel işçi örgütlenmelerini, dayanışma ve birlik biçimlerini bizzat işçilerin kendileri yaratmalıdır.

Örgütlü ve örgütsüz işçilerin koşullarını karşılaştırdığımızda, örgütlenmeye olan ihtiyaç daha anlaşılır olmaktadır.

İşçiler, işveren karşısında tek tek düşünüldüğünde güçsüzdür. İşe girerken yapılan iş sözleşmelerini hatırlayalım. İşçi, patron tarafından önüne koyulan sözleşmeye itiraz etme veya “şu madde şöyle olsa” deme şansı var mıdır? Hayır. Hatta öyle maddeler vardır ki işçi köle muamelesi gördüğünü anlar ama işsizlik, yoksulluk, açlık o derece sıkıştırmıştır ki, o sözleşmeyi imzalamak zorunda kalır. Çevremizde bunu yaşayan çok işçi arkadaşımız bulunuyor.

İşte patron işçinin işsizliğinden, yoksulluğundan, çaresizliğinden yararlanarak bireysel iş sözleşmesini kabul ettirir. Sözleşmelerin çok kötü maddelerle, yani sadece patron çıkarlarını gözetmesinin nedeni bellidir. Orada demokratik işçi haklarından hiçbir zaman söz edilmez, çünkü patronların sömürü, aşırı kar hırsı ve buna engeldir. Elbette çok sayıdaki yedek işsiz ordusunun varlığı ve anlamı da burada kendini gösterir.

Öte yandan işçilerin örgütlü olduğu ve toplu iş sözleşmesiyle kazanılmış hakların olduğu bir işyerine girişte imzalanan sözleşme çok farklıdır. Hatta uluslararası sendikal hukukun etkileri nedeniyle birçok işyerinde çalışma koşulları ve hakların nispeten “iyi” olduğunu biliyoruz. Yani sendikalı bir işyerinde durum farklıdır. Örneğin işe başlarken alınacak ücretler, izinler, sosyal haklar, beslenme/yemek konusu, giyim, işçi sağlığı ve iş güvenliği konuları, patron ve yetkililer ile işçiler arasındaki ilişki tarzı… vb tüm bu konuların belli olduğu bir Toplu İş Sözleşmesi tarafından korunan işyeri ve işçilerin çalıştığı işyeri söz konusudur.

Sendikalı işyerlerinde işçi kendisine özgüvenli biçimde çalışır. Morali iyidir ve iş güvencesini hisseder. Patrondan veya çalışma koşullarından kaynaklanan baskı ve huzursuzlukları geriletebilecek örgütlü gücün farkındadır. Emeğin bu örgütlü halinden ve birliğinden kaynaklanan gücü, kazanılmış ve kazanılacak olan her olanağı ve hakları korumak, geliştirmek çabası içindedir.

Tabi işveren bu gücün farkındadır; bu gücü dağıtmak, denetimine almak, zayıflatmak ve geriletmek çabası içindedir. İşverenler bu amaçla hükümetleri ve yasaları arkalarına almaya çalışır. Örneğin işçilerin zayıf, dağınık ve birlik içinde olmadığı bu zamanlarda bir işkoluna grev yasağı getirmek, hakları yasalarla geriletmek yollarına başvurduğunu biliriz.

Yeri gelmişken işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele konusunun uluslararası boyutlarını belirtmekte fayda var. Çünkü çalışma yaşamında dünya ölçeğinde uygulanan neoliberal politikalar söz konuşudur. Esnek çalışma, uzun çalışma süreleri, taşeron sistemi, kiralık işçilik, düşük ücretler sendikasızlaştırma vb bunların tümü de her ülkede uygulanmaktadır. Dolayısıyla işçi sınıfının mücadelesi, yaşadığı ülkeyle sınırlı değildir. İşçiler işyerlerinde, işkolunda ve uluslararası düzeyde örgütlü olmak, birlik ve dayanışma içerisinde olmak durumundadır. İşçiler sadece İşyerlerinde değil, işkollarında ve diğer sektörlerdeki işçilerin toplumsal kazanımlar elde etmeleri için de dayanışma ve mücadele ortaklığı yaratmalıdır. Konu uluslararası boyutuyla da düşünüldüğünde, bunun işçilerin sınıfsal çıkarları kapsamında değerlendirilebilecek bir olgu olduğu anlaşılacaktır.

Avrupa’da işçilerin kazandığı ve yasalaşan bir konu, bizim gibi ülkelerdeki işçilerin kullanabileceği hakları arasında yer alabilmektedir. Yani anlaşılacağı gibi, olay sadece fabrika ve belli haklarla sınırlı değildir.

Örneğin Avrupa’nın Tekstil sektöründe Zara firmasına üretim yapan bir yerli tekstil şirketi, Zara’nın işçi haklarına karşı gösterdiği “saygı ve sorumlulukları” baştan kabul etmek zorundadır. Bunu sağlayan tek güç, işçi sınıfının Avrupalarda ve bizim gibi ülkelerde sahip olduğu örgütlü güç ve mücadelesidir. Yoksa Zara gibi şirketlerin insafına bırakılsa, iliklerimize kadar sömürmeye ve en baskıcı çalışma tarzını uygulamaya bakacaklardır. Bu konunun farkında olmalıyız. Hatta öyleki bazı sendikalar da sendikal örgütlenmeye katkı veren bu objektif durumdan açıktan yararlanmaya bakar.

Yine 2019 yılında Fransa’da yaşanan “Sarı yelekliler” hareketi ve direnişinin, en azından moral-motivasyon açısından bizde emekçiler ve burjuvazi ve hükümet üzerindeki etkileri göz ardı edilemez.

Kısacası işçiler insanca koşullarda yaşamak için çalışma koşullarını, çalışma hukuku temelinde geliştirmek durumundadır. Bu ise güçlü işçi örgütlenmesi olmazsa olmaz anlamına gelmektedir. İşverenden bağımsız, işçi iradesini temsil eden, işçinin demokratik katılımı ve söz hakkını demokratik işleyişlerle koruyan ve işçi sınıfı çıkarlarını çok yönlü değerlendiren ve İşçi birliğini sağlayan örgütlenme bu nedenle vazgeçilmezdir.

Yani işçiler öz-örgütlerini işyerlerinde kurmalıdır.

 

A-) KİTLESEL İŞÇİ/EMEKÇİ ÖRGÜTLENMESİ İÇİN: “İşyeri İşçi Komiteleri”

İşçi sınıfı ekonomik demokratik haklar mücadelesinde önemli derecelerde örgütlenme ve birlik sorunları yaşamaktadır. Sendikaların ciddi tıkanmaları yaşadığı ve işlevlerinden uzaklaştıkları da tespit edilen bir nesnelliktir. İşçiler kendi örgütleri olan sendikalara karşı yabancılaştırılmış, güvensizlik duymaları noktasına taşınmışlardır. Artık yenilenme gereklidir. Elbette bu durum bir sonuçtur. Bunu açmaya çalışalım.

Sendikaların yaşadığı kapsamlı bir krizden söz edebiliriz. Bu kesinlikle sistem evrimiyle, işçi sınıfının etkilenme yönleriyle de yakından ilişkilidir. Örneğin işçi sınıfının bir dönem toplumsal iktidarları elinde tuttuğu, Halk Demokrasileri ve Sosyalist ülkelerde yaşanan bürokratik iktidar ilişkilerinin yarattığı yabancılaşma ve uluslararası dayanışmalardaki zafiyetlerin etkilerini anımsayabiliriz. Ancak sınıfın özgün yapısındaki gelişmelerle birlikte, güncel sürecimizde baskın faktörün kapitalist sistemden kaynaklandığını ve etkili olduğu noktasını gözden kaçırmamalıyız diye düşünüyoruz.

Emperyalist kapitalist sistemdeki değişimlerin yaşandığı 1970 sonrası yeni süreç bu anlamda “4.bunalım dönemi” başlığı altında incelenmektedir. Ülkemizde 12 Eylül faşist cuntası döneminde zorla dayatılan “24 Ocak kararları” bu dönemin programıdır.

12 Eylül dönemini kısaca anımsatalım.

12 Eylül’ün hemen ardından, ordu desteğini de alarak kurulan Turgut Özal hükümeti, neoliberal politikaların uygulayıcısı olarak devrededir. Neoliberal politikaların başlangıç adımı olan ‘24 Ocak Kararları’nı rahatça hayata geçirebilmek için siyasal partilere ve halk örgütlerine yönelik ağır baskı, gözaltı ve sindirme politikaları devreye sokuldu. İşçi sınıfı örgütleri sendikalar tümden kapatıldı ya da faaliyetleri askıya alındı. Sendikal faaliyetlerin ve toplu sözleşmelerin askıya alındığı, yüz bine yakın işçinin grevinin sona erdirildiği bu dönemde, TÖB-DER ve DİSK kapatılırken yöneticileri de hapse atıldı ve idamla yargılandı. DİSK 1991’e kadar faaliyet gösteremezken diğer sendikaların ise 1984’e kadar toplu sözleşme yapmaları engellendi. Faşist baskılar ortamında sendikal çalışmalarını yürütemediler. Sendikalar 1988 yılına kadar genel olarak etkisiz kalırken, çıkarılan yeni yasalarla toplu iş sözleşmeleri, Yüksek Hakem Kurulu (YHK) adlı tahkim kuruluna devredildi. Darbe hükümetinin kurumu olarak sermayedarlar lehine adımlar atan YHK, dört yıl boyunca, işçilerin 12 Eylül öncesinde elde ettikleri hakları toplu iş sözleşmelerinden çıkardı.12 Eylül dönemi, toplumsal yaşama, halk örgütlerine, devrimci demokrat çevrelere ama en çok da işçi sınıfı mücadelesine karşı sürdürülecek sert saldırıların başlangıcıdır.

Neoliberalizm dalgası, sendikaları ve işçi örgütlenmelerini objektif olarak zayıflatmış, geriletmiştir. Sermaye güçlerinin ve devletin izlediği baskı ve hak gaspı politikaları, işyerlerinde patronların yoğun baskı ve engelleme tavırları, işsizlik tehdidi çok etkilidir. Baskı ve yılgınlığın psikolojik etkileri çok önemli boyutlardadır ve işçi sınıfı yoğun baskı cenderesinde sınıfsal çıkarlarına yabancılaştırılma noktalarına taşınma örneklerini de göstermeye başlamıştır. Sendikanın olmadığı ve işçi örgütlenmesinin cılız yaşandığı bir işyerinde “sendika getirelim, toplu sözleşme yaparak çalışalım” önerisini yapmak, artık çok anlamlı değildir. İşçiler, sonuçta sindirildikleri ve içine düştükleri güvensizlik ortamında bu öneriye yakınlık göstermiyor, kendi hak ve çıkarları için bir araya gelmekten sendika çatısı altında örgütlenmekten uzak durmaktadır.

İşçinin içine düşürüldüğü bu kültürel-psikolojik boyut çok tehlikeli bir hal almıştır.

Sendikalarda yaygın olarak gözlemlenen temel hatalardan biri de sendika yönetiminin işçi kitle tabanıyla bürokratik ilişkiler kurma tarzıdır. İşçi iradesinin sendikal yönetime taşınmadığı, işçilerin söz ve karar alma hak ve yetkilerinin engellendiği, işçi kitlesinin sendikal faaliyetlere ilgisiz kaldığı/bırakıldığı tablodan söz ediyoruz.

Bürokratik sarı sendikaların, ücret sendikacılığı ve denetime altındaki güdümlü yandaş sendikacılığın baskın-egemen olduğu süreçteyiz. Bunların etkili olduğu koşullarda işçilerin, birbirlerine ve sendikal çalışmaya, örgütlenme ve mücadele konularına karşı duyarsız olduğu, ciddi boyutlarda “güvensizlik” yaşadığını gözlemliyoruz.

Bu durum aynı zamanda işçi sınıfının ‘ideolojik-politik öncülük’ konusunda zayıflığına da işaret eder. Elbette öz-eleştirel bir yaklaşımla; emekten yana olan politik yapıları bu olumsuz tablonun dışında tutamayız. Bu sorunun özellikle tartışılması ve sorgulanması gerektiğini vurgularken, sorumlulukların farklı içerik ve boyutlarda olduğunu da belirtelim. Bu tür yapıların dar-grupçu çalışmaların, işçi sınıfının örgütlenme potansiyelinin önünü açamayan hatalı anlayış ve politikaların sorgulanarak terk edilmesi ve zenginleştirilmiş yeni yolların bulunması gerekliliğine burada özellikle işaret edelim.

Ancak işçi sınıfının ve emek cephesinin bu sorunlu iç durumunun ötesinde, toplumsal nesnelliği de ifade etmeliyiz. Toplumsal tabloda belirleyici ve egemen olan; patronlar, patronlarla birlikte davranan devlet ve hükümetler, işbirlikçi sendikalar, yargı, kolluk kuvvetleri vb. etkili olan bu sermaye güçlerinin baskıları ve zorudur. Çalışma yaşamında kazanılmış hakların dahi geriletildiği, hukuksuzlukların hakim kılındığı ortamlar yaygınlaşmıştır. Örneğin iki yüz yıllık mücadele tarihinin yarattığı işçinin örgütlenme-sendikal hak ve özgürlüğü hakkının gerçekleşmemesi için her türlü oyuna ve zora başvurulduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.

Kapitalist toplumsal yapıda değişimler yaşanmaktadır ve bunlara kayıtsız kalmak mümkün değildir. Olayın belirleyici kaynağı burasıdır. Çünkü yaşanan bu değişimler, emekçileri ve ezilenleri olumsuz etkiliyor ve insanca koşullarda çalışma-yaşama zeminlerinden giderek uzaklaştırıyor.

Özetle şunu söylüyoruz. İşçi sınıfının yaşadığı sınıf içi güvensizlik, örgütlenme dağınıklığı ve zayıflığı, işsizlik baskısı, toplumsal sindirilme ve korku gibi çok etkileyici psikolojik-kültürel boyutlar; bütünlüklü yaklaşımlarla değerlendirilmelidir. Sendikal alan ve işçi sınıfının ekonomik-demokratik örgütlenme ve mücadele sorunları söz konusu olduğundan, eleştirel ve öz-eleştirel yaklaşımlara ihtiyacımız var. Bu durum bizleri, öncü işçileri ve işçi sınıfı kitlesinin yeni tarzları yakalamasının da önünü açacaktır.

1-) Sendikaların geldiği noktalar; birkaç örnek

Yukarıda sendikalarda yaşanan birçok sorunu işaret ettik. Mevcut bürokratik halleriyle artık devam edilemeyeceği, işçi sınıfının içine sürüklendiği durumlar karşısında bilinçli politika ve uygulamalarla etkisizleştirildiği konusuna dikkat çektik.

Güncel süreçte sendikaların içinde bulunduğu çıkmazlar ve kesinlikle değiştirilmesi gereken özellikleri nelerdir? Sendikalar, sermaye ve onun güdümündeki devlet-hükümet karşısında işçi sınıfı çıkarlarını koruyabiliyor mu? Hatalı anlayış ve tarzların yerlerine ne önerilebilir?

Gerçekten çürüme ve yozlaşmanın arttığı, birçok bakımdan da kangren olmuş sorunlarla karşı karşıyayız. Kısmen de olsa bunlara değinmeliyiz.

Sendikalarda göstermelik şişirilmiş ‘olumlu’ tabloların çizildiğini belirtmeliyiz. Demokratik işleyiş ve tüzük hukuku uygulandığına dair söylemin içi boştur ve aldatıcıdır. Demokratik katılımcı yöntemin işletilmediği, demokratik denetim hakkının kullanılamadığı, söz ve karar alma yetkisinin olmadığı ve toplamda bağımsız işçi iradesinin engellendiği konusu nettir. İşçilerin örgütlü bir biçimde sendikal işleyişe ve işyeri yönetimine dahil edilmesinin engellendiği ve yaygın biçimde rastladığımız bu durumun da patronların yararına olduğu ortadadır. İşçiler cephesinde sendikaya sahip çıkma ve çalışmalarına katılma noktasında, çok ciddi boyutlarda yabancılaşma ve güvensizlik örülmüştür. İşçi sınıfından kopuk sanal sarı sendika dünyası yaratılmış ve etkilidir.

Bu genel tanımlamanın dışında kalabilen demokratik işçi örgütlenmeleri ve mücadeleci sendikal yapılar ve işleyişlerinden kısmen de olsa söz edebiliriz. Oralarda dahi bürokratik hastalıkların eleştiri konusu edildiği de yabancısı olmadığımız bir konudur.

Ancak çalışma yaşamında ve sendikal yapılarda, işçi sınıfı kitleleri üzerinde etkili olan yukarıda ifade ettiğimiz olumsuz nitelikteki tablodur.

Mevcut sendikal örgütlenme modellerinin yetersiz kaldığı ve işçi tabanında örgütlenme sorunu yaşandığı bir realitedir. Resmi kayıtlara göre çalışan işçi sayısı 2022 yılı ocak ayı itibariyle 15 milyon 294 bin 362 dir. Bunun 2 milyon 189 bin 645 sendikalıdır. Yani %14,3 gibi bir oranla sendikalıdır, ki o da kendi içinde problemlidir ve sorgulanması gereklidir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yayımlanan sendika istatistikleri Resmi Gazete 27 Ocak 2022 İşçi sendikaları istatistiklerine göre sendikalı işçilerin konfederasyonlara dağılımı ise şu şekildedir:

TÜRK-İŞ: 1 milyon 213 bin 439

HAK-İŞ: 727 bin 187

DİSK: 212 bin 593

TÜM-İŞ: 997

ÜLKEM-İŞ: 4 bin 337

ANADOLU-İŞ: bin 17

YENİDEN MİSK: 220

BAĞIMSIZ: 29 bin 855

‘Memur’ dediğimiz kamu kesimi işçilerinde, sendikalaşma oranı yüksek olmasına rağmen güdümlü sarı sendikaların etkinliği ağır basmaktadır. Orada da “Memur üye” sayısı 2021 2 milyon 658 bin 555 memurdan 1 milyon 718 bin 984’ü sendika üyesidir. “Memur” ve işçi sendikalarını birlikte değerlendirdiğimizde, örneğin “demokrat ve mücadeleci” sendikalarda örgütlenmiş işçi sayısı 500 bin civarındadır. Kitlesel örgütlenme açısından ciddi sorunlar yaşandığının altını çizelim. Sermaye güçlerinin çıkarlarına uygun biçimde, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, MEMUR-SEN gibi tescilli patron ve devlet sendikaları işçi sınıfı kitlelerini kontrol etmekte ve belirttiğimiz hastalıkları da taşımaktadır. DİSK ve KESK gibi daha demokratik sınıfsal özellikleri bulunan yapılar, yaşadıkları üye kaybı ve etki alanlarının daraltılarak giderek sınıftan ve mücadele hattından uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Buralara egemen olan örgütlenme ve mücadele anlayışları dahil, birçok toplumsal konu karşısındaki anlayışların kesinlikle değişmesi kaçınılmazdır. Emek-sermaye çelişkisi temelinde, toplumsal iktidar ve değişiklik talep etme noktasından uzaklaşan, toplumsal alt-kimliklerle kendi alanını daraltma noktasına gerileyen bir KESK örneği ile karşı karşıyayız. İddialarının aksine sınıfsal zeminden isteyerek-bilerek uzaklaşma ısrarı içindedirler. “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” anlayışının bu anlamda tartışma ve değerlendirilmesi yapılmaktadır. Biz de başka bir yazımızda bu anlayışın tartışmasını yapacağız.

Burada üzerinde biraz daha durmak istediğimiz, demokratik katılım ve işleyiş açısından sendikalarda yaşanan yozlaşma konusudur. Sendikalarda demokratik katılım-işleyiş olgusu, önemli sorunlardan biridir. Sendika yapısı ve işleyiş anlamında, içi ilişkilerde demokratik katılımı teşvik edilmediği, doğrudan demokrasi olayına çok uzak kaldığı, eleştiriye kapalılık sorunun yaşandığı, işyerlerinde yaratılan bürokratik mekanizmaların sendikal örgütlenmeyi ilerletmediği, sendikal yönetim kastlarının yaratıldığı ve bu tarzın uzun yıllar sendikalara yapıştığı vb. yönleri gözlemlenmektedir.

Sendika üyeleri ve öncü işçiler grubunda dile getirilen önemli bir eleştiri şudur; sendikalarda işçilerin söz hakkına saygı olmadığı, sendika yönetimi ve bürokrasisinin her şeyi belirlediği, eleştiri yapan işçilerin bu bürokrasi tarafından aforoz edildiği tespit ve uyarısıdır. İşçilerin artık söz hakkını kullanmak istediği, bu olumsuz tutuculuğun son bulması yönünde talebi vardır. Eleştiriler karşısında, inatla demokratik işleyiş olduğu savunusu yapılması, işçileri sendikadan soğutmakta, güvensizlik duygusu yaratmaktadır.

Ekonomik açıdan geçim sorunlarının ağır bastığı koşullarda, hayat pahalılığı ve enflasyon karşısında işçinin korunamadığı, bürokratik tepkilerle patronların ve hükümetin gölgesinde kalındığı, grev veya fiili grev silahının kullanılamadığı, sosyal hakların geliştirilemediği, mevcut örgütlenme ve etkinlik yöntemlerinin sendikal örgütlenme düzeyinin zayıf kaldığı ve örgütsüz işçi sınıfı kitlelerini kucaklayamadığı, sınıf dayanışmalarının bürokratik düzeylerde tutulduğu… Bu ve daha da sıralanabilecek benzeri örnekler, sendikaların bir sapmaya uğradığı, asli görevlerini yerine getirmediğinin göstergeleridir.

Gerici sarı sendikalar ve işçiler üzerindeki etkileri konusunda birkaç önemli örnek verelim. İşçilere askeri disiplini çağrıştıran işleyişlerle ‘asker’ muamelesi yapılarak, sendikal demokrasiyle ilgisi olmayan çarpık yöntemlerle sendika ağaları yönetiminin nasıl korunduğu ve yüceltildiğinin ilginç öyküleri Türk Metal-İş sendikasında bulunabilir. Diğer sendikalarda da benzeri bürokratik hantallık ve egemenlik öyküleriyle sıklıkla karşılaşıyoruz. Yakın dönemde işyerlerinde ve sendikal çalışmalarda tarikat-cemaat etkilerinin boy gösterdiği biliniyor. Sendika karşıtlığı konusu başta olmak üzere, patronların her türlü baskı ve sömürüsü dini referanslarla yumuşatılmaktadır. Patronların işyeri ve sermayesinin tanrının emanetine sahip çıktıkları, işçilerin de “kul” oldukları ve o nedenle “günah kaynağı” gösterilen sendikalardan uzak durmaları gerektiği biçimindeki palavraları, maalesef yutturulabilen bir malzemedir. Özellikle milliyetçi ve dini söylemlerle, “PKK bölücüleri ve komünistler” suçlamalarıyla, sendikal çalışmalar engellenmekte ve sendikalar karalanmaktadır. Bu durum dahi, işçi sınıfın içerisinde bilimsel eğitim çalışmaları ve sınıfsal içeriklerde bilinçlendirmenin ne denli önemli yer tuttuğunun göstergesidir.

Kronikleşmiş uzun yıllara dayalı sendika başkanlığı/ağalığı sistemlerinin kesinlikle yıkılması ve yerine kolektif, doğrudan demokrasi işleyişine dayanan demokratik katılımcı yönetim tarzlarının getirilmesi sorunu yaşamsal önemdedir. DİSK ve Türk-İş içerisinde, nispeten “demokratik ve mücadeleci” diye ifade edebileceğimiz bazı sendikalarda egemen olan hantal-bürokratik yapılanma ve işleyişlerin, özel bir başlık altında incelenmesi doğru bir çaba olacaktır.

Bunlarla mücadele edilirken, her biri eğitim konusu olarak da ele alınmalıdır.

Sendikaların etkisizleştirilerek kontrol altına alınması gerçekliği yanı sıra, yaşam zorlukları, açlık, yoksulluk, geçinememe, umutsuzluk, psikolojik baskılar ve yıpranma, insanlıktan giderek uzaklaşan çalışma koşullarının kölelik düzeyinde ağırlaşması; alternatif örgütlenme modellerini, alternatif mücadele tarzlarını gündeme almayı getirmiştir.

Yaratılacak olan bağımsız işçi örgütlenmeleri ve sendikalar; ekonomik-demokratik mücadele ve örgütlenme alanındaki yozlaşmalara da önemli darbeler vuracaktır. Bilinçlenme ve sınıf kültürü alanında da önemli katkıları açığa çıkaracaktır.

2-) Çalışma koşullarındaki değişimler ve işçi sınıfı üzerindeki etkileri

Ağır çalışma koşullarına rağmen sendikalara yönelim güçlü değildir. Sendikalara duyulan güvensizlik ileri düzeylerdedir. Sarı sendikaların patronlar ve hükümetlerle sürdürdüğü iş birliğinin yarattığı hava; başarısız sendikal mücadele birikimlerinin yarattığı yılgınlık ve uzak durmalar; kitlesel işçi örgütlenmesinin daralma gösterdiği bir süreçteyiz.

Sendikalaşmayı kısmen de olsa geri atan uluslararası kapitalist üretim ve pazar ilişkileri evriminden de bahsetmeliyiz. Sektörel gelişmeler ve kitlesel üretim tarzlarındaki daralmaların, örneğin uzaktan çalışma yönteminin ve enformel işlerin sendikalaşmaya olumsuz etkileri olmuştur. Sanayi ve tarım sektörlerinde daralma yaşanırken, hizmet sektöründe genişlemeden söz edilmektedir. Evden-uzaktan çalışma denilen yeni olgunun, işçilerin örgütlenme ve hak mücadelesinde yeni sorunlara yol açtığını görmemiz gerekiyor. Hem bu nedenle ve hem de küçülen işyeri nesnel durumları; klasik kitlesel örgütlenme tarzının da değişmesini sağlamıştır. Özel sektörlerde bu nesnelliği tespit edebiliyoruz. Örneğin bilişim- iletişim sektörü ağırlıklı plazalarda, eğitim veya sağlık özel sektör kurumlarında çalışan emekçilerin, nedeni ne olursa olsun, öncelikle örgütlenememe ve hak mücadelesine uzak durma eğilimi gibi nesnel durumun da bilincinde olmalıyız.

Sendikalaşma etkinliklerinde öncü işçi kesiminin işsiz bırakılmayla tehdit edilip baskılandığını biliyoruz. Bu olgu sendikalaşmayı geri çeken çok önemli bir faktördür.

Burada farklı bir konuya da kısaca değinmek isteriz. Göçmen işçiler konusu, uluslararası emek/işçi transferi konusunun ötesindedir. Milyonlarca göçmen işçi ağır sömürü ve insanlık dışı koşulların kıskacındadır. Göçmen işçi-sığınmacı işçi başlığı altında “göçmen işçi” sorununu da ele almak durumundayız. Savaş veya doğal felaketler nedeniyle koşulların yerlerinden ettiği, güvenli çalışma ve insanca koşullarda yaşama arzusuyla ülkelerinden ayrılan işçilerin demokratik hak ve özgürlüklerden yoksun bırakıldıkları, yoksulluk ve ağır sömürü koşulları içinde ve ırkçı-şovenist saldırılar, cinsiyetçi eşitsizlikler ve baskılar altında bulunduğu gibi konular emek kamuoyunda tespit edilmiştir. Sermayenin bu durumdan da kar elde etme ve anti-demokratik koşullara oynaması temelinde yararlanacağı politikalar ve yönelimler düzenlenirken, göçmen işçilerin ücret ve yaşama koşulları düzeyleri çok düşük tutulması gibi “fırsatçılıkları” açığa çıkarıyor. Göçmen işçilerle dayanışma ve birlikte mücadele etme ihtiyacının altını çizelim.

Özel sektör eğitim kurumlarındaki emekçilerin örgütlenme sorunu, neden sendikalaşamadıkları konusu tartışılmalıdır. Eğitim-Sen gibi demokratik ve mücadeleci bir anlayışın var olduğuna inandığımız bir sendikanın, bu sahada dışarıda ve geri kalması anlaşılır değildir. Kamu eğitim kurumlarında güç kaybı yaşamasının yanı sıra özel sektör eğitim kurumlarında çalışma yürütememesini tartışmalıyız. Örneğin eğitim sektöründe 13 binden fazla eğitim kurumu ve buralarda istihdam edilen 200 bini aşkın emekçi vardır. Özel okullarda çalışan eğitimcilerin ve diğer emekçilerin çalışma koşulları “kölelik koşulları” olarak nitelendiriliyor. Elbette sendikalaşmada ciddi baskı ve engellemeler vardır, ancak sendikaların buralarda çalışmaları da yok gibidir. Bu alanda mevcut sendikaların sorgulanması, ağır çalışma koşullarına rağmen eğitim emekçilerinin neden sendikal örgütlenmeye ve sendikal mücadeleye uzak kaldığı araştırılmalıdır. Eğitim-Sen veya Eğitim-İş gibi bu alana uzak duran sendikalara yönelik eleştiriler anlaşılır bir konudur. Eğitim işçilerinin özellikle işsizlik baskısı ve yaratılan psikolojik-kültürel korku iklimi etkisi altında olduğu da hesaba katılmalıdır. Her özel sektör eğitim kurumu biriminde kölece çalıştırılan, birçok ekonomik-demokratik haktan yoksun bırakılan emekçiler açısından, artık alternatif bağımsız örgütlenme ve mücadele tarzlarının yaratılmasından geri durulmamalıdır. Emek kamuoyu süreçte ortaya çıkan bu tür demokratik yönelişlere ve çalışmalara özellikle destek vermeli ve dayanışma içinde olunmalıdır.

Neoliberal uygulamaların belirgin bir örneği de özelleştirme politikalarıdır. Özelleştirmeler sonunda işletmeler özel sektörün eline geçmesinden hemen sonra sendikasızlaştırma baskıları etkili olmuştur. Bu nedenle önemli sayılarda üye kayıpları yaşayan birçok sendika olmuştur.

Bir örnek daha verebiliriz. Yasal engeller nedeniyle örgütlenemeyen sendika çatısı altında buluşamayan örneğin “kuryeler/esnaf kurye” şeklinde tanımlanan işçiler, hizmet sektöründe yaygınlaşma eğilimindedir. Binlerce emekçi nasıl örgütleneceğini, ne yapacağını bilemez haldedir. Bu alan boşluk kabul etmez. Sendikaların ve emek yanlısı yapıların bu duruma müdahale etmesi gecikmiştir. Bürokratik bir sendikalaşma önerme yerine bağımsız işçi örgütlenmesi temelinde İşçi komitelerini üretmek tek çıkış yoludur.

Sonuçta sistemde yaratılan boşluklar, bürokratik hukuki engeller aşılabilir, fiili örgütlenme ve fiili sendikal çalışmalarla işçi birlikleri ve dayanışma mücadelesi yaratılabilir.

3-) İşyeri İşçi Komiteleri

Tüm bunlardan sonra işçi sınıfını satmayacak, bürokratik sendika yönetimleri kıskacından kurtaracak, gerçekten çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için mücadele edecek, patronlar ve hükümetler karşısında işçi birliğini ve işçi çıkarlarını savunacak işçi birlikleri ve işçi örgütlerine ihtiyacımız vardır. Bu nedenle de “alternatif, bağımsız ve mücadeleci sendikal örgütlenme modeli nasıl yaratılabilir?” sorusu önümüze gelmiştir. İşte ihtiyacımız olan ve bu soruya da yanıt verecek olan işçi örgütlenmesi ve mücadele tarzını öneriyor ve tartışıyoruz.

Önerimiz “işyeri işçi komitesi” adıyla ifade edilen örgütlenme tarzı ve demokratik katılım yönteminin kabul edilerek, kitlesel işçi örgütlenmesinde temel alınmasıdır.

Ayrımsız tüm sektörlerde, işyeri temelinde üretilen “İşyeri İşçi Komiteleri” modeli; işçi havzalarını, ilçe ve illeri kapsayacak biçimde geliştirilebilir. İşçi iradesinin, işçi birlik ve dayanışmasının üretildiği işçi komiteleri gibi öz-örgütlenme modeli üzerinden, sendikaların da yenilenerek güçlendirilmesini getireceğinden geciktirilmeksizin gündeme alınmalıdır. Sadece sendikalı değil, sendikasız süreçlerde de işçi birliğinin bu tarzla yaratılarak fiili hak mücadelesinin verilebileceğini düşünüyoruz.

Sendikal örgütlenme konusunda, “sürekli örgütlenme” anlayışıyla kitle örgütlenmesi ve öncü işçi örgütlenmesi başlıkları öne çıkarılmalıdır. Örgütlenme kültüründe akademik eğitim, kitlesel ilişkiler için değişik ve yaratıcı biçimlerde yeni yöntemlerin kullanılması, sorunlardan hareketle her işçiye ‘dokunmak’ gibi olgular önemsenmelidir. Kültür-sanat ve spor etkinlikleri, dijital-teknolojik araç ve iletişim yöntemleri kullanımı, işçiler arasında maddi dayanışma kampanyaları, işten atılanlarla dayanışma, işçi direnişleriyle aktif dayanışma… gibi ilişkilenme ve paylaşımlar, örgütlenme kültürünün olmazsa olmazlarındandır. Yani sadece işyeri örgütlenmesi konusuyla sınırlı değil, işyerlerini de kapsayan, yaşamlarımızı etkileyen geliştiren ve güçlendiren ideolojik-kültürel ve politik yönleri bulunan organizasyondan, yapılanmadan söz ediyoruz.

İşbirlikçi sarı sendikaların çok etkili olduğu ve bağımsız demokratik sendikal çalışmaların fiilen engellendiği güncel süreçte, işçi sınıfı ve öncü işçilerin, “işyeri işçi komiteleri” temelindeki yönelimi çok değerli ve önemlidir. İşçi komiteleri temelinde işçi örgütlenmesi iki yönüyle önemlidir. Birincisi bağımsız ve alternatif işçi örgütlenmesi oluşturmak; ikincisi de kendi içerisinde doğrudan demokrasi ve demokratik katılımcı işleyişle işçi iradesinin açığa çıkarılması olgularıyla güçlü bir yapılanma biçimidir. Bu tarzla birlikte işyerlerinde yönetime ve çalışma yaşamına katılması ve aynı zamanda da toplumsal yaşamda etkili olması… İşte işçi komiteleri üzerinden, bu temelde işçi ve emekçi kitlelerinin örgütlenmesi ve kendi çıkarları doğrultusunda mücadelesi yükseltilebilir. Güçlü sendikal yapılanma bu örgütlenme üzerinde inşa edilebilir ve işçiler Toplu İş Sözleşme hukukuna ulaşarak birçok haklarını elde etmiş olarak çalışabilirler.

Baskıları ve örgütlenme sorunlarını yoğun yaşayan, bürokratik sendikalar cenderesinde tutulan işçilerde oluşan düşünce ve eğilimler şöyle özetlenebilir. İşçiler korku ve baskı altında kalmadan; çalışma koşulları ve sendikal işleyişe ilişkin konuşmak, düşünce ve önerilerini açıklamak, yanlış gördükleri işleyişleri ve tarzları değiştirmek istiyorlar. Sendikal faaliyetleri ve işyeri yaşamını sessizce izlemek istemiyorlar artık… Barışçıl ve insani koşullarda haklarını alarak çalışmaktan yanalar. Bu temelde çalışabilen bağımsız-özgür işçi birliklerinde; ekonomik-demokratik, sosyal, kültürel ve psikolojik yönlerden işçi çıkarları için dayanışma ve mücadele içinde olmayı arzu ediyorlar. Sendikalı işyerlerinde sadece aidat ödeyen ama sendikal çalışmalardan habersiz bırakılmış işçiler olmak istemiyorlar. Patron başkanların ve ekiplerinin sahip oldukları bürokratik güçleri ve etkilerini ortadan kaldırmak istiyorlar.

Artık sendikada ve elbette işyerlerinde; işçilerin nesne değil, özne olma zamanıdır. İşveren ve sendikal bürokrasi, tam da bunun önünde engeldir; işçiler bunun değişmesini istiyor. Yani çok doğal bir konudan, sendikaların öncü işçilerin ve işçi kitlesinin öz-yapıları olmasından; demokratik bir hakkın kullanımından, işyerinde, sendikada ve toplumda yönetime katılma olayından söz ediyoruz.

Patron ve sarı sendika denetimi dışında kalabilen, İşyeri İşçi Komiteleri” ve “İşyeri İşçi Meclisi” temelinde, ana fikir olarak “İşçi Komiteleri Birliği” türü örgütlenme tarzını; doğru bir yönelim olarak kabul ediyor, verili toplumsal koşullarda bunun kaçınılmaz olduğuna inanıyoruz.

Patron, devlet ve sarı sendika bürokrasisinin bilgisi ve denetimi dışında kalan işçi komiteleri çok önemli bir işlevi de yüklenecektir. Bu sayede işyerlerinde ve işkolunda muhataplar karşısında işçiler; sözünü söyleme, hak ve hukukları koruyup yeni hakları talep etme gücü, yani üretimden gelen öz-gücü harekete geçirme aracına sahip olabilecektir. Bu değerli bir aşamadır. Üretmenin ötesinde yönetme ve bu yönetme olgusunun ideolojik-kültürel boyutlarını da hissetme ve yaşama aşamasından söz ediyoruz.

İşyerlerinde işçi sağlığı, güvenceli çalışmak, kadın işçi sorunları, sosyal-kültürel haklar, ücret talepleri, mobbing türü baskılar vb konularında; işçileri bir araya getirecek birçok sayıda işçi komiteleri oluşturulabilir. Yeni haklar talep edilebilir ve kazanımlar korunabilir. İşyerinde ve sendika işleyişinde yönetime katılarak, bağımsız özgür işçi iradesi etkili kılınabilir. İşyerinde sendika yoksa, özgün disiplini içerisinde sendika çalışmaları işçi komiteleri üzerinden düzenlenebilir… Böylelikle güncel süreçte işyerlerinde sendikal yapıya ulaşma öncesinde, çalışma koşullarına, sömürü ve baskılara karşı bu örgütlenme aracıyla karşı durulabilir. İşçilerin sınıfsal çıkarları temelinde örgütlenme yetenekleri ve mücadele kararlılıkları açığa çıkarılabilir. Sendikal örgütlenmeye ulaşıldığında ise bu temel yapılanmayla işçiler, sendika yönetimine ve işleyişlerine doğrudan katılarak güçlü ve işçi karşıtı denetimlerden bağımsız kalan bir sendika yaratabilirler.

Mevcut demokrat ve mücadeleci sendikalar, kendi içerisinde işçi komiteleri ekseninde örgütlenme tarzını geliştirirse; kitle örgütlenmesi daha çok işçiyi kucaklayan ve katılımcılığa yaslanan, içi kof olmayan bir güce ulaşmış olacaktır. Örgütlenme konusunda kayıplar ve gerilemeler değil, aksine artan katılımlar ve örgütlenme sürekliliği de sağlanmış olacaktır. Şu uyarıcı tespiti anımsatmalıyız; mevcut sendikal örgütlenme ağı tarzının hantallık ve bürokrasi yarattığı anlaşılır bir durumdur ve artık buradan çıkılmalıdır.

İşçiler arasında güvensizliğin etkili olduğu, inanç ve etnik köken gibi alt kimlikler temelinde bölünmüşlüğün ve örgütsüzlüğün hakim olduğu işyerlerinde; emek sorunları ve çıkarları ekseninde işyeri işçi komiteleri tarzını üretmek ve bu iradeyle çalışma yaşamında yer almak; işçilerin ve emek dostları kurumların destek vereceği bir nesnelliktir.

Pandemi koşullarının insanlık ve özellikle işçi sınıfı açısından sağlık sorunu yarattığı, kapitalist ülkelerin ve şirketlerin, sermayenin devletin halk sağlığı sorumluluklarını yerine getirmediğini gözlemliyoruz. Her gün binlerce işçi ve çalışamayan emekçi hastalanmakta ve birçoğu da yaşamını yitirmektedir. Kapitalizm sorunu çözememiştir. Pandemi fırsatçılığı ile sermaye kazançlarına yeni kazançlar katılmakta, işçi sınıfının demokratik haklarından yoksun biçimde çalıştırtılmasında ısrar devam etmektedir. COVİD19 salgını koşullarında sermayenin, işçi sınıfını halk sağlığı kapsamında çok da düşünmediği, üretim ve dolaşımın ne pahasına oluşa olsun sürdürülmesi ve salgın fırsatı olarak sömürüyü yoğunlaştırdığı gerçeğini yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Birçok kazanılmış hakkı ifade eden yasaların nasıl çiğnendiği ve salgının fırsata dönüştürülerek sermayenin teşvikler ve hukuksuzluklara göz yumularak açıkça korunduğu süreçteyiz.

Bir örnekle işçi komitesi olayını somutlayalım. Pandemi sürecinde işyerlerinde “işçi salgın komiteleri” kurulmalıdır. CORONA salgını koşullarında sendikaların zayıflığı ve işçilerin birçok hak ve mevzi kaybetmeleri nedeniyle, bu tarzla, yani “işçi komiteleri” tarzını geliştirerek hem hak kayıpları engellenebilecek ve hem de Corona salgınına karşı işyerlerinde ve toplumsal yaşamda etkili müdahale gücüne ulaşılabilir.

Yazımızın ana teması olarak, kapitalist sistemde yaşanan değişimlerden birinin de sendikaların tasfiye edilerek etkisizleştirilmesi konusu olduğuna dikkat çekiyoruz. Kapitalizm yakın dönemde ısrarla işçi sınıfına ve tüm emekçi kesimlere insanca olmayan bir yaşam tarzı, yokluk ve yoksulluklar, kronik işsizlik, açlık ve kölelik koşulları dayatıyor. Sendikaların söndürülmesi ise bu saldırı dalgasının önemli aşamasıdır. İşte bu küresel saldırı karşısında, işçi sınıfının ve emek dostu yapıların alternatif bir örgütlenme ve mücadele tarzını üretmeleri de kaçınılmaz olduğunu düşünüyoruz. Örneğin sendikal haklara saldırı, ücretsiz izin ve düşük ücretle çalışmaya zorlama, işsizliğin bilinçli olarak tercih edilip artırılması gibi insanlık dışı uygulamalar; tüm bunlardan hareketle denilebilir ki, işçilerin doğru sınıf anlayışıyla doğru örgütlenme modelini ve sendikal örgütlenmeyi yaratarak mücadeleyi yükseltmeden, bu alanlarda olumlu noktalara ulaşması neredeyse imkansızdır.

Bu anlamda kilit bir noktada duran ve bağımsız sınıf örgütlenmesini yaratacak olan işçi komitelerini, öz-örgütlenme modelini önermekteyiz. Çağrımız işçi sınıfının öncü işçilerine, emeğin çıkarlarından yana olan emek dostlarınadır.

Bu noktada sözü emek dostu yapılara getirerek “İşyeri işçi komitelerinde birlikte çalışmak” önerimizi yapmak istiyoruz. İşçi sınıfı mücadelesini temel alan hareketlerin, emek dostu yapıların, birey ve çevrelerin; işçi komiteleri birliği örgütlenmesi ve bunun üzerinde mücadelenin yükseltilmesi konusunda ortaklaşabileceğini düşünüyoruz. Devrimci, demokrat ve sosyalist yapıların, işyerleri ve işçi havzalarında işçi komiteleri konusunda yan yana gelerek, kolektif çalışmalar yürütme yeteneklerini devreye sokması gerektiğine inanıyoruz. Bu yapıların geniş katılımlı “emek koalisyonu” çatısı altında güç birliği-dayanışma ve birlikte hareket etme temelinde; işçi komitelerini destekleme, hatta birlikte örgütleme ve büyütme hattında buluşmalarının olanaklı olduğunu düşünüyoruz. Belki ‘genel olarak’ egemen olan “dar grupçu” yaklaşım kültürünün bu tür ortaklıklarda eritilerek, sınıf çıkarları ortak paydası ekseninde bir araya gelerek ve yeteneklerini göstererek yeni örgütlenme ve mücadele enerjileri açığa çıkarılabilir. Bu tür yapıların temsili katılımlarla ve sınırlı kalan ortaklıklarla hareket ettiklerinin zayıf örneklerini yaşıyoruz. Birlikte örgütlenme ve mücadele sayfasının ortaklaşa üretilebilme olanağı vardır ve bu yola girme cesareti gösterilmelidir, diye düşünüyoruz.

 

B-) SENDİKALARIMIZDAN VAZGEÇMİYORUZ!

Sendikalar işçi sınıfı örgütleridir ve hiçbir zaman bu kurumlardan vazgeçilmiş değildir. Yaygın biçimde karşımıza çıkan sarı-yandaş sendikalar ve bürokratik yönetimlerin kırıcı varlığı, bu düşünceyi zayıflatmamıştır. Kayıplarımız vardır, ancak karamsarlığa ve yılgınlığa da düşmüş değiliz. Kaybettiğimiz mevzileri geri kazanma düşüncesinden ve mücadelesinden vazgeçmiyoruz. Oralara çöreklenmiş işbirlikçi anlayışları ve yönetimleri uzaklaştırmanın mücadelesini vermemiz gerekiyor. ‘İşçi sınıfı bu tarihsel kurumlarına sahip çıkmalı, patronlara kaptırdıklarını yeniden geri kazanmalıdır’ anlayışını doğru görüyoruz.

Bu anlayışla sendikal çalışma ve sendikal örgütlenme hakkına, yeni ve uyaran bir yerden yaklaşmak gerektiğini düşünüyoruz.

Hem sarı sendikaları geri kazanarak proleterleştirmek, hem zayıf sendikaların desteklenerek güçlendirilmesi ve özellikle de sendika olmayan işyerlerinde işçi örgütlenmesi yapılarak buralara sendika sokulması; dolayısıyla çalışma yaşamının tüm birimlerinde Toplu İş Sözleşmesi hukukuyla çalışma ortamına ulaşılması gerektiğine inanıyoruz.

İşçi sınıfı ve emekçiler açısından sendikalar, önemli ekonomik-demokratik örgütlenme biçimidir. Burjuva anlamıyla bir sivil toplum kurumu (STK) değil, demokratik kitle örgütleridir. Sadece çalışma yaşamında değil, toplumsal yaşamda demokrasi kültürü açısından da etkilidir. Bu anlamda sendikaların demokratik-toplumsal etkileşim ve yönlendirme işlevlerine sahip olduğunu da biliyoruz. Örneğin hükümetler üzerinde yaptırımcı etkileri dolayısıyla toplumsal yönetim açısından da rolleri büyüktür. İşçi sınıfının kimi grev ve kitlesel eylemleri ile siyasi sonuçlar aldığı olaylar yaşanmıştır. Sendikaların işçi ve emekçilerin insanca yaşam ve çalışma koşullarına ulaşmasında rolleri önemlidir. Beslenme, barınma, eğitim, sağlık, siyaset, kültür-sanat alanlarında yaşanan toplumsal sorunların çözümlerinde sendikaların katkıları ve etkileme güçleri vardır.

Bu nedenle işçi sınıfının birlik ve beraberlik içerisinde kapitalist çalışma koşullarının vahşiliğine ve insanlıktan giderek uzaklaşan yaşam koşullarına karşı duruş sergileme bakımından da rol oynamaya devam ediyor. Sarı sendikalar ağının yayılması ve sınıf sendikalarının etkisizleştirilmesi konusunun önemi, bu olguları düşündüğümüzde daha da anlaşılır olmaktadır.

İşçi sınıfının ekonomik-demokratik örgütlenme ve mücadelesinin zorlu bir süreçten geçtiğini biliyoruz. Sendikalar ve sendikalaşma mücadelesi, sermaye güçlerinin yıkıcı saldırıları altındadır. Sermaye cephesinin bu yoğun saldırısı ve sendikaların zayıflatılarak işçi sınıfını örgütsüz ve sınıfsal birlikten uzak-dağınık halde tutulması politikaları temeldir. Sendikasızlaştırma ve sisteme uyumlu sendikalar yaratma politikası; güncel sürecin yaşanan önemli olaylarından biridir. Bunun için devlet kurumları olanaklarından yaralanarak her türlü baskı unsurunu kullanırlar. Tüm sermaye güçleri, patronlar, hükümetler ve devlet bu konuda iş birliği içindedir.

Sınıf bilinçli işçiler, öncü işçiler ve devrimci, demokrat mücadeleci sendikalar tarafından, dayatılan bu politikalar tümden reddedilmektedir. Sendikal mücadelede özellikle “işverenle uyumlu sendika” tarzı eleştirilerek karşı çıkılırken, sarı sendikaların oynadığı toplumsal-sınıfsal kırıcılık rollerine çok dikkat edilmeye çalışılmaktadır.

Bu gerçekliğin yanı sıra şu olgudan da söz etmeliyiz. Dünyada toplumsal yaşamın her gün yeniden üretilmesi kapsamında, işçi sınıfı ve emekçiler, hala belirleyici üretken bir güçtür. Fakat üretimdeki bu rolüne karşılık olarak toplumsal zenginlikten alınan pay çok düşüktür. Sadece ekonomik boyutu değil, toplumsal yaşama katılma ve iradesini çok yönlü yansıtma konusunda da işçi ve emekçi sınıfı ciddi engellerle karşılaşmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçi halklar, dünya ölçeğinde ve ülkemizde insanlık dışı koşullardadır. Baskılar artarken kazanılmış ekonomik-demokratik hakları da sürekli saldırıya uğramaktadır.

Neoliberal politikalar, toplumsal siyasal örgütlenme biçimleri ve devlet tüm kurumsal yapılarıyla; bu durumu sermaye ve burjuva sınıfı lehine sürdürmeye bakmaktadır. İşçi sınıfı, ekonomik-demokratik kitle örgütleri olan sendikaları aracılığıyla toplumsal yaşama ve çalışma yaşamına etki yapma yetenek ve gücü açısından zayıflatılmıştır. Günümüz yalın gerçekliği sarı işbirlikçi sendikaların varlıkları ve kırıcı etkilerinin arttığıdır. Sarı sendikaların hatalı sendikal duruşları ve çalışma tarzları nedeniyle bir güvensizlik kaynağı oldukları bilinir. Yine bu tür sendikaların yöneticileri, işçilerde soğukluk yaratan üstenci bürokratik yaklaşımları, işçileri aşağılayan ve onları sendikal işleyişten uzak tutan tutumları; sınıf dayanışma ve birliğine de uzak kalmalarını getirmiştir. Bu tür etkileri olan sendikaları ve çalışmalarını yakından tanıyoruz. Bu tür yapıların ve asalak sendikacı karakterlerin teşhir edilerek sınıf içerisinde yaşamaları engellenmelidir.

Zafiyetler içerisinde bulunan sendikal yapılar ve etkiledikleri işçi kitleleri ortaya somut bir veri çıkarmıştır. Örneğin ülkemizde SGK kayıtlı işçi sınıfının ve kamu emekçilerinin yaklaşık yüzde 14 gibi düşük sayılan oranda sendikalıdır. Bu zayıf örgütlenme düzeyi, işçi sınıfı ve emekçilerin yararına değil, aksine sermaye güçlerinin yararınadır.

Bu nedenle kitlesel örgütlü-sendikalı olma gücümüzün arttırılması temel bir sorun halinde önümüzdedir. İşte bu noktada işçi sınıfına, öncü işçilere ve emek dostu yapılara, işçi sınıfı aydınlarına tarihsel görev ve sorumluluklar düşüyor. Kararlı, cesur, dostluk ve dayanışma samimiyetiyle örülen çalışmalara gereksinme vardır.

Dolayısıyla örgütsel, ideolojik, politik, kültürel ve psikolojik açılardan; nasıl bir işçi sınıfı, nasıl bir örgütlenme ve mücadele biçimi, nasıl bir birlik gibi önemli konular gündemimizdir.

Ekonomik-sosyal talepler ve bu temelde demokratik mücadele çerçevesindeki sendika konularının genişlediğinin bilincinde olmalıyız. Kapitalist sistem içi mücadele araçları olan ve kapitalizmi, işçi sınıfı çıkarları doğrultusunda örneğin sosyal devlet ekseninde demokratikleştirerek; yakın geçmişte terk edilen toplumsal sorumluluklar alanına geri dönmesini sağlama kapsamında, sendikalar daha fazla etkili olabilir. Toplumsal sistemin ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi yönleriyle demokratik çerçeveye alınma mücadelesi, işçi sınıfının tarihsel-toplumsal çıkarlarına uygundur. Bu toplumsal sorumlulukları arasındadır. Ancak ufkumuzun geniş tutularak bu mücadeleyi kapitalizm sınırları içinde kalarak değil; kapitalizm dışına taşırarak, sosyalizm yönünde sürdürmek de işçi sınıfının ve genel toplumsal yaşamın yararınadır. Bu noktada da sendikaların siyasal iktidar sorununa ve siyasal iktidarla ilişkilerine, tarihsel sınıf çıkarları ekseninde yaklaşması doğru bir tutumdur.

Dolayısıyla sendikal mücadele, toplumsal sorunlarla bağlantılı olarak özgün bir anlayış ve programdan da esinlenmelidir. İşçi sınıfı sendikalar veya başka türden tamamlayıcı ve öncü örgütleriyle, toplumsal katma değerlerin üretilmesinde yer aldığı gibi toplumsal yönetimde de yerini almalıdır. Örnek olsun, sağlık sisteminin veya eğitim sisteminin temel kamu hizmetleri oluşu nedeniyle ticari değil ücretsiz-parasız olarak sunulması gerektiğini söylüyor ve savunuyoruz. Yani işçi sınıfının yaşamsal çıkarları temelinde politik talepleri vardır ve olacaktır. İradesini ve örgütlü gücünü etkili kılma yönünde kullanmalıdır. Sendikalar tutumlarını bu temelde geliştirmelidir.

Buradan hareketle de diyebiliriz ki, her koşulda kapitalist kar-rant politikaları ve sömürü ilişkilerine dayalı kapitalist sistemin tarihsel olarak da geriletilmesi şarttır. Sendikalar ve örgütlü işçi sınıfının, bu anlamda politik sorumluluğu bulunuyor ve oynayacağı tarihsel-toplumsal rolleri de önemlidir.

Vurgulamak istediğimiz şudur: emekçiler açısından güncel toplumsal yaşamımızda örgütlü olmak ve elbette işyerlerinde sendikalı çalışmak ve sendikal mücadeleyi yükseltmemiz önemlidir. Dolayısıyla işçi sınıfı tarihsel süreçlerde yaratmış olduğu sendika hakkına, sendikal özgürlüğe ve sendikal mücadelesine sahip çıkmalıdır. Sarı sendikacılığa, sendikal bürokrasiye ve hükümetlerin güdümünde kalan pasif-edilgen sendikalara uzak durmalı, onları etkisiz kılmalıdır. Bu tamamıyla işçi örgütü olan sendikalara sahip çıkmakla, tüm iç işleyişlerinde işçilerin etkin olmasıyla, işyerinden başlayan işçi örgütlenmeleriyle denetim kurulmasıyla, kısacası bağımsız sınıf sendikacılığı yapan kendi kurumlarını yarattıklarında mümkün olacaktır.

Sendikalarımızdan vazgeçmiyor, sınıfımızın dünden bugüne ürettiği yapılar olarak onlara değer veriyor ve sahip çıkıyoruz.

 

1- SENDİKA NEDİR?

 

Başta sormamız gereken bu soruya, bazı açıklama ve uyarmalardan sonra gelmiş bulunuyoruz. Sendika, işçilerin çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlarını çözmek, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel hak ve çıkarlarını korumak, kazanılmış haklarını genişletme amacıyla kurulmuş olan örgütlerdir.

Sendika kurma hakkı, çalışma yaşamında temel demokratik bir haktır. Dünya emperyalist-kapitalist sistemi çerçevesinde yürütülen çalışma koşulları ve oluşan uluslararası hukuk kapsamında denilebilir ki, artık sendikalı çalışma yaşamında olağan bir olgudur.  Sermaye güçleri ve işverenlerin sendikalara karşı etkisizleştirme ve hukuksuzluk temelinde tutumları olsa da nesnellik budur.

İşçi sınıfının çalışma yaşamında karşılaştığı bir dizi sorun vardır. Toplumsal sosyal-siyasal sorunlar, baskı ve sömürünün yoğunlaşması, düşük ücretler ve geçim sorunları, beslenme-barınma-sağlık-eğitim hizmetlerini almada karşılaşılan sorunlar nedeniyle insanca yaşama koşullarından yoksunluk, işsizlik ve yoksulluğun yaygınlaşması, “modern kölelik” diye ifade edilen çalışma koşullarındaki olumsuzluklar; işçilerin hemen sendikalı olmalarının temel nedenidir. Tam olarak çözüme kavuşturmada yeterli olmasalar da sendikalar bu sorunların kısmen de olsa çözümlenmesi, belirlenmiş hak ve hukuklarla yaşamalarını sağlamada işlevli olabilmektedir.

Sorunların işçi sınıfı yararına toplumsal sistem boyutlarında değiştirilmesi için, sistem işleyiş ve yapılanmasının, siyasal iktidarın işçi sınıfından yana olması gerekmektedir. Aksi takdirde işçi sınıfının ve sendikaların tüm uğraşı ve mücadelesinin sistem sınırlarında kalacağı ve reformist karakterini aşamayacağını ifade etmeliyiz.

Bu durumu güncel sürecimizden hareketle daha somut ifade edelim. Güncel sürecimiz dediğimiz salgın koşullarıdır ve özellikle bir fırsat süreci olarak sermaye yararına kullanıldığını görebiliyoruz. COVİD19 salgını koşullarında sermayenin işçi sınıfını halk sağlığı kapsamında çok da düşünmediği, üretim ve dolaşımın ne pahasına olursa olsun sürdürülmesi ve salgın fırsatı olarak sömürünün yoğunlaştığı gerçeğini yaşıyoruz. Birçok kazanılmış hakkı ifade eden yasaların nasıl çiğnendiği ve sermayenin finansal destek ve teşviklerle korunduğu dönemdeyiz. Sendikal haklara saldırı, ücretsiz izin ve kısa çalışma adı altında düşük ücrete çalışmaya zorlama gibi insanlık dışı uygulamalar, işçilerin sendikal örgütlenmeyi ve mücadeleyi yükseltmeksizin, bu alanlarda olumlu noktalara ulaşması neredeyse imkansızdır.

Dünyada ve ülkemizde karşılaştığımız emek politika ve rejimleri; yaşanılan sorunlar, özellikle COVİD19 sürecinde daha da ağırlaşmıştır. İşçi sınıfının örgütlü olmaya ve toplumsal yaşamda ticari anlayışlardan uzak tutulan, bilimsel temellerde işleyen insanı koruyan sağlık sistemine duyulan gereksinme açıktır. İşçiler ve emekçi halklar salgında korunamadı, Özellikle Türkiye’de izlenen Corona salgınıyla mücadele politikaları, maliyet hesapları nedeniyle bilimsel halk sağlığı hattından uzaktır. “İşçiler sadece çalışsın, az ücretle mümkünse kısıtlanmış-düşük maliyetlerle çalıştırılsın, sürü bağışıklığı gerçekleşsin” anlayışı hakimdir.

Yanlış salgın politikaları ve işçi sınıfını korumayan politika ve tercihlerin geriletilmesi, salgın yönetimine işçi sınıfının sendikalar aracılığıyla da olsa katılım ve müdahale edilmesi yaşamsal önemdedir. Ancak sendikaların bürokratik ve hantal yapıları, örgütlü işçi sayı ve niteliğin düşüklüğü, bu düzeyden bir katılım ve müdahale yoksunluğu yaratmıştır. Dolayısıyla sendikaların toplumsal yaşamdaki önemi bir kez daha görülmüştür. Özellikle sağlık emekçilerinin yükü bütünüyle omuzlamalarına rağmen, salgın ve halk sağlığı yönetimine uzak tutulmaları, siyasal iktidarın dayatması ama sağlık emekçilerinin de yaptırımcı tarzlar üretmekten uzak zayıf örgütlülük ve geri mücadele tarzından çıkamadığını belirtmeliyiz. Sağlık sektöründe, emek ve meslek örgütleri demokratik haklarını daha düzeyli ve yaptırımcı mücadele ile ortaya koyamamıştır. Bürokratik yapıların gerçekleştirdiği tepki ve hak eylemleri sönük, yaptırım gücü zayıf ve etkisizdir. Bu tamamıyla örgütlenme ve mücadele anlayışlarındaki reformist içeriklerden kaynaklanmaktadır. Ölümün önünde hastalığa karşı yoğun mücadele ve kayıplar verilirken, kendilerini ve hastalarını koruyucu tarihsel bir mücadele verdikleri de söylenemez. Siyasal iktidarın dayatmaları karşısında haklı-ısrarlı mesleki tespitler ve açıklamalarla, bürokratik tepki düzeyi aşılamamıştır.

COVİD19 salgını çalışma yaşamında da birçok olguyu ve işleyişi de değiştirmiştir.

Korkunç sayılardaki işsizlik olgusu başta emekçileri ve ailelerini vurmaktadır. İşsizliğin çalışma sürelerini azaltma düzenlenmesiyle aşılabileceği olgusuna, sermaye ve devletler yakın durmuyor. Sendikalar da bu zorunluluğu görerek taleplerinde değişim geçirmelidir. Sendikalı olmak ve çalışma yaşamı olduğu kadar toplumsal yaşama da müdahil olmak zamanıdır. Bu ise güçlü örgütlenme ve doğru taleplerle kararlı mücadele üretmek anlamındadır.

Gerçek sınıf sendikası, hantal ve bürokratik bir yapı değildir.

İşçi sınıfı çıkarlarını temel alan sendikalar açısından yaşamsal bir nokta vardır. O da şudur: sendikalar sermayeden bağımsız ise başarılı olabilir. İşçi sınıfı kitlelerinin hak ve çıkarlarını esas alan, disiplinli ve demokratik katılımcı temelde örgütlenmesiyle kitlesel birliğini sağlayabilen, üretken dinamik yapılardır. Sendikaların hantal ve bürokratik yapılar olması, onun sınıfsal-yapısal özelliğine çok terstir. Aktif, enerjik işleyişi, mücadeleci, kazanımları ve etkileriyle sürekli büyüyen ve üretken özelliği olması onun karakterindendir.

Aslında sendikalarda tüzük hukuku; işçilerin söz söylem ve karar oluşturma süreçlerine demokratik katılım ve denetim kanallarıyla, eleştiri-özeleştiri işleyiş mekanizmalarıyla çok değerli demokratik zemin sunmaktadır. Bu mekanizmalar düzgün çalıştırılmadığı, işçi iradesi sürece yansıtılmadığı takdirde, orada demokratik katılım ve denetim değil başka bir anlayışın uygulanıyor olduğu, açık ve anlaşılır bir husustur. Demokratik katılımcı sendikal işleyiş, hantal bürokratik yapılanma işleyişine terstir, uyumsuzdur. Dolayısıyla demokratik katılımcı sendika ve işleyişleri, hantal ve bürokratik karakterde değildir, olamaz. Bu özelliklerin her biri başlı başına incelenen, tartışılan, uygulanan veya uygulanması için mücadele verilen önemli ilkelerdir. Bunlardan uzaklaşıldıkça, gerçek sınıf örgütü ve demokratiklikten artık söz etmek mümkün değildir. Yani yaygın olarak karşımız çıkan hantal, bürokratik ve sendika ağalığının hakim kılındığı sistem ve patron yanlısı kurumlar olur.

Sendikalar bir takım ilkesel anlayışlar çerçevesinde tarihsel süreçte birikimlerin yarattığı kurallarla oluşur ve çalışır. Sendikal iç işleyişine ve iç örgütlenmeye demokratik katılım; işyerinde sendikal örgütlenme birimleri kurarak ve işyeri yönetimine katılma; şeffaflık, demokratik merkeziyetçilik, samimiyet, sınıf dostluğu; hatalardan özeleştiri ile arınmak, farklı bir sınıf kültürüdür. Sağlıklı biçimde işletilen demokratik-merkeziyetçilik, işçi birliğinin disiplinli kurumsal yapısının ifadesidir. Seçilenlerin görevden alınması/geri çağrılması, üyelerin söz ve oy kullanma hakkı, karar alma hakkı, yönetim kurullarının hesap verme özelliği, eleştiri ve öz-eleştiri mekanizması dediğimiz işleyiş tarzı; bütünlüklü demokratik sendikal anlayış ve uygulamanın önemli bir unsurudur.

Bu kural ve ilkelerin sulandırılmadan uygulanması, işçiler arasında dostluk ve dayanışmayı güçlendirir, sendikaya ve üye kitlesine güven duygusunu da artırır.

Dolayısıyla işaret ettiğimiz mücadele birikimlerle ulaşılmış bu örgütlenme hukuku, çok değerli bir kazanımdır. İşçi sınıfının, kapitalist üretim ilişkileri içerisinde burjuvaziye ve sapmalara karşı yaklaşık iki yüz yıllık mücadelesinin ürünüdür. Dolayısıyla sendika kurmak, sendikal faaliyet yürütmek tarihsel bir kazanım anlamında da meşru bir haktır. O nedenle sendika ulusal/uluslararası hukukla belirlenmiş, bu hukuk çerçevesinde kurulmuş ve yetkilendirilmiş kurumdur. Sendika ve sendikal örgütlenme hakkının yasal ve fiili meşruluğu, işçi sınıfının mücadelesinin yarattığı tartışılmaz bir sonuç ve bu hakkın yazılı hukuk sistemlerinde ifadesidir.

Buradan hareketle de öncelikle sendika hakkının, uluslararası ve ulusal çerçevede yasal güvence altına alınmış bir hak olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Ancak Türkiye gerçekliğinde uluslararası kabul görmüş ve hatta devlet olarak imza atılmış uluslararası sözleşmeler ve bunlar ışığında düzenlenmiş yasalara, örneğin İLO sözleşmelerine uyuma konusunda dahi ciddi sıkıntılar yaşandığı bilinmektedir. Yasalarla korunan ve güvence altına alınan sendikal örgütlenme ve faaliyet sürdürme hakkının, bizzat anti-demokratik yasalarla ve idari uygulamalarla, açıktan gerçekleştirilen baskılarla engellenmeye çalışıldığı da bir gerçekliktir.

Sendikalar, sermaye güçleri siyasal iktidar ve patronlar karşısında, işçilerin birlik ve dayanışmasıyla yaratılan tarihsel bir kazanım olarak önemli kitle örgütleridir. Toplumsal üretimin hangi alanı-sektörü olursa olsun; toplumsal yaşamın yeniden üretilmesinde emeği geçen, emek veren/vermiş olan ayrımsız tüm emekçiler sendika kurma hakkına sahiptir. Bunun demokratik hak olarak uluslararası hukukta ve sözleşmelerde yer alması buradandır. Toplumsal üretimde geçmiş süreçte yer aldıkları için, emekliler ve işsizler gibi kesimlerin sendika kurup kuramayacağı tartışması da gereksizdir. Bu kesimler de toplumsal hak ve taleplerini muhatapları karşısında sendikal örgütleri üzerinden gündeme getirerek söz haklarını ve toplu sözleşme yapma haklarını kullanır ve kullanmalıdır.

Bu çerçevede sermaye güçlerinin yapısında bulunan hak tanımazlık ve zor unsurlarını kullanma gibi onların karakteristik özellikleri hiç unutulmaz. Bu sınıfsal özelliğin tarihsel kökleri de vardır. Egemenler her tarihsel süreçte baskıcı olduklarını göstermiştir. Tarih göstermiştir ki onlar egemen sınıf olarak toplumsal yaşamda iktidarı da paylaşmamış, ne pahasına olursa olsun bu güçten vazgeçmemişlerdir. Dolayısıyla patronların ve onların işbirlikçisi siyasal iktidarın ve kanun uygulayıcılarının; emek karşıtı ve sermaye yanlısı “hukuk tanımazlık” tutumu çok önemli bir konudur.

Ülkemizde bu çarpıklığı ve zorbalığı gösteren bir uygulama ilginç bir örnektir. Bir işyerinde bir sendikanın sendikal yetki sahibi olması için o sektörde fiilen çalışan işçi sayısının (%1) yüzde birini üye yapması şartı vardır. Yani suni bir baraj engeli kurulmuştur. Bu hak engelleyici, hak kullanmayı zora sokucu anti-demokratik “hukuksal durum” çalışma yaşamındadır. Siyasal iktidarın sendika özgürlüğünü engelleyici baskıları ve patronların yanında saf tutması olayı, işçi sınıfının yaşadığı önemli sorunlardandır. Yandaş sendikaların üye sayılarının artması ve bunun ardındaki bildiğimiz hikayeler bunun örnekleridir. Sendikal baskı ve engellemelere karşı yasaların zayıf/keyfi uygulandığı veya cezaların caydırıcı olamadığı gerçeklerini de biliyoruz. Yargı süreçlerinin bıktırıcı uzun işleyişleri, bilinçli tercih edilen bir durumdur. Yakın zamanda icat edilen “Arabuluculuk sistemi” işçi sınıfını örgütlü ve kararlı mücadeleden uzak tutmanın bir yolu olarak gündeme getirildiği bilinmektedir.

Dolayısıyla işçi sınıfının güçlü mücadelesiyle bu ve benzeri uygulama ve engellerin geriletilmesi, hukuk zemininin de yok edilmesi gerekmektedir.

Sendikalar aynı sorunlara ve çıkar birliğine sahip kesimler tarafından oluşturulur. Sermaye kesimi olarak işverenler, emek cephesinden de işçiler, emekliler, işsizler, çiftçiler, ev kadınları, öğrenciler gibi sosyal kesimler sendika kurabilmektedir. Bu hak uluslararası ve ulusal çalışma hukuku tarafından güvence altında, yani yasaklanamaz ve engellenemezdir. Dünyada farklı sektörlerden patronların oluşturdukları sendikal birlikler vardır. Ülkemizde işverenler, dernek ve vakıfların dışında işveren sendikaları kurmuştur. Bu kurumlarını konfederasyon çatısı altında da toplamışlardır. Örneğin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) bunlardandır. İşçi sınıfı da işkolları temelinde sendikalar ve sendika birlikleri kurmuşlardır. Ülkemizdeki yasal hukuki düzenleme gereği sendikalar işkolları ile ilgili kurulmaktadır. Tüm sektörleri kucaklayan bir işçi sendikası tarzı yoktur. Çalışma yaşamı hukuku bu şekilde düzenlenmiştir. İşçi sınıfı güçlü bir mücadeleyle sınıfı bölen ve örgütlenme gücünü zayıflatan bu hukuktan kurtulmalıdır. Örneğin Avrupa’da tüm sektörlerden işçileri kucaklayan sendikalar vardır. Fakat işçi sendikaları sınıf birliğini sağlamak için de konfederasyon halinde merkezi birliklerini sağlayabilmektedir.

Sendikalar, yerel/lokal örgüt çerçevesini aşan, diğer ülkelerdeki işçilerle birlikte uluslararası federasyon veya konfederasyon örgütleri halinde birlikler oluşturabilen işçi örgütleridir. Ortak sorunlar ve ortak paydalar üzerinden harekete geçebilen, sermaye güçleri üzerinde baskı unsuru çabaları olabilmektedir. Ancak enternasyonalist birlik ve dayanışma konusu dünya işçi sınıfının sorunlu yanıdır. Tartışılması ve yeni üretimlere yönelmek gerektiğini burada belirtelim.

Sendikalar, sadece işçilerin örgütlendiği ve mücadele ettiği kurumlar değildir. Kapitalist üretim ilişkileri ve üretici güçler arasındaki ilişkilerde önemli bir yere sahiptir. Sömürünün geriletilmesi ve bağlı olarak emekçilerin yaşam koşullarının insanileştirilmesi bağlamında önemli işlevleri vardır. Sendikalar, çalışma alanlarında işçilerin haklar elde etmesi ve çıkarlarını korunup geliştirilmesini temel alır. Bunun yanında sendika işçi ve emekçilerin yaşama alanlarında; kültürel-sanatsal, ideolojik, sosyal ve eğitsel gelişim ve dönüşümlerini gözeten ve önemli katkılarda bulunan kamusal yararı olan örgütlerdir.

Sermaye ve burjuvazi, sendikaların ortaya çıkışından itibaren sendikalara müdahale etmiştir etmeye de devam etmektedir. İşçi sınıfının kapitalizm koşullarında sermaye ve patronlar karşısında hak ve çıkarlarını savunan ve koruyan sendikaları bozmak, kendilerine bağlamak, patronlara hizmet eden, işçiyi bu yolla kontrol etmek istek ve çabaları her zaman olmuştur. Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen gibi sarı sendikalar ve federatif yapılar bunun somut örnekleridir.

Bu konuda da işçiler ve sendikalar uyanık olmak ve işçi örgütlerine sahip çıkmak durumundadır. Dolayısıyla sendikaların işverenlerden ve siyasal iktidarlarından bağımsız olmaya, duruşlarında ve mücadelelerinde sermaye ve hükümetlerin etki alanının dışında olması önemlidir.

Bu anlatılanlardan hareketle sendikanın temel özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:

 

1- Sendika işçi sınıfı çıkarlarını savunan emek örgütüdür.

İş hukukuna ve Sendikalar Yasası’na uygun kurulan ve faaliyet sürdüren, varlığı ve mücadelesiyle özellikle Toplu İş Sözleşmesi gibi yasal-kurumsal kazanımlarla haklarımızı güvence altına alan kurumdur. Sendika, işçi sınıfının üretimden gelen gücü olan grev silahıyla birlikte değerlendirerek kazanımları korur ve geliştirir.

Gerçek işçi sendikası, işçi sınıfı çıkarları için mücadele verme ilkesiyle bağlıdır. Bu temel ilkeden uzaklaşan, işveren işbirlikçisi veya hükümet yandaşı olan temelden hatalı sendikal anlayış ve yönelimlerle uyuşmaz. Sarı sendika, bürokratik sendika, patron sendikası, yandaş sendika gibi kavramlar, işçi sınıfı çıkarları hattı dışına çıkan ve savrulan sendika tiplerini işaret eder. Emek sorunları ve çıkarları için mücadele alanında durmayarak aksine bu alanları terk ederek; sermaye güçlerine yedeklenen ya da başka toplumsal sorunları temel uğraşı alanı gören “sendika görünümlü kurumlar, gerçekte işçi sınıfı sendikası özelliğinden sıyrılmış demektir.

2-Sendika, emek çıkarları etrafında işçi kitlelerini toplayan ve bu örgütsel birlik üzerinden emeği savunan sınıf örgütüdür.

Farklı toplumsal sorunlara ve farklı alt kimlik özelliklerine sahip işçilerin, sermaye karşısında ortak sınıfsal çıkarları temelinde birliğini kurarak gerçekleştirir. Eşitlik, adalet, özgürlük, insana saygı gibi evrensel değerler üzerinden alt kimlik sorunlarına, onları reddetmeyen sınıf bakış açısıyla yaklaşarak işçi birliğini pekiştirme olanağı sendikalarda vardır denilebilir. Sendika kapsamını aşan örneğin kadın sorunu, Ulusal demokratik haklar, ekolojik sorunlar gibi toplumsal sorunların ideolojik-politik programlara politik yapılarla birlikte ve iktidar gücüyle bağlantılı olarak çözüme kavuşturulacağının bilincinde de olmak gerekiyor. İşte sendikalar kapitalizm ve gerici ideolojik-politik anlayışlardan uzak, emek çıkarlarına yaslanan sınıf bakış açısıyla beslenen demokratik anlayışlarla sorunların çözümüne katkı sunabilir. Bu tür demokratik tutum ve açılımlar da işçi birliğinin önemli dinamiği olarak işlevlidir.

Sendikalar, emek-sermaye temel çelişkisi ve emek çıkarları ortak paydasından hareketle, çalışma yaşamına ve toplumsal yaşama müdahalede bulunur. Sermaye ve işveren yanlısı olan tüm unsurlar karşısında; ekonomik, sosyal, demokratik, ideolojik-kültürel ve psikolojik yönlerden sınıf çıkarlarını savunan, koruyan ve geliştiren kurumdur.

Sendika, emek çıkarları temelinde sermaye ve işverenler karşısında işçilerin birliğini sağlar.

3-Sendika, işçi sınıfının demokratik kitle örgütüdür.

Sendika toplumsal işlevi ve iç işleyişleri açısından demokratik karakterdedir. Taban örgütlenmesi özellikle demokratik katılımcılık temelinde aktif örgütlenen, buradan aldığı dinamik kitle gücüyle sendikal çalışmalarda ve işyeri yönetiminde etkili olan örgüttür sendika.

Bu noktada demokratiklik olgusundan, özyönetim anlayışı temelinde kavrama ve yaşama geçirme özelliğinden şu çerçevede söz edilebilir.

Birinci olarak, İşçi sınıfının demokratik hak ve hukuklarını sağlama, ulusal ve uluslar boyutlarda işçi sınıfı kazanımlarını koruma ve geliştirme zemininde hareket etmesi açısından sendikanın kendisi demokratiklik konumundadır.

İkincisi de sendika kurumsal iç işleyişinde üyelerinin demokratik katılımı, demokratik söz hakkı ve kitlesel katılımla demokratik karar alma süreçlerinin yaşanabildiği kurumlardır.

İçerisinde bu özelliklerini yaşayamayan ve dışa karşı da bunu yansıtamayan yapı, sendikadan başka her şeydir. Bu anlamda işyerlerinden hareketle çatısı altında bulundurduğu işçi kitlelerine yabancılaşmış, elit sendika yönetimiyle her türlü yetki ve olanağı elinde tutan, sendika yönetimine çöreklenmiş ve geçiminin ötesinde sendikayı gelir-rant kaynağı olarak gören, üyelerin sırtından geçinen bürokratik yapılanmayı ve bürokratik anlayıştaki sendikaları, işçi sınıfı reddeder. Bürokratik sarı sendikalara en iyi örnek TÜRK-İŞ içindeki Türk Metal-İş gibi, Memur-Sen ve Hak-İş sendikalarıdır. İşçilerin bırakalım toplu sözleşme bilgileri edinmelerini, sendika binalarına gitmeleri dahi sorunludur. Bürokratik erk iktidarını güçlü bir şekilde düzenlemiş ve kesinlikle işçi sınıfı örgütü niteliğine uzak yapılar olarak işçilerden kopuk ve onlara zarar vermektedir.

Bu olumsuzlukların panzehiri işçi iradesinin açığa çıkarılması, sendikal işleyiş ve işyeri etkinliklerinde katılımcılık ve işçi denetimi sağlanmasıdır. Anti-demokratik sendikal anlayışların, hantal yapılar ürettiğini biliyoruz. Bu noktada önereceğimiz işyerlerinde “işyeri komiteleri” ağının kurulması ile sorun aşılabilir.

4- İşçi sendikaları, işçi sınıfının ekonomik-demokratik mücadele örgütüdür.

Sendika, emek-sermaye çelişkileri ve sınıf çıkarları mücadelesi ekseninde, tarihsel olarak ortaya çıkan örgütsel yapıdır. Emek sorunları ve emeğin sınıfsal çıkarları zemininden hareketle var olan ve varlığını bu amaçlarla gösterdiği duruşlarla, mücadeleyle sürdüren emekçi kitle örgütüdür.

Çalışma yaşamında, işveren ve ona destek olan siyasal iktidar karşısında çok geniş işçi kitleleri tarafından, ortak sınıf çıkarları üzerinden fiili birliğin sağlandığı örgüttür.

İşçi sınıfının mücadele alanı, emek-sermaye çelişkisi temelinde gelişen tüm ekonomik, sosyal, demokrasi sorunları ve alanıdır. Dolayısıyla tüm toplumsal sorunlar ve konularla, diyalektik bütünsellik içerisinde ilişkilidir.

İşçi sınıfı ve sendikaların, diğer toplumsal sorunlar karşısında duyarsız kalması söz konusu olamaz. Biliyoruz ki kadın sorunu, halkların çözülmemiş ulusal demokratik sorunları, alevi inancına yönelik baskı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve sorunları, gençlik sorunları, emekli ve yaşlı sorunları, eğitim sistemi, sağlık sistemi, toplumsal beslenme politikaları, ekoloji sorunları vb. gibi emperyalist-kapitalist toplumsal ilişkiler ve yapıdan kaynaklı bir dizi sorun yaşıyoruz. Sınıf bilinçli işçi kitleleri ve onun politik kurumları, bu tür konularda kendi sınıf bilinci ve ideolojisi ışığında ürettiği düşünceler sahibidir ve buna göre de programatik tutum belirler. İşçi sınıfı örgütlü kurumsal yapılarıyla, sorunların doğru çözümleri için de anlayış üretir ve pratik sergiler.

Diğer taraftan sendikalar politik kurumlar gibi program ve işleyiş ve mücadele hattına sahip olmamakla birlikte onlara uzak değildir. Olamaz da. Ancak demokratik kitle örgütü olan sendikalar, iktidar mücadelesi veren bir parti işleviyle de konumlanamaz. Elbette toplumsal sistem, devlet yapısı, demokratik yapılanmalar, adalet vb. bir dizi konuda da anlayış ve tavır sahibidir sendikalar.

Sendikaların bu türden konuları belirleyici uğraş alanı olarak belirlemesi ve mücadele içinde olması, onu çalışma yaşamı ağırlıklı, sendika ve hak içerikli bir kurumsal yapı olmaktan uzaklaştırır.

Günümüzde bu hataya düşen anlayış ve tutumlar vardır. Sendikaları veya sendikal hareketi bu zeminlerde olması gerekenin ötesinde zorlayarak zayıflatan ve işçi sınıfı örgütlenmesine ve mücadelesine zarar veren anlayış ve uygulamalarla karşılaşmaktayız.

Sendika emekçilerin bölünmesine ve bazı toplumsal konularda ayrımcılık yapan bir kurum noktasına düşürecek tutumlara uzak olması; onun emek çıkarları ortak paydası etrafında demokratik birlik sağlayan kitle örgütü olması özelliğinden kaynaklanır. Bu nedenle emek sorunları dışındaki toplumsal sorunları ilkesel anlayışlarla değerlendirir ve tutum belirleyerek etkili olmaya çalışır.

İşçiler, farklı ırk ve etnik kökenlerden, farklı inançlardan, farklı cinsiyetlerden, farklı siyasal görüşlerden, farklı yaş gruplarından emekçilerdir. Dil, ırk-etnik köken, dini inanç, cinsiyet, farklı siyasal görüşler vb bunların tümü de biliyoruz ki, kendi sahalarında birçok toplumsal ve insani sorunun aynı zamanda toplumsal zenginliğin de kaynağıdır. Yaşadığımız toplumsal koşullar, bu sorunları yaşayan sosyal kesimlerle evrensel demokratik insani haklar ekseninde paydaş olmak da çok önemlidir. İşçi sınıfı kitlelerinin farklı toplumsal sorunları yaşamasına, işçi sınıfı örgütleri seyirci kalamaz

Bu sorunların baskı ve zora dayalı olarak değil; barışçıl, adaletli, eşitlik ve demokratik biçimlerde çözümünü savunmak ve toplumsal yaşama kazandırmak, toplumsal barış ve huzurun da sağlanması yolunda çok önemli kazanımlar anlamına gelecektir.

Buradan hareketle denilebilir ki, sendika gibi örgütler de toplumsal sorunlar konusunda düşünce ve çözüm önerilerine sahiptir. Tüm bu farklılıkları ve sorunları yaşayan işçileri demokratik dayanışma ekseninden hareketle çatısı altında toplama yeteneğine sahip, tüm emekçileri emeğin çıkarları gibi belirleyici ortak payda zemininde bir arada tutan kurum sendikadır. Üyelerinin sorunlarına birlikle ve birlikte sahip çıkan; baskılara, ayrımcılıklara, eşitsizliklere, adaletsizliklere kendi çapında ve bünyesinde karşı koyan, uyaran, eleştiren ve tavır koyan kurumdur.

Sendika, işçilerin bu farklı konular nedeniyle ayrışmasını, bölünmesini değil bu farklılıklarla birlikte bir arada bulunmasını sağlar. Farklılıklara ve bunlarla ilgili olarak yaşanan sorunlar karşısında işçi sınıfının bilimsel sınıf ideolojisi ve bilimsel bakış açısını benimser ve uygular. O nedenle farklılıklara sahip işçileri patronlar karşısında bir araya toplar.

İşçi sınıfının birlik durumunu bozmak ve onu bölerek parçalamak ve daha kolay yönetmek ve sömürmek için sermaye ve sermaye örgütleri, yandaşları bölücülük yöntemlerine başvurur. İşçileri Kadın-erkek, Alevi-Sünni, Türk-Kürt-Arap diye bölünmeye kışkırtır, birbirine düşürür. Milliyetçilik ve inanç durumlarını, siyasal eğilim ve farklı parti taraftarı olgularını kışkırtarak onların parçalanmasını gözetir. Bu anlamda “Böl ve yönet” taktiği, bilinen bir taktiktir. İşçiler ve sendikalar bu konuda uyanık olmaz ve oyuna gelirse işçi birliği bozulur ve patronlar istediği düzenekleri kurmaya devam eder.

İşçi sınıfının birliği konusunun temelinde, nesnel toplumsal demokratik-kültürel-sosyal farklılıklara ve buradan kaynaklanan haklara karşı demokratik saygı ve kültürü vardır. Bu durum, aslında işçi sınıfını toplumsal-demokratik zeminde tutan ortak zeminini güçlendiren vazgeçilmez bir özelliktir.

5-Sendika, bütün işçi ve emekçilerin katılabildiği kendine özgü iç kurumları, programı, işleyiş ve ilkeleri bulunan demokratik kitle örgütüdür.

Bir yanıyla çalışma yaşamında sendikal mücadele ve diğer yanıyla da sendika iç işleyişi, işçiler için bir demokrasi okuludur. Onları eğitir, geliştirir ve demokrasiyi özümseyerek olgunlaşmalarını sağlar.

İşçiler örgütlerini nasıl yöneteceğini, sendikanın karşı karşıya olduğu tehlike ve riskler karşısında neler yapılabileceğini öğrenir. Toplumsal sorunlar karşısında tavır almayı ve emek anlayışı ve çıkarları açısından nasıl müdahalede bulanacağı, neler talep edeceğini öğrenir ve öğretir. Tarihsel-toplumsal olarak da işçi sınıfının iktidar sorununu daha iyi kavraması ve neler yapması gerektiğinin bilincine kısmen de olsa vardığı kurumsal yapıdır. Bu anlamda demokrasi ve dayanışma kültürünün geliştirildiği yer olarak sendika kurumu çok işlevlidir.

Bu zeminden hareketle sendikaların iç kurumları, hukuksal metinlerinde yazılı olan işleyiş kuralları ve programatik anlayışları bulunur. Sendikalar bu kurumsal özellikleri nedeniyle demokratik kitle örgütüdür. Bağımsızlık ve demokratik karakteri belirleyici olduğundan, STK lardan sınıfsal içerik ve kapsam boyutlarıyla ayrılır. Sivil toplum kurumu (STK) deyimi aslında işçi sınıfı literatürüne sokulan burjuva içerikte bir söylem ve terimdir. STK deyimi kapitalist toplumsal yapının unsurudur. İşçi sınıfını, işçi sınıfı anlayışına uzak tutma ve burjuva-kapitalist toplumsal ilişkiler ağında tutma ile hareket eder.

6-Sendika; ulusal ve uluslararası sermayeye ve burjuva sınıfına, onların kurumsal etkilerine, devlete, siyasi iktidara karşı bağımsız bir örgüttür.

Sendikalar emek örgütü olması nedeniyle devletin, hükümetlerin, sermaye ve işveren örgütlerinin etki ve yönlendirmelerine, bunlarla organik ilişkiler içinde olmaya kapalıdır. Sendikalar patronlara yandaş, işbirlikçi kurumlar değildir.

Aynı şekilde siyasi partilere, sendika dışındaki demokratik kitle örgütlerine karşı da bağımsız duruşu vardır.

Şu noktayı vurgulamamız gerekiyor; sendikaların sınıf çıkarları ekseninde demokratik, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel açılardan ortak çıkar paydalarında buluşabildiği kurumlar da olacaktır. Sınıfsal-kitlesel iradesinin ve kurumsal işleyişinin bir sonucu olarak bağımsızlık noktası, sendika için önemli bir karakteristik özelliktir. Ancak bu düzeyden yakınlıklar dahi, sendikanın bağımsızlığını gölgeleyemez. Sendikanın kendisi dışındaki kurumsal yapılara bağımsızlığı, onlarla “organik ilişkiler” anlamındaki mesafesidir. Sendika örgütü, işaret ettiğimiz yapılara ve işleyişlere karşı örgütsel bağımsızlık içindedir. Bağımsız sendika dış etkilere, bu anlamdaki örgütsel-organik müdahalelere kapalıdır. Kendi kurumsal yapısı, organları ve işleyişleri ile bu özellik korunur.

Belirtmek gerekir ki sarı sendikalar kesinlikle bağımsız sendikalar değildir.  Onlar işverenlerin, sermayenin ve siyasal iktidarın denetlediği, bunların güdümünde olan bağımlı işbirlikçi kurumlardır. Adı sendika olan, sendikalar yasasına uygun bürokratik-şekilsel koşulları yerine getirerek kurulan kurumların gerçek işçi sendikası olmadığı anlaşılır bir şeydir. Bu örgütsel yapı, ilkeler, anlayışlar ve mücadele bütünlüğü bağlamında böyledir. Bu nedenledir ki bağımsızlık olgusu, emek kamuoyunda “sendikaların saflığı” ilkesel yaklaşımıyla kabul görür ve bağımsız sendika bu niteliği ile ifade edilir.

Bağımsız sendika yapısı, diğer sendikalar ve toplumsal örgütlerle geliştireceği ortak üretimlere girebilir. Bu davranışları bağımsızlığı gölgeleyici kapsamında değildir ve bu anlamda da görülemez. İttifak ve dayanışmalar gibi yan yana gelişler, sendikaların içeriğinde bulunan bir özelliktir.

7-Sendika, sadece üyesi olan işçi çalıştığı işyerinde değil, diğer alanlardaki çalışma yaşamı koşullarını da kurumsal müdahalesiyle ve mücadelesiyle etkileyerek geliştiren kurumdur.

Sendikaların bir bütün olarak işçilerin çıkarlarını, sermaye güçleri karşısında korumak ve geliştirmek gibi temel sorumlulukları vardır. Siyasal iktidarların ve devletin, sendikalara ve çalışma yaşamına yönelik müdahale boyutları, bunun da sınıfsal içerikleri ve amaçları bilinen bir olgudur. Sendikalar sermayeyi ve devlet-hükümet kurumlarını etkileme, ekonomik-sosyal politikaları belirlemeler dahil; işçi sınıfının çıkarlarını ve çalışma yaşamının daha adaletli olması amacıyla da çalışırlar.

Sendika, diğer emek örgütleriyle de ulusal ve uluslararası kapsamlarda ekonomi, ekolojik bütünsellik, savaş-barış, adalet gibi sosyal ve siyasal vb toplumsal sorunlar karşısında, insani temellerde ve emek cephesinin çıkarlarına uygun tutumlar geliştirir. Denilebilir ki sendika, ülke ve dünya toplumsal konu ve sorunları karşısında, emekten ve demokrasiden yana evrensel sınıf çıkarları doğrultusunda tutum alarak varlık sürdüren işlevsel kurumlardır.

Sendikalar ortaya çıkışından bugüne çalışma yaşamı olsun, toplumsal sorunlar konusu olsun; hep müdahale eden ve emekten yana toplumsal kurtuluş mücadelesi açısından önemli görev ve sorumlulukları yerine getirdi. Bugün tüm dünyada yaşanan demokratik hak ve özgürlükler düzeyi aslında, bu mücadelenin etkili olduğu kazanımlarıdır. Kapitalist toplumsal ilişkilerin karşısında, işçi sınıfının ve ezilen hakların veya herhangi bir kesimin, demokratik hak ve kazanımlar elde ederek yaşamasında sendikal mücadelenin de payı çoktur.

Dolayısıyla sendikal haklar başta olmak üzere, sendikal mücadele mevziisi ve kazanımları korumak, mevcut hakları daha da geliştirmek gibi temel görev ve sorumluluklar hem işçi sınıfının hem devrimci demokratik ve sosyalist sendikaların, hem de emek dostu siyasi parti ve hareketlerin omuzundadır.

 

2- SENDİKA GEREKLİ MİDİR?

“Böyle soru olur mu?” dediğinizi duyar gibiyiz. Evet, maalesef böyle bir soru ve elbette yanıtları da var. Bu yoksullukta, sendikanın engellendiği baskı ortamında, köle gibi çalıştırıldığımız süreçte bu soruyu kim sorabilir ki?

Sendikalaşma çalışmalarının başlatıldığı her işyerinde bu soruyu patron ve işbirlikçileri sorar ve “hayır” yanıtları da hazırdır. Çünkü sendika istemezler; “sendikanın yapacağı işleri patron zaten yapıyor, zamsa zam, erzak yardımıysa erzak yardımı, eğitim yardımı… daha ne olsun. Sendikaya hiç gerek yok patron sağ olsun…” sendika karşıtlarının ve işbirlikçi işçi karakterinin yanıtları böyledir… Tanıdık sözler değil mi?

Soruyu, biraz düşünen aklı başında ve yaşadığı yoksullukları, çaresizlikleri anımsayan bir işçi soruya “evet sendika bize hem de çok gereklidir!” diye feryat edercesine yanıt verir.

Soruları çoğaltarak devam edelim.

Sendikaya neden ihtiyaç duyulur? Çalışma yaşamı veya işyerleri sendikasız olamaz mı?

Patronlar, sendika olmaksızın insanca çalışma koşulları ve işçi haklarını sağlayabilir mi?

“Sendikaya gerek yok, Zam ise zam, sosyal hak ise sosyal hak… patron işçinin istediği şeyleri zaten sağlar” sözü gerçeği yansıtıyor mu?

Sendika olmadan işçi sağlığı kurallarına uyum, baskısız-mobbingsiz çalışma mümkün mü?

Sendika olmaksızın işyerlerinde-çalışma yaşamında demokratik evrensel insani hak ve hukuk değerlerine, uluslararası çalışma yaşamına ait sözleşmelere uygun yaşayabilir miyiz?

Vahşi kapitalizm sömürü ve baskısı altında; sendika olmaksızın işçi sınıfının demokratik toplumsal hak ve çıkarlarını korumak, geliştirme olanağı var mıdır?

İşyeri yönetimine ve toplumsal/kamu yönetimi ve denetime, sendikalar aracılığıyla katılmamız mümkün müdür?

Anlaşıyor ki, işçiler örgütlü değilse ve işyerinde sendika da yoksa, bu saydıklarımızın hiçbiri mümkün değildir.

Çalıştığımız yerlere bakalım ve anlatılan işçi mücadele hikayelerini anımsayalım. İş yerlerinde yaşanan vahşi sömürü, haksızlık ve hukuksuzluklar çok açıktır. Yani işçi sınıfı sendikasız olamaz.

Sermayenin ve işyerlerinde patronların kendiliğinden işçi haklarını sağladığı ve saygı duyduğu, insanca geçim için gerekli ücret ve sosyal hakları sunduğuna dair bir iddiaya, hiçbir işçi inanmaz. Böyle bir iddia büyük bir yalandır.

Bunca kavganın nedeni nedir o zaman? Madem işveren çok iyi niyetli ve çalıştırdığı işçinin haklarından yanadır; o zaman bıraksın işyerine sendika girsin ve TİS kuralları hukukuyla işçi hakları belirlensin!

Böyle bir şey mümkün değildir. Bu büyük bir aldatmaca ve oyundur. İşçi sınıfının mücadelesi, onları bu hakları tanımaya zorlayan tek güçtür. Sendika ise bunları sağlayabilen bir araç, işçi sınıfının örgütlenmiş gücüdür.

a-) Sendika; işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü gücü!

İşçi sınıfı üretimden gelen gücünü, örgütlü birliğini yarattığı sendikalar aracılığıyla ifade eder. İşte bu örgütlü gücüyle çalışma yaşamında ve toplumsal yaşamda, kendi sınıf düşüncelerini ve çıkarlarını savunabilir.

Örgütsüz olma hali hiçbir şey, örgütlü olmak ise çok şeydir. Örgütlü işçi sınıfının gücü, çalışma yaşamında ve toplumsal yaşamda bir kaldıraç görevini görür. Bu sayededir ki kendisini koruyabilir, koşullarını geliştirebilir, geleceğe güvenle bakabilir.

Sendika, patron ve sorunlar karşısında güvence yaratan işçi birliğidir. Patron ve onun dayattığı koşullar karşısında işçilerin yalnızlığına son veren, işçilerin birlik ve dayanışma içinde olmasını sağlayan örgütlü hali ve örgütsel kurumsal yapıdır.

 

İşçiler, patron karşısında yalnız kalmanın ne demek olduğunu çok iyi bilir.

 

İşçilerin birbirlerine karşı güven duymaları çok değerli bir duygudur. Güvensizliğin etkili olduğu ortamlarda ise huzursuzluk yaygındır ve dahası kölelik koşulları daha ağırdır. Karşılıklı güvenin olduğu ortamlarda işçiler çok daha huzurludur, mutludur.

 

İşçiler herhangi bir sorun nedeniyle patron ve onun hakimiyeti karşısında; diğer işçi arkadaşlarıyla aynı fikirde olmanın, aynı tavır içinde olmanın, omuz omuza olmanın anlam ve değerini çok iyi bilir. İşçiler arasında “Ben arkadaşıma güveniyorum” sözü çok kıymetlidir. Birbirine karşı güvensizlik duymanın zararlarının farkında olan işçiler, güven duygusunun öneminin ve dolayısıyla da bunu yaratan işçi birliğinin bilincindedir.

 

Sendika, işyeri sorunları karşısında, işçilerin birlikte davranmasını sağlayan örgüttür. Patronların haksızlıklarına, baskılarına karşı, ortak tavır alarak bunları boşa çıkarabilir. Kazanılmış haklarını kullanma veya bu hakların kullanımına yönelik engellemeleri ve dayatılan yoksunlukları da yine bu örgütlü birlik tavrıyla giderebilir.

 

Sendika çatısı altında birliğini sağlayan işçiler, patron karşısında ve onun baskıları karşısında daha dirençli ve daha güçlüdür.

 

Sendika, kapitalizm koşullarında bir yere kadar da olsa, iş güvencesi ve insanca çalışma koşullarına ulaşılmasını sağlayan işçilerin örgütlü birliğidir. İşçiler birlikte üretir ve birlikle kazanırlar. Sendika da bu kapsamda önemli bir araçtır.

 

b-)Sendika, işçilerin işyeri yönetiminde söz sahibi olmasını sağlar

 

İşçi sınıfının örgütlü durumda olması birkaç yönden önemlidir.

 

Öncelikle tarihsel mücadeleleriyle elde ettiği hakları ve çalışma yaşamı hukukunu örgütlü gücüyle koruyabilir. Güncel yaşam sürecinde de örgütlü gücüyle toplumsal yaşam akışına karşı duyarlı ve müdahaleci olabilir, olmalıdır da… İşçi sınıfı örgütlü gücünü değişik kurumsal yapılarla gösterebilir: sendika, dernek, platform, spor, kültür-sanat kurumu, siyasi parti vb. gibi.

 

İşçi sınıfı örgütlü gücü sayesinde, özgün-sınıfsal kültür ve etik anlayışları anlamında kendi sınıfsal değerler sistemini üretir. Vahşi kapitalizmin ve toplumsal yapısının son dönemde de özellikle evrensel insani değerlerden uzaklaştığı bilinen bir olgudur. Evrensel insani değerleri çürütme özelliğine sahip kapitalist burjuva-neo-liberal yaşam kültüründen, işçi sınıfı bizzat örgütlü gücü ve alternatif karşı-kültürel üretimleriyle kendini koruyabilir.

 

Örgütlü olmanın getirdiği farklı bir boyut daha vardır. İki sınıf, işçi sınıfı ve burjuvazi; siyasal iktidarın ve genelde de toplumsal iktidar gücünün kimin elinde olduğu, bunun da ne anlama geldiğinin farkındadırlar. İşçi sınıfı sadece işyerindeki ekonomik-sosyal demokratik haklarıyla sınırlı bir mücadele içinde değildir. Bu mücadele dahi, nihayetinde iktidar mücadelesinin politik duvarlarında yankısını bulmaktadır. Örnek olsun; “asgari ücretten vergi alınmasın” talebi politiktir ve iktidarı etkilemeyle yakından ilişkilidir. Daha doğrusu işçi sınıfının örgütlü gücüyle sürdürdüğü mücadele ivmesiyle bağlantılıdır. İşçiler işyerinde hak mücadelesi verirken patronla veya haklı bir eylemi bastırmaya gelen kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya kaldığında bunu daha iyi hisseder ve öğrenir. Yani işçiler, işyeri yönetimine ve ülke siyasal iktidarına etki edebildiği ölçüde haklarına ulaşılabileceğinin farkındadır.

 

İşte işyerinde yönetime ortak olmanın ve birçok hakkı elde etmenin yolu, o işyeri yönetimine örgütlü bir güç olarak etki edebilmekten geçiyor. Diğer deyişle işyeri iktidarına ortak olunduğu ölçüde, insanca çalışma ve iyileştirilmiş yaşam koşulları sağlayan haklara sahip olunabilir.

 

Buradan hareketle, sendikanın varlığı ve iç işleyişlerinin, göründüğünden daha çok zengin içerikle önümüze geldiğini anlıyoruz. Buna biraz yakından bakalım.

 

Sendikaların işyerleri yönetimine katılımı konusunda önemli işlevleri vardır. Üretimin her aşamasında, yönetim mekanizmalarında, değişik kurullarda ve işleyişlerde; özellikle bağımsız sınıf örgütü olan sendikalar aktif rol oynayan kurumlardır. İşçi sendikası kendi içerisinde yarattığı örgütlenme tarzıyla burada etkili olabilmektedir. Örneğin işçi komitelerinin kurulmuş olduğu işyerlerinde, işçiler örgütlü katılımcılık üzerinden işyeri yönetiminde söz sahibi olabilir. Demokratik katılımcı örgütlenme işleyişinin yaşandığı, gerçek bir sendikanın bulunduğu işyerlerinde; TİS ile sağlanan hak ve hukuk vardır. Bunu gözeten, denetleyen ve olumsuzluklarda müdahale eden sendika ve onun işyerindeki örgütlü yapısı olacağı da açıktır.

 

İşçiler şu olguyu daha iyi hissetmektedir; düzgün ve etkili bir sendika örgütüne sahip olan işçiler, iş yerinde saygın bir ortamda çalışır.

 

İş kanunu, Medeni hukuk, Sendika yasası, diğer ceza yasaları ve Toplu İş Sözleşmesi bunlar bütünlüklü olarak; çalışma yaşamını birçok yönüyle düzenlemektedir. Sendika ve işveren arasında gerçekleştirilen TİS ile işyerine özgü çalışma hukuku ve ilişkileri düzenlenir. Aksi halde patronun keyfi tutumlarının hakim olduğu, iş güvencesinin ve hakların korunamadığı köle çalışma ortamı, işçilerin iyi bildiği bir konudur.

 

Sendika, işçi ve emekçi iradesinin işyeri yönetiminde demokratik ölçülerle ifade edilmesinin temel araçlarından biridir. İşyerindeki her türlü düzenleme ve kararlarda, uygulamalarda işçinin örgütlü iradesi, sendikal kurum üzerinden TİS ile ortaya konulur. Yani işiyle-üretimiyle işyerini ayakta tutan işçiler, kurumsal yapılarıyla yani sendika aracılığıyla işyeri yönetimine de ortak olur. İşyeri kurulları ve kurallara göre oluşturulmuş düzeneklerle çalışırken, işçi sendikal örgütlenmesiyle bu yapıda kendini gösterir. Patrondan bağımsız iradeleriyle oluşturdukları işçi temsilcilikleri ve işyeri komiteleri ile sağlıklı koşullarda üretim ve TİS hukukunun uygulanmasını takip edebilir ve denetleyebilir.

 

Sendikanın olmadığı işyerlerinde hukuksuzluk ve patron keyfiliklerinin ulaştığı boyutları hepimiz biliyoruz. Patron karşısında tek kalan işçinin hak ve hukuktan, çalışma adaletinden, işyerinde insanlık değerlerinden söz etmesi çok zordur. Çünkü bireysel talepler ve haklar ezilmektedir. O nedenle sendika, çalışma hukukuna dayanan kurallı çalışmanın gerçekleştirilmesinde ve özellikle de kazanılmış hakların korunmasında önemli rol oynar.

 

İşçi sendikası ve işyeri/işkolu hukuku olan TİS; işyeri yönetimine ortaklığın temel araçlarıdır.

 

Bürokratik sarı sendikaların, patronla iş birliği içinde olan sendika ve sendika yöneticilerinin etkili olduğu işyerlerinde, hemen her şey patronun çıkarına uygun düzenlenir. İşçilerin hak ve hukukları bir yana köle çalışma koşullarında çalışma sürdürülür. O nedenle işçiler sarı sendikalardan uzak kalmalıdır.

 

c-) Sendika, işçiler için birlik ve dayanışma gücüdür

 

Sendika, sermaye güçleri, patron ve yandaşlarının tüm baskı ve haksızlıkları karşısında, işçi sınıfının birlik ve dayanışmasının önemli göstergesidir.

 

İşçilerin örgütlü birliği, sermaye-patron ve devletin oluşturduğu birleşik güç karşısında çok anlamlıdır. İşçiler bu birlik ve dayanışma yapısıyla kendilerini koruyabilir, ortak çıkarlarını ve haklarını savunabilir.

 

Örgütlü güç oldukları için işçi gruplarının ve işçi bireylerin ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik yönlerden de gelişkin bireyler halinde yaşamalarına katkıda bulunur. Çok iyi değerlendirildiğinde toplumsal yaşam sorunları karşısında ve yaşamsal-kültürel düzeylerin geliştirilmesine önemli roller üstlenebilir.

 

İşçi sınıfının birlik ve dayanışmasının önündeki engellerle mücadele etmek de çok önemlidir. Bu anlamda sendikal yapılardaki bölünmüşlük ve çeşitlilik halinin sona erdirilmesi değerli bir kazanım olacaktır. Bir işkolunda çok sayıda sendika olması, işçi sınıfı üzerinde sermayenin ve alt kimliklerin bölücü etkisinin ürünüdür. İşçi kitleleri de bu oluşumların etkisi altında sürüklenmektedir. Sağcı, sarı işbirlikçi sendikaların bu etkilerinin kırılması ve sendikal birliğin giderilmesi yaşamsal önemdedir. Özellikle sarı ve sağcı faşizan sendikalara karşı devrimci demokratik ve sosyalist sendikacılık faaliyetlerinin özenle örülmesi gerekmektedir.

 

Sermaye ve siyasal iktidarlar, işçi sınıfının sendikalaşmasını engelleyebilmek ve TİS hukukunun işyerlerine taşınmasını, işçilerin birlik ve dayanışma içerisine girmelerinin önüne geçebilmek için sendikal baraj engelini uydurmuştur. Sermayenin dayattığı ve sendikalaşmanın önündeki önemli bir engel olan baraj kuralının kalkması, işçi sınıfının birlik ve dayanışma mücadelesiyle olacaktır.

 

Sonuçta işyerinde örgütlenme ve işçi birliği iradesinin TİS hukukunda kendini ifade etmesi, tüm çalışma yaşamında sınıf dayanışmasının güçlenmesi ve etkili olması, sendikal yapılanma yoluyla sağlanabilir. İşyeri işçi komiteleri, tüm bu organizasyonun temel örgütsel zemini olması anlamında, değerli bir model olarak önümüze gelmektedir.

 

d-) Sendikalar demokrasi ve insanca yaşam mücadelesinde vazgeçilmezdir

Sendikalar, insanlık dışı noktalara savrularak vahşileşen kapitalist çalışma koşullarına karşı işçi sınıfının örgütlü mücadele mevziisidir. Kötü çalışma koşullarına, yoksulluklara, geçim sıkıntılarına, sermayenin ve patronların ideolojik-kültürel baskı ve saldırılara karşı işçi sınıfının demokratik savunma örgütüdür. Açlık ve yoksulluk sınırında ücret kavramını icat eden kapitalizme, yoksulluklara, işsizliğe, bilgisizliğe ve yalnızlığa karşı; sendika örgütü çatısı altında tüm işçilerle birlikte mücadeleyi öğrenir ve uygulayabiliriz. Sendikalar, işçi sınıfının kolektif örgütüdür.

 

Sendika bizi kapitalizmin karanlığında kalmamızı engelleyebilir ve daha aydınlık bir dünya için yol gösterebilir. Sendikalar sınıfsal ve toplumsal işlevleri nedeniyle de kapitalist toplumsal ilişkilerin sömürü ve eşitsizliklere dayalı değerleri karşısında değerli bir barikattır.

 

İşyerleri ve çalışma yaşamıyla kendisini sınırlı tutmayan sendikalar, toplumsal yaşamda da demokratik değerlerin, insani ilişkilerinin, adalet ve eşitliğin, özgürlüklerin yerleşmesinde, korunmasında ve geliştirilmesinde rol oynayabilir. Bu, sistemin haklar ve demokrasi boyutlarında iyileştirilerek “reformize edilmesi” ya da radikal biçimde kapitalist sistem dışına çıkararak sistem değişikliği yönünde ilerlemesi mücadelesinde gözlemlenebilir.

 

Sendikal yapıda demokratik katılım ve işleyişlerin sağlanması bu toplam içerisinde ayrı bir önemdedir. Demokratik kültür ve işleyişler açısından, işçilerin öz örgütlenmelerini yaratarak işyeri, sendika ve toplumsal yaşama katılmaları ve iradelerini yansıtmalarında çok önemli bir unsurdur. İşçiler söz ve karar alma hakları ve katılımcılık üzerinden, üretenlerin işyerinde ve toplumsal yaşamda da yönetimde olmaları gerektiğini bilincine ulaşır.

 

Demokratik katılım ve bunun bir adım ilerisi olan doğrudan demokrasi uygulamasını, ancak işyeri komiteleri işleyişinde görmek mümkündür. Sadece işyeri ve sendika içi ilişkilerle sınırlı değil, yaşama yerleri ve toplumsal ilişkilerde de bu özelliği ile işçi sınıfı ve sendikalar etkili olabilmektedir.

 

Bu anlamda insan hakları, doğa hakları vb. konularda insanlığın yaratmış olduğu ilerici, devrimci evrensel değerlerin savunusu ve genişletilmesi konusunda toplumsal duruşun, demokratik toplumsal talepler ve mücadelenin tarihsel önemi vardır. Elbette toplumsal mücadelenin kapitalizm toplumsal koşulların ötesinde yeni demokratik toplumcu sistemin hedeflenmesi ve bu doğrultuda bilinç, kültür ve mücadele üretimi içinde olunması; işçi sınıfının tarihsel-toplumsal rolünden kaynaklanır.

İşte işçi sınıfının sendikal mücadele alanındaki örgütlülük hali ve siyasal yapılanması, bu çerçevede değerlendirildiğinde farklı bir boyut ve anlam kazanmaktadır. Kapitalist toplumsal sistem sınırları içerisinde kalan reformist-demokratik mücadele önemlidir. Ancak işçi sınıfı ve yaratmış olduğu kurumsal yapıları, bir bütün olarak bu dar çerçevenin içerisine kendisini hapsedecek durumda değildir. Tarihsel anlamıyla kapitalizm sürecine son vermek, işçi sınıfı değerler sistemi öncülüğünde yeni toplumsal yapılanmanın projelendirilmesi ve mücadelenin içerisinde olması, vahşi kapitalizmin güncel koşullarında önemle kendisini hissettirmektedir.

 

3- ) COVİD19 SALGINI, SENDİKAL ÖRGÜTLENME VE MÜCADELEDE GERİLEME

Çalışma yaşamını ve işçi sınıfını olumsuz etkileyen önemli hak kayıplarını getiren, baskı-sömürüye fırsat veren pandemi koşullarındayız. Dünyada ve ülkemizde yaşanan ve devam edeceği de anlaşılan salgın sürecinde, COVİD19 artık bir işçi sınıf hastalığı haline gelmiştir.

Bu durum işçi sınıfı açısından yeni bir dönem ve karmaşık mücadele sürecini de işaret etmektedir. Ancak öncelikle, örgütlenme ve mücadele olguları bakımından geri düzeylere düşme gerçeğini de ifade etmeliyiz. İşçi sınıfı kendini ve toplumu savunma araç ve mekanizmaları zayıf olunca, salgın saldırısının sonuçları da ürkütücü boyutlara ulaşmaktadır. Salgın hastalığının işçi sınıfı ve sendikalar üzerine olan etkileri çok yıkıcı olmuştur. Sermayenin ve siyasal iktidarların salgın ortamından fırsatçılık yaparak yararlandığı ve özellikle kazanılmış demokratik ekonomik-sosyal haklar gerilere çekilerek ciddi kayıplar yaşatılmıştır. Üstelik bu süreç henüz bitmiş de değildir.

COVİD19 salgını koşullarında sermayenin işçi sınıfını halk sağlığı kapsamında çok da iyi niyetli düşünmediğini biliyoruz. Onlar açısından üretim ve dolaşımın ne pahasına olursa olsun, en vahşi koşullarda sürdürülmesi temel politikadır. Afrika’da 2021 yılı sonu itibariyle halen aşının kullanılamadığı ülkelerin varlığının olması, bu anlamda salgın rantları noktasında sermayenin insanlık dışı yaklaşımının bir verisidir. Sermaye güçleri salgın koşullarını, sistemin rahatlamasını sağlamada ve karlarını artırmada fırsat olarak değerlendirmişlerdir. Çalışma yaşamı haklarını bir kenara itmiş ve sömürüyü artırmışlardır.

Spekülatif sermaye hareketlerinin uluslararası etkinliğinin artması, finansallaşma olayının etkili olması, sanayii ve tarım sektörlerinde daralma sürecine karşılık hizmet sektörünün genişlemesi, çalışma sürelerinin uzaması ve uzaktan çalışma yöntemi olayı ile bağlantılı hak kayıpları önemli boyutlardadır ve bu olgular kapitalizmin yeni döneminin gelişmelerdir.

Çalışma yaşamında birkaç önemli yeni gelişmeden söz edebiliriz. Sendikal hakların zayıflatılması, yaygınlaşan uzaktan/evden çalışmanın bireyselleştiren ve yabancılaştıran özellikleri, dijital teknolojinin üretim süreçlerinde kullanılması, ücretsiz izin ve düşük ücretle çalışmaya zorlama, ucuz ve güvencesiz tutulan göçmen/sığınmacı emeğini kullanma, kitlesel işten çıkarmalar ve küresel işsizlik oranları artışının durdurulmayışı gibi uygulamalar; güncel süreçte toplumsal yaşamın rutinleri olarak dayatılmıştır. Şirketler ve devlet kurumları, salgın koşulları kısıtlamaları gerekçesiyle çıkarlarına uygun kapitalizme nefes aldıran yenilikleri ve yaptırımları uygulama fırsatı bulmuştur.

Artık işçiler sendikal örgütlenmeyi ve mücadeleyi yükseltmek, burjuva politik iktidarıyla bir mücadele içine girmek durumundadır. Aksi halde yüz elli yıllık tarihsel kazanımlarını koruması, neredeyse imkansız hale gelecektir.

Bu noktada önemli sosyal-psikolojik bir konuyu da ele almalıyız. Dünya genelinde sendikal hak ve özgürlüklere yönelik sürdürülen kapitalist tasfiye hareketi tespit edilmiştir. Buna bağlantılı olarak, örgütlenme ve hak mücadelesi bakımından işçi sınıfı ve küçük-orta burjuva kesimleri üzerinde etkili olan durgunluk ve gerileme dalgasından, özellikle Türkiye gibi ülkelerde daha fazla göze çarpan bir olgudan söz ediyoruz. Örgütlenme ve mücadelenin nesnel toplumsal zemin ve olanakları varken yani kriz, yoksullaşma, açlık, işsizlik, artan baskılar vb olgular olmasına rağmen; bu durgunluk ve sessizlik net bir veridir. Baskı ve sömürü dozunun yükseldiği, insanca yaşama koşullarından giderek uzaklaşıldığı koşullarda; işçi sınıfı ve emekçilerin güçlü örgütlemelerle mücadeleyi yükseltmesi gerekirken, tersi bir durum karşımızdadır. Neoliberalizmin toplumsal yapıda yarattığı olgular bütünü, böyle bir sonucu önümüze koymaktadır. Dolayısıyla çelişkiler ve dengesizlikler denkleminde, kırılganlığa açık bir “dengesizliğin dengesi” olayının üretildiğini görmek zorundayız. Bağlı olarak sistemin devlet yapısını ve oradan kaynaklı baskı ve yönlendirme mekanizmalarını, emekçi kitlelerin mobilizasyonu için kullanılan ideolojik-politik araçların ve egemenlik sürdürme biçimlerinin de bilimsel temellerde ve bütüncül sorgulanarak bilince çıkarılması gerekmektedir. Sendikal örgütlenme ve mücadele sorunlarını kapsayan, siyasal iktidarı hedefleyen politik mücadele konusu da işte bu nesnelliklerle birlikte değerlendirilmek durumundadır.

Bu çerçevede siyasal iktidar ve baskı rejiminin psikolojik etkilerinin de kırılmasına yönelik farklı örgütlenme ve mücadele yöntemlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Özellikle toplumsal kurtuluş mücadelesindeki ivme düşüklüğü ve bununla bağlantılı örgütlü politik mücadele zayıflığı, kendisini çok hissettirmektedir. İşçi sınıfının politik kesimleri veya örneğin öncü işçi kesimi tarafından olgular gözlemlenerek karşı tutum alınmalıdır. Ve bu kesinlikle işçi komiteleri gibi kitlesel sınıf örgütlenmesiyle bağlantılı olmalıdır. Çünkü kitlesel karşı koyuş da ancak kitlesel-taban örgütlenmesi üzerinden yürütülebilir.

Salgın konusuyla ilgili tartışarak konuyu ilerletebiliriz. Dünyada ve ülkemizde karşılaştığımız insanlık dışı emek rejimleri ve yaşanılan sorunlar, COVİD19 sürecinde daha da ağırlaşmış ve karmaşık hale gelmiştir. Toplumsal yaşamda, ticari anlayışlardan kesinlikle uzak kalan ve bilimsel temellerde işleyen, insan sağlığını koruma ekseninde kamucu Halk Sağlığı sistemi savunulmalı ve yaratılmalıdır. İşçiler “sürü bağışıklığı” yaklaşımıyla salgında korunmadı. Özellikle Türkiye’de izlenen Corona ile mücadele politikaları, maliyet hesapları nedeniyle bilimsel halk sağlığı politikalarından çok uzaktır. Hastalık ve ölüm riskleri neredeyse hiçe sayılmakta ve gerekli koruma önlemleri alınmamaktadır. Aşı konusundaki hantallık, konuya ciddiyetle yaklaşılmadığının ifadesidir. “İşçiler çalışsın, az ücretle ve mümkünse kamuya yüklenen maliyetlerle çalıştırılsın” anlayışı hakimdir.

Salgınla mücadelede izlenen yanlış politikalar ve işçi sınıfını korumayan politika ve tercihlerin geriletilmesi, salgın yönetimine işçi sınıfının sendikalar aracılığıyla da olsa katılım ve müdahalesi yaşamsal önemdedir. Ancak sendikaların bürokratik ve hantal yapıları, örgütlü işçi sayısının azlığı ve niteliğinin düşüklüğü nedeniyle, bu düzeyden katılım ve müdahale lafta kalmaktadır.

Bu koşullarda işçi sınıfı işyerlerinden başlayarak işçi komiteleri üretmek durumundadır. İşçi sağlığı komiteleri, hem halk sağlığı konusunda önemli işler başarabilir, hem de işçi örgütlenmesini komiteler temelinde gündeme sokarak yeni bir örgütlenme modeli inşa edebilir.

Elbette işçilerin çalışma yaşamında karşılaştıkları toplu iş sözleşmesi uygulamaları, ücret hak takip konuları, sosyal haklar, kadın işçilerin yaşadığı sorunları, işyeri temizliği, beslenme ve ulaşım sorunları, işçi eğitimi vb konularında işçi komiteleri kurulabilir ve işyeri örgütlenme düzeylerini artırabilirler. Bu alanlarda kurulan ve işyeri meclisini de hedefleyen tarzla, işçiler doğrudan demokrasi ve giderek aktif katılabildikleri demokratik katılım olgularını geliştirerek işyeri yönetimine katılabilirler.

4- ) SENDİKA HAKKI GÜVENCESİ: ULUSLARARASI VE ULUSAL YASALAR

Türkiye’de yüz otuz yıl kadar gerilere gidebilen sendikal haklar mücadelesi tarihi vardır. Uluslararası birikimin önümüze koyduğu sendikal haklar ve mücadelesi devam ediyor. Osmanlı döneminde olduğu gibi bugün de işçi sınıfı sermayenin ve sermaye yanlısı iktidarların baskısı altındadır. Evrensel sendikal haklarımızı gündeme getirmeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu anlamda diyoruz ki:

  1. Evrensel haklar düzeyinde kabul gören; sendikal hak ve sendikal örgütlenme özgürlüğü, özgür toplu iş sözleşmesi ve grev hakları bir bütündür. Bu haklardan biri yoksa diğerlerinin varlığından söz edilemez.
  2. Sendika hakkı, toplu iş sözleşmesi hakkı ve grev hakkı; uluslararası hukukta ve Anayasa’da yer alan temel sosyal haklarımızdır. Hükümetler ve devlet kurumları bu hakkımızı güvence altına almakla yükümlüdür.
  3. Sendikal hakların tek güvencesi anayasa değildir. Uluslararası sözleşmeler bu hakların önemli güvencesidir. Anayasa’nın 90. Maddesi de bunu düzenlemiştir:

“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

  1. Bir işçi sendikasının sendika olarak kabul edilmesi için adının sendika olması, Sendikalar Yasası’nda öngörülen şekil şartlarını yerine getirerek kurulmuş olması yetmez. Sendikanın sendika olabilmesi için işverenden siyasi iktidardan bağımsız olması zorunludur. Sendikaların işverenden ve siyasi iktidardan bağımsız olma zorunluluğu “sendikaların saflığı” ilkesidir.

Bu bakımdan son dönemde Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Devlet Denetleme Kurulu’na verilen yetkiler sendikalar üzerinde bir baskı unsuru haline gelebilecek nitelikte olup, sendikaların saflığı ilkesini de zedelemektedir.

a-)Sendika hakkı ve sendika özgürlüğünün tarihsel anlamı

Çalışma yaşamının vazgeçilmez-temel demokratik haklarından biri de sendika kurma ve sendikalarda örgütlenme hakkıdır. Sendika hakkının, toplu sözleşme ve grev hakkı gibi temel haklar olmaksızın düşünülmesi de eşyanın tabiatına aykırıdır.

Sendika hakkı ve sendika özgürlüğü, anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış toplumsal bir haktır. Sermaye güçleri bu hakkın geriletilmesi ve sendikalara yönelik baskı kurma ve saldırganlık içerisinde olması, onun anti-demokratik gerici sınıfsal karakterinin temel bir özelliğidir. İşçi sınıfı da bu haklarını korumak ve geliştirmek için elinden geleni yapmak gibi tarihsel sorumluk içindedir. Dolayısıyla sorun lokal veya ülkesel düzeyde değil uluslararası boyuttadır. Sendikal örgütlenme özgürlüğü, çalışma yaşamında ve hukukunda, demokratik hak ve özgürlüklerin başında gelmektedir

Sendika ve örgütlenme hakkı, kapitalizmin ortaya çıktığı tarihsel süreçle birlikte gelişen modern sınıf mücadelesinin birikimleriyle ulaşılan hukuki bir düzeydir. İşçi sınıfı açısından tarihsel değeri bulunan bir kazanımıdır.

Sendika hakkının ulusal ve uluslararası hukukla güvence altına alınmış olması temel olmakla beraber, aslı sorun bu hakkın ve özgürlüğün kullanım ya da uygulama süreçlerinde ortaya çıkmaktadır. İşçi sınıfının sendika kurma ve sendika seçme hakkını serbest iradeyle kullanır olması önemli bir faktördür. Sermayeden, işverenden, hükümetten izin almadan kurulabilen ve yasal meşruluk düzeyinde tüzel kişilik sahibi kazanması, özen gösterilen noktadır. Bu olgunun ayrılmaz parçası da işçilerin işyeri veya işkolu sendikası ya da federatif yapılar kurabilme haklarıdır.

Bu olguların yoksunluğu, orada ciddi bir sendikal özgürlük sorunu ve hak kullanamama olayının varlığı anlamındadır. Yani anti-demokratik toplumsal yapı ve hukuksuzluğun egemen olduğu çalışma yaşamını ifade eder. Dolayısıyla denetlenen, yönlendirilen ve işverenle iş birliği içindeki sendikalar, sendika yönetimi ve sendikal örgütlenme ağı ve hukuksal işleyişler; bir aldatma/sahtelik içermektedir ve işçi sınıfının burjuvaziye yedeklenmesi olayını karşımıza çıkarır. Bu ise emek güçlerinin hakları için güçlü mücadele içine girme zemini anlamındadır.

Emeği ile toplumsal üretime katılarak çalışma yaşamında yer alan herhangi bir kesim, işte bu uluslararası birikim ve kazanımlar nedeniyle sendika kurulabilir. Ayrımsız tüm sektörlerde çalışan işçi ve memurlar, emekliler, işsizler, gençlik, ev kadınları gibi tüm emek kesimleri bu haktan yararlanabilir. Emekçiler özgür iradeleriyle işyerinde komiteleri ve komiteler birliği kurarak sendikal tüzel kişiliğe yönelebilir. Özgür iradeleriyle sendikalarda yer alabilir, tüzük gibi hukuksal zeminden gelen hakları da kullanarak ilişkilenirler.

Bu tarihsel kazanılmış hak olgusuyla birlikte, yaşadığımız gerçekliği de anımsayalım. O da şudur. Sendikal hakların çalışma yaşamında ve hukuk sistemlerinde geriletilmesi amacı ve mücadelesinden hiç geri durmayan sermaye/burjuva sınıfı, sendikal hakların zayıflatılması konusunda ısrarlı davranmaya devam etmekledir. Sendikaların işverenin işbirlikçisi haline getirilmesi önemli bir stratejik olaydır. Sendikal örgütlenmenin engellenmesi ya da saptırılması kapsamında hem işçilerin hem de sendikaların baskı altına alınması konularında örnekler çoktur. Sendikaların yok edilmesini başaramayan burjuvazi, sendikaları kontrolleri altına almanın yollarını aramıştır. Mücadeleci sendikaların düzenle ve işverenlerle uyumlu sendikalar haline dönüştürülmesi mücadelesi, maalesef sonuç vermiştir. Bu durum, demokratik hakkın geçek anlamda kullanımının sulandırılması, deforme edilmesi anlamındadır. Elbette işçi sınıfı da bu inatçı karşı koyuş karşısında, ısrarla sendikal hakkını kullanma mücadelesi içindedir. Bu tarihsel mücadele son bulmuş değildir ve sürmektedir.

Kapitalizm koşullarında sürdürülen demokratik mücadele kazanımları, bir sonuç olarak uluslararası ve ulusal ölçeklerde burjuva hukuk sistemlerinde yer almıştır.  Sendika hakkı da demokratik temel bir hak olarak uluslararası çalışma hukukunda ve devletlerin hukuk sistemlerinde yerini almıştır. Uluslararası hukuk belgeleri ve örneğin Uluslararası çalışma örgütü (İLO), uluslararası sendikal konfederasyon ve birlikler gibi değişik kurumlar tarafından savunulmaya korunmaya çalışılmaktadır.

Bu hakkın ihlal edilmesinin karşılığında cezai yaptırımlar vardır. Yani ceza yasalarında ceza hükümleri öngörülmüştür. Para ve hapis cezalarıyla korunduğu için, hakkın kullanımını engelleyen ve kuralı İhlal eden işverenler ve devletler, ulusal ve uluslararası yargı kurumları tarafından cezalandırılmaktadır.

Türkiye’de bu demokratik hak ve özgürlükler, yerel burjuva güçlerin dirençli iradesine rağmen anayasa ve çeşitli yasalar tarafından da güvence altına alınmıştır. İşçi sınıfı ve sendikalar açısından hukuki mücadele de çok önemlidir. Hakkın kullanımını engelleyen, baskı kuran işveren veya devlet kurumu yargıda yaptırımlarla karşılaşır. Sendika hakkının kullanımı konusunda baskı kuran ve engelleme yapan işverenler hapis cezası ve örneğin sendikal tazminat cezası gibi parasal yaptırımlarla karşılaşır. Bu anlamda işleyişin güçlü olabilmesinin, yine işçi sınıfının güçlü mücadelesiyle mümkün olabileceğine dikkat çekelim.

Sendika hakkı, kazanılmış tarihsel bir mevzi olarak tüm emekçi kesimlerin demokratik hakkıdır. Çalışma yaşamında fiili olarak yer alan işçilerin demokratik hakkı olmasının ötesinde, emekliler ve işsizler gibi kesimlerinde sendika hakkının olduğunu vurgulayalım. Ülkemizde devlet kurumları bu hakkı engellemeye çalışsa da uluslararası hukukta bu hak tanınmıştır. Önemli olan bu hakkı kullanma mücadelesinin de verilmesidir. Uluslararası mücadelenin bir kazanımı olan, emekçi olarak üretimde yer alan ve daha sonra emekli olarak yaşayanların sendika hakları, İLO gibi uluslararası kurumların belgelerinde de tanınmıştır. Yine, emek piyasasında yer alan işsizlerin de bu anlamda sendika kurma hakları vardır.

Sermaye ve onun hizmetinde olan devlet kurumları, bu hakların yok sayılması yönündeki baskı ve mücadeleyi sergilerken; işçi sınıfı ve emekçilerin kararlı duruşları ile bu haklarını kullanmaları ve yaratılan ülke-milli gelirlerinden hak ettikleri payları almaları, insanca yaşam olanaklarından yararlanma açısından da kurumsal taleplerini ifade etmelidir. Bizce de emekçilerin tümü açısından geçerli olan durum, sendika hakkı ve sendikal örgütlenme hakkının kullanılması, savunulması ve korunması noktasında değerli bir demokratik hakkımızın olduğunun bilincimizde yer etmesidir.

Ancak işçi sınıfının örgütlü mücadele gücünün zayıflatıldığı güncel sürecimizde, sendika hakkının kullanımı patronlar, hükümetler ve birçok devlet kurumu tarafından önemli ölçülerde zaafa uğratılmıştır. Patronlar örgütlenme hakkına saygı göstermiyor ve bu hakkın kullanımını engellemeye devam ediyor. İşbirlikçi sarı sendikalar da sendikaların içeriğinin boşaltılması için ellerinden gelen emek karşıtı davranışları sürdürmektedirler.

Sömürünün yüksek olduğu koşullar, patronların tercih ettiği bir durumdur ve bunun için her türlü insanlık ve hukuk dışı davranışları gösterdiği biliniyor. Her türlü saldırı ve zayıflatma çabalarına rağmen işçiler ve sendikalar, yılgınlığa ve umutsuzluğa düşmeden demokratik sendikal hakkın kullanımında ısrarlı olmalıdır.

Her koşulda sendikal örgütlenme hakkı kullanmalıdır. Örgütlü mücadeleden geri durmamak, işçi sınıfının birliğini savunmanın çok gerekli olduğu bir dönemdeyiz. Sendikalaşmak, sendikal örgütlenmeleri demokratik zeminlerde güçlendirmek çok önemli ve değerlidir. Her işçinin, öncü işçinin ve emek dostları çevrelerin, sendikalara sahip çıkma gibi tarihsel-toplumsal bir sorumluluğu bulunduğunu ifade edelim.

Sendikalar, işçiler açısından ve tüm ezilen toplum kesimleri açısından bütünleştirici, birlik ve dayanışma kültürünü geliştirici örgütlerdir. Bu yanıyla da yasal ve toplumsal meşruiyet anlamında, sendikal örgütlenme hakkını ısrarla kullanmalı, İşçiler örgütlenme gücünü artırarak yaygınlaştırmalıdır diye düşünüyoruz.

b-) Ulusal ve uluslararası yasalarda sendika hakkı

Uluslararası ve ulusal hukukta yerini almış, yürürlükte bulunan, çalışma yaşamını düzenleyen, tarafların sorumluluklarını, bireysel ve kurumsal hak ve yetkileri belirleyen; herkesin tanımak ve uygulamak zorunda olduğu hukuk kuralları vardır. Bunların yerine getirilmemesi veya ihlal edilmeleri halinde, yasayı çiğneyenler para ve hapis cezalarına çarptırılmaktadır.

Şu noktanın bilincindeyiz. Sendika hakkı ve sendikal örgütlenme özgürlüğü hakkını tanıyan ve güvence altına alan yasalar, uluslararası ve ulusal mevzuatta yerini almıştır. Sendikal çalışmalar tümüyle bu kurallara bağlı yürütülmektedir.

İş yerine sendika getirmek, sendikaya üye olmak, sendikadan ayrılmak, sendika yönetimine girmek, sendika faaliyetlerine katılmak, sendikaların sorumluluk ve görevlerini denetlemek, sendikaları eleştirmek, sendikalara öneriler yapmak vb tüm bu konular, birer hak olarak yasalar ve yasalara uygun yapılan tüzük ve yönetmelikler tarafından düzenlenmiştir.

Yani demokratik hukuki bir zemine sahip bulunmaktayız. Buna çalışma yaşamında işlerlik kazandırmak, yeni zenginlikler katmak işçi sınıfının mücadelesine, bu mücadeledeki kararlılık ve üretkenliğine bağlıdır.

Bu yasalar, işçi sınıfının dünya ölçeğinde ve yaklaşık 200 yıldan beri sürdürdüğü mücadele sürecinin ürettiği zenginlik ve kazanımdır. Yasal-meşru haklara sahip çıkmak, korumak ve geliştirmeye genişletmeye devam etmek, doğru bir tutumdur.

Yasalar açısından iki olguya işaret etmek isteriz.

Birincisi uluslararası boyuttur. Sendika ve bağlantılı tüm haklarımız uluslararası hukuk kuralları ve kurumlar tarafından güvence altına alınmıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yeterli olmasa da etkili olan bağlayıcı üst kurumlardır. Bu sözleşmeler ülkelerin ortak paydalarıdır ve imza veren ülkelerde geçerlidir.

İkinci ülkesel hukuk boyutudur. Sendikal haklarımız anayasada ve 6356 sayılı Sendikalar Yasasında tanımlanmıştır. Ayrıca 4857 sayılı İş Kanunu ve değişik Ceza hukuku kanunları tarafından güvence altına alınmış ve korunmaktadır.

Sendika hakkını içeren önemli yasalardan bazılarını şöyle ifade edebiliriz.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 23. madde:

“Herkes kendi çıkarlarını korumak için sendika kurma ve sendikaya girme hakkına sahiptir.”

Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin 87 Sayılı ILO Sözleşmesi:

Sendika özgürlüğünü güvence altına alan 87 sayılı Sözleşme, sendikal özgürlüklerin uluslararası çerçevesini belirleyen ILO sözleşmelerinin ilki ve en önemlisidir. Sözleşme, çalışanlara hiçbir ayırım gözetmeksizin ve önceden izin almaksızın istedikleri örgütleri kurmak ve bunlara üye olmak hakkını tanımaktadır.

“Madde 2:

Çalışanlar ve işverenler, herhangi bir ayırım yapılmaksızın önceden izin almadan istedikleri kuruluşları kurmak ve yalnız bu kuruluşların tüzüklerine uymak koşuluyla bunlara üye olmak hakkına sahiptirler.

Madde 3:

  1. Çalışanların ve işverenlerin örgütleri, tüzük ve iç yönetmeliklerini düzenlemek, temsilcilerini serbestçe seçmek yönetim ve etkinliklerini düzenlemek ve iş programlarını belirlemek hakkına sahiptirler.
  2. Kamu makamları, bu hakkı sınırlayacak veya bu hakkın yasaya uygun şekilde kullanılmasına engel olacak nitelikte her türlü müdahaleden sakınmalıdırlar.

Madde 10:

Bu Sözleşmede “örgüt” terimi, çalışanların veya işverenlerin çıkarlarına hizmet ve bu çıkarları, savunma amacını güden çalışanların ve işverenlerin her türlü kuruluşunu ifade eder.

Madde 11:

Hakkında bu Sözleşmenin yürürlükte bulunduğu Uluslararası Çalışma Örgütünün her üyesi, çalışanların ve işverenlerin örgütlenme hakkını serbestçe kullanmasını sağlamak amacıyla gerekli ve uygun bütün önlemleri almakla yükümlüdür.”

Sözleşmenin 2. maddesinde yer alan “sendika hakkının tanınmasında hiçbir ayrım gözetilmeyeceği” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, Sözleşme, sendika kurma ve sendikalara üye olmak hakkına ulusal hukuk düzenlemelerinde işçi, memur, hizmetli, emekli vb. gibi niteliklerle anılan bağımlı çalışanların bir kısmı ile sınırlı değildir.

Bu hak, tüm çalışanlara ve işverenlere tanınmıştır.

Avrupa Sosyal Şartı (Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi)

Madde 5 –Örgütlenme hakkı

Akit Taraflar, çalışanların ve çalıştıranların ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak, için yerel, ulusal ve uluslararası örgütler kurma ve bu örgütlere üye olma özgürlüğü sağlamak veya geliştirmek amacıyla ulusal mevzuatın bu özgürlüğü zedelemesini veya zedeleyici biçimde uygulanmasını önlemeyi taahhüt ederler. Bu maddede öngörülen güvencelerin, güvenlik güçleri için hangi ölçüde uygulanacağı ulusal yasalarla veya düzenlemelerle belirtilir. Bu güvencelerin silahlı kuvvetler mensuplarına uygulanmasına ilişkin ilke ile bu kesime hangi düzeyde uygulanacağı, yine ulusal yasalar veya düzenlemelerle saptanır.

T.C. Anayasası’nın 51. Maddesi:

“Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.”

6356 sayılı Sendikalar Kanunu 31. Madde

“İşçilerin işe alınmaları, belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri veya belli bir sendikadaki üyeliği muhafaza veya üyelikten istifa etmeleri veya sendikaya girmeleri veya girmemeleri şartına bağlı tutulamaz.

Toplu iş sözleşmelerine ve hizmet akitlerine bu hükme aykırı kayıtlar konulamaz.

İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, işin sevk ve dağıtımında, işçinin mesleki ilerlemesinde, işçinin ücret, ikramiye ve primlerinde, sosyal yardım ve disiplin hükümlerinde ve diğer hususlara ilişkin hükümlerin uygulanması veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayırım yapamaz

(Değişik fıkra: 25/05/1988-3449/8. md.) İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin rızası ile iş saatleri içinde, işçi sendika veya konfederasyonlarının faaliyetlerine katılmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya herhangi bir nedenle farklı muameleye tabi tutulamazlar.” Sendikal bildirimlerle bu faaliyetler yürütülür.  Temsilcilerin ve işçilerin ne kadar süre ile bu hakkı kullanacaklarını toplu sözleşmede yer alır.

 

5-) SENDİKAL SAYISAL TABLO VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Yasaların ve örgütlenme-mücadele tarihinin birikimlerine rağmen, güncel süreçte sendikal mücadele ve sendikal örgütlenme geri düzeylerde seyretmektedir.

Çalışan ve kayıt dışı çalışan, işsiz ve emekli işçi sınıfı sayılarını gözden geçirdiğimizde, büyük sayılarla ifade edilen, örgütsüz bırakılan işçi sınıfı kitlelerinden söz edilebilir. Bilindiği üzere işçi sınıfı bugün memur ve işçi statüsüyle anılmaktadır. Kayıtlı çalışan işçi sayısı 15 milyondur. Kayıt dışı çalışan 10 milyon, işsiz sayısı da 10 milyon olarak düşünüldüğünde 35 milyon gibi bir sayı ile karşılaşmaktayız. Emeklileri de 13 milyon olarak bu sayıya ekleyebiliriz.

Bu kadar sayıdaki işçi ve emekçi nüfusun örgütlenme durumu ise içler acısıdır. “Memur” emekçiler de sayı 2 milyon 659 bindir. Bunun 1 milyon 719 bini sendikalıdır. Ağırlıkla da sarı yandaş sendikalar etkilidir. İşçilerde ise 15 milyon çalışana karşılık 2 milyon 190 bin işçi sendikalıdır.  Yani %14,3 … DİSK’e üye sayısı 212 bin, Türk-İş 1 milyon 213 bin, Hak-İş 727 bindir. Bağımsız sendikaların üye sayıları ise çok düşüktür. Emekli nüfusu 13 milyonu aşıyor ancak, kapatılan emekli sendikaları da dahil mevcut emekli sendikalarında üye sayıları birkaç bini geçmemektedir. Emeklilerin sendikal örgütlenmesini yanlış gören emekli ve emek dostu sol yapıların varlığını burada ifade etmek gerekiyor. Sendikalar ve emek dostu politik kültürel yapıların; emekli nüfusu ve sorunları, örgütlenme potansiyelleri ve toplumsal gücü karşısında, ciddi bir algılama sorunları olduğunu burada eleştiri anlamında sadece işaret edelim.

Sendikaların işçi, memur şeklinde veya sektörel açılardan bölünerek varlık sürdürdüğü biliniyor. Örneğin tekstil sektöründe birçok sendikanın varlığı da ilginçtir. Bu parçalanmışlığına son verilmesi işçi sınıfının, hak ve hukuklarının geniş ve güçlü olması açılarından önemlidir. Aslında işçi sınıfının mümkün olan en az sendikal yapılarda birlik sağlamaları doğru olanıdır. Sendikaların ve federasyonların aza indirilmesi konusu önemle ele alınmalıdır.

Örgütlenmenin zayıf ve zaaflı olduğu koşullarda, mücadele ivmesi de yüksek ve yaygın olamaz elbette…

Sendikalaşmaya, sendikal mücadeleye karşı sermayenin ve devletin saldırısı çok yönlüdür. Bu alandaki yasaların uygulanmasında büyük zorluklar yaşanmaktadır. Çalışma yaşamı hukuku çalışmamaktadır denilse abartılmış sayılmaz. Patronlar her türlü suçu işlerken yargıda karşılığını görmemektedir. İşçiler hak ve hukuklarını korumakta zorlanmaktadır. Bir hak eylemi, işten atılmaya karşı direniş ayları yılları bulmakta, açılan iş mahkemeleri yıllar sonra sonuçlanmaktadır. İşçi sınıfının demokratik hak ve hukuk sistemine inancı, güveni kalmamıştır. Öz örgütlenme yetenek ve yönelimi de zayıflamış durumdadır.

Sonuçta çalışma yaşamında sermayenin dediği olmakta, baskı ve hukuksuzluk başını almış yürümüş durumdadır. Sömürü artmış, insanca yaşamayı, insana yakışır geçim koşullarını sağlayacak düzenlemelerden uzak kalınarak giderek artan yoksunluklar söz konusudur. Açlık ve yoksulluk işçi sınıfının kaderi değildir. İş cinayetlerinde her ay onlarca işçi yaşamını yitirmeye devam ediyor. Pandemi koşullarında ölümün önünde çalışarak üretim yapan ve elbette can kaybına uğrayan, psikolojik yıpranma ve travmalar içerisinde yaşam sürdüren işçi sınıfıdır.

İşçi sınıfı, emek dostları ve politik kurumlar; bu gidişatı, olumsuz nesnel durumu değiştirebilir. Öz gücüne güvenerek, yeni yol ve yöntemler bularak bu süreç değiştirilebilir. Bu anlamda işçi sınıfının birlik ve dayanışmasının yeniden örgütlenmesi, yeni örgütlenme ve mücadele tarzlarının üretilmesine, öncü işçi gücünün yeniden motive edilerek harekete geçirilmesine acil gereksinme vardır.

6-) Son Söz Yerine

İşçi sınıfı için vazgeçilmez yapılar olan sendikalar, işyerlerinde kitlesel örgütlendiği ve insanca yaşam koşulları temelindeki taleplerin mücadelesini veren, ekonomik-demokratik kitle örgütleridir.

Sendikalar günümüzde sermaye güçleri tarafından etkisizleştirilmeye, sınıf hakları mücadelesi yolundan saptırılmaya, denetim altına alınmaya çalışılmaktadır. İşsizlik tehdidi ve korkusuyla işçilerin sendikalardan uzaklaştırıldığı, sendikal çalışma yapanların da baskı altına alındığı ve işten çıkarıldığı süreçteyiz. İşçi sınıfının sosyo-ekonomik koşulları ve psikolojik-kültürel özellikleri insani değer ve ölçülerin ötesine taşınmıştır. Böylesi koşullarda kıstırılan işçilerin birbirlerine ve sendikalarına olan güvenleri de sarsılmış tahribata uğratılmıştır. Sonuçta ciddi sayılarda işçi kitleleri ve birçok sendika denetim altına alınmış, sarı sendika veya yandaş dediğimiz işbirlikçi sendikalar etkili hale getirilmiştir. Ülkemizde Memur-Sen, Türk-İş, Hak-İş bunun örnekleridir.

Sendikaların yeni formatlarda güncellenerek örgütlenmesi ve işçi sınıfı mücadelesinde etkili olabilmesi temel sorunlarımızdan biridir. Eleştiri ve önerilerimiz sadece sendikal hareketle sınırlı değildir. Emekten yana politik yapıları da kapsayan bir öz-eleştirel değerlendirme gerekli ve çok değerlidir. İşçi sınıfı, politik yapıların dışında kalan ve onlardan kopuk bir gerçeklik değildir. Emek dostu politik, sosyal-kültürel yapılar birlik oluşturarak sorumluluk ve görev almalıdır. Bu birlikteliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu açıktır.

İşbirlikçi sarı sendikaların, yeniden işçi sınıfının eline geçmesi mücadelesi çok önemlidir. Bunun için de örgütlenme ve mücadele biçimlerinde değişimleri göstermek zorundayız. Sağ siyasi yapıların ve kapitalist devlet yapılarının bu tarihsel mücadeledeki yeri, sermayeden yana işbirlikçilikle tescillidir. Bürokratik ve sermaye güçleriyle iş birliği içindeki sağcı sendikalar, kesinlikle geriletilmeli ve etkisiz kılınmalıdır.

İşçilerin işyerinde ve sendikalarda egemen irade olmasına önem verilmesini doğru görüyoruz. İşaret ettiğimiz bu temel konuda ciddi boşluk ve ihmaller vardır. Bunu giderme yolunda işyeri işçi komiteleri tarzının işlevsel ve üretken olacağını düşünüyoruz. İşçi sınıfının birlik ve dayanışması sıkı örülerek mücadele yükseltilmelidir. Bunu da kitlesel işçi örgütleriyle ortaya çıkacak olan güçlü sınıf iradesiyle gerçekleştireceğimize inanıyoruz.

Sendikalar, doğrudan demokrasi işleyişine sahip işyeri işçi komiteleri üzerinde yükselen demokratik katılımcılık ve işçi denetimiyle yenilenerek güçlendirilmelidir. Tarihsel bir gerçekliktir, sendikalar sosyalist-devrimci yapılar öncülüğünde ve katkılarıyla kurulmuş geliştirilmiştir. Güncel sürecimizde bu tür yapılar da yeni birlikler üreterek mücadeleyi ortaklaştırmalıdır.

Bu, demokratik sendikal mücadele alanında stratejik değerde bir hedeftir. İşçi sınıfının büyük kütleleri ve sapkın sendikalar sermayenin denetiminden çıkarılarak, kendi sınıf çıkarları ve insanlık değerleri çerçevesindeki hak mücadelesi ve elbette toplumsal kurtuluş mücadelesinde yerini almalıdır.

İnsanca ve onurlu yaşama koşulları için, adaletli ve özgür çalışma koşulları için; özellikle güncel sürecimizde, “mücadele varsa umut vardır, örgüt varsa umut vardır” anlayışı yol gösterici bir ilke olacaktır.

 

 

EK:

İŞÇİ SINIFI VE SENDİKAL HAREKETİN GÜNCEL/ACİL TALEPLERİ

İşçi sınıfı ve sendikaların gündeminde, güncel çalışma yaşamı ve toplumsal yaşamın bütününe ilişkin değerlendirmeler, sorunların tespiti ve bunlarla ilgili talepler önemli yer tutmaktadır.

Kapitalist toplumsal yapıda üretim ilişkileri ve üretici güçlerin ulaştığı düzeyler, örneğin dijital teknolojik-endüstriyel gelişim ve etkileri; sermaye güçleri arasındaki ilişkiler, sermaye güçleriyle işçi sınıfı arasındaki çelişki ve ilişkiler, işçi sınıfındaki gelişmeler ve toplumsal ilişkiler; bunların tümünde de etkili olan ideolojik, kültürel, politik çelişkiler ve çatışmalar söz konusudur. Böylesi yoğun konularda bütünsel yaklaşımları ve tutumları göz ardı edemeyeceğimiz açıktır. İşçi sınıfı hareketi, işte dünya koşullarında karmaşık ilişkiler ve gelişmelerle birlikte, güncel toplumsal sorunları da tespit eder ve kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda çözümler üretilmesini talep eder. Bu yönde üretimden gelen gücünü kullanarak yaptırımcı davranabilir, güçlü örgütlenmelere de sahip ise iktidarı politik olarak etkileyerek taleplerin gerçekleştirilmesi yönünde politika değiştirmeye zorlayabilir.

Biliyoruz ki tüm sorun ve gelişmeler, sermaye egemenliğinden ve bunu sürdürüş biçimlerinden kaynaklanıyor. Sonuçta bir güçler dengesi olayı, toplumsal kesimler arasındaki çelişkilerin yoğunluğu ve çatışmanın sürdürülebilirliği, kitlelerin yönetilemez oluşuna, iktidarın yönetip yönetememe olgusuna bağlı olduğunu görmemiz de gerekmektedir. Dolayısıyla örneğin çalışma yaşamı alanındaki talepler, dolaysız bağlantıların olduğu insan hakları ve demokrasi mücadelesinin ayrılmaz parçasıdır diyebiliriz. Çünkü kapitalist toplumsal yapı ve işleyişinde siyasal iktidar yapısı, devlet biçimi ve yönetim biçimiyle de tüm bunlar yakından ilişkilidir. Eğitim, sağlık, beslenme, toplumsal üretim ve yaratılan zenginliği bölüşme yani iş, gelir ve geçinme sorunu, barınma, çevre-ekoloji sorunları, insan hakları, demokratik iktidar sorunu, demokratik hak ve özgürlükler vb. gibi toplumsal yaşamın tüm alanları işçi sınıfı hareketinin, sendikal hareketin gündemiyle de sıkı bağlantılara sahiptir. İşçi sınıfı bu konulara ilişkin eşitlikçi, özgürlükçü, adaletli, evrensel insan hak ve özgürlüklerinden yana tutum alarak anlayışlar sergiler. Eleştirilerini yönelterek ve taleplerini oluşturarak; siyasal iktidara, egemen sınıflara ve topluma önerilerde bulunur. Bu bağlamda çalışma alanıyla sınırlı gibi görünse de aşağıda sıraladığımız talepler buralardan süzülüp gelen taleplerdir. Örneğin demokratik, özgür, eşit fırsatlarda, laik, anadilinde bilimsel eğitim sistemi içerikli daha geniş sunumlu bir talebi; ya da sağlık sisteminde parasız kamu sağlık hizmeti ve özel sağlık sisteminin yasaklanması talebini buraya almadık. Sendikal hareket eğitim veya sağlık konusunda sınıfsal demokratik bakış açısıyla hareket eder. Bu çaba sendikal alanı bir noktadan sonra aşan politik mücadele kapsamındaki bir çaba olacağı için kısaca işaret ederek geçiyoruz.

‘Güncel’ nitelemesiyle kapitalist toplumsal sistemin bütünlüklü boyutlarıyla, içerisinden geçmekte olduğu dönemsel süreci işaret edilmektedir. Sistemin gelişim dinamikleri, üretim ilişkileri ve güçlerin ulaştığı boyutlar, sınıflar egemen güçler arasındaki ilişkiler ve işleyişlerini kapsayan bu dönem, tarihsel olarak, emperyalİst-kapitalist sistem evrimindeki güncel sürecini anlatan “Emperyalizmin 4. Bunalım Dönemi “ kavramlaştırmasında ifadesini buluyor. Çok geniş bir inceleme ve değerlendirme konusu olan kavram başka bir çalışma konusu olması nedeniyle burada sadece işaret ederek yetinelim.

Başlıklar halinde; güncel toplumsal ilişkilerde ve çalışma yaşamında yaşanılan sorunlar temel aldığımızda, işçi sınıfı ve sendikal hareketin güncel/acil talepleri şöyle sıralanabilir.

İŞÇİ SINIFI VE SENDİKAL HAREKETİN GÜNCEL/ACİL TALEPLERİ

1- Çalışma Yaşamı Hukuku

İlk söz anlamında özellikle belirteceğimiz şu konudur. Günümüzde uluslararası ve ulusal çalışma yaşamı hukukunda önemli tıkanmalar ve sorunlar yaşandığı biliniyor. Yasalaşan kimi önemli hakların özellikle engellendiği ve bu nedenle kullanılamadığını biliyoruz. Siyasal iktidarın seyirci kalıp müdahil olmadığı ve açık saldırganlık tavırlarıyla sermaye tarafını tuttuğu bir süreçteyiz. Bir tespit de yapmalıyız. Gelişmiş metropol ülkelerde İLO kuralları, insan hakları sözleşmeleri kısmen de olsa uygulanabilmekte, ancak bizim gibi ülkelere geçildikçe, uluslararası tekellerin baskısıyla bu sözleşme ve hukuklara uyulmamaktadır.

Bu durum kapitalist sistem dinamiklerinin karakterinden kaynaklanmaktadır. Merkezi kapitalist emperyalist ülkelerden bizim gibi ülkelere geçildikçe, tamamıyla sistem gelişmeleri ve koşulların evrimi, işçi sınıfının örgütsüzlüğü, sendikaların ve emek dostu yapıların zayıflığı konularının daha baskın ve etkili olduğunu görüyoruz. Ancak haklara yönelik geriletme, yok sayma hamleleri ve uygulamaları, direnişlerle püskürtülmeye çalışılmaktadır. Uluslararası ve ulusal kapsamda olay bu temelde gelişmektedir. Şimdi bu durumu açmaya çalışalım.

İşçi sınıfı ve sermaye sınıfı arasında gerçekleşen tarihsel mücadeleler sonucunda oluşmuş olan çalışma yaşamı hukukunda, mücadelenin seyri ve mücadeleyi yürüten tarafların gücü temelinde karşılıklı ilişki, sorumluluk ve hakları belirleyen toplumsal sözleşme birikimi vardır. Her türlü ilişki ve sorumluluklar, yazılı hukuk ve fiili uygulama birikimleri ve eğilimlere göre işlemektedir. Elbette bunun uluslararası boyutları da vardır.

Emperyalist-kapitalist sistemde yaratılmış, bir dönem etkili olan sosyalist ülkelerin deneyimleri ve katkılarıyla da zenginleşen; bir şekilde karşıt sınıf güçleri arasında yapılan anlaşmalar, sonuçta çalışma yaşamı hukukunu oluşturmuştur. Ancak gelişme ve değişme gerçeklikleri göz önünde tutularak kazanımların yeni eklemelerle yenilenmesi ve eski geri yasalara dayanılarak gerçekleştirilen saldırıların durdurulması önemlidir. Sendika barajları, mobbinge karşı zayıf tutumlar alınması, düşük ücret uygulamaları ve ücret eşitsizlikleri, işçi sağlığı, güvenceli çalışma, göçmen ve çocuk işçiliği gibi konularda hukuksal yenilenmeler gerektiğini belirtelim.

İki olgudan söz emek istiyoruz.

Birincisi dünya ve çalışma yaşamı koşulları, kapitalizm sürecinde dinamiklere bağlı olarak değişmektedir. İşçi sınıfı ve farklı emek gruplarının hak ve hukukları da dünkü süreçlerdeki haliyle güncel sorunlara yanıt vermediği, dolayısıyla yeni koşullara göre hak ve hukukların güncellenmesi gerektiğini ifade edelim.

İkincisi ise son dönemlerde işçi sınıfı başta olmak üzere geniş emekçi katmanların zayıflıkları ve örgütsel-kültürel gerilikleri önemli bir etken olarak önümüze çıkmaktadır. Emperyalist sermayenin saldırganlıkları sonucu çalışma yaşamı hukuku işçi sınıfı ve emek güçleri aleyhine giderek bozulmaktadır. Öz olarak işçi ve emekçi kesimler üzerinde her türlü zor unsuru kullanılmakta ve bunun hukuku oluşturulmaya çalışılmaktadır. Egemen sınıfların iktidar aracı olan devlet aygıtı, ekonomik ve toplumsal zor ve baskı unsuru olarak işlev görmektedir. Bu somut durum, emperyalizmin ve egemen sınıfların/güçlerin yeni ortaya çıkan karakteristik özellik olmasa da, etkili yetkin bir güç olarak önümüze çıkmaktadır. Baskıcı otoriter devlet ya da faşist devlet biçimi sistemin karakteristik örgütlenme mekanizması olmuştur. Son 40 yıllık Neoliberal süreç dahi buna hizmet etmiştir. Metropol ülkelerde otoriter rejimlerden, bizim gibi ülkelerde ise faşizmden söz edebiliriz.

Kısaca belirtelim, Sınıf mücadelesinin yükselişe geçtiği dönemlerde, İşçi sınıfı mücadelesini ‘düzen-içi’ sınırlara çekip deyim yerindeyse ‘uslu durmaya” iten fonksiyonuyla da etkili olan “sosyal devlet” olgusundan bu noktada kısaca söz etmeliyiz. Ancak değişim süreci sonunda kırıntıları kalsa da sonuçta bunun belirleyici birçok unsurlarından arınma tutumu yaşanmıştır. Yakın zamanın öne çıkan önemli özelliğidir bu. Pervasız saldırının bir başka nedeni, yukarıda da değinmeye çalıştığımız gibi ‘alternatif’ (sosyalizm) amaçlayan mücadele anlayışlarının, 90’ların başından itibaren büyük bir yenilgi alması ve mevzi kaybetmesidir. Boşluğun hızla kapitalimle doldurulması hırsı ve yaratılan ‘sosyalist uygarlığın’ çok yönlü olarak yıkılması amacıyla saldırganlık yoğun ve tarihsel burjuva öfkesiyle doludur. Buna bağlı olarak, bahsi geçen dönemde, yoğun sınıf mücadelesi koşullarında ‘devrim’ tehlikesinden ürken egemen sınıfların verdiği bir dizi ‘zorunlu’ tavizleri yok sayma çabalarıyla, sermayenin evrensel çıkarlarına uygun düzenlemelere gidilmektedir. İşçi sınıfı saflarında büyük bir moral çöküntüsüne neden olan ve dünya ölçeğinde işçi sınıfının mücadelesinde hem nicel hem de nitel kayıpları beraberinde getiren yenilgiden fazlasıyla cesaret alan sermaye sınıfı; neoliberalizm adı altında dönemsel-bütünlüklü yeni sermaye birikim modeliyle esnek çalışma, işçi kiralama büroları, taşeron işçilik politikasını hayata geçirmiştir. Sonuçta merkez emperyalist- kapitalist ülkeler dışında başlattığı bu adımları, bizim gibi ülkeler kuşağında da uygulamaya sokmuştur.

Sermaye, uluslararası veya ulusal çapta fırsat buldukça kazanılmış işçi haklarına saldırılarda bulunarak, tüm dünyada “köle” çalışma koşullarını ve insanlık dışı yaşama koşullarını emek cephesine dayatmakta ısrarlıdır. Örnek olsun, İLO müdahalesi veya uluslararası tekel şirketlerin “iyi niyet” gösterilerine rağmen bizim gibi ülkelerde sendikal hak ve özgürlüklerin nasıl budandığı açıkta oynanan bir oyundur artık.

Bu gelişim seyri aynı zamanda çalışma yaşamı hukukunun sermaye yararına yeniden düzenlenmesi anlamındadır.

Birçok konuda yeni hak taleplerinde bulunmak ve kazanılmış haklara yönelik sahip çıkma mücadelesi önemlidir. Bir dizi yeni talepler ileri sürmek, bunun için de yeni ve kapsamlı örgütlenmeler yaratmak ve mücadele vermek çok değerlidir. Yaklaşık 200 yıllık sınıf mücadelesiyle elde edilen, karşılıklı demokratik sorumluluk ve kazanımların ifade edildiği hukuksal sözleşmeler sahip çıkılarak korunmalıdır. Örneğin İLO ve AB çalışma yaşamı hukuklarının geriye çekilmesi hamlesi, hak-hukuk kaybı ve bu yöndeki olası risk gelişmeleri engellenmelidir. Elbette sonuçta İLO ve AB normları demokratik içeriklerine rağmen burjuva-sermaye cephesinin etkisi altındadır. Anlatmak istediğimiz, çalışma yaşamı ve hukukunun demokratikleştirilmesi konusunda daha duyarlı olunmasıdır.

Hukuksal zenginleşme ve genişlemenin temel zemini, yaygınlaştırılmak istenen yoksulluk ve sömürü olamaz. O nedenle dünyada üretim güçleri ve emek üretkenliği gibi kategorilerde ulaşılan gelişmişlik düzeyi temelinde de bu gelişmişlikle yaratılan muazzam toplumsal zenginliğin bölüşüm payları işçi sınıfı lehine çok yönlü genişletilmelidir.

Emperyalist-kapitalist sistemin ekonomi politikasının sonucu olarak emek ve sınıf düşmanı uygulamalara karşı ileri sürülebilecek düzen-içi çeşitli talepler, -demokrasi mücadelesini yaygınlaştırmak amacıyla reddedilmeden- ele alınmalıdır. O zaman mücadelenin tarihsel ve toplumsal boyutları daha açık görülecektir.

Bu bağlamda uluslararası sermayenin temel yönelimlerinden olan esnek üretim, esnek çalışma, taşeron üretim ve işçilik, kiralık işçilik, işsizlik gibi yeni dönemsel uygulamaların gerilemesi; bu mücadelenin temel ve acil talepleri olarak gündemimizde olacaktır. Örneğin esnek üretim, esnek çalışma, taşeron ve kiralık işçilik uygulamaları son bulmalıdır. Tarihin akışı da dikkate alınarak, rant, talan ve yağma temelinde yürütülen paylaşımın önüne geçilmeli, bu yolla paylaşılan kaynaklar işçi ve emekçi katmanların temel-geçim ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla seferber edilip yeniden düzenlenmelidir.

Çalışma hukukunda önemli bir yeri olan, işçi ve emekçilerin deyim yerindeyse ‘yaşam sigortası’ sayılan kıdem tazminatı hukukuna yönelik olarak ülkemizde sıklıkla gündeme getirilen saldırı planları artık son bulmalıdır. Kıdem tazminatı hakkına yönelik yok etme planlarından vazgeçilmeli, kazanılmış bir hak olduğu unutulmamalıdır. Kıdem tazminatı uygulamasında karşılaşılan “işverenlerin ödeme güçlüğü ve yarattığı bilinçli sorunlar” konusunda, kamu sorumluluğu gereği devlet kurumları devreye girerek hukukun uygulanmasını sağlanmalı ve fiili sorumluluk alınmalıdır. Kıdem tazminatının içeriğinin değiştirilmesi amaçlı planlardan uzak durulmalı, doymak bilmeyen sermayenin hırsları değil işçi sınıfının çıkarları esas alınmalıdır. Kıdem tazminatına esas olan 30 günlük pirim günü sayısı artırılmalıdır. Sonuç olarak toplumsal yaşamda kamu emekliliği olayı sahiplenilmeli ve sermayenin spekülatif hareketliliğine yarayan Bireysel Emeklilik Sigortası gibi oyunlar geri çekilmelidir. Bu konuda sendikaların mücadele ve bilinçlendirme, BES’e katılımları engelleme gibi tavır alma tavırları yeniden örgütlenmelidir.

Çalışma yaşamı hukukunda sorunlu bir alan da çalışma süreleridir. Günlük çalışma süresinin sermayenin rant çıkarları gözetilerek uzatılması, hizmet ve bilişim gibi çeşitli işkollarında demokratik insani koşul ve hakların sağlanmasında ve kullanılmasında yaşanan ihlaller, emek-sermaye çelişmesi ve çatışmasının önemli sorunlarındandır. Mevsimlik tarım işçileri, göçmen işçiler, çocuk işçiler gibi sermaye tarafından kolayca istismar edilen alanlarda, genel kazanımlar ve ulaşılmış haklar çerçevesinde uygulamaların gerçekleştirilmesi ve daha da ileriye taşınması önemlidir. 8,5 saatlik iş günü süresinin uzatılması değil aksine sürenin örneğin 6 saatlik süreye çekilmesi ve bu yolla da işsizlik olayının azaltılması yönteminin tercih edilmesinde uluslararası işçi hareketi baskı kurmalıdır.

Sendikal örgütlenme ve özgürlük hakkı, işçi sağlığı konuları sorunlu içeriklerle de olsa yasalarda yer almaktadır. Son dönemde işten çıkarma hukuksuzlukları KOD19 gibi düzenlemelerle ileri boyuta taşınmıştır. KOD19 yasası ile egemen sınıf bileşenleri, hatalı bir yasal meşruiyet peşindedir. Bu durum işçi sınıfının tepkisiyle reddedilmelidir.

Örgütlenme hakkı çiğnenerek sendikanın yasaklandığı, güvenlik, polis, asker baskıları vb. son bulmalıdır. “Memur” emekçilerin grev hakkı olmadan toplu sözleşme masasına oturdukları bilinir. Bu eksikliğin acilen giderilmesi, grev hakkının yasal olarak da tanınması gerçekleşmelidir.

Sendikalara getirilen işkolu sınırları ve baraj sorunu hızla gündeme alınıp yasaklardan kurtulmak gerekmektedir.

İşçilerin sendikalaşmalarına yönelik hukuksuzluk ve engellemelerin ötesinde, Emekliler gibi fiilen çalışmayan ancak geçmişten gelen ve güncelde de SGK ile muhatap olan kesimin örgütlenme ve toplu sözleşme yapma hakları engellenmektedir. Uluslararası hukukta tespit edilen yasal hakları olmasına rağmen, Türkiye’de emekli sendikaları yasaklanıp kapatılmaktadır. İşçi ve memur emeklileri, dul-yetimler, çiftçi emeklileri gibi 13,5 milyonluk emekçi kesiminin sendikal örgütlenme hakları yasalaşarak tanınmalı ve emekli sendikaları SGK ile toplu sözleşme hakları yasal düzenlenerek uygulanmalıdır.

Uzun süreli ve yoğun çalıştırma önemli bir sorun olarak gündemdedir. Yasal olarak da belirlenmiş olan çalışma süresinin uzatılma çabası, çalışma süresiyle ters orantılı olarak ‘reel’ ücretlerin azalması, örneğin buna bağlı olarak ortaya çıkan aşırı yorgunluk gibi işçi sağlığı sorunları, sistemin yeni dönem karakteristik özelliğindendir. Çalışma yaşamı hukukunda gerilemeler ve hak kayıpları kabul edilemez. Bu tür yönelim ve uygulamalardan geri durulması ve genel kazanımlara uyulması, işçi sınıfının güncel talebidir.

Beslenme, barınma, sağlık vb sorunlarda yaşanan yoksunluk, işsizlik nedeniyle yaygınlaşan açlık ve yoksulluk karşısında, “temel geçim ücreti”nin hukuken de kabul edilmesi, önemli bir kazanım olacaktır.

Çalışma yaşamı hukukunun tüm taraflarıyla birlikte yani işverenler, sendikalar, uluslararası sendikalar, aydınlar-akademik çevreler bir araya gelerek aksaklıkları ve sorun alanlarını dönem dönem masaya yatırmalıdır. Özellikle son 40 yıllık sürecin dünyada ve kapitalizmde gösterdiği çok yönlü değişimler ve sosyal ilişkilerin evrildiği noktalar göz önüne alınarak, çalışma yaşamı hukukunun ve hakların yeniden düzenlenmesi gerektiğini vurgulayalım.

Emek örgütleri ve emek dostu siyasal yapıların bu konuda dayanışma içerisinde bulunarak süreci etkilemelerinin ise daha doğru bir tutum olacağını belirtelim. Emek cephesi toplumsal yaşamda ve çalışma yaşamında olduğu kadar siyasal iktidarda da söz hakkını ve gücünü kullanması, sınıfsal hegemonya açısından önemlidir.

2- Ücret Sorunları

İşçilerin ve değişik mesleklerden emekçilerin, emekli ve işsizlik ücretleri, insanca yaşam sürdürmeye yetmemektedir. Düşük ücret politikasının değiştirilmesi temel talebimizdir.

2019 yılı itibariyle, nüfusun büyük bir bölümü, açlık sınırında gezen ve yoksulluk sınırı altında seyreden ücretleriyle yaşamını sürdürmek zorunda bırakılmıştır. Özellikle de toplu sözleşme dışı kalmış, çalışan nüfus içinde de çoğunluk oluşturan çalışan emekçiler, açlık sınırı düzeyinde kalan asgari ücrete mahkum edilmiştir. ‘Sürekli enflasyon ve düşük ücret’ gerçekliğinde, emekçiler ‘sefalet ücreti’ alarak yaşamlarını sürdürmektedir

Zorunlu geçim araç ve hizmetlerinin karşılanmasını sağlayacak temel geçim ücreti, önemli bir taleptir.

“Açlık sınırı” statüsü üzerinde, işçi ve emekçilerin ihtiyaç duydukları geçim ürün ve hizmetleri karşılayacak ücret yeniden saptanmalıdır. Ücret tespit komisyonlarında çalışan, yandaş değil gerçek işçi ve emekçi temsilci sayıları emekçiler lehine artırılmalıdır.

Mimar, mühendis ve mimarlık gibi mesleklerde çalışan kafa emekçileri ücretlerinin, enflasyon karşısında erimesine karşılık, meslek örgütlerinin aktif katılımıyla, yaşam koşulları gerçekliğinde yeniden tespit edilmelidir.

Asgari ücret vergi dışı tutulmalıdır.

Asgari ücret, çalışma koşulları ve yaşam standartları gelişimi temel alınarak bilimsel hesaplanmalı, emek ve meslek örgütlerinin kurumsal katılımla yürüteceği çalışmalar sonucu tespit edilerek uygulanmalıdır.

Emekli ve yaşlı ücretlerinde somut ekonomik toplumsal koşullar ve geçinme endeksine göre insanca geçim için gerekli ürün ve hizmetlerin temin edilebilmesini sağlayacak ücret düzeyine ulaşmalıdır.

Emekli, yaşlı, Dul-yetim, Çiftçi emeklileri gibi kategorilerdeki yurttaşlarımız için enflasyon artışına bağlanan ücret artışı yöntemi büyük haksızlık ve aldatmacadır. GSMH denilen ulusal zenginlikten pay alma yöntemini yok eden 2008 tarihli Sosyal Güvenlik reformu yasası derhal iptal edilmeli ve yaklaşık 13,5 milyon insanımızın adil ücret alması sağlanmalıdır. İnsanca koşullarda yaşama temelinde, yoksulluk ve açlığa son verilmesi amacıyla emeklilerden alınan vergilerin tümü de kaldırılmalıdır. Elektrik, doğal gaz, su, elektronik iletişim gibi temel ihtiyaçlarda ücretsiz hizmet verilmesi ve ücretlerde insani-eşitlikçi anlayışla artışlar sağlanmalıdır.

İşsizlik ücretleri, üretim dışı kalan emekçilerin çeşitli temel ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri düzeyde olmalıdır. Bunun için mevcut işsizlik ödenekleri artırılmalıdır. İşsizlik fonunun yönetiminde emekçi temsilcileri yer almalı ve yetkileri güçlü kılınmalıdır.

İşçilerin ve işsizlerin sosyal yardım, eğitim ve çocuk parası vb. ücret çeşitlerinde göstermelik değil, yaşam seviyesini yükselten anlamlı ödemelere ulaşılması konusu da, adaletli ücret talebinin bir parçasıdır.

Kadın işçilere yönelik uygulanan ücret eşitsizliği konusu, ‘eşit işe eşit ücret” kuralıyla aşılmalıdır. Kadın işçilere yönelik cinsiyetçi ayrım ve eşitsizlik uygulamaları; işçi örgütlerinin, sendikaların ve işçi sınıfının çok dikkatli davrandığı, ideolojik-kültürel yönlerine de hassas yaklaşıldığı bir konu olmalıdır.

Yeni yasal düzenlemelerle, öğrenci-genç stajyer işçi ücretlerinde erişkin işçi ücretleri örnek alınmalı ve sosyal haklardan yararlanma hukuku sağlanmalıdır.

“Enflasyon oranında ücret artışları” iddiası ve aldatmacasının yerine ücret komisyonlarının belirlediği gerçek geçim (reel ücret) ücretleri tespit edilerek ücret artışları sağlanmalıdır.

3- İşsizlik sorunu, öneri ve talepler

Çalışma hakkı, yaşamsal önemde insani ve toplumsal bir haktır. Bir işe sahip olmak yani çalışmak; kapitalist ekonomik politikalara bağlı ve üzerinde oyun oynanacak, tasarruf yapılacak bir olgu olarak görülemez. ‘İşsizlik’ de tıpkı krizler gibi kapitalist üretimin müzmin hastalığıdır. Sermayenin ve işverenlerin işsizlik olgusu üzerinden ucuz işgücü elde etme ve yedekte çok sayıda işsizi elinin altında bulundurma politikaları da kabul edilemez.

İşsizlik olgusu insanlık dışı bir olgudur. İşsizlik, emekçiyi yaşam sorunları karşısında çaresiz kılar ve ruhsal-zihinsel sağlığını bozar. Bu yola başvurarak ucuz işgücünü (ve yedek sanayi ordusunu) şişirerek yedekleyen patronların tutumu, tüm insani erdemlerle çelişen bir tutumdur.

İşsizliğin kapitalist üretim çerçevesi içinde kalıcı çözümü, kapitalizmin yapısal çelişkileri ve kargaşaları doğuran plansızlık nedeniyle mümkün değildir. Kapitalizm sınırları içinde bu konu çözümsüzdür. Ancak işsizliğe karşı çeşitli talepler temelinde mücadele yürütülmeli, bununla da kalınmayarak işsizler arasında da örgütlenme çalışması yapılmalıdır. Sendikaların talepleri arasında bu konudaki toplumsal politikalar ve önermeleri yer almalıdır.

Kapitalist üretimin müzmin hastalıklarından biri olan “işsizlik” olgusunun, sermaye sınıfının işçi sınıfına deyim yerindeyse ‘aba altından sopa gösterircesine” bir tehdit unsuru olarak sürekli kılması çabaları, sınıfsal sömürü ve baskı düzeneği ile ilgilidir. Kapitalizm ‘kar’ hırsıyla güdülenmiş, dönem dönem krizlere giren ve her bir krizde yeni bir birikim modeline ihtiyaç duyan; tüm bunları gerçekleştirirken de zorunlu olarak işgücünü alabildiğine ucuzlatma eğilimi gösteren bir üretim biçimidir. Bu üretim biçiminin temel çelişkisi de muazzam düzeyde toplumsallaşmış üretim ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkidir. Diğer bir deyişle; insana ait tüm ihtiyaç ve hizmetlerin üretimi dünya genelinde toplumsallaşmış, her bir işkolu birbiriyle zorunlu bağlantılar kurmuş, tek bir ürünün üretimi için birçok işkolunu bir araya getirmiş; buna karşın bu üretimde kullanılan üretim araç ve iş gereçleri birkaç milyonu aşmayan ‘seçkin’ azınlığın elinde toplanmıştır. Sınıf mücadelesini devindiren işte bu temel çelişkidir.

Ancak son dönem emperyalist-kapitalist sistem dinamikleri tarafından işsizlik sorununun çözümlenmediği ve sistemin bunda yetersiz kalmasının ötesinde, egemen sınıf güçlerinin bunu çözmek istemediği de açığa çıkmıştır. Kimi teknik gelişimlerin üretim süreçlerine yansıması, diğer deyişle emek verimliliğinin teknoloji yoluyla arttırılması ‘yedek sanayi Ordusu’nun nicel artışında büyük rol oynamıştır. Buna karşın, son derece ‘düz’ bir mantıkla dahi bakıldığında, teknolojik gelişme ve buna bağlı olarak emek üretkenliğinin arttığı koşullarda işgününün kısalması gerekirken, birçok ülkede işgünü artma eğilimi göstermektedir. Emperyalizm, sermaye ihracı yoluyla, ihtiyaç duyduğu üretimi Türkiye gibi farklı bağımlılık düzeyinde bulunan ülkelere aktarmaktadır. Burada belirleyici olan, işgücünün ucuz olması ve bağımlılık ilişkileri temelinde sermaye ihracı yapılan ülkenin gümrük başta olmak üzere çeşitli kısıtlamaları kaldırarak sermaye ihracını gerçekleştiren tekellerin maliyet harcamalarını azaltmasıdır. Dolayısıyla sistemin işsizlik problemi ve yarattığı toplumsal insani sorunlar da ağırlıkla emperyalist merkezler dışına transfer edilmektedir.

İşçilerin yaşama koşullarındaki yoksunluklar, işsizlik sorunu ile daha da artmaktadır. Bir dizi bireysel ve toplumsal sorun ortaya çıkmaktadır. İşsizlik artık kapitalist emperyalist sistemin yarattığı ancak onu aşan toplumsal sorun düzeyindedir. Emperyalist-kapitalist ilişkiler ve kapitalist üretimin yapısal niteliği, bu tarihsel-toplumsal sorunu çözme yeteneğine sahip değildir. “İşsizlik” olgusu sitemin tercih ettiği ve kesinlikle çözmeyi önüne almadığı toplumsal bir gerçeklik olmuştur. Emperyalist-kapitalist piyasa koşullarında “yedek işgücü” kavramsal kategorisi üretilmiştir. Ancak çok büyük sayılardaki emekçilerin işsizlik, açlık ve yoksulluk sarmalında tutulduğu, bunun çözüm yollarının ise gündeme alınmadığı güncel süreçteyiz.

İşsizliğin önlenmesi, sömürü olgusunun geriletilmesinde önemli bir etkendir. Uluslararası toplumsal üretimin sermaye karları için değil toplumsal yarar temelinde gerçekleştirilmesi ve emekçilerin de bu anlayışla ama hepsinin üretim süreçlerinde daha az sürelerle çalışması, çözümde belirleyici unsurdur.

Emekçilerin çalışma sürelerinin azaltılması, herkesin bir üretimde-bir işte çalışır olması ve ekonomik yatırımların toplumsal yarar ilkesine göre düzenlenmesi ve buna göre planlanması önemli olmaktadır. Yani sorun aslında toplumsal sistem olayında düğümlenmektedir. Sonuç olarak, kapitalizmden kurtulma gibi tarihsel-toplumsal bir görev ve sorumluluk, ezilen sömürülen işçi ve emekçi sınıfının omuzlarındadır.

Sistem içi mücadele ve insani kazanımlara ulaşma kapsamında ele alındığında ise şunları söylemek durumundayız. Mevcut koşullarda sorunun hemen çözümü mümkün olmadığından “işsiz” emekçilerin sosyal-ekonomik haklarında genişleme yapılması yönü önemle ele alınmalıdır. Onların eğitim, sağlık, barınma, beslenme ve kültürel ihtiyaçları, toplumsal sahiplenme ve dayanışma uygulamalarıyla karşılanmalıdır. Geçici işsizlik maaşının nasıl bir aldatmaca olduğu, ortalama bir yıllık “işsizlik maaşı” sonrasının meçhul bırakıldığı koşullardayız. İşsizlik ve işsizlikle bağlantılı sosyal hak ve hukukun artık yetersizlikleri ve insanca yaşam sağlamadığı görülmektedir.

‘İşten çıkartma tehdidi ‘yöntemine son verilerek, işten çıkartma yasaklanmalıdır.

Uygulanmakta olan “ücretsiz izin” uygulamasına da son verilmelidir.

İşçilerin kadrolu ve güvenceli, toplu iş sözleşmeli çalışması olanağı sağlanmalıdır.

Çocuk işçilik, göçmen işçiliği gibi statüler derhal yok edilmelidir. Çocuk işçi çalıştıranlara ağır yaptırımları olan cezalar verilmelidir.

Taşeron işçi, kiralık işçi, geçici işçi statüleri kaldırılmalıdır. Tümü kadrolu diye ifade ettiğimiz işçi statüsünde istihdam edilmelidir. Sermayenin kaçındığı işçiler yararına olan yeni uygulamalarda, devlet kamu sorumluluğu gereği devreye girerek uygulamaya katkı sunmalıdır.

4- Sendikal haklar ve örgütlenme sorunları

Çalışma yaşamında sendikal haklar kullanmaları engellenmekte ve emekçilerin bağımsız sendikalaşma yönelimleri baskı altında tutulmaktadır. Sermayenin bu konuda toplu davranış içindedir. Başta hükümet olmak üzere birçok devlet kurumları da bu davranışın yanında yer almaktadır.

İşçiler kendi çıkarlarına olmasına rağmen, sendikal örgütlenmeye işten çıkarılma korkusuyla uzak durmaktadır. İşçi örgütlenmesinin olmadığı iş yerlerinde sendikal çalışma yapmak, baskı ve işten atılma nedenidir. Bu konuda yazılı yasaların caydırıcılığı artık yoktur. Devlet, hükümet patronlar aynı cephede birleşerek çalışma hukukunun bu alanda söylediği yasak ve yaptırımlar çok zayıf kalmaktadır.

Hükümetler ve sermaye, sendikalardan ellerini çekmeli ve işçi sınıfının özgürce demokratik örgütlenmesini yapmasını engellemekten, sendikal mücadeleyi sulandırmaktan ve yandaş sarı sendikaların etkisinin artırılması uğraşlarından vazgeçmelidir.

Sendika hakkı ve örgütlenme özgürlüğü, uluslararası çalışma hukuku ve ülkemiz yasaları tarafından güvence altındadır. Ancak sermaye-burjuvazi ve hükümetler bu konuda hak tanımazlık ve giderek yasa tanımazlık davranışları sergilemektedir.

Patronların demokratik hakların kullanımı konusunda öncelikle yasa sınırlarına çekilmesi sağlanmalıdır. Sendikal çalışmalar karşısında takındıkları baskıcı ve yasakçı tutumları denetlenmeli ve yasal ceza yaptırımları artırılmalı, hükümetler de sermayeye ve patronlara destek olmaktan vazgeçmelidir.

İşyerinde Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yapmanın şartı olarak dayatılan anti-demokratik ’sendika barajı’ engelinin hemen kaldırılmalıdır.

Bazı iş kollarında da sürdürülen sendika yasağı, anti-demokratik bir uygulama olması nedeniyle derhal kaldırılmalıdır.

Hükümetin sağlık ve güvenlik gerekçesiyle uyguladığı grev yasağı uygulamasına son verilmelidir. Kamu emekçilerine getirilen grev yasağı, demokratik hak ve hukuk anlayışıyla çelişmekte ve kaldırılmalıdır.

Sendikalar ve örgütlenen işçiler, dayanışma amacıyla grev ve genel grev yapabilmelidir. Bu demokratik hakkın yasal düzeyde de tanınması, temel bir talebimizdir.

Anti-demokratik bir uygulama hakkı olan lokavt yasaklanmalıdır.

Tüm göçmen ve mülteci işçiler, demokratik sendika hakkından yararlanmalıdır. Bu tür işçilere karşı ayrımcı tutumlar engellenmelidir.

5- İşçi Sağlığı İş Güvenliği ve Meslek Hastalıkları konusu ve talepler

İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yanlış uygulama ve davranışlar, yaşanan iş cinayetleri ve meslek hastalıkları gibi alanlardaki her gün karşılaştığımız örnekler, nasıl bir vahim tablo içerisinde olduğumuzu göstermektedir. Bu tablo aynı zamanda, sermaye ve işverenler, sendikalar, meslek örgütleri ve devlet kurumları tarafından görev ve sorumlulukların bütünlüklü olarak yeterince yerine getirilmediğinin de göstergesidir.

Devlet resmi denetleme kurumlarının görev ve sorumluluklarını yerine getirerek, işyerlerinin denetlenmesi ve kurallı çalışma ortamı sağlanmalıdır. Emek örgütleri daha aktif biçimde sürecin içinde ve belirleyici olmalıdır.

Salgın döneminde kitlesel bağışıklık kazandırma politikaları nedeniyle, alınamayan önlemler ve aşılama kampanyasındaki zayıflıklar nedeniyle işçi sınıfı işyerlerinde göstermelik koruma önlemleriyle çalıştırıldı. Pandemi nedeniyle ücretsiz izin ve uzaktan çalıştırma ve kısa dönemli çalışma adı altında hak kayıpları yaşadı. İşsizlik nedeniyle işlerini kaybedenler oldu. Demokratik hakların kullanımı, sendikal örgütlenmeler engellendi. Salgın süreci işçi ve emekçi kesimlerin çok yönlü zarar gördüğü görmeye devam ettiği süreç oldu. İşçi sınıfı yarınlarda salgın bulaşışı nedeniyle nasıl bir sağlık sorunları yaşayacağı belli değildir. Ölümler, hastalanmalar devam ediyor. Salgının kırılmasına yönelik önlemler yeterince alınmıyor. Aşılama ve önlemler yetersizdir. Sendikalar sessizdir ve örgütsüz işçi kitleleri salgın karşısında feda edilme noktasındadır. Sağlık emekçileri önemli risk altında çalıştırılmakta demokratik haklarına ulaşmaları da engellenmektedir. Pandemi ile mücadele konusu her türlü rant hesabından uzak halk sağlığı politikalarına bilimsel uyumluluk içinde yürütülmelidir. Siyasal iktidar, bu konularda başarısız politikalarına, sermaye yanlısı politikalarına devam ederek halkına zarar vermektedir.

Meslek hastalıkları konusunda uzman hastanelerin ve donanımları ve sağlık emekçi sayılarının artırılarak, bu temel kamu hizmetinin daha ileri düzeylere taşınması sağlanmalıdır. Bu alanda ticarileştirme ve sağlık hizmetlerinin özel sektör üzerinden metalaştırılmasının engellenmesi temel bir taleptir.

Meslek hastalıkları konusunda sermayenin çıkarına olan duyarsızlık ve kurumsal gelişmenin zayıflatılması politikalarından vazgeçilmelidir. Meslek hastalıkları veri ve istatistikleri tutularak, hizmet düzeyi zenginleştirilerek güçlendirilmelidir.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği, ayrıca meslek hastalıkları konularında; İşyerlerinde ve üst kurullarda işçi temsilcilerinin yer alması sağlanarak, kurallı çalışma ve yasalara uyum ve denetim sağlanmalıdır.

6- Çalışma süreleri ve izin hakları

Üretim ve hizmetler sektörlerinde harcanan emek zamanı giderek artmasına rağmen, emekçilerin yoksunlukları azalmamaktadır. Geçinme sorununu çözmeyen sermaye, düşük ücret ve kısıtlı sosyal haklarla işçilerin yetinmelerini istenmektedir. Bu aynı zamanda sömürü oranının da giderek artması anlamındadır. Sistem genel bir eğilim olarak bu yönde ilerlemektedir.

Beş günlük iş haftası, yedi buçuk saatlik iş günü ve hafta sonu 48 saatlik kesintisiz dinlenme süresi kuralının uygulanması, bunun yasalarca güvence altına alınması ve denetlenmesi temel talebimizdir. 12 saati bulan zorlayarak çalıştırma kabul edilemez. Avrupa ‘da 5 veya 6 saatlik çalışma süresinin tartışıldığı, hatta örneğin Belçika’da haftalık çalışma süresi olan 38 saatin, 4 günlük mesai gününde kullanılması ve haftanın diğer üç günü boş zaman olarak değerlendirme tartışmaları sürmektedir. Örneğin ülkemizde yıllık fazla mesai saati olarak 290 saatin eklendiği bir çalışma süresi yoğun çalışma işçilere yıpratıcı ve ağır gelmektedir.

Ağır ve çok tehlikeli iş kolları için daha az çalışma süreleri ve korumalı çalışma düzenlemesi olmalıdır.

Son zamanlarda giderek yaygınlaşan uzun süreli ve yoğun/aşırı hızla çalışma, insanlık dışı bir uygulamadır.  Uzun süreli ve aşırı çalışmanın meslek hastalıklara yol açtığı, emekçileri stresli yaşam ortamına sürükleyerek yaşamsal sorunlarla karşı karşıya bıraktığı artık bilinen bir gerçekliktir. Bu uygulamaya bir an önce son verilmelidir.

İşsizlik olgusu karşısında alınabilecek olan bir tedbir olması nedeniyle de tüm işçilerin daha az sürelerle çalışması uygulamasıyla, işsizlere de iş-çalışma olanağı sağlanabilir. Devlet ve sermaye, aşırı kar dürtüsünden kurtularak toplumsal yarar yönünde adım atmalıdır.

İşçilerin yıllık izin hakkı kullanımında uygulamalar sorunludur. İşveren işyeri çıkarlarına uygun olarak üretim verimliliğine uygun izin kullanımlarını düzenleyebilmektedir. İşçinin yıllık dinlenme süresini parçalayarak gerçekte onun dinlenmesine engel olmaktadır.

İşçiler dinlenme hakkını istedikleri gibi kullanamamaktadır. Sendikal örgütlenmesinin olduğu yerlerde dahi işçiler, izin haklarını işverenlerin iş çıkarlarına göre düzenleme baskısıyla karşılaşmaktadır. Bu konuda sendikalar, çalışma bakanlığı ve SGK kurumları; gerçekleştirecekleri denetimlerle izin hakları kuralına uyulmasını sağlamalıdır.

‘Mazeret izini’ kullanımında da işverenlerin veya işveren vekillerinin keyfi davrandıkları biliniyor. İşveren tarafının, işçilerin mazeret izin hakkının kullanımında azami dikkat gösterilmeli ve bu durum işyeri kurulu tarafından denetlenmelidir.

7- Emekli ve yaşlılara yönelik öneri ve talepler

Emeklilik yaşı başta olmak üzere emekli ve yaşlı hakları yeniden düzenlenmelidir. Emekli yaşının yükseltilmesi ve emeklilerin düşük maaşları dahil birçok sosyal haklardan yararlanamama ve toplumsal yokluklar içinde tutulması, toplumsal açıdan bir sorundur.

Emeklilik yaşı, TTB ve TMMOB gibi meslek örgütleri ve sendikaların katılımıyla yeniden tespit edilmelidir.

Yaşlılık hakları ve yaşama koşullarının yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Emekliler ve yaşlılarımızın insanca yaşama koşulları ulaşılan uluslararası ileri standartlara taşınması gerekmektedir. Devlet, sermaye, yerel yönetimler ve kitle örgütleri bu konuda üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir.

Emekli ve yaşlıların enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında ezilmelerini önleme amacıyla vergilendirme muafiyetleri, sağlık, dinlenme ve sosyal-kültürel etkinliklerden azami ölçülerde ücretsiz yararlanmalarına olanak sağlanması; toplumsal çalışmalardan soyutlanmamaları için sosyal, siyasal ve kültürel açılardan kurumsal etkinlikler yapmalarına olanak tanınmalıdır.

“Emeklilikte Yaşa Takılanlar” sorunu öncelikle çözüme kavuşturularak, emeklilik haklarının tanınması temel talebimizdir.

8- Kadın işçi sorunları, stajyer ve çocuk işçiliği, Göçmen işçi ve LGBT+ işçi sorunları

Genelde toplumsal yaşama egemen kılınan kapitalist toplumsal ilişkilerin de körüklediği insanlık dışı toplumsal cinsiyet rolleri olgusu; ideolojik, kültürel, sosyal cinsiyet vb yönleriyle toplumsal yaşamımızdan sökülüp atılmalıdır.

Eşitlik, özgürlük, yaşam hakkına saygı temelinde toplumsal bilinç ve davranış kültürüne ihtiyaç vardır ve bu üretilmelidir.

Kadın işçilere yönelik her türlü cinsiyetçi ayrımcılık engellenmeli, ücret, sosyal haklar ve çalışma koşullarında sömürü ve baskı unsurlarından uzak durulması sağlanmalıdır.

İşyerlerinde kreş hakkı ve yaşanan sorunla ilgili taleplerin karşılanması önemlidir. İşçi çocukları için işyerlerinde veya dışında kreş hakkından yararlanma olanağı yaratılmalıdır. Bebekler süt ve mama gibi besin destekleri almalı ve işyerlerinde emzirme odası olanakları yaratılmalıdır.

Stajyer genç işçi ve emekçilere angarya düzeyindeki koşullarda çalıştırılmaktadır. Fırsatçı ve insan haklarına temelden ters olan durum kesinlikle denetlenmeli, aykırılıklar yasaklanmalıdır. Stajyer öğrenci emekçiler, yetişkin işçi haklarından yararlandırılarak eşitlik sağlanmalı ve adaletsizlik engellenmelidir.

Çocuk işçiliğindeki artışlar dikkate alınarak yeni yasal düzenlemelerle yasak ve cezai yaptırımları artırılmalıdır.

Göçmen işçiler ve göçmen emeği üzerinde oynanan oyunları emek cephesi kabullenemez. Öncelikle savaş ortamı ve ülkelerin demokratik barışçıl sisteme dönmesi gereğini ifade etmeliyiz. Tüm ülkelerde halklar nasıl yaşayacağına kendileri karar vermelidir. Emperyalist paylaşım ve güç savaşları son bulmalıdır. Bu temel yaklaşımdan hareketle, göçmen emeği üzerindeki sömürü ve baskı sona ermeli, işçiler eşit koşullarda bulundurulmalı ve kazanılmış haklardan yararlandırılmalıdır.

LGBT+ işçiler üzerinde toplumsal ve cinsiyet konumlarından dolayı ayrımcılık ve baskı kurulmaması ve eşit koşullardan adil biçimde yararlanmaları sağlanmalıdır. Sendikalar, devlet kurumları ve işverenler bu konuda bilinçli davranışlar içine girerek yaşanan olumsuzlukların engellenmesine çalışmalıdır.

9- Emekçiler üzerinde sınıfsal-psikolojik baskı ve yıldırma (Mobbing) politikaları

Çalışma yaşamında psikolojik baskı ve yıldırma (mobbing) olgusu, giderek artmakta ve engellenmesi yönünde başvurulan hukuksal ve pratik önlemler ise çok yetersiz kalmaktadır. Mobbing, üretim ilişkileri ve iletişimler kapsamında, olumsuz kültürel bir olgu olarak da süreklilik arz etmektedir.

Psikolojik baskı ve yıldırma olgusu, emekçileri işyerlerinde ve yaşama alanlarında, sadece bireysel kapsamda karşılaştıkları veya yaşadıkları bir olay değildir. Mobbing sanıldığının aksine işçi ve emekçiler üzerinde toplumsal baskı mekanizması olarak gelişmekte ve uygulanmaktadır. Bireysel sorun gibi gündeme getirmesi ve çözüm yollarının aranması ve mücadele edilmesi gerçekliği, olması gereken sınıf bakış açısını daraltmaktadır. Bu nedenle de soruna emekçilerin bireysel sorunu dar penceresinden değil, sistemin ve sermaye güçlerinin baskı yöntemi ve uygulamaları olarak yaklaşmak doğrudur.

Bu bakış açısıyla yaklaşıldığında, işçi sınıfının mobbing olayına karşı, yaklaşımları değişeceği gibi, çözüm önerileri ve mücadele tarzı da değişecektir.

Bir bütün olarak tabloya baktığımızda görüyoruz ki işçi sınıfı ve emekçiler, toplumsal yaşamda ve üretim ilişkileri içerisinde, sermaye güçlerinin ve işbirlikçi yandaş unsurların baskısı altındadır. Otoriter toplumsal ilişkiler dayatması, anti-demokratik anlayış ve tutumlar, egemen cinsiyetçi toplumsal rollere bağlı yaklaşımlar, farklı inanç ve etnik kökenli emekçilere karşı tahammülsüzlük, patronun sınıfsal üstünlük ve egemenlik saplantıları vb nedenlerle işyerlerinde emekçiler çeşitli baskı ve yıldırma uygulamalarıyla karşılaşmaktadır.

Mobbing olayında yaşanan psikolojik baskı, yıldırma ve sindirme yöntemleri özünde sınıfsaldır. Burjuvazinin genel uygulamaları ve yukarıda belirttiğimiz olguların birey veya gruplar açısından işyerlerinde yaşanması hali de bu sınıfsal egemenlik olgusunun uzantılarıdır. İşverenin dediği ve istediği olacaktır, aksi halde yıpratma ve baskı gündeme gelir. İşte insan hakları ve emek hakları bakımından da yanlış olan, sınıfsal baskı davranışı dediğimiz, süreklilik arz eden bir tarzdır bu. İşte karakteristik burjuva davranış biçimi anlamında da bu durum, baskı kültürü halinde patronlarda, devlette, yandaş unsurlarda yerleşik haldedir.

Kapitalist egemenlik ve otorite kültürünün yansıması olan mobbing olayında, patron açısından emekçinin kişilik hakları, demokratik hakları ve iradesi değersizdir, önemli değildir. Onun için önemli olan üretim ve daha fazla üretim ve kardır. Sadece işyerleri disiplini açısından değil toplumsal ilişkilerde de boyun eğen, köle gibi çalışan hak ve hukuktan söz etmeyen emekçi halk-kitle tipi tercih edilir.

Birey düzeyinde yaşanan baskı ve yıldırma olayları da, esasında buradan kaynaklanarak yaşamımızda yer alıyor. Toplumsal yaşamda karşılaştığımız, emekçilerin ve tüm çalışanların birbirlerine yönelik baskı-sindirme-yıldırma temelindeki ilişkileri, yanlış ve gerici toplumsal bilinç ve davranış kültürüyle de bağlantılıdır.

Bu olumsuz ilişkilerin hakim olduğu toplumsal nesnellikte, mobbing olayının çalışma yaşamında son bulması, emekçinin sosyal varlığına ve haklarına saygı gösterilmesi, barışçıl çalışma ortamı, demokratik kültür ve ilişkilerinin hakim kılınması temel taleplerimizdir.

10- Toplu İş Sözleşmeleri uygulamalarında yaşanan sorunlar

Sendikalar tarafından işverenler ile yapılan Toplu İş Sözleşme kurallarına uyulmaması tutumları özellikle son yıllarda artış göstermektedir. TİS, yasalarla desteklenen ve işyeri yasal uygulamalarıdır. İşveren TİS kararları üzerinde bir konumda değildir. TİS kurallarına uymak ve yükümlülüklerini yerine getirme sorumluluğundadır. Devlet ve hükümet kurumları ve yargı bu kuralın uygulanmasını gözetmek durumundadır.

Ancak hükümet ve yargının sermaye yanlısı davranışları ve duyarsızlıkları nedeniyle işverenler TİS kuralları dışına çıkmaya ya da TİS kuralları yerine getirmeme gibi keyfi davranışlar gösterebilmektedir. İşverenler TİS kurallarına uymalıdır. Devlet ve resmi kurumlar da bu kurallara uyulmasını sağlama sorumluluğundadır.

11- Fonların yönetilmesi ve yeni fon tasarımlarıyla ilgili talepler

İşçi ve emekçilerin devlet/kamu kurumları ve yasal düzenlemeler üzerinden oluşturduğu fonlar, son dönemde özellikle amaç dışı kullanılmaya başlanmıştır. İşçi çıkarlarına uygun kullanımı dışında sermayeye destek teşviklerinde ve yatırım uygulamalarına sermaye olarak kullanılmaktadır. Bu işçi sınıfı birikimlerinin hoyratça ve pervasızca kullanımı anlamındadır. Bu tür işçi sınıfı üzerinden farklı amaçlar için yaratılan fon olanaklarının, sermayeye yedekleme davranışları kabul edilemez.

İşsizlik fonu, kıdem tazminatı fonu ve BES gibi eğilim ve uygulamalar gündemde tutulmaktadır.  Emekçiler aleyhine olan tasarı ve yönelimlerden uzak durulmalıdır.

Tüm fon uygulamalarında emek örgütlerinin kolektif iradelerinin temsili üst ölçülerde sağlanarak, emekçilerin onaylamadığı uygulamalardan uzak durulması, talebimizdir. İşsizlik fonunda biriken finansal kaynak, yalnızca üretim dışı kalan işçi ve emekçilere ayrılmalıdır. İşsizlik fonunun amaç dışı kullanımına son verilerek, hükümetin ve sermayenin fon birikimlerini kullanmasına yasak getirilmelidir. İşsizlik fonu, sadece sendikalar ve meslek örgütleri tarafından seçilecek emek komisyonları tarafından izleme ve denetime alınmalı, fonun amaç dışı kullanımı son bulmalıdır.

Kıdem tazminatı hakkının “kıdem tazminatı fonu” tasarımı adı altında, mevcut uygulamaya son verilerek sermayenin çıkarına uygun düzenlenmesi temelindeki niyet ve çabalara son verilmelidir. Kıdem tazminatı uygulamalarında devlet garantisi ilan edilerek patronlar tarafından bilinçli olarak yaratılan tazminat ödeme sıkıntıları yaşanması engellenmelidir.

‘Bireysel Emeklilik Sistemi’ (BES) nin düzenlenmesi işçi sınıfı talebi değildir. Emekçilerin sırtından sermayeye finans sağlama çalışmasıdır. Emek örgütlerinin karşı çıkmalarına rağmen, sermayeye finans sağlama hareketi olması nedeniyle uygulamadan derhal vazgeçilmelidir.

Özetle söyleyecek olursak, ifade edilen bu talepler bütünlüğü, güçlü işçi örgütlenmesi, birlik ve dayanışmalarla birlikte yükselecek olan güçlü mücadele ile karşılanacağı açıktır.

…   …   …

 

 

 

KAYNAKÇA:

-A.Mahiroğulları, Dünyada ve Türkiye’de Sendikacılık (2013) / aktaran Dr. İmre SİPAHİ – Türkiye’de İşçi Sendikalarının İhtiyari Organ ve Temsilcilik Yapılanmaları – Çalışma ve Toplum, 2019/2

-30 Soruda-Neden Sendika- Lastik-İş yayınları 2020/1

-Av. Ferhan TUNCEL-Kıdem Tazminatı, Türk-İş yayınları-2007

-Av. Muhammet Sefa MUTLU-Uluslararası İnsan Hakları Belgeleri Normları Işığında Sendika Hakkı- Kadir Has Üniversitesi/ Sosyal Bilimler Enstitüsü-2017

-Ayşe BUĞRA – Osman SAVAŞKAN – Türkiye’de yeni Kapitalizm, Siyaset, Din ve İş Dünyası – sf.85…

-B. Urhan – Sendikasız Kadınlar Kadınsız Sendikalar, İstanbul – 2014

-Bilge ÇOBAN – Sendikal Örgütlenmede Yeni Deneyimler ve Değişen Stratejiler – Çalışma ve Toplum Dergisi 38. Sayı – 2013

-Birleşik Metal-İş Sendikası yayınları

-Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı-Sendika İstatistikleri Resmi Gazete 27 Ocak 2022 İşçi sendikaları İstatistikleri

-DİSK AR-GE yayınları

-Doç. Dr. Aziz ÇELİK. – Uluslararası Normlar Karşısında Türk Mevzuatı ve Uygulamasında Sendikasızlaştırma /Emeğin Hukuku Kurultayı-Mayıs, 2015

-Doç. Dr. Aziz ÇELİK – İLO Uzmanlar Komitesi Raporu, Türkiye Bölümü-2019

-Doç. Dr. Aziz ÇELİK- Türkiye’de Kamusayet Sendikacılığı – Mücadeleden vesayete Türkiye’de kamu görevlileri sendikacılığı, KESK ve Kamu Eleştirileri Önerileri -Eleştirel Pedagoji, Sayı 34, Temmuz-Ağustos-2014

-Doç. Dr. Aziz ÇELİK- Ücretli Olmayanların Sendikal Hakları ve Türkiye Uygulaması

-Doç. Dr. Aziz ÇELİK- Sembiyotik İlişkiler ve Otoriter Korporatizm Kıskacında 2010’lu Yıllarda Türkiye’de Sendikalaşma, Toplu Pazarlık ve grev Eğilimleri – sf. 46  – 2018

-Doç. Dr. Faruk SAPANCALI- Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk- Dokuz Eylül Üniversitesi- 2008

-Dr. Murat ÖZVERİ- Sendika hakkı, sendika özgürlüğü, sendikacı nedir ne değildir? Evrensel gazetesi-21 Kasım 2018

-Dr. Recep MAKAS – 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda Sendikaların Kuruluş Esasları – Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi – 2013

-Emek Cephesi-Sendikal Mücadelede Yeni Bir Açılım: – Sosyalist Barikat yayınları – 1994

-Emekliler Dayanışma Sendikası  (EDS) Tüzüğü

-Emperyalizm- Kapitalizmin En Yüksek Aşaması – V.İ.Lenin, Sol Yayınları

-Emperyalizm Bunalım Dönemleri – Şafak Yargılanamaz, S.Barikat yayınları

-Erkan KIDAK – KESK ve Toplumsal Hareket Sendikacılığının düşündürdükleri -Pamukkale Ünv.- 24 Aralık 2020

-Fatma SÜMER- Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçları -İstanbul Üniversitesi – 2015

-Fikret SAZAK – Türkiye’de Sendikal Kriz ve Sendikal Arayışlar, derleme, EPOS yayınları -2006

-Gamze Yücesan-ÖZDEMİR – İnatçı Köstebek 2014 – sf. 30…

-Hüseyin Umut BOZKURT- Sendikal Özgürlük- Yeni eğilimler ve sosyal hareketler üzerine, Kırklareli Ünv. 2015

-ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) “Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin Sözleşme” İLO kabul tarihi 17.06.19488, Türkiye kabul tarihi ve sayısı:3847/25 Kasım 1992

-Immanuel NESS -Yeni bir küresel işçi hareketi oluşturmak / Çeviri: E. Köse ve İ. Büyük – 1921

-İşçi Sağlığı İş Güvenliği (İSİG Meclisi) web sitesi

-Muhterem Çağdaş ABAY – Türkiye’de ve Bazı Avrupa Birliği Ülkelerinde Gelir Dağılımı Eşitsizliği ve Yoksulluk Analizi-Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir – 2018

-Murat ÇAKIR- Toplumsal Hareket Sendikacılığı-Yüksek lisans tezi

-Nergis MÜTEVELLİOĞLU – İşsizlik Korkusu, Sendikaların İşlevselliği ve Sendikal Örgütlenme Hakkı (5.Uluslararası Sosyal Haklar Sempozyumu, Akdeniz Üniversitesi)-2013

-Özdeş ÖZBAY-Prekarya mı, değişen işçi sınıfı mı? 2017

-Özgür ÖZTÜRK-Türkiye’de Büyük Sermaye Grupları/Finans Kapitalin Oluşum ve Gelişimi-SAV yay. 2010

-Politeknik.org.tr / Belçika’da çalışma yaşamına yeni düzenleme- Şubat 2022

-Sendikaları yeniden inşa etmeli-Demokratik Emek Platformu-Mezopotamya Ajansı-06.12.2020

-Serdal BAHÇE, Ahmet Haşim KÖSE- Kapitalizmin Yoksulluğu, vatandaş ya da toplumsal sınıf olarak yoksullar- (Sosyal Yardım Alanlar-Denizcan Kutlu derlemesi) sf.41… – 2018

-Sırrı Öztürk- İşçi Sınıfı Sendikalar ve15/16 Haziran – Sorun Yay. 2001

-Şükrü SARIKAN, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu-Resmi Gazete, Tarih: 07.11.2012

-Yeniden inşa için sınıf sendikacılığı – Emek Hareketi- 26 Ocak 2021- Evrensel gazetesi

…   …   …

 

Sendikaları Etkisizleştirme Sürecinde

“SENDİKA HAKKI VE ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ” MÜCADELESİ

Yazan: Adnan ALİN / Şubat 2022

 

İlgini çekebilecek diğer içerikler