Sosyal güvenlik hakkı, toplumsal ilişkiler evriminin yarattığı bir olgudur. Vazgeçilemez haklardan biridir. Artık uluslararası çalışma yaşamı ve toplumsal ilişkilerde, günümüz koşullarında insan haklarının ulaşmış olduğu düzeyin pozitif bir ürünü olarak da kabul görmüştür. Birey yurttaşlar ve emekli-yaşlı gibi toplumsal gruplar, devlet düzenlemesi sonucu elde ettiği gelir garantisi ve sosyal haklar güvencesiyle geçim, sağlık, beslenme, barınma gibi temel insani ihtiyaçlarını karşılar. Bu tarihsel bir hak ve kazanımdır. Uluslararası ve ulusal yasalarla ve sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Sosyal güvenlik, toplum ve birey açısından bir hak, devlet kurumsal sorumluluğu açısından da vazgeçilemez “kamu görevi” düzeyindedir.
Ancak AKP iktidarı süreçlerinde, sosyal güvenlik hakkına yönelik kısıtlama ve hak kayıpları yaratan uygulamalar söz konusudur. Emeklilik yaşı yükseltilmesi, emekliliğe hak kazanma engelleri, emekli aylıklarındaki kayıplar ve düşüşler, BES uygulamaları vb. bunun örnekleridir. Bu basit bir hükümet politikası değil, kapitalist toplumsal ilişkilerin yarattığı sömürü ve baskı mekanizmalarının emekçiler zararına yarattığı bir sonuçtur.
Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) sorunu, aslında toplumsal sistem işleyişini de kapsayan sosyal politikalar ve haklar temelindeki tartışma ve sorgulamanın konusu olarak gündemimizdedir. Aynı zamanda, emekçilere yönelik dayatma biçimdeki toplumsal yoksunluk olayı olması nedeniyle de çok önemli bir ekonomik- demokratik mücadele zemini oluyor.
Emeklilik ve bir alt başlık olarak da “Emeklilikte Yaşa Takılanlar” sorunu kapitalist toplumsal yapının ve rejimin insanlık dışına çıkarak insanlara, hak yoksunluğu da dahil istismar ve sömürüyü yoğun olarak yaşattığı güncel toplumsal sorunlardan biridir.
Emekli yaşının yükseltilmesi ve emekli maaşları miktarının bilinçli uygulamalarla eritilmesi gibi uygulanan burjuva ekonomi-politikalar, bugün emeklilerin ve gelecekte de emekçi nesillerin sosyal güvenlik güvencesi açısından nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu çok somut ifade ediyor.
Burjuvazi ve devlet, tarihsel anlamda sosyal güvenlik konusunda tavır değiştirmiş; sosyal devlet olgusundan uzaklaşarak, sosyal güvenlik hakkının ve kazanımların budanması temelinde somut ve olumsuz gelişmelere yol açmaktadır.
Son yaşananlar ışığında denilebilir ki, emekliler başta olmak üzere tüm emekçiler, bugün ve yarın açısından, çok ciddi sosyal güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kalacağı çok açıktır. Emeklilerin sonuçta gelirsizlik tehlikesiyle insanca yaşam koşullarından yoksun bırakılması riski giderek artıyor.
Bir emekçinin sosyal güvenlik hakkı olan emekliliği hak kazanması için kanunda düzenlenen yaş ve SSK prim ödemeleri gibi koşulları bulunuyor. Primlerini ödemiş ancak yaş koşulunu yerine getirmeyen emekçiler ve Bağ-Kur kapsamındaki yurttaşlar yasa gereği kuralı yerine getirmek zorundadır. Seçim vaatlerinden olan ‘emeklilikte yaş engelinin kaldırılacağı’ sözü, bizzat sözü verenler tarafından yani AKP ve MHP tarafından mecliste engellendi. CHP, HDP ve İP nin desteğine rağmen yasa teklifi mecliste reddedildi. Öyle ki AKP başkanı Erdoğan konunun gündeme geldiği Ekim 2018 son günlerinde emeklilikte yaş engelinin kaldırılması talebiyle dalga geçerek gibi ‘kamu maliyetleri artacağı’ gibi bir gerekçeyle olumsuz yanıt verdi.
Kazanılmış bir hak olan sosyal güvenlik hakkının nasıl budandığı, sermaye ve burjuvazi tarafından emekçilerin beslenme, barınma, sağlık gibi temel yaşamsal konularda yoksunluğa/muhtaçlığa karşı korunmasız bırakılmak istendiğini; burjuvazinin ve AKP nin sosyo-ekonomik politikalarında ve uygulamalarında görmekteyiz. Hemen akla gelen örnekler var. Sağlık hizmetinde giderek artan katkı payları ile sistemin paralı hale getirilmesi sürecini yaşıyor olmamız ve emekli maaşlarının sistemli biçimde satın alma gücünün düşürülerek değersizleştirilmesi ve düşük tutulması…
Emek örgütleri dün-bugün soruna güçlü biçimde sahip çıkamadı
Emek örgütleri, meslek örgütleri ve emekli dernekleri gibi demokratik kitle örgütleri yaptırım gücünden yoksun cılız itirazların ötesine geçemedi. Ki sorunu yaşayan kitle de sorununu dile getirecek bilinç ve örgütlülük düzeyinde olmadığından, yani sorunun öz-kitlesi tarafından da sahiplenilmedi.
Sendikaların emekli kitlesinin sorunları karşısında zayıflık içerisinde olduğu ortadadır. Yüzbinlerce üyesi olan emekli dernekleri ya da meslek örgütlerinin durumu farklı değildir. Siyasi partilerin, devrimci demokrat ve sosyalist örgütlerin, belediyelerin bu konuda ilgilerinin yeterli olmadığı da açıktır. Dolayısıyla burjuvazinin ve elbette AKP iktidarının bir dizi emek hakkına yönelik saldırgan ve baskıcı tutumunda olduğu gibi, emeklilerin haklarının korunması veya savunulması noktasında da görev ve sorumluluklarını yerine getirdiği söylenemez.
Örneğin Sosyal Güvenlik Reformu yasası ve uygulamaları başladığında bu kurumlar bırakın karşı çıkmayı, düzenlenen toplantılarda sessiz kalarak onaylama noktasında rol oynadılar.
Örneğin DİSK, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, KESK, bugün yüksek ses ve kitlesel eylemlerle bu konuda tavır alamıyor. Nedeni yasa çıkarıldığı süreçte karşı koyan bir yerden değil. suskun kalmasıdır. Bugün bu kurumların birlikte düzenlenecek kitlesel ortak tutum alışlarla emekli haklarına ve onların sosyal güvenlik haklarına sahip çıkmaları gerekmektedir. Basın açıklaması, basın toplantısı türü çıkışların yetersizlikleri görülmeli, emekli kitlesi ve işçi sınıfı fiilen sokaktan seslenmelidir.
İşte bu konuda öncelikle sendikaların, işçi sınıfının ve her türden emekçi katmanların, emek dostu kişi ve örgütlerin, siyasi yapıların, insani ve kazanılmış emek hakları gibi temel bir sorun karşısında tarihsel sorumlulukları bulunduğunu vurgulayalım. Kazanılmış ekonomik demokratik hakların başında gelen sosyal güvenlik hakları konusu, günümüzde önemli saldırılara uğrarken, işbirlikçi emek örgütlerinin sessizlik hali, çok ciddi yapısal sorunların varlığına da işaret etmektedir.
“Emeklilikte yaşa takılanlar” konusu, bütünlüklü ele alınması gereken toplumsal boyutları zengin çok önemli bir mevzi mücadelesidir. Ulusal ve uluslararası ölçekte, işçi sınıfının ekonomik-demokratik mücadelesinin temel konularından biri, işçi sınıfının birlik ve dayanışma göstermesi açısından da güçlü bağlantılarıyla güncel yaşamımızdadır.
Emek cephesinin her bileşeni, bu konuda mücadelede birlik içinde ve iktidar hedefli politik olmak durumundadır.
Sosyal güvenlik sistemi ve haklarımız nedir?
Türkiye’de 2008’den Günümüze Ekonomik Sosyal Politikalarda Emekliliğe Bakış (*)
Sosyal güvenlik hakkı, toplumsal ilişkiler evriminin yarattığı bir olgudur ve artık uluslararası çalışma yaşamı ve toplumsal ilişkilerde kabul görmüştür. Birey yurttaşlar ve emekli-yaşlı gibi toplumsal gruplar devlet düzenlemesi sonucu elde ettiği gelir garantisi ve sosyal haklar güvencesiyle geçim, sağlık, beslenme, barınma gibi temel insani ihtiyaçlarını karşılar. Bu tarihsel bir hak ve kazanımdır. Uluslararası ve ulusal yasalarla ve sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Sosyal güvenlik, toplum ve birey açısından bir hak, devlet kurumsal sorumluluğu açısından da vazgeçilemez “kamu görevi” düzeyindedir.
Sosyal güvenlik hakkı bağlamında, bireyin ve devlet/kamu kurumlarının düzenlenmiş yasal ve insanı sorumlulukları vardır.
Özellikle emekli haklarını sosyal güvenlik konusu açısından düzenleyen yasalar vardır. Anayasa’nın 60.maddesi sosyal güvenliği herkes için yaşamsal bir insan hakkı ve devlet için ise hayata geçirilmesi gereken bir görev olarak kabul etmiştir. Ayrıca 61.madde de tanımlanarak korunması gereken kişilerden söz edilmektedir. “…Yaşlılar devletçe korunur. Yaşlılara devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir…” biçiminde yer almaktadır. Öte yandan emekli ücretleri de çalışma yaşamını düzenleyen kanunlarca korunmaktadır. Kıdem tazminatı ve emekli aylığı, yaşlılık aylığı, dul ve yetim aylıkları vb bunun uygulanan örnekleridir.
Sosyal güvenlikle ilgili uluslararası sözleşmeler de onaylanmıştır.
Sağlık hakkı devredilemez, vazgeçilemez temel insan hakkıdır. İnsan hakları kavramının gelişiminde üçüncü kuşak arasında yer alır. Her bireyin insan olmasından kaynaklanan bu hak, bireylere yönetimler tarafından sunulması gereken pozitif insan hakları kümesi içindedir. Kurumsal zeminde bu kadar güçlü olarak temellendirilen sağlık hakkı ne yazık ki pratik yaşamda karşılık bulmakta zorlanmaktadır. Anayasa’nın 57.maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Devlet herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.” biçiminde sağlık hakkı düzenlenmiştir.
Ancak hemen belirtelim ki son dönem, neoliberal politikalar kaynaklı “sosyal devlet” olgusundan uzaklaşma sonucu, gelir ve sağlık konusunda sosyal güvenlik sistemlerine yönelik aşındırma ve değersizleştirme uygulamaları vardır. Yeni yasal düzenlemelerle önemli kayıplara yol açılmıştır. Maaşlar düşük ve satın alma gücü giderek erimiş, sağlık sistemi de ticarileştirilerek paralı hale getirilmiştir.
Bu konuyu biraz detaylandırarak bağlantılarıyla birlikte bütünlüklü bir çerçevede anlaşılır kılınması da gereklidir. O nedenle, olayın emperyalist sistem ilişkileri çerçevesindeki boyutlarını ve ülkemize yansımalarını ifade etmeliyiz.
Ekonomik Politikalar ve Sosyal Güvenlik Sistemi
Emekliler Dayanışma Sendikası (EDS) belgelerinde bu konu kapsamlı olarak ele alınmıştır. Bu kaynaktan da yararlanarak konuyu irdeleyelim.
1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren Sosyal Güvenlik Reformu, emekliler açısından mevcut hakların iyileştirilmesi ve yeni haklar anlamına gelmiyor. Anlaşılacağı üzere reform düzenlemeleriyle sermaye sınıfının çıkarları gözetilmiştir.
“Reform, emeklilerin ekonomik güvence ve sağlık hakkında ciddi kayıplara neden olmuştur. Yeni liberal süreçte istikrar ve yapısal uyum programları için yapılan düzenlemeler, sermaye çevrimi içinde dağılımı, bölüşümü ve tüketimi düzenlediği için yaratılan artı değerin sermaye sınıfı lehine yeniden dağılımının koşullarını oluşturarak kaynak aktarma mekanizmasına dönüştürülmüştür. Sosyal Güvenlik Reformu ve benzeri uygulamalar da bu dönüşümün bir parçasıdır. “Dünya kapitalist birikim süreci içsel çelişkilerinin artması sonucu 1970’lerden itibaren kâr oranlarının düşmesi eğilimiyle bir durgunluğa ve krize girmiştir. Yaşanan durgunluk zaman zaman aşılıyor görünmesine rağmen sistem bu yapısal krizi henüz atlatamamış ve içsel çelişkilerini günümüze kadar taşımıştır. Bu yüzden gelişmiş kapitalist ülkelerin krizi çözmek ve yaygınlaştırarak etkisini hafifletmek için, düşen kar oranlarının ortaya çıkardığı atıl sermayeyi kar oranlarının daha yüksek olduğu ülkelere yönlendirmesiyle başlayan yeni liberal süreç halen gelişmiş kapitalist ülke sermayesinin girdiği her ülkeyi kendi gereksinmelerine göre şekillendirmeye devam etmektedir.”(Altıok, 2000, s.77) Kapitalist ekonomik politikalar az gelişmiş ülkelerde uluslararası borç krizine neden olmuştur. Krizin ardından Uluslararası Para Fonu(IMF) ve Dünya Bankası(DB) sermaye birikim sürecinin yeniden düzenlenmesi için “Yeni Liberal Yeniden Yapılandırma Politikaları ve Yapısal Uyum Programları” uygulamaya konulmuştur.1994’te 5 Nisan kararlarıyla uygulamaya konulan 1999 ve 2001 yıllarında kabul edilen programlar diğerleri gibi yapısal dönüşüm sürecinin bir gereği olmuştur.
1994 ekonomik krizinin yeterince artı değer üretmeyen, rekabeti artıracak sanayi yatırımı yapmayan ve üretimi modernize edecek teknolojik gelişmeyi sağlayamayan sermaye sınıfının krizi olmakla birlikte dış dünyadan yansıyan olumsuz koşulların da etkisiyle olduğu söylenebilir. (Altıok, 2000, s.111) 5 Mayıs 1994’te, IMF ile imzalanan kredi anlaşması şartlarında “Sosyal güvenlik devlet tekelinde değil piyasaya teslim edilmeli. Sağlık ve emeklilik diye ayrılmalı. Bölüşüm için kullanılmamalı, toplumsal değil bireysel sorumluluk esasına göre yapılandırılmalı. Sosyal yardımlar tüm yoksulları hedef almalı ve sosyal riskler karşısında toplum tarafından asgari bir geçim düzeyi geçici olarak sağlanmalıdır.” (Özveri, 2003, s.321) deniliyordu. Sosyal Güvenlik Sistemi ile ilgili bu şart projelendirilerek uygulamaya konuldu. “Sağlık Finansmanı Politika Seçenekleri” çalışması Avustralya Sağlık Sigortası Komisyonu’na hazırlatıldı. “Emeklilik ve Sosyal Yardım Sistemleri Reform” çalışması da ILO’ya ihale edildi. Bu çalışmalar doğrultusunda hazırlanan programlar uygulanarak sosyal güvenlik sistemi ve sağlık sistemi yeniden yapılandırıldı, değiştirilip dönüştürüldü ve kamu kazanımları sermayenin kullanımına sunuldu.
5 Nisan Kararları ile başlatılan süreçte kısa vadede kamu açıkları azaltılacak, uzun vadede istikrarın sürekliliği ise kamu kesiminin ekonomideki ağırlığının azaltılmasıyla sağlanacaktı. Faiz ödemeleri ve askeri harcamaların dışında sosyal güvenlik, eğitim, sağlık, yatırım harcamaları kısılacak, kamuda çalışan işçi ve memurlara bütçe ödenekleriyle sınırlı artış yapılacaktı. Petrol ürünlerinin fiyatları artırılırken, akaryakıt tüketim vergisinden bütçeye ayrılan pay %50’den %70’e çıkarılmıştı. Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ürünlerine %100 zam yapılarak, Sosyal Güvenlik Reformu kapsamında özel sağlık ve emeklilik sigortasının teşvik edilmesi, prim gün sayısı ve prim oranlarının artırılması ve emeklilik yaşının yükseltilmesi çalışmalarına hız verilmişti. İlerleyen süreçte ekonomideki durgunluk ve düşen kâr oranları, sermayenin devletin üzerindeki baskısını artırmış, en kolay maliyet unsurunu düşürecek önlemler olarak esnek çalışma ve sosyal güvenlik sisteminin yeniden düzenlenmesi tercih edilmişti. Devletin kontrolünde olan emeklilik sigorta fonlarının özel sektör tarafından düşük maliyetle kullanılması amaçlanmış, yerli ve yabancı sigorta şirketlerinin kontrol etmek istediği fonların müşteri kaynağının büyüklüğü sermaye birikimini hızlandıracağı ve krize çözüm olacağı beklentisine girilerek amaçlanan biçimde yerli ve yabancı sigorta şirketlerine fon piyasası açılmıştır.
19 Ağustos 1999’da, Yaşar Okuyan’ın TBMM’ye sunduğu “SSK ve BAĞKUR emeklilerinin aylık hesaplama sistemini değiştiren kanun teklifi” kabul edildi ve 25 Ağustos 1999’da kanunlaşarak Eylül ayında yürürlüğe girdi. 4447 sayılı “Sosyal Güvenlik Reformu Yasa Taslağı” hazırlandı. Ve sonraki süreçte 4447 sayılı yasayla yedi esas yasa değiştirildi. İlgili on bir yasada uyum için değiştirildi. 1999 yılı sonunda IMF’nin baskısıyla ülke koşullarına uygun olmayan bir şekilde emeklilik yaşını kadınlarda 58’e, erkeklerde 60’a çıkaran yasa kabul edildi, emeklilik hakkının kazanılması zorlaştırıldı. Sosyal güvenlikte yeniden yapılanma toplumun belirli kesimine getireceği yükle bu kesimlerin yoksullaşmasını daha da hızlandırdı. Sosyal güvenlikte yeniden yapılandırmanın oluşturacağı toplumsal muhalefetin bastırılması için ise 2002 yılında “İşsizlik Sigortası” uygulamasına geçilmesi kabul edildi. 1999 yılında kabul edilen programda; Devletin borçlanma mekanizmasıyla gelir aktarmanın sınırına dayanması, sermayenin değerlenme sürecinin devam ettirilebilmesi için aşırı artan borç stokunun sosyalizasyonuna gidilerek hafifletilmesi, Devletin toplumsal kesimlere olan taahhütlerinin yeniden gözden geçirilmesi hedeflenmiştir.
26 Nisan 2005’te IMF’ye sunulan niyet mektubunda Sosyal Güvenlik Sistemi’ne bütçeden yapılan % 4,5 oranındaki desteğin %1’e düşürülmesi taahhüdü yerine getirilmiştir. 2005 yılında sigorta sisteminin tek çatı altında toplanması çalışmaları hızlandırılarak, 2006 yılının Nisan ayında yasal düzenlemeler parlamentodan geçirilmiştir. Sağlık alanında SSK’nın kapatılması, ilaç alımı ve tedavi anlamında sağlık hizmetlerinin kapsamının daraltılması ve özel sigorta şirketleri ve özel hastaneleri teşvik edici “Genel Sağlık Sigortası” yürürlüğe girmiştir. (EDS belgeleri)
Sosyal Güvenlik Reformu darbesi: emekliler milli gelirden pay alamıyor
19 Ekim 2007’de Agah Kafkas’ın TBMM’ye sunduğu “Emekli aylıklarına ülkenin büyüme oranının dahil edilmesi uygulamasının kaldırılması” kanun teklifi bir ayda yasalaştı.
Bu uygulamayla emekliler milli gelirden pay alamaz oldu. Bu pay süreçte %70 lerden %30 lara indirilmek istenmektedir.
Toplumsal muhalefeti ve gerilimi artıracağı endişesiyle tedrici uygulamalarla devam edildi. Küresel kapitalist politikalara uyum, yeniden yapılanma politikaları altında belli ölçülerde piyasa dışı süreçler tarafından düzenlenen eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, kentsel altyapı hizmetleri gibi kamusal hizmet alanlarının piyasalaştırılmasına hız verildi. Sosyal Güvenlik Sistemi’nin yeniden yapılandırılması değiştirilip dönüştürülme sürecinde yapılan değişikliklerin bütünü Sosyal Güvenlik Reformu adı ile 1 Ekim 2008 yılında yasalaştırıldı ve yürürlüğe girdi.
Sosyal Güvenlik Reformu ve Emekliler
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun işlemez olduğu, çöktüğü gerekçeleriyle Sosyal Güvenlik Reformu yapıldı. Sosyal Güvenlik Kurumu’na bütçeden yeterli destek yapılmıyor, kurum siyasi vesayet altında tutuluyor, kayıt dışılık yaygınlaştırılıyor, fonlar kurumu zarara sokacak tarzda kullandırılıyordu. Gerekli denetimler yapılmıyor, kuruma piyasacı politikalar hâkim olup kamu anlayışı terk edilmiş idi. Bahsedilen durumlar gerekçe gösterilerek yapılan sosyal güvenlik reformuyla Sosyal Güvenlik Sistemi’n finansörlüğünü çalışanların ve emeklilerin karşılayacağı, bütçe desteği olmadan gelir gider dengesini sağlayacak, tüm çalışanları da kapsayacak bir sistem oluşturulmuştu.
Sağlık ve emeklilik olarak ayrılarak Sosyal Güvenlik Kurumu sigorta konumuna getirildi.
Emekli aylık hesaplama yöntemi değiştirilerek emekli aylıkları düşürüldü
“Sosyal Güvenlik Sistemi’nde yeniden yapılandırma ve değişim sürece yayılarak yapıldı. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 26200 sayılı kanunla 16.06.2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak 1 Ekim 2008’de yürürlüğe girdi.
Emekli aylıklarının hesaplama yöntemleri 1999’da değiştirildi.
O güne kadar SSK, Tarım SSK, Bağ-Kur, Tarım Bağ-Kur ve TC Emekli Sandığı için uygulamalar ayrı ayrı ve her kurumda emekli aylığı hesaplama yöntemleri farklıydı. SSK’lı ve Bağ-Kur’lular için 08/09/1999 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 4447 sayılı kanunla emekli aylık hesaplama yöntemi değiştirildi. 1978 yılından bu yana uygulanmakta olan gösterge-katsayı sistemi terkedildi. 2000 yılı ve sonrasında TÜFE sistemi emekli aylığı hesaplaması başlatıldı.
Eşitler arası eşitsizlikler yaratıldı. Aynı prim gün sayısı ile emekli olanlara farklı farklı emekli aylığı bağlandı.
Reformun en çok tartışılan ve hak kayıplarına neden olan değişikliği emekli aylığı hesaplama yönteminin değiştirilmesiydi. Reformdan önce TÜFE, büyüme hızının %100 ‘ü ile enflasyon ve milli gelir artışının tamamının toplamı aylıkların güncelleme kat sayısı olarak kabul ediliyordu.
Reformdan sonra sadece TÜFE ile büyüme oranının %30’u toplanarak aylık güncelleme katsayısı olarak kabul edildi.
2008 yılı ve sonrasında emekli olan bir SSK’lı (4A’lı) için üç sistemden gelen aylık: 1999 yılı ve daha öncesindeki çalışmaları için gösterge katsayı sistemi olan son on yılın veya son beş yılın ortalamasına göre kısmı bir aylığı, 2000 ile 2007 yılları arasında çalışmaları için TÜFE’li sisteme göre hesaplanan kısmi bir aylığı, 2008 ve sonrası için yeni sisteme göre hesaplanan bir kısmi aylığı olacaktır. Üç sisteme göre de hesaplanan kısmi aylıkları toplanarak emekli aylığı belirlenecektir. Bağlanan gelir ve aylıklara her yılın Ocak ve Temmuz aylarından geçerli olmak üzere TÜFE oranında artış yapılacaktır. Emekli hakkı sahiplerine gelir bağlanmasında oranlar değiştirilerek kısıtlamalar yapıldı.
Eşini kaybetmiş kadınlara aylık bağlama oranı %75’ten %50’ye düşürüldü. Kadın çalışmıyorsa %75 oranında aylık bağlanması, eşinden, anne-babasından ölüm aylığı bağlanmasına hak kazananlar eşinden ya da anne-babasından birini tercih etmesi, anne ve babadan ayrı ayrı aylık alan çocuklara yüksek olan aylığın tamamı az olanın yarısının bağlanması uygulaması getirtildi.
2003, 2005, 2007 yıllarında yapılan değişikliklerle kız çocuklarının aylık almaları zorlaştırıldı. Binlerce yetim aylığı, beş yüz bin civarı eşini kaybetmiş kadının aylığı kesildi.8 Aralık 2012’de, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin yaptığı açıklamada “Eşi ölen kadınlara sosyal yardım yapılacak, 258 bin 551 kadın yararlanacak ve 259 milyon 534 bin lira ödenecek.” dedi. Sosyal Güvenlik Sistemi içinde sosyal yardım anlayışı işletildi, reform ile sigortacılığın sosyal niteliği yok edildi, bireysel hale getirildi.
Kamu yerine özel sigorta tercih edilerek sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı yok sayıldı. Anayasa’nın sosyal devlet ilkesi reddedildi.
Artık emekli aylıkları reel olarak azalırken, emekliye milli gelirden pay verilmeyecek, ülkenin büyüme hızından verilen pay üçte bire düşürülerek daha geç daha güç emekli olunacak, sisteme yatırılan prim miktarı artacak var olan haklar azalacak, devlet katkısı azalacak, primler küresel mali piyasaların emrine verilecektir… Hükümet açıklamalarında “sistem tek çatı altında toplanacak norm ve standart sağlanacak, eşitsizlikler giderilecek” denmişti. Ancak uygulama farklı oldu. Emekli Sandığı üstünlüğü korundu diğer kurumlar en az hak düzeyinde eşitlendi, norm ve standart sağlanmadı.
Eşitler arasında eşitsizlik yaratıldı.
Burjuvaziye sermaye yaratılıyor: Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)
AKP iktiadarı yeni düzenlemelerle bu sahada önemli dönüşümlere yol açmıştır. Şu önemlidir: kuşaklararası dayanışma engellenerek yok olma noktasına getirildi. Bu amaçla da kamu emekliliği sistemi zayıflatılarak, sermaye güçlerine fon oluşturma amacıyla 28/03/ 2001 tarihinde 4632 sayılı “Bireysel Emeklilik ve Yatırım Sistemleri Kanunu” çıkarıldı, 2003’te yürürlüğe girdi.
13/06/ 2012 tarihinde “Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemleri Kanun ve KHK’de Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” çıkarıldı. Bireysel Emeklilik Sistemi(BES) sürekli cazip hale getirilerek uygulandı.
BES; ekonomik, sağlık, sosyal anlamda güvencesi olmayan toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir sistemdir. Devlet güvencesi yoktur, sermayenin kullanımına sunulmak üzere fon oluşturmak için düzenlenmiştir.
Emeklilik, yaşlılığın güvencesidir ve toplum için çok önemlidir. Devlet güvencesindeki kamu emekliliği toplumsal yaşamda sağlığı, adaleti, dayanışmayı, güveni, kuşaklararası dayanışmayı olumlu etkileyen, korunmasını ve gelişmesini sağlayan, dünyada örnek alınan sayılı sosyal güvenlik sistemlerinden birisiydi.
Bunun yerine BES gibi bir düzenlemenin uygulamaya konması, toplumun değil sermayenin çıkarlarına hizmet etmektir. BES’e otomatik katılım aşamalı olarak kırk beş yaş altında çalışanların hepsini kapsayacak şekilde düzenleme yapılarak 1 Ocak 2017’de başlatıldı. Kamu emekliliği süreç içerisinde bitirilmesi hedeflendi.
Bu sürecin yaşandığı koşullarda sendikalar, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, sol siyasal partiler ve kurumsal yapılar, bütünlüklü bir karşı koyuş ve işçi sınıfı başta olmak üzere tüm emek cephesini ayağa kaldıracak eylem ve talepler ileri sürme davranışından yoksundur. Çok önemli kazanımlar gasp edilirken bürokratik basın açıklamaları ve reform ve uygulamaların eleştirilmesi çok cılız sesler olarak işlevsiz olmuştur. İşçi sınıfı ve emekli kitlesi bilinçlendirilememiş ve AKP ye yedeklenmesi engellenememiştir. Emek ve meslek örgütleri,emekçi kitleler;tar ihsel kazanımlarını korumak için emperyalist sermayenin, yerli işbirlikçi burjuvazinin ve bunlara hizmet eden politikaları uygulayan AKP iktidarı karşısına dikilememiştir.
(*) Emekli Dayanışma Sendikası MYK eş sözcüsü Mahinur Şahbaz yazıları ve EDS materyallerinden yararlanıldı.
Kaynakça
Altıok, M. (2000). Yeni Liberal İstikrar ve Yapısal Uyum Programları: Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi ve Kriz, (Praksis Dergisi 5.sayısından edinilmiştir), (s.77 -130) ve (s.111-130), Ankara
Özveri, M. (2003), Yoksulluğun Yönetimi ve Sosyal Güvenlik, (Praksis Dergisi 9.sayıdan edinilmiştir.) s.321-336, Ankara
Gümüşsel, B. (2017). Türkiye’de Sağlık Reformu Sağlıkta Dönüşüm Projesi, ( hacettepe.edu.tr sitesinden pdf dosyaya 01/02/2017 tarihinde ulaşılmıştır. )
İÜ Tıp Fak. Psikiyatri Ana Bilim Dalı Prof. Dr. Işın Aral Kulaksızoğlu (2017)
emek.org.tr