İşyerlerinde Nasıl Örgütleneceğiz?

  ARAŞTIRMA  İşçi örgütlenme el kitabı İşyerlerinde Nasıl Örgütleneceğiz?   Yazan: Adnan ALİN – Ağustos 2022         …              İÇİNDEKİLER:         Önsöz   A-) İşyerlerinde Örgütlenme Sorunları ve Öneriler 1- İşyerlerinde örgütlenme özgürlüğü engelleniyor 2- İşçi sınıfının örgütlenme hakkı ve baskıların boyutu 3- İşçiler neden örgütlenmelidir? 4- […]

 

ARAŞTIRMA 

İşçi örgütlenme el kitabı

İşyerlerinde Nasıl Örgütleneceğiz?

 

Yazan: Adnan ALİN – Ağustos 2022

 

      …   

 

 

 

 

 

İÇİNDEKİLER:

        Önsöz

  A-) İşyerlerinde Örgütlenme Sorunları ve Öneriler

1- İşyerlerinde örgütlenme özgürlüğü engelleniyor

2- İşçi sınıfının örgütlenme hakkı ve baskıların boyutu

3- İşçiler neden örgütlenmelidir?

4- İşçi örgütlenmesinin önemi

5- İşçiler işyerinde ne tür örgütler kurabilir?

  B-) İşyerlerinde Nasıl Örgütleneceğiz?

1- İşyerlerinde emekçilerin öz-örgütlenme biçimi: İşçi Komiteleri

2- İşyeri İşçi Komitesi’nin belirleyici özellikleri ve işlevleri

3- Pratik öneriler: Örgütlenme nasıl başlayacak?

4- Öncü işçilerin ortaya çıkışı ve ilk adımlar

5- Öncü işçiler İşyeri İşçi Komitesi kurmalıdır

6- İşyeri İşçi Komitesinde kimler yer alabilir? İşleyişi nasıl olacaktır?

7- İşçi komitesi oluşturan işçiler nelere dikkat edecektir?

8-İşçiler örgütlenme çalışmalarında bilinçli davranmalıdır

9-işçiler çalışma koşullarını sorgulanmalı, haklarımızı öğrenmeliyiz

10- Çağrı ve öneriler

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önsöz

Canımızı yakan ve onurumuza dokunan bir gerçekle yüz yüzeyiz, kesinlikle hak etmediğimiz insanlık dışı koşullarda yaşıyoruz. Emeğimizin karşılığını alamadığımız gibi temel hak ve özgürlüklerden de yoksun bırakılıyoruz. Demokrasi, adalet, eşitlik, hak ve özgürlük sorunlarının giderek arttığı; sermaye güçlerinin çıkar ve egemenliklerinin temel alınarak korunduğu, zora dayalı iktidar ve yönetim tarzının gündemde olduğu süreçteyiz.

Bu toplumsal koşullar işçi sınıfını ideolojik-kültürel, demokratik hak ve özgürlükleri kullanma, insanca koşullarda çalışma bakımlarından farklı boyutlarda ama derinden etkilemektedir. “Modern kölelik koşullarındayız” sözü aslında yaşama ve çalışma koşullarını ifade etmektedir.

İşçi sınıfı, kapitalizm tarafından üretilen ve dayatılan insanlık ve hukuk dışı kötü çalışma koşullarını ve yoksunluklarla örülü toplumsal yaşam biçimini kabul etmek zorunda değildir.

Sadece köle çalışma koşulları değil, insanlık ve hukuk dışı içerikleriyle sakatlanmış yaşam tarzını kabul etmenin, akıl ve bilimle bağdaşacak bir yanı yoktur. Kapitalizm zemininde üretilen yaşam tarzı ve insanlığı çürüten tüm değerlerin dışına çıkmaktan başka çare kalmamıştır. Bu eksende örgütlenmek ve mücadele vermek kaçınılmazdır.

Bu boyutuyla işçi sınıfı ve çıkar ortaklığı bulunan toplumsal kesimlerle birlikte, demokrasi mücadelesi ve sistemi değiştirmeyi amaçlayan iktidar mücadelesi süreçleri gelişebilmektedir. Dünyanın birçok yerinde gördüğümüz kitlesel demokratik haklar mücadelesi örnekleri bu anlamda çok değerlidir, çok önemlidir.

Uluslararası hukuk ve yasalarla da ifade edilen bir çalışma yaşamı hukuku söz konusudur. Bu hukuki meşruluk bir nesnelliktir ve kazanılmış korunan haklar anlamına geliyor. İş kanunu, sendikalar yasası, işçi sağlığı yasası, medeni hukuk vb… Bunu biliyoruz, ancak uygulamada işlerin farklı yürüdüğünü de biliyoruz. Yani bu hukuk işleyişinde ve tarafların sorumluluklarını yerine getirmede önemli sorunlar yaşandığı da orta yerdedir. Sıklıkla karşılaştığımız üzere, sermaye/patronlar bu yasaları ve dolayısıyla hukuku yok sayabiliyor, insanlık sınırlarını zorlayan köle çalışma koşullarında ısrar edebiliyor. Kapitalizmin ve sermaye sınıfının kendisini hissettiren karakteristik sahte yüzüdür bu…

İşyerinizde örgütlü değilsiniz veya sendikanız da olmayabilir; hatta işyerinizdeki sendika sarı renkli yani patron yanlısı da olabilir; baskılar altında, kötü çalışma koşullarında birçok ekonomik-demokratik haklardan yoksun olabilirsiniz. Ezildiğinizi, sömürüldüğünüzü, insan onurunuzun kırıldığını hissedebilirsiniz. Bu durum gökten inmiş değildir, kölelik koşullarında çalışmaya mecbur bırakılmak bir ‘kader’ değildir. Bu değiştirilebilir bir durumdur!

Ancak sermaye güçleri, devlet kurumları ve hükümetler; bu sistemi dayatmak ve sürdürmekte çok istekli ve ısrarlıdır. Her türlü ekonomik, sosyal, siyasal, militarist, kültürel, psikolojik baskı ve zor unsurunu kullanmaktan da geri durmazlar. Her gün gözümüze gözümüze sokulan ülke ve dünya realitesi de budur.

Bu gerçeklik değişmez midir? Kesinlikle değiştirilebilir bir durumdur. Bu örgütlü işçi sınıfı iradesi ve birliğinin bütünlüklü bir biçimde yürüteceği ekonomik, demokratik ve politik mücadelesi ile mümkün olabilir. Sistem ve koşullar emekçi halk lehine; parçalar halinde veya bütünüyle iyileştirilebilir, değiştirilebilir ve yeniden düzenlenebilir.

İşçi sınıfının ekonomik-demokratik örgütlenme ve mücadele konusu çok önemlidir. Ancak belirleyici sorunu ve bu anlamda da odaklanmamız gereken noktayı hemen öne çekmeliyiz. O da şudur. Sistemin yaşattığı bunalım ve yükler yanı sıra; yılgınlık, korku ve hem örgütlenme ve hem de mücadeleden kitlesel geri duruşun etkili olduğu bu dönemden söz ediyoruz. Olumsuz koşullarda işçi ve işyeri örgütlenme süreçleri ve mücadele konuları hangi bir bakış açısıyla ele alınacak, nereden ve nasıl başlanacaktır? Bağlantılı olarak da bir dizi konu ve sorun… Ancak çaresi de bulunuyor.

Bilinmelidir ki işçi sınıfının yaklaşık 200 yıllık tarihsel sürecinde bir mücadele ve birikimleri söz konusudur. Diğer bir gerçeklik ise, bu sürecin önemli hak kazanımları olduğu ve büyük kısmının da güncel süreçte kullanıldığıdır.

İşte “örgütlenme özgürlüğü ve sendika kurma hakkı” bu kazanımların başında gelir. Bu kazanım uluslararası ve ulusal hukukta da güvence altına alınmıştır.

Ancak yaklaşık 40 yıldan beri, farklı bir toplumsal dönem yaşamaktayız. Bu kapitalist sistemin evrimiyle, kriz ve emek haklarına yönelik saldırılarıyla sıkı ilişkilidir. Sermayenin neoliberal politikalar kapsamında gerçekleştirdiği stratejik saldırı ve kuşatmaları, bu evrensel hakkın önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Sorun artık, sermaye/patron ve hükümetlerin güçlü engelleme çabaları; işçi sınıfının bu hakka örgütlü biçimde sahip çıkma/ma ve onu iyi kullanıp kullanamama noktalarında düğümlenmektedir. Sürekli işsizlik, düşük ücretler, sendikasızlaştırma, sendikaları etkisizleştirme noktalarında ifadesini bulan politikalarla konu önümüzdedir.

Şu noktaya da dikkat çekmeliyiz. Toplumsal üretim kapsamında işçiler kendi üretici gücünün farkına varmalıdır. İşyeri, işçiler olmadan hiçbir şey üretemez, patronlar ucuz emek gücü olmadan karlarına yeni karlar katamaz. Yani sömürülen işçi ve işçi emeği olmadan işyeri anlamsızdır. İşte bu nokta sorunun özüdür, kavranmalıdır. Yani bu belirleyici durumun bilincinde olmalısınız. Sınıfsal bir zeminde ve sınıfsal kültür düzeyi ile bu noktanın bilincinde olmalıyız. Ki başka kanallardan işçi sınıfının bilincini bulandıran, onları patronlara yedeklemeye yarayan sapkın anlayışlara da yer ve fırsat verilmemelidir.

Fakat anımsatmak istediğimiz şudur. İşçi sınıfı kültüründe “üretimden gelen güç” denilen bir kavram ve harekete geçme zemini vardır. İşte işçi sınıfı bu gücünü örgütleyerek patronun karşına birlikle çıkarak insanca çalışma ve yaşam koşulları isteyebilir. Sosyal haklarınız iyileştirilir ve ücretleriniz en azından insanca yaşam sağlayacak düzeylere çekilebiliriz. Bir eşitlik çıtası üretilebilir… İşyeri yönetimine, toplumsal yönetimlere, iktidara ortak olabilir, en azından etkileyip yön verebilirsiniz. Anlaşılacağı üzere, bu toplumsal gücün değeri çok yönlü ve boyutludur.

Geliyoruz burada ele aldığımız önemli konuya. Genelden yerele, yerelden genele veya evrensel olana doğru kendimize ait bir ufuk açmalıyız kendimize. Açık olan bir durum, mevcut kötü koşulların dayattığı; işyerlerinde örgütlenme zorunluluğu ve gerçekliğidir. İşçilerin işyeri demokratik birliği sağlanmalıdır. Diğer işyerlerindeki işçilerle de dayanışma ve birlik içinde olma hali tamamlanması gereken diğer önemli parçadır. İşte bunu sağlayan en önemli araçlardan biri, işyerinde kitlesel sınıf örgütlenmeleridir. Yani tanıdık ismiyle “İşyeri İşçi Komitesi”…

İşyerinizde güvendiğiniz arkadaşlarınızla, öncü işçilerle bir araya gelip işyeri komitelerini kurmakla işe başlayabilirsiniz. İşyerinde ücretler, işçi sağlığı, kadın işçi sorunları, sosyal haklar, işçi temsilcilikleri vb her konuda ayrı ayrı işyeri işçi komitesi kurabilirsiniz. Tümünü kucaklayan işyeri komitesi doğru ve mantıklı olanıdır.

Uyarmak da gerekiyor; başlangıçta komitelerinizi patrondan sakınmalısınız. Birliğinizi koruyun, açık etmeyiniz ve bir süre gizli tutunuz, ki patron sizi işten atarak birliğinize ve çalışmalarınıza zarar veremesin. Güçlendikçe ve çoğaldıkça, kenetlendikçe ve zamanı geldiğinde bu kolektif yapınızı işçilere ve patrona da gösterebilirsiniz.

Komitenin gücü, birlik oluşturan işçiler arasında birbirlerine karşı besledikleri ve sergiledikleri saygı duygusudur. Bu da aslında birbirine sahip çıkmak ve dayanışmanın gücünden beslenir. Komite içi işleyişleri ve paylaşımlarınız demokratik zeminde olmalıdır. İşçilerin, eşit katılımlarıyla söz ve karar alma haklarını demokratik tarzda kullanmalarını sağlayabilirsiniz. İşçiler demokratik katılımla kolektif kararlar almalı, her karar disiplinli biçimde uygulanmalıdır. İşçi komitesi zamanla güçlendikçe işverenle görüşebilir, haklarınızı talep edebilirsiniz. Hatta komitelerinizi yaygınlaştırarak işyerinize, işçilerin haklarını koruyan geliştiren, patron yandaşı olmayan bir sendikayı da işyerine getirebilirsiniz. Sendika, iş yerindeki iş hukuku açısından önemlidir. İşverenle toplu iş sözleşmesi yapar, sorumluluk ve görevleri belirleyerek işyeri hukuku oluşturur. TİS, işçinin ve işverenin sorumluluk ve haklarını karşılıklı olarak belirlediği temel bir zemindir.

Bu konuda eksikliğini hissediyorsanız sendikal eğitim alabilir, işçilerin demokratik kültür birikiminden yararlanabilirsiniz. İşçiler arasında dayanışma çok önemli ve değerlidir. Diğer sendikalardan, emek dostu aydınlardan, diğer işyerlerindeki örgütlü güvenilir işçilerden destek alabilirsiniz. Sınıf bilinci ve kültürü aktarımı çok gerekli ve değerli çabadır.

Anlaşılacağı üzere belirleyici olan unsur işçi kitleleri ve örgütlü öncü işçilerdir. Kurulan şey sadece işçi birliği ve örgütüdür. Kararlı, birbirine güvenen ve “biz bu örgütlenmeyi başaracak ve haklarımızı alarak insani koşullarda çalışıp yaşayacağız” demenin tek yolu ve aracı, işyeri komitelerini oluşturmak, işçinin örgütlü demokratik birliğini yaratmaktır.

…   …   …

Bugün kapitalist toplumsal sistem ve işçi sınıfına dayattığı çalışma koşulları, işçi sınıfı açısından dayanılmaz hale gelmiştir. Elbette bu bir sonuçtur ve birçok nedeni bulunuyor.

İşten çıkartmalar, güvencesiz çalıştırılma, işsizlik, çalışma süresinin artması, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunları, düşük ücretler, açlık ve yoksulluk, sömürü ve baskının yoğunlaşması, yaşamsal yoksunluklar vb. bunların tümü de kapitalizmden, sermayenin iktidarı ve bunu sürdürüş biçiminden kaynaklı, çalışma yaşamındaki rejimin öne çıkardığı olgulardır.

2022 yılı ilk çeyreğinde de süren COVİD19 salgını koşulları, dünya ölçeğinde kapitalizmin bunalımı ve daralması, Orta-Doğu savaşları, sert döviz kuru artışları, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle yaşanan ekonomik kriz, sürekli bir biçimde emekçi kesimlere fatura edilmiştir. Yüksek ve sürekli enflasyon nedeniyle hayat pahalılığı artmaya devam etmektedir. Temel tüketim malları fiyatlarında sürekli zamlar karşısında eriyen ücretler veya örneğin düşük emekli maaşları ile sonuçta emekçi kitleler açısından yaşam sürdürmek çok zora sokulmuştur. Milyonlarca işçi ve ailesinin, özellikle ve ısrarla “açlık sınırında” tutulan “asgari ücretle” insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda olması, kapitalist toplumsal ilişkiler altındaki insanlık dışı koşulların çok önemli bir göstergesidir. Sosyal devlet olgusunun giderek kaldırılması, adaletsizliğin ve hukuksuzluğun yaygınlaşması, korku psikolojisi ve toplumsal suskunluk, yoksulluk ve yolsuzlukların etkili olması sürecin özgün karakteridir.

Sadece işçi sınıfının değil değişik toplumsal kesimlerinin örgütlenme ve hak arama mücadelesi de engellenmektedir. Her türlü itiraz ve hak talebi; baskıyla, gözaltı ve yasaklarla karşılanıyor olması, sürecin öne çıkan baskın karakteridir artık. Yasalar ve hukuk işlememekte veya mevcut işleyişleriyle de anlamsızlaşmış bulunmaktadır. Sendikal çalışmadan söz eden işçiler işlerinden atılmakta, yandaş sendikalar dışındaki yönelimler açıktan cezalandırılmaktadır. Çalışma koşullarının da ağırlaşması örneğin performans dayatmaları, uzun süreli çalışma ve yorgunluk, işçi sağlığı sorunlarıyla da birleşince insani olmayan çalışma koşulları tablosu tüm ağırlığıyla önümüze gelmektedir. İşte bu tabloyu, işçilerin bilinçli olarak ve sıklıkla kullandığı “kölelik koşullarında yaşıyoruz” ifadesi çok iyi özetlemektedir.

Bu toplumsal gerçeklik, kapitalizmin biçimlendirdiği yaşam tarzı ve toplumsal ilişkilerin ürünüdür. Diğer bir ifadeyle, kapitalist üretim ilişkileri kapsamında; sömürüyü artıran, mülksüzleştirme ve güvencesiz çalışmayı, baskı ve otoriteyi temel alan emek rejimleri, toplumsal sürecin karakteristik özelliğidir.

Toplumsal yaşamımız ve ilişkilerin tümünün, dünya ölçeğinde kapitalist sistemin içeriğinde bulunan emek-sermaye temel çelişkisi tarafından belirlendiğini öz olarak ifade edelim. Güncel emperyalizm koşullarında, egemen sınıf iradesi olarak siyasal iktidarlar; işçi sınıfı ve emekçi halklar karşısında baskıcı, haklarını engelleyici bir pozisyonla durmaktadır. İşsizlik olgusunun sürekliliği ve sosyal devlet işleyişinin kaldırılması, sendikal örgütlenmenin etkisizleştirilmesi gibi gerçeklikler, bu saldırının somut sonuçlarındandır.

Bu temel/belirleyici çelişki ve sonuçları üzerinden, işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele sorunlarının ele alınmasını doğru bir anlayış olarak görüyoruz.

Örneğin sendikal örgütlenmelerin açıktan engellenerek, toplumsal yaşama ve giderek işçi sınıfına yabancılaştırılması, bir boyutuyla da işçi sınıfının toplumsal inisiyatif ve iradesini örgütleyememesi, sistem işleyişinin çok önemli bir olgusu olarak karşımızdadır. Hem çalışma yaşamına hem de toplumsal yaşama değişik boyutlarıyla müdahale etme noktasında zayıf kalması, önemli kayıplar anlamına da gelmektedir.

İşçi sınıfını örgütsüzleştirme olgusu, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve psikolojik yönleriyle yaşamımızdadır. Sendikalar son 40 yıllık neoliberal süreçte dünya genelinde etkisizleştirilme ve tasfiye sürecine alınmıştır. Bu genel etkisizleştirme ve yedekleme işlemi, ülkemizde daha sert yaşanmaktadır. Sendikaların durumu ve işçi sınıfı örgütsüzlük düzeyleri ortadadır.

Sendikal hak ve özgürlük konusu dahil, insan Hak ve özgürlükleri konusunda üçüncü, dördüncü kuşak hak ve özgürlükler olgusunun tartışıldığı günümüzde, tartışmaların çok gerisinde kalan hak ve özgürlükler yoksunluğu toplumsal gerçekliğimizi gösteren nesnel verilerdir.

İşçi sınıfı, sendikalar veya toplumsal örgütler bağlamında, “kendi sınıfsal çıkarlarına uygun” bir örgütlülük düzeyinde gücünü yansıtmaktan uzaktır.  Üye sayıları olarak da “büyük” ve “güçlü” görünen sendikal yapılar ise sermayenin güdümünde ve sisteme yedeklenmiş yandaş kof yapılardır. Örneğin Türk-İş, Hak-İş veya Memur-Sen’in niceliksel-sayısal büyümeleri devam ederken, sömürü ve haksızlıklara karşı kabulleniş ve büyük sessizlik içinde oluşları ve izlenen ekonomi politikaların açıktan desteklenmesi de onların işlevsel yapısına uygundur. Ekonomik-sosyal politikalar ve yönetim yöntemleri de bütünlüklü olarak bu sonucu yaratmaktadır.

Sermaye, patron, devlet-hükümet cephesi tarafından denetlenip yönlendirilen sendikaların işçi sınıfı üzerinde etkileri çok yönlüdür. Sendikalara güven duygusu aşınmıştır. Elbette az sayıdaki mücadeleci sendikal yapıların varlığı yadsımıyoruz. Ancak sonuçta işçi sınıfının ekonomik-demokratik hakları için örgütlenme süreçleri sakatlanarak bağımsız sendikal kurumsallaşma işleyişleri engellenmektedir. Bu tür kurumların işçi sınıfı üzerindeki örgütlenme ve mücadele açılarından yarattığı olumsuz etkileri, çok önemli bir sorun olarak önümüze koymalıyız. İşçi sınıfı ve sendikaların, çalışma yaşamının ötesinde toplumsal yaşamın demokratik yeniden düzenlenmesi gibi toplumsal sorumlulukları konusunda önüne set çekilmesi anlamındadır.

Sendikalarda anti-demokratik bürokratik yapı hakimiyeti, karakteristik bir özelliktir.

Bürokratik hantal sendikal yapılar ve bürokratik sendikacılığın sendikal yaşamda çok etkili olduğunu biliyoruz. İşçilerin sessiz ve her söylenene uyum gösteren, itiraz etmeyen, işveren ve sendikal yönetim karşısında hak aramayan “sürü kitle” halinde çalışması; bürokratik sendikal yapıların çok arzu ettiği bir durumdur. İşçi kitlesinin sendikal işleyişlerden uzak tutulması, sendikal faaliyetlere demokratik katılımın engellenmesi konusu mücadele edilerek kırılması gereken önemli sorundur. Bu hastalıklı yapı için, sendikal yaşamı kuşatmıştır denilse yeridir. Diğer demokratik ve çarpık sol anlayışlarla faaliyet yürüten kimi sendika ve federatif yapılarda da aynı hastalık -şu veya bu ölçülerde- mevcuttur.

Sendikal katılımcılık ilkesinin uygulanmayışı ve işçileri içine düşürüldüğü yoksunluk hali çok karşılaştığımız konulardandır. İşçiler sendikaya ve etkinliklerine çok duyarsızlık içine sürüklenmiştir ki, bu da ciddi bir yabancılaşmayı ortaya çıkarmıştır. Sendikal kararlarda ve işleyişlerde, üye işçilerin söz ve yetkisinin yok edilerek, bu demokratik hakkın bürokratik yönetsel yapıya kaptırılmış oluşu kronik hastalık halindedir. Örneğin “demokratik merkeziyetçilik ilkesi” göstermelik uygulamalarla bürokratik yönetim mekanizmalarında boğulmuştur. “Demokratik katılımcılık” ilkesi kağıt üzerinde trajikomik uygulamalarla sürdürülmektedir. Özellikle kitlesel işçi çalışmaları ve katılımların gerçekleştirildiği işyerlerinde “doğrudan demokrasi” uygulamasının zemini bulunmasına rağmen, bürokratik hantallıklar ve düzeneklerle işçi kitlesinin katılım ve etkileşimine kapalı ortam yaratılmaktadır. Taban/kitle örgütlenmesinde bu durum yaygındır ve bir hastalık derecesinde sendikalara sinmiştir.

Bürokratik delege sistemi çarkı içerisinde tutulan, kesinlikle işçi sınıfı ideolojik-kültürel anlayışlarının dışında seyreden sendikal yapılanma ve ilişkiler söz konusudur. Delege ağı dışındaki işçi kitlesi göstermelik sendikal ilişkiler içerisinde tutulmaktadır. İşçilerin sendikayı ve faaliyetleri denetleme, söz ve karar süreçlerine özgür iradeleriyle katılımları olmadığından; geliştirmeyen, etkili olmayan kof bir sendika ilişkisi, örgütlenme ve sahte-bürokratik “mücadele” görüntüsü içindedir işçiler. Bürokratik yönetsel mekanizma izni olmaksızın sendika mekanizmasına girebilmek, bir talebi veya öneriyi iletebilmek, etkide bulunmaya çalışmak olanaklı değildir.

Örneğin Türk-İş konfederasyonunda yer alan Haber-İş sendikası, bürokratik yapılanmaya uç bir örnektir. Yapılan TİS metni dahi işçilerden sakınılmaktadır. Şeffaflık açıklık yoktur. Sendika yönetimi ile işçiler arasında iletişim kopuktur. Eleştiri yapan işçiler, örneğin sendika Whatsapp iletişim grubundan çıkarılmakta ve eleştiri sesleri kesilmektedir. Bu türden “hatalı davranışlar” içine giren işçilerin, sarı sendika marifetiyle işen atıldığı örnekleri de biliyoruz.

Bu bürokratik sendikal örgütlenme ve işleyişlerle işçilerin bağımlı, sessiz ve ürkek profillerle yaşam sürdürmeleri sağlanmaktadır. Dolayısıyla toplumsal evriminde sınıf çıkarlarını temel alan demokratik toplumsal mücadelenin ve çalışma yaşamının gerektirdiği demokratik hak mücadelesinin dışında tutulmaktadır.

AKP iktidarı yıllarında izlenen sendikal yapılanma ve işleyiş uygulamalarında bu özellik yaygınlaşarak artmış, örgütlü özgür işçi iradesinin ortaya gelmesi ve etkili olması engellenmiştir. Bürokratik sendika yönetimleri ve yarattıkları sendikal kuşatma ağları; sermaye-işveren ve siyasal iktidar açısından işçi sınıfına dayatılan konum budur.

Mevcut sendikalarda, işyeri komiteleri eksenli gerçek örgütlenme olmadığı için, demokratik işleyiş ve işçi denetimi zayıftır. Sendika içi demokrasi ve şeffaflık yokluğu, sendikaları zayıflatan ve onlara duyulan güveni azaltan çok önemli bir hastalıktır. Dolayısıyla kararlı güçlü bir mücadeleyle işçi sınıfının ve emek dostu örgütlerin emek kamuoyunun kurtulması gereken bir zafiyettir.

Sonuçta bu yöntemlerle, işçinin işyeri ve sendika yönetiminde olması gereken örgütlü-demokratik işçi iradesi engellenmiştir. Üretimden gelen gücü ve hakkı gasp edilmiştir. İşçiler gerek işyerinde gerekse sendikalarda veya çalışma yaşamına alternatif politikalar üretiminde olsun; sınıf gücünü yansıtma ve bunun araçlarından yoksundur. Mevcut sendikal yapılar ve işleyiş tarzları; hantal bürokratik halleriyle bu anlamda işlevsiz olmaları amaçlanmış, çok önemli gerilikler içine de çekilmiştir.

Sonuç olarak denilebilir ki, bürokratik sendikal tarza karşı mücadele, işçi sınıfının tüm mücadele süreçleri ve amaçlar kapsamında çok önemli bir yerde durmaktadır. Stratejik bir olgu olarak kitlesel sınıf sendikacılığı konusunun belirleyici konularından birisidir.

Bu olumsuz özelliklerin egemen olduğu sendikal yapılar ağırlıkta olmakla beraber, özellikle 2021 yılı sonu ve 2022 yılı başlarında fiili direniş ve grevlerin yaşandığı süreçlerde, kimi sendikal yapılarda demokratik katılım ve işleyişler gelişmiştir. İşçiler direniş komitelerini kurmuş, süreci bu komite üzerinden örgütlemiş ve kazanım noktasına taşıyabilmişlerdir. Bu anlamda tabanda işçi örgütlenmesinin gelişmesi ve söz hakkının belirleyici olduğu kimi grev ve direnişlerde, bürokratik sendika genel merkezlerinin, işaret ettiğimiz “tehlikeli işçi iradesi gelişimini” boğma hamlelerine de tanık olduk.

İstanbul’da Kadıköy ve Maltepe belediyelerindeki direniş ve grevlerin ilerleyen aşamalarında, DİSK Genel-İş Sendikası Genel Merkezi, direniş halindeki sendika şubelerini ve üye iradesini devre dışı bırakarak, işverenle toplu iş sözleşmeleri imzalamıştır. Direniş komitesinin son sözü söyleyerek, katkısının yani iradesinin alınarak eylemin asli unsurunun belirleyiciliğinde sona erdirilmesi sağlanmamıştır. Adeta konuyu direnişin yaşandığı sahadan kaçırarak, Ankara’da sendikal bürokrasi etkisiyle sonuçlandırmıştır.

İkinci bir örnek siyasal iktidar bağlantılı sendikal bürokrasisinin elinde olan Türk-İş Hava-İş sendikasıdır. Pandemi koşulları nedeniyle işverenin talebi ve sözde “işçi çıkartma tehdidi nedeniyle” zam taleplerini ve ikramiye ödemelerini geri çekmiş, önemli bir süre sonra işverenin uygun gördüğü %60 oranında tutulan, hayatın gerçeğinden kopuk, zayıf “ücret ve hak artışları” içeren TİS ile sürece devam etmiştir. İşçilerin bu gelişmeleri seyretme ve yüzeysel bilgilendirme yapılması ötesinde, olaya bir dahili olmamıştır. İşbirlikçi sarı sendikada bürokratik sendikacılığa örnek bir gelişmedir.

Artık yeni de olmayan bu nesnel durum, emek kamuoyu açısından bir dizi görev ve sorumluluk ortaya çıkarmıştır. Bu ise sendikalar, güçlü örgütlenme ve mücadele tarzlarıyla işçi sınıfına yeniden kazandırılması konusudur.

Örgütsüz işyerlerinin yaygın varlığını, haklardan yoksun kölelik koşullarında çalışan farklı işkollarındaki emekçilerimizin taleplerini, örgütlenme ve mücadele koşulları tablosunu biliyoruz. Örneğin özel eğitim kurumlarında asgari ücretlere yakın ücretlerle, sosyal haklardan mahrum bırakılarak, sözcüğün tam anlamıyla “kölelik koşullarında” çalışan eğitim işçilerinin çalışma koşulları ve demokratik haklarını kullanma-ma bağlamında tablo çok kötüdür.

2022 yılı başında yaşanan dolar kur yükselmeleri, sürekli yüksek enflasyon ve temel tüketim mallarına gelen zamlar gerçekliğine rağmen bu kesimlerin ücretlerine zam yapılmasını dahi yıl sonuna erteleyen sömürgen bir patron tipi ve çalışma koşulları söz konusudur. Örneğin 2023 yılı için 6.000 tl lik bir ücretle sözleşme dayatan birçok dershane ve okuldan söz edebiliriz.  Bu eğitim kurumlarında emekçilerin somut koşulları ve örgütlenme gereksinmeleri karşısında, mevcut eğitim işkolu sendikalarının duyarsızlıkları, örgütlenme yeteneksizlikleri ve başarısızlıkları da orta yerdedir. O zaman iş başa düşüyor, eğitim emekçileri işyerleri ve işkolu bazlı kendi örgütlenmelerini yaratacak, sendikal birliği de öne alacaklardır. Bu alanda adımları atılan yeni sendikal oluşumları da dikkate alarak ifade etmeliyiz ki, demokratik katılımlarla örgütlenme sorununu çözmek doğru olanıdır.

Bu temel sorunlardan hareketle, işyeri ve işkolu eksenli örgütlenme ve mücadele konusunda önerimiz nettir: İşyeri İşçi Komitesi…

İşyerlerinden başlayarak tüm coğrafyayı saran, işçi sınıfının kitlesel gücü ve örgütlü özgür sınıf iradesini açığa çıkarma amacında olan işçi komiteleri örgütlenmesi ve mücadelesi gündeme alınmalıdır. Sınıf bilinciyle ideolojik ve kültürel olarak eğitilmiş öncü işçiler ve etraflarında ilkeli-disiplinli örgütlenmiş işçi sınıfı, bu çalışmanın nesnesi değil, vazgeçilmez öznesidir.

İşyeri komitelerini her sektörde – işyerlerinde ve bölgelerde yaygınlaştırarak, işçi sınıfının örgütlenme yeteneği ve ekonomik-demokratik mücadelesi geliştirilmelidir. İşyerlerinde işçi komiteleri temelinde örgütlenme; işçi sınıfının çıkarları temelinde çalışma koşullarını düzeltmek ve insanca yaşam koşullarına ulaşmak için çok işlevli bir örgütlenme ve mücadelenin temel basamağı olacaktır.

İşaret ettiğimiz kapitalist üretim ilişkileri ve toplumsal nesnellik şunu dayatmıştır: işçi sınıfı ve öncü işçileri, kararlı bir biçimde işyerlerinden başlayarak öz örgütlenmelerini yaratmalıdır. İşçiler işyerlerinde düşüncelerini paylaşabileceği, işyeri ve işçi örgütlenmesi içinde sözünü söyleyebileceği, aldıkları ortak kararlarla birlikte davranacakları, doğrudan demokrasi uygulamasına da olanak sağlayabilecekleri demokratik-örgütlü birlikler kurmalıdır.

Vurgulamak istediğimiz ikinci olgu ise şudur. İşçiler “birleşik örgütlenme” temelinde işyeri komitelerine yoğunlaşmalıdır. Bu konu tüm yönleriyle işçiler arasında eğitim konusu da edilerek paylaşılmalı, demokratik katılımcılık ve doğrudan demokrasi ekseninde bir örgütlenme ve bunun üzerine inşa edilecek işyeri yaşamı hukuku yaratılmasına yönelik ortak davranış kültürü ve bilinci yaratılmalıdır.

İşçi sınıfının insanlık dışı çalışma ve yaşama koşullarında bulunması yanı sıra patronlar karşısında örgütsüz ve dağınık sürüklenme hali, bu yönelimi ve çalışmaları zorunlu hale getirmiştir. Coğrafyamızda olumsuz bir örgütlenme kültürüne dikkat çekmeliyiz. Kimi halk örgütlerinin “dar grupçu” anlayış ve yaklaşımlarla sınırlanan, kitlesel örgütlenme yaklaşımları ve yarattığı sorunlar biliniyor. “Dar siyasal-grupsal yaklaşımlar” veya sendikal bürokratik eğilimlerin ötesinde; artık kendisini yenilemiş ve dar kalıpları aşmış dinamik güçlerle bir araya gelinerek işe koyulmalıdır.

İşsizler, sendikasız işçiler, sendikalar, aydınlar ve emek dostu demokratik kurumların ortaklaştığı “birleşik işçi örgütlenmeleri” yaratılmalıdır. İşçi sınıfı birliği, mücadeleci ve birleştirici örgütlenme tarzlarıyla sağlanabilir. Sendikal örgütlenmeler bu tarz üzerinden yenilenebilir, gerçek işçi sınıfı kurumları haline getirilebilir.

Sınıf bileşenlerini örgütlü hale getirmek için işyerinden başlayan kitlesel örgütlenmeleri, işyeri işçi komiteleri örgütlenmesi üzerinden, birlikte gerçekleştirebiliriz.

Bu sınıf gücü ve iradesinin örgütlenmesi sadece işyerleriyle sınırlı değildir. İşyeri, işkolu, ülke ve uluslararası işçi sınıfı mücadelesini; ekonomik, demokratik, politik, kültürel, psikolojik yönleriyle kapsayan bir toplumsallık yelpazesinde ve bir bütünlükle ele alınmalıdır.

 

A-) İşyerlerinde Örgütlenme Sorunları ve Öneriler

1-İŞYERLERİNDE ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ ENGELLENİYOR

İşçilerin işyerlerinde örgütlü olarak çalışma talebi, bir dizi sorun yanında anti-demokratik yöntemlerle engelleniyor. Sendikal örgütlenme hakkı yasalarca da güvence altına alınan evrensel bir haktır.

Ancak sendikal örgütlenme deneyimleri gösteriyor ki, işçiler yasal ve meşru haklarını özgür ortamda ve güvenceli biçimde kullanamamaktadır. Patronlar tarafından özel bir engellemeler politikalarıyla karşı karşıyadır. Milyonlarca işçiye rağmen sendikalı olarak ve TİS yaparak çalışan işçi sayısı çalışanlar içinde %14 oranındadır. İşten atılmalar, baskı ve tehditler, şiddet uygulamaları, sendika emekçilerinin ve öncü işçilerin yaşadığı şiddet örnekleri çoktur. Sendikalar yasası, işçi sağlığı ve iş güvenliği yasaları gibi çalışma yaşamında hak ve hukuku düzenleyen yasaların tam olarak zamanında ve hakkaniyetle uygulandığını iddia etmek gerçeklere aykırıdır. Devlet ve hükümet ve yasaları uygulamakta sorumluluğunu taşıyan kurumlar ne yapıyor? Ne yaptığı ortadadır, işçi sağlığı önlem ve denetimleri yeterli olmadığından ölümlü ve yaralanmalı iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı her yıl için 2.000’ den aşağı düşmemektedir. Sendika hak hukukunu ihlal eden işverenlerin hukuki yaptırımlarla karşılaştığı ise çok nadirdir.

Devlet ve hükümet kurumları sendikal örgütlenme ve hakları kullanma konusunda çok açık sergilenen sınıfsal bir tutumla sermayenin yanında yer almaktadır.

Bu durum sadece işyeri ve genel çalışma yaşamına egemen kılınan sendikal hakların engellemesinin ötesinde, sermayenin dünya ölçeğinde izlediği bir tavırdır. Sendikaların etkisizleştirilmesi ve işçi sınıfının sendikal örgütlenmesinin engellenerek işlevsizleştirilmesi politikaları başarılı biçimde uygulanmaktadır.

İşçi sınıfının örgütlenme alanında yaşadığı sorunların kaynağında yer alan üç temel faktörü belirtmeliyiz. Ki bu kısa belirlemeler dahi, birbiriyle bağlantılı sorunlar yumağı ve nasıl bir bütünlüklü mücadele anlayış ve davranışına sahip olmamızı da işaret etmektedir.

Birinci olarak; güncel süreçte işçilerin yaşadığı örgütlenme sorunları, çalışma yaşamındaki neoliberal emek politikaları uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Neoliberal uygulamalar patronların işçi sınıfı karşısında engelsiz sömürü ve baskı uygulama avantajıyla daha güçlü konumlanmalarına yol açıyor. Bağımsız ve denetlenmeyen örgütlü işçi istenmediği için, denetlenebilen uyumlu sendikalara yol verilmiş, örgütlülük asgari düzeylere sıkıştırılmıştır. Dünya ölçeğinde bu durum nesnel olarak böyledir. Patronların belirlediği örgütlenme düzeylerinde kalan, onların belirlediği ücret ve sosyal haklara itiraz etmeyen işçi sınıfı… Egemen sınıfın ve devletlerin politikaları bu eksendedir.

İkincisi de sendikalara karşı güven duygusunun önemli ölçülerde aşınması ve sarı sendikaların sergilediği işbirlikçilik ve çok yönüyle hantallık ve bağımlılık yaratan sendikal bürokrasi gibi olumsuzluklar, işçilerin örgütlenme sorunu yaşamasında önemli etkenlerdir.  Emek kamuoyunda sendikalara yönelik derin bir yabancılaşma olgusundan söz edilmesi hakız değildir.

Üçüncü önemli etken, işçi sınıfının örgütlenme ve mücadelesinin sürdürülmesinde ‘devrimci‘, ‘demokratik‘ ve ‘sosyalist‘ politik örgütlerin yetersizlikleri ve aralarında birlik sağlama konusunda başarısız olmalarıdır. Genelde emek dostu yapıların yaşadığı güncel gerileme ve zayıflama durumu, işçi sınıfının kitlesel veya öncü işçi/kadrosal örgütlenmesi konusunda da hissedilmektedir. İşçi örgütlenmesinde başarısız olan çizgilerde ısrar edilmesi, dar-grupçu çıkarların ısrarla sürdürülmesi, dayanışma ve birlikle yol almaların engellenmesi gibi hatalar halen devam edebilmektedir. Siyasi yapıların emek çalışma gruplarının veya bu alandaki çalışmalar yapan bölümlerinin yalnız başına çok yetersiz kaldıkları nesnel bir durumdur. Yıllardır çalışma yapan ancak sayıları 500-600 ü geçmeyen kendini tekrar eden ve bir yere ulaşamayan çalışmalar ve yöntemlerinin bilimsel temelde sorgulanması ve eleştirel değerlendirilmesinin yapılması kaçınılmazdır. Öyle ki üye sayıları bir türlü artmayan, örgütlenme gücü zayıf devrimci sendikal tarzının da inadına sürdürüldüğü, birer ‘Özel kapalı kutu’ haline getirildiği nesnel bir gerçeklik yaşadığımızı da belirtelim. Buralarda sol, demokrat görünüm altında bürokratik kalıplar üretilmiş ve ‘içeri‘ kimse alınmamakta, sonuçta işçi örgütlenmesi dar bir kalıplarda, bürokratik mücadele ve örgütlenme düzeyini aşamamaktadırlar. Yöntem olarak da eleştirel, öz-eleştirel yaklaşıma çok ihtiyaç olduğunu belirtmeliyiz. Bu konunun aşılması için emek kamuoyunun özel bir gündem oluşturması, diyalog ve araştırma konusu olarak gündeme alınması kaçınılmazdır.

Toplumsal sürecin öne çıkardığı temel bir olgudan kısa da olsa söz edilmelidir. İşçi sınıfı birçok nedenden dolayı örgütlenme ve sendikalaşmaya karşı ürkek ve duyarsız davranma sürecini yaşıyor. Bu durum tamamıyla işsizlik, baskı görme, güvencesiz kalma, patron ve iktidar zoru gibi nedenlerin sonucudur. Baskıyla yaratılan bilinç ve davranış tarzı be eksendedir. İşveren ve resmi kurumlar açıktan sendikalaşma karşıtı tutum içerisindedir. İşyerlerinde işçiler arasında yaygın biçimde gözlemlenen, örgütlenme ve sendikalaşmaya karşı uzak kalma gerçekliği vardır. Kültürel ve psikolojik nedenlere bağlı olarak emekçilerde, örgütlenme ve mücadeleye karşı duyarsızlık ve önemli boyutlarda tepkisizlik söz konusudur ve bu durum önemle ve özellikle incelenip değerlendirilmelidir. AKP iktidarı döneminde yargı sisteminin işçi haklarından yana olmadığı, özellikle siyasi nedenlerle sendikal faaliyetlere ve sendika yöneticilerine ve emekçilerine yönelik gözaltı ve tutuklama politikası yıkıcı etkiler yaratabilmektedir. Yaşanan duyarsızlık, korku ve tedirginlik, hak mücadelesine uzak durma, işçilerin birbirine ve sendikaya karşı güvensizlik duymaları gibi olgular inceleme ve sorgulama konusu olarak ele alınmalıdır.

İşçiler birçok hak ihlali ve hukuksuzluk yaşarken, çalışma ve yaşama koşulları her geçen gün kötüye giderken, sendikalar neden örgütlenme gücünü büyütemez? Bunun da sorgulanması kaçınılmazdır. Sendikaların bürokratlaşma hattında kronik hareketsizlik ve sisteme bağımlılık özelliğinin tartışılması ve işçi sınıfına anlatılıp kavratılması yaşamsal önemdedir.

Kısaca ve başlıklar halinde ifade ettiklerimiz aslında birer kangren alanıdır. Emek hareketinin ve emek dostu siyasal hareketlerin bu konuda politik yaklaşımlarını ve çalışmalarını değiştirmeleri gerektiğine dikkat çekelim.

Bununla bağlantılı olarak bir öneri anlamında belirtelim. İşyerlerinde, bölge veya havzalarda ortaklaşa çalışmalar örülmesi konusu çok gerekli ve yaşamsal değerdedir. Kapitalizmin uluslararası ve ulusal krizler döneminde sendikaları silikleştirme hamle ve politikalarına karşı emek dostu demokratik, devrimci ve sosyalist halk örgütlerinin, bu tarzı öne çekmeleri ve kurumsal yapılanmaları hedef almaları gerektiğine inanıyoruz. Arada sırada kurulan birlik ve cephe tarzı yan yana gelişler bir süre sonra bürokratik işleyişlerle kendini sınırlama tehlikesiyle karşılaşmaktadır. Bugüne kadar uzun ömürlü olan emek hareketi birliği yoktur.

Emek çıkarları ve emeğin toplumsal kurtuluşu programıyla kendisini belirleyen devrimci sosyalist yapıların ve halk örgütlerinin bu anlamda önemli zayıflıklar ve zafiyetler içinde bulunduğunu, artık bu rotadan çıkılması gerektiğini vurgulayalım. Programatik yakınlıkları ve sınıfsal bakış gibi ortak paydaları olan yapıların, işçi sınıfı çalışmalarını birlikte üretebilmeleri mümkündür. Kurulmuş olan birlikteliklerde yaşanan başarısızlıkların iyi değerlendirilmesi de yol göstericidir… Bu anlamda işçi sınıfının örgütlenmesinde emeği geçen ancak çok da başarılı olamayan anlayış ve tarzların, artık bir ideolojik-kültürel sapma olarak ele alınması gerektiğini düşünmek, hatalı bir yaklaşım sayılmamalıdır. Bu konuda izlenen “zayıf ve yetersiz” politikaların değerlendirilmesinin yapılması, eleştiri ve özeleştirileri üretebilen geniş katılımlı özellikle öncü işçilerin yer aldığı sürekli yapılabilen toplantıları önerebiliriz.

Özetle sonuç: örgütsüz ve sindirilmiş işçi kitleleri, aynı zamanda da sermayenin denetimi altındaki sendikal yapılar… Sistem yandaşı parti ve sosyal kurumlara yedeklenmiş işçi sınıfı kitleleri…Toplumsal süreçlere güçlü politik etkiler yapamayan işçi sınıfı… Önümüzdeki tablo budur.

Sendikalaşma ve örgütlenme çalışmalarının başlangıç aşamalarında, işçilerin sendikaya ve birbirlerine karşı duydukları güvensizlik duygusu dikkat çeken önemli bir olgu olarak önümüze çıkar. İşyerlerindeki sendikal çalışmanın başlangıcında işçilerin birbirleri hakkında söyledikleri “onunla bu iş olmaz” sözünü sıklıkla duymak mümkündür.  Patron işçileri bölmüş, örgütlenme çalışmalarından uzak durması için baskı ve tehditlere başvurmuştur. Bu durum çok önemlidir, çünkü örgütlenme ve birlik çabalarını etkileyen, duyarsızlıkları tetikleyen bir faktördür. İşçilerin sendikalara ve birbirlerine karşı duydukları “güvensizlik duygusu” aşılması ve bu anlamda da çok emek verilmesi gereken konudur. Örgütlenme kadrolarında, psikolojik ve kültürel değerler sistemlerinin ideolojik ve bilimsel temellerde sıkı örülmüş olması önemlidir. Ki kendilerinde yaratılmış olan öz-güven ve sınıf bilincinin işçilere aktarılması son derece değerli bir konudur. İşçilerin birbirlerine karşı duyduğu güvensizlik önemli bir sorun olsa da bu sıkı bir çalışma sonucu kırılabilecek olgudur. Doğru fiili mücadele sürecinin özellikle bu olumsuzluğun aşılmasına hizmet edeceğinin de farkında olmalıyız.

Araştırmalardan ve deneyimlerimizden de biliyoruz ki işsizlik korkusu ve yalnızlık, patronun güçlü olduğu algısı, sendikalaşmanın başarısız olacağı önyargısı, işçiler arası dayanışma zayıflığı, tüm bunlar zor da olsa aşılabilecek konulardır. Ancak işçilerin bir araya gelmesini ve örgütlenmesini de engelleyebilmekte ve olumsuz etkilemektedir. Örgütlenme olayının işçiler arasında bir “suç” gibi algılanmasını sağlayan patron çabalarına ve kara propaganda algısına dikkat çekelim. İşçi örgütlenmesi, işçi örgütü “suç” değil, hak arama ve hakların korunması yolunda işçi birliğini sağlayan önemli bir olaydır. Yasalarda da bu güvence altına alınmıştır. Patronlar, işçilerin birliklerini sağlayıp bağımsız sendikayla karşısına çıkmasını hiç istemez. Oysa bu işçinin tamamıyla yararına olan bir şeydir. Yaratılan “işçi örgütü zarar verir” söylemi ve algısı kırılmalı, boşa çıkarılmalıdır.

Özetleyerek işaret ettiğimiz bu insani duygu, düşünce ve etkileşimler; disiplinli ve ısrarlı çalışmalarla aşılabilecek sorunlardır.

Sonuçta “örgütsüzlük” sorunu ve gerçeği temelindeki tartışmanın gösterdiği iki olgu vardır. Birincisi güven kaybı yaşayan sendikalar gerçeği ve ikincisi de işçilerin patron karşısında birbirlerine ve kendilerine duydukları güvensizliktir.

İşçiler; üretimden gelen öz güçlerinin ve örgütlü gücün öneminin farkında olmayabilir.

Ancak bu konuda çok değerli-sabırlı ve kararlı emekler harcanması gerekmektedir. İşçilerin birbirine karşı güvenlerini kazanmaları ve güven duyacakları bir sendikal yapı, bizzat işçilerin doğru ve disiplinli çalışmaları ve mücadeleyle sağlanacaktır. Bunun bir kez daha doğru biçimde anlaşılması sağlanmalıdır. Yani işçi bilinci, tüm baskılar ve tahrip edici etkenler göz önünde tutularak yenilenmeli, güncellenmelidir. İşçinin ideolojik ve kültürel yapısı yenilenmelidir, beslenmelidir. O nedenle işçilerin psikolojik-kültürel yönlerini güçlendirici eğitim tarzlarını öne alan çalışmalar, kültür sanat etkinlikleriyle sınıf bilincini güçlendirmek anlamında yararlı etkinlikler olarak görülmelidir.

Şu noktanın işçiler tarafından özümsenmesi kaçınılmazdır. Kazanılmış hakların korunması ve yeni ekonomik, demokratik sosyal ve kültürle haklara ulaşmanın yolu, yaratılacak “işçi birliği” nden geçmektedir. Bunun önemli bir aracı da sendikalardır. Sendika öz olarak bu sorunlar için mücadele eder. İşçiler diğer sınıf kardeşleriyle dayanışma ve güç birliği içine girerek bu çözümlere ulaşmada daha güçlü ve yaptırımcı olurlar. Bu noktanın doğru kavranması ve buna göre de örgütlenme çalışmaları içinde yer alınması iyi anlaşılmalıdır.

Sürekli körüklenen çok yönlü güvensizlik gerçekliğini bilerek; sendikaları yeniden güvenilir, işçi sınıfına hizmet eden örgütlenme ve mücadele araçları haline getirmeliyiz. Dünya ve ülke emek cephesinde sendikaların yaşadığı değişim ve dönüşümler, türlü türlü olumsuzluklar toplamı; onlardan vazgeçmemizi gerektirmez. Aksine yeniden işçi sınıfı kurumları olarak işlev görmeleri boyutunu çok önemsemeliyiz. Bu mevzilerin geri kazanılması ve doğru zemine oturtulması tarihi burjuva-işçi sınıfı mücadelesinin önemli bir mevzi kavga alanıdır.

Yani işçiler örgütlü davrandıklarında, birlik ve dayanışma içinde oldukları zaman; sistem kaynaklı anti-demokratik baskılara ve sömürüye karşı, patronlara karşı; kendilerini ve çıkarlarını önemli ölçülerde koruyabilirler. Koruma hattını sağlam tutarken de yeni kazanımlara da ulaşabilirler. İşçiler, sermaye güçleri ve patron karşısında sendikalarıyla daha güçlüdür. Bunu her işçi bilir. Bilir de patron baskısı, işsizlik, yoksulluk gibi etkenlerin baskısıyla, bu insani ve yasal açılardan meşru olan hakkına ve olanağa yeterli derecede sahip çıkamaz. İşte bu özgüven sorununun aşılması yaşamsal önem ve değerdedir

Patronlar, işçilerin birbirlerine ve sendikaya güvensizlik duymasını ve dağınıklık içinde olmasını çok ister. Bu durumu zevkle izlediklerini tahmin etmek hiç de zor değildir. Patronlar, bilinçli ve örgütlü işçiden çekinir ve ürker. Sarı sendikaları veya sermaye güdümündeki sendika ve dernekler gibi kurumların patronlara hizmetleri onlar için çok önemlidir. Bu tür yapıları, en üst düzeylerden desteklerler. İşçinin sendika, dernek, siyasal parti, kültür ve sanat alanlarında kurumsal ilişkiler içinde bulunmasını istemezler. Toplumsal olduğu kadar çalışma yaşamı alanlarında işçi örgütlerini ve örgütlü işçi varlığını her zaman etkisiz kılmaya ve boğmaya bakarlar.

İşçi çıkarlarını temel alan bağımsız sendika, dernek, kültür-sanat ve politik kurumların işlevi çok önemlidir. İşçi sınıfıyla gerçekleştirilen dayanışmalar değerli bir yerde durmaktadır. İşçi örgütlülüğünü besleyen ve onların bir araya gelişlerini sağlayan kurumlar ve birlikler; işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyini geliştirmek yolunda çok önemli rol oynar. Bunu engellemek için, patronlar ve devlet kurumları, akla hayale gelmedik engeller çıkarır, özellikle işçiler üzerinde yoğun bir baskı kurarlar. İşçilerin sendikalaşmasını engellemek ve dağınık halde olmaları için özel bir çaba içine girerler. Onların; devleti ve hükümetleri, kamu kurum ve kuruluşları, bunlara bağlı tüm olanakları, yasaları vb çıkarları doğrultusunda nasıl kullandıklarını biliyoruz.

Şu gerçek çok önemlidir. İşverenler, birlik ve dayanışma içerisinde oldukları ulusal ve uluslararası sermaye güçleri, onların devletleri-hükümetleri, değişik kurumları, sarı sendikalar, işveren sendikaları vb tümü de örgütlü işçiden ve mücadeleci sendikalardan çok rahatsız olurlar. Hele sarı sendikaların kontrolü dışında bir araya gelen işçi kitleleri ve bağımsız işçi örgütlenmeleri, onların uykularını kaçırır. İşçiler bağımsız öz kurumları sayesinde, kölece çalışma ve yaşama koşullarına karşı çıkabilir ve ekonomik demokratik kazanımlar sağlayabilir.

Bu yoğun baskı ve karmaşa ortamında işin içinden nasıl çıkılacaktır? İşçilerin kendi sınıf çıkarları ekseninde örgütlenmeleri ve birliği nasıl sağlanacaktır? Hangi örgütlenme aracını ve tarzını, nasıl kullanacağız?

Bu noktada “İşçi Komiteleri” tarzı; işçi iradesini açığa çıkaran, sınıf çıkarları temelinde disiplinli, kararlı, sağlam ve ilkeli duruşuyla gündemdedir.

Elbette hükümetin, devletin, yasaların ve izlenen ekonomi-politikaların, toplumsal ilişkiler ve onu düzenleyen anlayışların işçiden yana olması arzu edilir. İşçi sınıfı siyasal anlamıyla iktidarda değildir. En azından işçi sınıfı çıkarlarına hizmet eden demokratik bir siyasal iktidar da söz konusu değildir. Olması istenir elbette…  Ama bu sendikalar gibi ekonomik-demokratik içerikli işçi örgütlerini aşan kapsamlı bir toplumsal olgudur ve başka bir platformun konusudur. Kapitalist sistemle, işçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesiyle ilişkili temel olguyu, burada sadece işaret etmekle yetinelim. Ancak ifade edelim ki, siyasi iktidarın, politik olarak da örgütlenmiş işçi sınıfın elinde olması konusu da çok önemlidir. Demokratik bir hükümet biçiminin ve işçi sınıfı örgütlerinin etkili olabildiği demokratik kültür ve hukuk ortamında; işçiler kısmen de olsa, hak ve hukuklarını kullanabilmektedir. O nedenle faşist devlet ve hükümet yapılarının, demokratik hak ve hukuk engellemelerinde veya kayıplarında ne derece rol oynadığının bilincinde olunmalıdır. Dolayısıyla işçi sınıfı örgütleri açısından bir iktidar sorunu konusunun mevcut olduğuna dikkat çekelim.

Burada konumuz itibariyle dikkat çekmek istediğimiz bir diğer sorun şudur. Patronlar ve onlarla yan yana ve iş birliği içinde olan kesimler, işçi sınıfının bağımsız örgütlü iradelerinin oluşmasını istemez. Hele hele işçilerin, ilke ve kuralları olan programatik söylemlerle de birlik sağlamış bir güç olarak karşılarında bulunmasını hiç istemezler. İşçinin, örgütlü iradesiyle iş yeri yönetimine ortak olmasını, dahası ülkedeki toplumsal ilişkilerin işçi sınıfı iradesinden etkilenmesinden büyük rahatsızlık duyarlar. Hayatı üreten işçilerdir ama onların, yani “ayakların baş olmasını” hiç istemezler.

İşçiler, patronun denetleyemediği ve kullanamadığı bağımsız işçi iradesini yarattığı zaman işler değişir. Bunu bildiği için patronlar; devlet, yasalar, baskı, tehdit, şiddet, hukuksuzluk, zorbalık vb. ne varsa kullanarak; bağımsız örgütlü işçi iradesinin oluşmasına karşı koyarlar. Bunun için de kırıcılık görevlerini gerçekleştirmek üzere satın alınan sarı sendikalar, işveren işbirlikçisi sendikalar devreye sokulur.

Şunu bir kez daha vurgulayalım; işçi sınıfı, kendi sınıf bilinciyle ve iradesiyle, kendi sınıf çıkarlarına hizmet eden bağımsız sınıf örgütleriyle önemli bir toplumsal güçtür. Çalışma yaşamına olduğu kadar, toplumsal yaşamın akışına da etkilerde bulunabilir.

Sendikalar bu anlamda, sınıf anlayışları ışığında doğru örgütlenme ve mücadele tarzlarına sahip olduğunda önemli işlevler yüklenecektir.

Dolayısıyla Ömrünü bitirmiş, teslim alınmış kurumlar olarak değil, aksine sahip çıkılması ve sınıf sendikaları olarak güçlendirilmeleri gereken kurumlar olarak görülmelidir. Burada sendikaların içinde bulunduğu olumsuz tabloyu biliyoruz ve sadece işaret ederek geçmek istiyoruz.

Ancak sendikalar sorgulanarak ve yeniden ele alınarak, toplumsal görev ve sorumluluklarını doğru biçimlerde yerine getirmeleri için, asıl sahiplerine yani işçi sınıfına kazandırılması temelindeki stratejik yaklaşımımızı ifade edelim.

 

2- İŞÇİ SINIFININ ÖRGÜTLENME HAKKI VE BASKILARIN BOYUTU

İşçilerin örgütlenme özgürlüğü ve sendikal hakları, güncel sürecin ortaya çıkardığı bir sonuç değildir. İşçi sınıfının sermaye ve patronlarla sürdürdüğü, yaklaşık 200 yıllık tarihsel mücadelenin sonucunda şekillenmiştir. Bugün örneğin İLO (Uluslararası Çalışma Örgütü) adı verilen işçi sendikaları ve patron sendikaları ve birçok devlet temsilcilerinin yer aldığı kurumdur. Kabul ettiği/ettirdiği sözleşmeler ve kuralları, bu mücadelenin sonunda ortaya çıkan dengelerin ürünüdür. Engellemelere veya uygulanamama örneklerine rağmen, bu haklar-hukuklar sistemi olmadan kapitalizm yeniden kendisini üretemez durumdadır. Dolayısıyla ülkemizde de işçi sınıfı ve tüm emekçi kesimlerin katkısının da olduğu bu hukuksal zeminden yararlanma, onları koruma ve geliştirme görev ve sorumluluğumuzun olduğunu unutmamalıyız.

Toplumsal mücadele süreçleri ve demokratik hakların ulaştığı düzey, işçi sınıfına bir dizi hak ve özgürlükler kazandırmıştır. İnsanca yaşama hakkı, insani koşularda çalışma hakkı, kendini örgütlü olarak ifade hakkı gibi… Dolayısıyla buralardan süzülüp gelen özel çalışma yaşamı yasalarıyla da güvencelere kavuşturulan işçilerin çalışma yaşamı hukuku gereği örgütlenme özgürlüğü ve sendikalı çalışma hakkı vardır. Örneğin Türkiye’deki 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu hak ve hukukları düzenlemektedir. 4857 sayılı iş kanunun da çalışma yaşamını düzenlemektedir. Bu yasalar eksiklik ve geriliklere sahip olmakla uygulama sorunları olsa da uluslararası hukukla birlikte üretilmektedir.

Bilinmelidir ki işçiler her türlü ekonomik, demokratik, sosyal, kültürel, siyasal örgüt kurma hakkına sahiptir. Toplumsal yaşamı yeniden ürettikleri için bu esas zeminden kaynaklanan bir meşruiyet söz konusudur. Bu meşru zemin ve getirdiği haklar, uluslararası ve ulusal çerçevede çalışma hukuku yasaları güvencesi altındadır. Çalışma yaşamını düzenleyen bu haklar, işverenlerin ya da hükümetlerin keyfine göre verdiği-aldığı şeyler değildir.

“Sendika özgürlüğü ve hakkı, temel insan haklarından olup onun topluca kullanılanlarındandır. Bütün bu nitelikleriyle evrenseldir ve her zaman yazılı hukuku aşan bir anlam ve içerik taşır.” İşçilerin işyerlerinde örgütlenme ve sendikalı olarak çalışma hakları, Uluslararası çalışma ilişkileri hukuku açısından kabul gören önemli bir kazanımdır. Dünya emperyalist-kapitalist sistem ilişkileri bağlamında, dünya pazarında sermayeyi, devletleri, patronları ve işçileri karşılıklı bağlayan sorumluluklar ve haklar hukuku oluşmuştur.

Hak-hukuk diyoruz, ama sermaye güçleri ve patronlar bunu öyle algılamıyor. Patronlar bu kazanılmış hakları ve yerleşmiş hukuksal boyutu her fırsatta yok etmeye, içini boşaltmaya ve işlevsizleştirmeye çalışmıştır. Ancak işçi sınıfı mücadelesi buna izin vermemiştir.

İşverenin sendika çalışmasını engellediği, sendikalaşma çalışmalarını sürdüren işçileri tehdit ettiği, işten attığı, patronlara ve hükümete yandaş sarı sendikalara yönlendirdiği, baskılara başvurduğu, hatta çete-mafya şiddeti kullandığı örnek olayları çoktur. Sendikalaşmaya karşı işverenler tarafından geliştirilen her türlü engelleme fiili, yasalarda hapis ve para cezasıyla cezalandırıldığı bilinir. Ancak bu tür yasal yaptırımlar çok da caydırıcı değildir. Patronlar bu kötü huylarından, hırs ve hak-hukuk tanımazlık özelliklerinden vazgeçmiyor. O nedenle işçi örgütlenmesini, sendikalaşmayı engelleme ısrarından bir türlü vazgeçmiyor. İnatla baskılarına devam ediyorlar.

Bu tarihsel-toplumsal bir özelliktir ve bunun burjuvazinin sınıfsal genetik yapısından ve kültüründen kaynaklandığını biliyoruz.

Bu hep böyle mi sürecek? Elbette hayır!

İşte bunu engelleyen ve engelleyecek olan tek şey işçilerin güçlü, disiplinli ve kendi sınıf çıkarlarını temel alan örgütlü demokratik mücadelesidir.

Sermayenin ve burjuvazinin uluslararası ve ulusal saldırı pozisyonlarından başka, işçi sınıfının içinden gelen ihanetlerden de söz etmeliyiz. İşçi sınıfını tehdit eden ve toplumsal durumunu etkileyen önemli diğer bir olgu ise, sarı sendikaların hükümet ve patronların direkt denetiminde olan yandaş sendikaların varlığı ve üstlendikleri toplumsal rollerdir. Hak-İş ve Türk-İş konfederasyonları, Memur-Sen gibi sendikalar buna örnektir. Bunların etkili olduğu işyerlerinde ve işverenle ilişkilerde kurulan haklar düzeni, tamamıyla patronların ve sermayenin çıkarlarını gözetir.

Devletin işçi sınıfı örgütlenmesi ve mücadelesi karşısında, işverenlerden ve sermayeden yana aldığı tutum ise toplumsal bir gerçekliğimizdir. Yani devlet sınıflar üstü ya da tarafsız değildir. Kapitalist toplumsal sistem ve baskıcı/otoriter kapitalist devlet yapısı, elbette ona hakim olan sermayenin ve patronların çıkarlarına uygun davranacaktır. Ancak bu ikilinin iş birliğini ve saldırılarını, ancak ve ancak güçlü işçi sınıfı mücadelesi geriletebilmektedir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Devlet, değişik kurumlarıyla patronların isteklerine uygun olarak işçi sendikalarına ve yasal olarak düzenlenmiş haklara yönelik baskı ve yasaklamalar uygulamaktadır. Sendikalar kapatılabilmekte, sendikal çalışmalar yasaklanabilmekte, yeni baskı ve hak kaybına yol açan yasalar çıkarılabilmekte, grev kararları iptal edilmekte, polis ve yargı kullanılarak baskı ve şiddetle işçi mücadelesi ezilmek istenmektedir. Grev yasakları, gösteri yapma yasakları, hatta yargıda yıllar süren iş mahkemesi davaları bunun somut örneğidir. Yandaş sarı sendikaların güçlenmesi ve işçi mücadelesinin engellenmesine dair örnekler de çoktur. Ülkemizde bu açıdan zayıflıkların olduğu ve hakların dönem dönem yasaklandığı ve baskı altına alındığı bir gerçekliktir. Patronların, hükümet desteği ile sendikal çalışmaları önemli ölçülerde engellediğini biliyoruz. Sendikal hakkın değişik baskı yöntemleri ve tehditlerle karşılandığı, bu konuda yasağı çiğneyen işverenlerin işlediği suçlara karşı yargının büyük oranda sessiz kaldığı biliniyor. Baskı altına alınan işçilerin yasal hakları ve en önemlisi işten çıkarılarak işlenen çalışma hakkı gaspının gerekli hukuki cezaları almadığını da biliyoruz. Sendikalı olmak isteyen işçiler işten atıldıktan sonra aylarca belki de yıllarca fabrika önünde direniş çadırı kurmakta, mahkemeler yıllarca sürmekte ve patron işini yürütmekte ama sonuçta ezilen ve sıkıntı yaşayan işçiler olmaktadır. Yıllara yayılan etkisiz yargılamalar ve “geç gelen adalet” nedeniyle sonuçta işverenlerin çıkarına çalışan objektif olarak sürünen yargılama nedeniyle sendikal çalışma başarısızlıkla sonuçlanabiliyor.

Demek ki sendikal hak ve özgürlüklerin, hukuksal açıdan yasal veya anayasal güvence altında olması, aslında bir yerden sonra işe yaramıyor.

İşçi sınıfı, sermaye güçleri ile devlet ilişkilerini sorgulamak ve mücadelelerini buna göre düzenlemek zorundadır. Yani tarihsel sınıf mücadelesinin sürdüğü ve bunun güncel çalışma yaşamı ilişkilerine yansımalarının da böyle şekillendiğinin bilincinde olmalıyız.

Açıktır ki güçlü işçi sınıf örgütlenmesi ve mücadelesi bu baskıları boşa çıkarabilir.

İşçi sınıfı diğer ülkelerde ve bizde göstermiştir; baskı ve yasaklara, tehditlere boyun eğilmemiş; yasal, meşru insani haklarını kullanarak örgütlenmiş ve çıkarlarını koruma mücadelesine devam etmiştir. Güncel süreçte örgütlenme ve mücadele ivmesinin düşük olması, mücadele verildiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor.

İşçiler inatçı mücadelelerle ve sağlam örgütlenmeler yaratarak bu saldırıları ve haksızlıkları, hukuksuzlukları boşa çıkarabilir. İşçiler birlikte olduklarında bunlara karşı durabilir ve kazanabilirler.

 

3- İŞÇİLER NEDEN ÖRGÜTLENMELİDİR?

Adaletli iş ilişkileri içerisinde çalışmak, insanca koşullarda ve insan onuruna yakışır biçimde yaşamak, işçilerin temel insani hakkı ve hedefidir. Ancak evrensel insan hakları değerler sistemi ve hukuki açılardan da yasal geçerliliği olan ve bu meşru haklara, mevcut kapitalist toplumsal sistem ve baskıcı çalışma koşullarında kolay ulaşılamaz. Bütünlüklü mücadeleler gerektirir. Engel yaratan kapitalist sistem ve güncel işleyişlerdir, uluslararası ve yerli işbirlikçisi sermaye güçleridir.

Çalışma koşulları ve dolayısıyla işçilere sunulan toplumsal yaşam koşulları; eğitim, sağlık, barınma, beslenme vb. alanlarından gelen yaşam yoksunlukları, işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı; işçileri işyerlerinde veya dışarıda-mahallelerinde ekonomik, sosyal, kültürel vb örgütler kurmayı zorunlu kılmaktadır. Yani değişik yönleriyle düşünüldüğünde, ekonomik, sosyal, hukuki vb karşılaşılan tüm sorunlarla mücadele etmek ve işçiler yararına çözümler sağlayacak olan temel işçi örgütlenmelerini, dayanışma ve birlik biçimlerini bizzat işçilerin kendileri yaratmalıdır. Bu çalışmalarda emek dostu aydınların, yazar-çizer sanatçıların ve elbette öncü işçilerin rolü çok önemlidir.

Örgütlü ve örgütsüz işçilerin koşullarını karşılaştırdığımızda konu daha anlaşılır olmaktadır.

İşçiler, işveren karşısında tek tek düşünüldüğünde güçsüzdür. İşe girerken yapılan iş sözleşmelerini hatırlayalım. İşçi, patron tarafından önüne koyulan sözleşmeye itiraz etme veya “şu madde şöyle olsa” deme şansı var mıdır? Hayır. Hatta öyle maddeler vardır ki işçi köle muamelesi gördüğünü anlar ama işsizlik, yoksulluk ve açlık o derece sıkıştırmıştır ki, o sözleşmeyi imzalamak zorunda kalır. Çevremizde bunu yaşayan çok sayıda işçi arkadaşımız bulunuyor.

İşte patron işçinin işsizliğinden, yoksulluğundan yararlanarak bu bireysel sözleşmeyi kabul ettirir. Sözleşmelerin çok kötü maddelerle, yani sadece patron çıkarlarını gözetmesinin nedeni bellidir. Orada demokratik işçi haklarından hiçbir zaman söz edilmez, çünkü patronların sömürü, aşırı kar hırsı ve buna engeldir. Elbette çok sayıdaki yedek işsiz ordusunun varlığı ve anlamı da burada kendini gösterir.

Öte yandan işçilerin örgütlü olduğu ve toplu iş sözleşmesiyle kazanılmış hakların olduğu bir işyerine girişte imzalanan sözleşme ise çok farklıdır. Hatta uluslararası sendikal etkiler nedeniyle birçok işyerinde ulaşılan çalışma koşulları ve hakların, yoksun işyerleri koşullarına göre burada daha “iyi” olduğunu biliyoruz. Yani sendikalı bir işyerinde durum çok farklıdır.

Örneğin işe başlarken alınacak ücretler, izinler, sosyal haklar, beslenme/yemek konusu, giyim, işçi sağlığı ve iş güvenliği konuları, patron ve yetkililer ile işçiler arasındaki ilişki tarzı… vb tüm bu konuların belli olduğu bir Toplu İş Sözleşmesi hukuku tarafından korunan ve işçilerin çalıştığı işyeri söz konusudur.

Sendikalı işyerlerinde işçi kendisine özgüvenli biçimde çalışır. Morali iyidir ve iş güvencesini hisseder. Patrondan veya çalışma koşullarından kaynaklanan baskı ve huzursuzlukları geriletebilecek örgütlü gücün farkındadır. Emeğin bu örgütlü halinden ve birliğinden kaynaklanan gücü, kazanılmış ve kazanılacak olan her olanağı ve hakları korumak, geliştirmek çabası içindedir.

Tabi işveren bu gücün farkındadır; bu gücü dağıtmak, denetimi altına almak, zayıflatmak ve geriletmek çabası içindedir. İşverenler bu amaçla hükümetleri ve yasaları arkalarına almaya çalışır. Örneğin işçilerin zayıf, dağınık veya birlik içinde olmadığı bu zamanlarda bir işkoluna grev yasağı getirmek, hakları fiilen veya hükümetler desteği ile çıkarılan yasalarla geriletme yollarına başvurduğunu biliriz.

Yeri gelmişken işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele konusunun uluslararası boyutlarını belirtmekte fayda var. Çünkü çalışma yaşamında dünya ölçeğinde neoliberal politikalar uygulanmaktadır. Esnek çalışma, uzun çalışma süreleri, taşeron sistemi, kiralık işçilik, düşük ücretler, sendikasızlaştırma vb bunların tümü de her ülkede uygulanmaktadır. Dolayısıyla işçi sınıfının mücadelesi, yaşadığı ülkeyle sınırlı değildir. İşçiler işyerlerinde, işkolunda ve uluslararası düzeyde örgütlü olmak, birlik ve dayanışma içerisinde olmak durumundadır. İşçiler sadece İşyerlerinde değil, işkollarında ve diğer sektörlerdeki işçilerin toplumsal kazanımlar elde etmeleri için de dayanışma ve mücadele ortaklığı yaratmalıdır. Konu uluslararası boyutuyla da düşünüldüğünde, bunun işçilerin sınıfsal çıkarları kapsamında değerlendirilebilecek bir olgu olduğu anlaşılacaktır.

Avrupa’da işçilerin kazandığı ve yasalaşarak hukuki metinlerde yer alan bir konu, bizim gibi ülkelerdeki işçilerin kullanabileceği hakları arasında yer alabilmektedir. Yani anlaşılacağı gibi, olay sadece yerel fabrika ve belli haklarla sınırlı değildir.

Örneğin tekstil sektöründe uluslararası tekel olan Avrupalı Zara firmasına üretim yapan bir yerli tekstil şirketi, Zara’nın işçi haklarına karşı gösterdiği -sahte de olsa- “saygı ve sorumlulukları” baştan kabul etmek zorundadır. Hatta kimi sendikalarda, sendikal örgütlenmeye yol veren bu durumdan açıktan yararlanmaya bakar.

Yine 2019 yılında Fransa’da yaşanan “Sarı yelekliler” hareketi ve direnişinin, en azından moral-motivasyon açısından bizde emekçiler ya da burjuvazi ve hükümet üzerindeki etkileri olmuştur. Bunlar göz ardı edilemez.

Kısacası işçiler insanca koşullarda yaşamak için çalışma koşullarını, çalışma hukuku temelinde geliştirmek durumundadır. Kapitalizmin giderek vahşileştiği günümüz koşullarında azgın baskı ve saldırıları giderek artmaktadır. Kazanılmış hakları eriterek, köle çalışma ve yaşama koşullarını dayatarak düzenlerini sürdürmek istiyorlar. Emperyalist-kapitalist ilişkiler emekçi halklara öyle bir yaşam tarzı ve olanakları dayatmıştır ki, mücadeleden başka bir yol bırakmamıştır. İşçi sınıfı bu kartı görmek ve yanıt vermek durumundadır. Mücadelenin olmazsa olmazı ilkeli, programatik anlayışları içeren örgütlenmelere sahip olmaktır.

İşverenden bağımsız, işçi iradesini temsil eden, işçinin demokratik katılımı ve söz hakkını demokratik işleyişlerle koruyan ve işçi sınıfı çıkarlarını çok yönlü değerlendiren ve İşçi birliğini sağlayan örgütlenme bu nedenle vazgeçilmezdir.

Yani işçiler yaşamsal önemde olduğu için, işyerlerinden başlayarak kendi sınıf örgütlerini kurmalıdır. Kitlesel taban örgütlenmesi kapsamında işyerlerinde “işyeri işçi komiteleri” olarak andığımız öz-örgütleriyle başlayan, işkolunda yayılan demokratik sendikal yapılar şeklinde büyüyen örgütlerini kurmalıdır.

 

4- İŞÇİ ÖRGÜTLENMESİNİN ÖNEMİ

İşçiler kendi sınıf çıkarlarını temel alarak, işçi birliğini sağlayan örgütlenmelerle çalışma yaşamında ve toplumsal ilişkilerde etkili olabilirler.

Güçlü işçi örgütlenmeleri ve örneğin sendikalar; bazı yönleriyle toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmesinde, iktidar ilişkilerinin yeniden organize edilmesinde rol oynayabilirler ve oynamalıdır da… Demokrasi kültürü ve bilincin yerleşip gelişmesine, demokratik kurumların işlemesine ve güçlenmesine katkı verebilir.

Aslında bu durum, işçi sınıfının hem çalışma yaşamına ve hem de toplumsal yaşama, nasıl baktığını nasıl bir perspektifle müdahil olacağını içeren yaklaşımlarıyla bağlantılıdır. Bu konunun da işçi sınıfı politik örgütlenmesi ve programatik yaklaşımlarıyla yakından ilişkili olduğunu ifade edelim.

Söz konusu tarihsel mücadelede, örgütlenme yetenekleri ve taşıyıcı örgütlenme tarzları önemli bir yere sahiptir. Örgütlenme modelleri ve tarzları özünde bir araçtır. Belirlenen amaçlara hizmet eden kurumsallıklardır. Bu mücadele içerisinde azami dikkat gösterilmesi gereken de bir konudur.

İşçi örgütlenmesi, işçilerin örgütlenme düzeyinde önemli bir aşamayı, disiplin ve demokratik işleyişi, kararlılığı, birbirine olan güveni, işçi birliği ve dayanışma gücünü içerir. Bu nedenle örgütlenme konusu, toplumsal ilişkiler açısından olduğu kadar işçiler için yaşamsal önem ve değerdedir.

İşçiler insanca yaşamayı sağlayan ücretle, güvenceli çalışma ve elbette işçi sağlığı ve iş güvenliğini önemseyen işyeri koşullarında çalışmak ister. Yasalarla güvence altına alınan olan ve kazanılmış (izin hakları, tazminat hakkı, kreş ve emzirme hakkı, eşit işe eşit ücret hakkı, sendika kurma hakkı, patrondan-ustadan baskı görmemek, tacize uğramamak vb. ) bir dizi insani ve yasal işçi haklarını serbestçe kullanmak, korumak, geliştirmek amacıyla örgütlenirler.

İşçilerin yaygın ve etkili sendika örgütlerine sahip olması, sendika ve toplu iş sözleşmesi hakkını kullanarak çalışma yaşamını sürdürmesi, işçi sınıfının ulaşmış olduğu örgütlülük ve kurumsallık düzeyini de ifade eder. Mücadeleler sonucu kazanılmış mevziler olarak sendika hakkı engellenemez, baskı kurulamaz ve yasaklanamaz ekonomik ve demokratik bir haktır. Bu objektif olgu dahi toplumsal güç anlamındadır.

İşçiler, örgütlü birliği ifade eden ve yaptırım gücü olan sendikalarıyla işverenler karşısına oturur. Bunun üzerinden çalışma yaşamı ilişkilerine ve kurallarına müdahale ederler. İşçiler sahip olduğu yaptırım gücünün, bilinen ifadesiyle de  “üretimden gelen gücün” farkındadır. İşyerinde Toplu İş Sözleşmesi kurallarına göre çalışmanın gerçekleşmesini veya demokratik çalışma yaşamı kurallarının uygulanmasını sağlayan işte bu güçtür. Yani “işçi birliği” dediğimiz işçilerin birlik ve beraberliğini sağladığı olgu bir düzeye ulaştığında, işçi gücü ve yaptırımları da ortaya çıkar.

İşçiler sendikanın örgütlü olduğu işyeri ile sendikasız çalışılan işyerinin farkını çok iyi bilir. İşçiler birlik ve dayanışma içerisinde oldukları her zaman, patron ve kötü çalışma koşulları karşısında daha güçlü olur. Henüz sendikanın girmediği ama işçinin örgütlendiği ve hakları için hareketlendiği yerlerde dahi, patronların ücret taleplerini kısmen de olsa karşılamaya başladığını, kimi kötü çalışma koşullarını yumuşattığını hepimiz biliriz. İşte bunun tek nedeni, işçinin örgütlenme sürecine girmesidir. Örgütlenmenin ayak sesleri ürkütücüdür. Ve patron tehlikeyi savuşturmak, güçsüzleştirmek ya da geciktirmek için tavizler verir. İşçi örgütlenmesinin ve olası hak mücadelesinin keskinliği patronu rahatsız ederek tavizkar davranmaya zorlar.

Sendikal alanda yaşadığımız olumsuz bir noktayı kısada olsa ifade edelim. Sendika işçi örgütüdür ve işçi sınıfı çıkarları için çalışır. Ancak günümüzde bu tezi çürüten sarı sendikaların varlığı da bir gerçekliktir. Fakat bu gerçeklik, bizim sendikal örgütlenme ve mücadeleye duyarsız ve uzak kalmamızı gerektirmez. Amacından yolundan sapmış sendikalarına sahip çıkarak toplumsal işlevlerine geri dönmelerini sağlamaları, işçiler ve emek dostları açısından önemli bir sorumluluk ve görev konusudur.

Bu nasıl olacaktır?  Örgütlü işçi iradesi ve gücü, işyerlerinden başlayarak sınıf çıkarları eksenli örgütlenme anlayışı ve mücadele programıyla ortaya çıkarılacaktır. Bu ideolojik ve kültürel boyutlara da sahip bir olgudur.

Sendikalara yönelik güvensizlik ve birçok sendikanın işveren ve hükümet yanlısı olma gerçekliği karşısında, işçi sınıfı yeni görev ve sorumlulukla karşı karşıyadır. Onların nasıl zararlar verdiğini, çalışma yaşamında kaybedilen haklardan ve köle çalışma koşullarının sürdürülmesine verdikleri katkılardan biliyoruz. Sermaye denetimindeki sarı sendikaları ve hükümetin yönlendirdiği yandaş sendikaları geriletmek işçi sınıfı yararınadır. Bu tür sendikalar, işçilerin çıkarlarını temel alan, demokratik işleyişlere kavuşan, işçi iradesini temsil eden bizzat işçilerin yönetimde olduğu kurumlar haline getirilmelidir. Vazgeçilmez, ertelenemez bir görevdir bu.

İşyeri komiteleri eksenli öz-örgütlenmelerin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi, olumsuz gördüğümüz mevcut sendikal bozulma ve sapmaların giderilmesinde de çok işlevli olacaktır.

Bürokratik sendikal anlayışların etkisizleştirilmesinde, işyeri komiteleri tarzı çok önemlidir. İşçi kitlesi içinde güçlenen işçi komiteleri ağı, ilkeli ve sağlam yapılandırıldığı ölçüde, sendikal mücadelede ve dolayısıyla işçi sınıfının toplumsal mücadelesinde güçlü bir kaldıraç işlevi görecektir.

 

5- İŞÇİLER İŞYERLERİNDE NE TÜR ÖRGÜTLER KURABİLİR?

Anayasal olarak da güvence altına alınmış ve yasalarla da korunan, çalışma yaşamını düzenleyen haklar vardır. İşçiler her türlü ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal örgüt kurma hakkına sahiptir. İşyerleri olsun, çalışma yaşamı geneli olsun; işçilerin kazanmış olduğu ancak bunları dahi kullanamadığı koşullarda yaşıyoruz. Kazanılmış hakların korunması, yeni hak ve hukukların elde edilmesi ve işçi iradesinin işyeri yönetimine ve çalışma yaşamına müdahil olması için örgütlü olması şarttır. Bu anlamda işyerlerinden başlayan ve diğer işyerleri ve toplumsal yaşamda etkili olan değişik örgütlenmeler yaratabilir, etkinliklerinde aktif yer alabilir. Sendika, ücret, işçi sağlığı, kadın sorunları, mobbing, ayrımcılık, spor ve kültürel çalışmalar vb. ekleyebileceğimiz birçok konuda işçiler işyerlerinde örgütlenebilir.

Ancak işçilerin hak mücadelesi ve bu amaçla örgütlenmeleri için de onların örgütlenme yeteneklerinin açığa çıkarılması ve ideolojik-politik-kültürel açılardan beslenmesi gerekmektedir. Deneyimlerin aktarılması ve elbette eğitsel-kültürel çalışmaların bu konuda çok işlevli olduğunu belirtelim.

Aşağıda önereceğimiz farklı örgütlenme biçimleri, sendikanın yerini tutmasa da kendi alanlarından işçi çıkarlarına hizmet eder. Belirtmek de gerekir ki, basit adımlarla başlayan örgütlenmeler, gelişen süreçte sendikal örgütlenmeye de dönüşebilir. Bu mantıkla önermelere daha yakından bakalım.

İşçiler bir spor takımı kurabilir ve bu amaçla işyerlerinde veya diğer işyerlerinde işçilerle spor amaçlı ilişkiler geliştirebilir. Patronlar bunu desteklemek ve teşvik etmek, en azından engellememe durumundadır. Örneğin sendika sözleşmesinde varsa bunu uygulamak ve desteklemek durumundadır. Bu tür örgütlenmenin ve etkinlikler yaratmanın önü, genellikle her zaman açıktır. Sanatsal etkinlikler için de durum aynıdır. Resim, tiyatro, sinema, müzikal etkinlikler vb. sanatsal üretimler ve etkinlikler içerisine girilmesi çok değerli kültürel iletişim ve bir araya geliş ve kolektif tüketimler anlamındadır. Sosyal dayanışma veya değişik kültürel faaliyetler, işçiler açısından yakınlaşmaları, dayanışmaları ve örgütlenme zeminini yaratabilir.

Farklı bir tarz olarak, sendika olmayan işyerleri için şunları öngörmek mümkün. İşyerlerinde işçiler bir araya gelerek ücret konularını işverenle görüşmek amacıyla kendi seçimleriyle oluşturdukları bir “işyeri ücret komitesi” kurulabilir. İşçiler tek tek talepleri yerine ortak eleştiri ve beklentilerini, böylesi bir oluşum üzerinden tartışabilir ve ortak eğilimlerini işverene götürebilir. Onun için tüm işyerini değerlendiren komite, ücret konusunda işyeri politikalarını araştıracak ve başta öncüler olmak üzere tüm işçiler bilinçlenecektir.  Sendika kadar olmasa da yaşama koşullarının gerektirdiği ihtiyaçları ışığında, insanca yaşamayı sağlayacak ücret talebini dile getirebilir. İşçi desteği ile patronu zorlayabilir, etkili olabilirler.

Sosyal haklar konusunda da “sosyal haklar komitesi” kurulabilir. İşyerinde sosyal hakları gündeme getirecek ve toplu talepleri patrona iletecek, görüşme yürütecek bir oluşum kurulabilir.

Yine işyerinde kadınların, işçi olmalarının ötesinde kadın olmalarından kaynaklı erkek egemen kültürün baskı ve sömürüsü altında olduğu, etnik köken veya inanç farklılığından dolayı da baskı gördüğü biliniyor. Sendikaların son zamanlarda üye sayılarını artırmak için kadın işçileri örgütleme yolunda adımlar attığı, iç organlarını oluşturdukları ve çalışmalar yürüttüğü biliniyor. Ancak kadın işçilerin işçi olmanın ötesinde cinsiyet eşitsizliği ve baskıları altında kaldıkları, cinsiyetçi roller anlayışının devam ettirildiği toplumsal yapıda konu daha geniş boyutlu önümüze gelmektedir. Bunların bilincinde olunarak, işyerlerinde kadın işçilerin örgütlenmesi ve özgür iradelerinin açığa çıkarılması önem kazanmaktadır. İşyeri komitelerinde kadınların eşit biçimde yer almaları, söz haklarını kullanmaları ve karar süreçlerinde yer almaları yaşamsal önemdedir. Bu konuların farkında olarak, emekçi/işçi kadın haklarını temel alan, yani kreş hakkı, emzirme hakkı, eşit ücret hakkı, taciz ve mobbinge karşı durma, vb. konularında kadınlar bir araya gelerek bir “kadın işçi hakları komitesi” kurulabilir ve bu çok işlevli de olabilir.

İşçi sağlığı iş güvenliği konusunda çalışma yaşamı hukukunda ve uygulamalarda çok gerilemeler yaşandığı, Ortak Sağlık Güvenlik Birimi (OSGB) diye bilinen şirketler ve ticari İşyeri Hekimliği kurumu tarafından yürütülen uygulamalar, gelinen noktada çalışma yaşamının çok sorunlu bir alanı halindedir. Bu alanın özelleştirilerek kamusal hizmet boyutunun yok edilme sürecinin yaşandığı biliyoruz. İşçi sağlığı iş güvenliği konusu; sermaye ve işverenlerin denetim ve yönlendirmesinden kesinlikle çıkarılmalıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği kamu hizmeti olarak yeniden düzenlenmeli ve özel şirketlere rant kapısı olmaktan çıkarılmalıdır. OSGB lerin iptal edilmesi sorunu yanı sıra, işyerlerinde işçi denetiminin sağlanarak işçi sağlığı konusunun işçiler, sendikalar tarafından denetlenmesi konusunun önemine dikkat çekiyoruz.

Bu boyutlu mücadelenin örgütlenerek sürdürülmesi ve kazanımlara ulaşması çok önemlidir. Tüm çalışma yaşamında birlikte mücadele önemlidir. Öte yandan, İşçi Sağlığı İş Güvenliği emekçilerinin örgütlenmesinin de bu mücadeleye katkısı, anlaşılacağı üzere çoktur. İşyerlerinde işçi sağlığı konusunda örgütlenme ve mücadele bilincinin gelişmesi ve pratik adımlar atılması artık yaşamsal boyuttadır.

İşverenin göstermelik işçi sağlığı uygulaması yanı sıra, işçiler işyerinde “işçi sağlığı komitesi” kurulabilir. Pandemi tedbirleri, iş kazaları, meslek hastalıkları, performans zorlamaları-aşırı/yoğun çalışma yorgunluk rahatsızlıkları, hijyenik çalışma ortamı vb. geniş bir yelpazede karşılaşılan sorunlar konusunda etkili çalışmalar yapabilecek böyle bir komiteye kesinlikle ihtiyaç vardır. İşverenin maliyet unsuru olarak gördüğü ve kaçındığı işçi sağlığı konularında işçi komitesi, uygulamalar ve işçi denetimi açısından çok etkili olabilir.

İşyeri kapsamlı “işçi dayanışma komitesi” ile işçiler düğün, ölüm, yoksulluk, sağlık, beslenme, barınma, işçi direnişleriyle dayanışma, vb konularında işçiler, arkadaşlarıyla maddi ve manevi dayanışma içinde olmak için bir oluşum üretebilirler.

Yemek ve beslenme sorunu, artık insani bir hak düzeyinde tartışılmaktadır. Bu konularda sürekli sorun yaşandığı bilinir. “Yemek ve servis komitesi” yemek, servis ve ulaşım sorunlarını değerlendirecek ve işçi yararına uygulamaları sağlayacaktır.

İşçiler, ihtiyaçları olduğu için bu tür işyeri örgütlenmeleri yaratılabilir. Yasal bir engel yoktur ve insani açıdan da meşru bir haktır. Çekinilecek, korkulacak, “acaba bir zarar gelir mi?” denilecek konular değildir. Zaten bir kısmını işveren gerçekleştirmektedir. Ve işçi bu tür oluşumları kendi çıkarına olduğu için başta biraz çekinse de olumlu görecek, içinde yer alacaktır.

İşçiler bir araya geldikçe ve yaşadıkları sorunlarını konuşup tartıştıkça, “neyi, nasıl, kiminle, ne zaman yapabiliriz?” sorularını sordukça bu tür yönelimler, örgütlenme eğilimleri açığa çıkabilecektir.

Burada eşyanın tabiatına uygun bir konu ve eğilimden söz ediyoruz. İşçilerin içerisinde bulunduğu koşullar ve yaşadıkları sorunlar-sıkıntılar, sonuçta onları örgütlenmeye yöneltecektir. İşyerinde hakları ve sorunları ele alan, inceleyen, tartışan, işçi birliğini sağlayan, işçilerin sorumluluklar almalarını sağlayan, aralarında görev paylaşımı yapan, her türlü haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı çıkan, sorunlara çözüm bulan ve işveren karşısında ortak işçi iradesi yaratan, İşçilerin öz-örgütü dediğimiz işyeri komiteleri örgütlenebilir.

İşyeri işçi komitesi kurulduktan sonra, yukarıda belirttiğimiz tüm komiteler birer alt organ olarak bu komiteye bağlı üretilerek çalışabilir.

Kısa da olsa işveren denetiminde kurulan “işçi/çalışan temsilciliği”, “iş sağlığı” gibi oluşumlar üzerinde durmakta fayda görüyoruz.

İşyerlerinde işveren ataması yoluyla veya işçilerin katıldığı seçimlerle “işçi temsilcisi” organı oluşturulmaktadır. Burada görev alan işçilerin, genellikle işyeri sorunlarını dile getirmek ve işçi haklarını savunmak temelinde çalışmadığı bilinir. Ancak işveren ile işçi arasında bir iletişim ağı ve denetim unsuru olmaktadır. Daha çok patronun işçilerden istediği şeyleri işçilere aktarır, yönetimin uyarılarına ve taleplerine ağırlık verir. İletişim kutularına atılan talep dilekçeleri/notları belki işçi sorunlarının gündeme alınmasını sağlayabilir.

Ancak işçi örgütlenmesinin olmadığı yerlerde temsilciler, işçi çıkarları için çalışmaya zorlanabilir. İşte bu nokta önemlidir. “İşçi temsilcisi” veya “iş sağlığı güvenliği sorumlusu” gibi işveren uzantısı oluşumlar, gerçekte işçi çıkarlarına hizmet etmez. Göstermelik oluşumlardır. Çünkü özgür işçi inisiyatifi ve iradesiyle, demokratik katılım süreci sonucu oluşmuş değildir. Sınıf bilinçli işçiler, işçi/çalışan temsilciliği kurumunu etkileyerek veya orada yer alarak, nispeten işçi çıkarlarını gündeme getirir ve sonuç almaya çalışabilirler.

Şu noktayı da ifade etmeliyiz. Her komite çalışması olayı, daha kapsamlı bir işçi birliği çalışmasını ve olgunlaşma aşamasında da sendikal kurumsallaşma ihtiyacını gündeme getirecektir. Sendika, Toplu İş Sözleşmesi denilen işyeri ilişkileri ve haklarını yani çalışma hukukunu belirleyen, yasal güvence altındaki bağlayıcı özelliği olan sözleşme yapmaya yetkilidir.  Başka bir yapılanmanın henüz böyle bir yasal meşruluğu yoktur. Şu anki iş hukuku gereği bu böyledir. Dolayısıyla işçi örgütlenmesinin yolu sendikaya çıkmaktadır.

İşçiler ürettikleri bu örgütlenmeleri disiplinli ve kararlı çalışmalar sonucu, iş hukuku yasallığı açısından da kurumsallaşmış hale, yani sendikaya dönüştürebilir. İşçiler ekonomik, sosyal, kültürel vb çıkarlarını korumak ve daha iyi koşullarda çalışmak amacıyla işyerinde sendikalaşır ve bunun üzerinden işverenle toplu iş sözleşmesi yapma hakkına ulaşırlar.

Sendika ve Toplu İş Sözleşmesi hukuku ile ulaşılan ekonomik, sosyal, kültürel haklar, birer mevzidir ve korunarak geliştirilmesi de esas olmalıdır. Sendika ve sendikal örgütlenme hakkı da meşru bir haktır; engellenemez, yasaklanamaz, baskı kurularak yönlendirilemez.

Yeri gelmişken anımsayalım. İşveren ve işveren vekillerinin (müdürler, ustalar, şefler, sorumlu işçiler vb) bu konuda sergileyecekleri, sendikal çalışma karşıtı gibi davranışlar suçtur. Yani Yasalarda bu tür davranışlar suç kapsamında görülür, böylesi suçlar için iki ile üç yıl arasında hapis cezası söz konusudur.  Örneğin bir patronun veya müdürünün “iş yerimde sendika istemiyorum”, “sendikaya üye olmayın”,  “O sendika kötüdür ona değil şu sendikaya üye olun” demesi baskıdır ve yasada da belirtildiği üzere suçtur.

Sendikalaşma nedeniyle işten çıkartmak da suçtur. Bunlara karşı caydırıcılığı zayıf/yetersiz de olsa hem hapis cezası hem de parasal cezalar vardır.

Bu yasal ve meşru haklara rağmen işverenlerin ve hükümet dahil işveren yanlısı güçlerin, işçileri baskı altına alarak sendikal örgütlenmeyi engelleme veya yedekleme tarzındaki müdahalelerinin hukuk dışı ve gayrimeşru olduğunu ifade edelim. Ancak bu yasal cezalara rağmen hükümet ve işverenler ve sermaye kesimi bu suçun işlemesine seyirci kalaktadır. Güçlü bir işçi sendikal hareketi de olmadığından, şimdilik bu tarzda yürümektedirler.

Bununla birlikte, patronlar istemediği bu tarz gelişme karşısında baskı, tehdit, zorla yandaş sarı sendikaya yönlendirme yöntemlerine başvurduğu bilinmektedir. Bir noktadan sonra öncü işçilere yönelik işyeri değişikliği, sürgün, terfi ettirme ve ücret artırma gibi baskı ve rüşvetleri kullanmaktadır. Öncü işçileri ve sendikaya girdiği tespit edilenleri bir bahaneyle işten çıkarma yöntemine de başvurduğunu biliyoruz.

İşte bu tür yönleri de hesaba katılarak, patronun işçi örgütlenmesine zarar vermesini engelleyecek korunma yolları vardır ve kesinlikle uygulanmalıdır diyerek uyarıda bulunalım. Bunun başında işçi birliği ve dayanışması gelir. Bir baskı yaşandığında işçilerin birbirine sahip çıkması ve tavır alabilmeleri, birbirini koruma davranışları çok önemlidir.

İşyeri “işçi komiteleri”; değişik yönlerini işaret ettiğimiz, işçi sınıfı çıkarlarını temel alan bir anlayışla öne çıkardığımız kitle örgütlenmesidir. Konuyu biraz daha ayrıntılı ele alalım.

 

B-) İşyerlerinde Nasıl Örgütleneceğiz? 

1- İŞYERLERİNDE EMEKÇİLERİN ÖZ-ÖRGÜTLENME BİÇİMİ: İŞYERİ İŞÇİ KOMİTELERİ

İşçilerin kendi sınıf çıkarlarına dayanan örgütlenme, mücadele ve dayanışma konularını bütünlüklü olarak ele alan anlayışlara ve tarzlara ihtiyaç duymaktadır. Mevcut sendikalar, (az sayıda da olsa bir kısmı hariç) örgütlenme yetenekleri ve mücadele anlayış ve tarzlarıyla, artık işçi sınıfının toplumsal çıkarlarını korumak ve geliştirme eksenindeki amaç ve uğraşılar bütününden uzaklaşmıştır.

İşçi sınıfının dağınık haliyle gösterdiği “birlikten yoksunluk” hali, tablonun üzüntü veren çok önemli bir özelliğidir. İşçi sınıfının birlik içerisinde olması çok önemlidir. Ancak mevcut sendikalar işçi sınıfı birliğini ve dolayısıyla da sınıf dayanışmasını sağlamak bakımından önemli ölçülerde yoksundur. Böyle bir amaçları olduğu da kuşkuludur.

Bürokratik ve iktidar yandaşı sarı sendikalar ise gerçek işçi birliğinin önünde engeldir.

Sendikaların günümüz koşullarında tarihsel-toplumsal işlevlerini yerine getiremeyen, işçi sınıfı açısından da genel olarak güven duyulmayan kurumlar olduğu gerçeğini bir kez daha vurgulayalım. Buradan hareketle düşünüldüğünde; toplumsal işlevleriyle de bağlantılı olarak yeni içerik ve tarzlarda, işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele konularının bütünlüklü değerlendirilmesi gerektiğinin bilincindeyiz.

Bu önemli ve çok kapsamlı noktalardan hareketle sendikal örgütlenme alanını da kapsayan, işyerlerinde işçilerin öz-örgütü olan “İŞYERİ İŞÇİ KOMİTELERİ” gündemdedir.

Vurgulamak istiyoruz. İşyeri komitelerinin, hem işçi örgütleri olarak tüm işyerlerinde yaratılması ve hem de sendikaların işyeri komiteleri üzerinde yükselmesi gerektiği fikri, temel çıkış noktamızdır.

İşçilerin, emekçilerin işyerlerinde işçi komiteleri kurarak ekonomik-demokratik mücadeleyi kendi bağımsız öz-örgütlerine dayanarak geçekleştirmesi mümkündür.

Tüm işçiler, işyeri Komiteleri ve üst komiteleri aracılığıyla; işyerinde, işkolunda ve bölgesel düzeyde oluşturulacak “İşçi Komiteleri Birliği” yapısı içerisinde örgütlü olarak yer alır. Bu çok önemli ve değerli bir sınıf örgütlenme ağıdır.

( Açıklama: “İşçi Komiteleri Birliği-İKB” kavramıyla bağlantılı olarak kısa bilgi vermek ve anma yapmak yerinde olacaktır. ‘İşçi Komiteleri ve İşçi Komiteleri Birliği’ kapsamında bağımsız bir işçi örgütlenmesi ve çalışmaları, 2018 yılında, Dev Yapı-İş sendikası temsilcisi Hasan OĞUZ’ un da içerisinde yer aldığı bir grup devrimci ve öncü işçi ile başlatılmıştı. İşçi eğitimleri, fabrika örgütlenme çalışmaları ve ideolojik-teorik çalışmalar yürütülmüştür. Ancak yaklaşık bir yıl sonra pratik çalışmalar durdurulmuş ve teorik araştırmalara da son verilmişti. Hasan Oğuz dostumuz 13 Nisan 2020 günü Covid19 nedeniyle yaşamını yitirdi. İKB adı altında düzenlenen çalışmalarda Hasan Oğuz dostumuzun önemli katkıları oldu. Hazırlanan “Tüzük”, “Genel Durum Değerlendirmesi” ve “İşçi Komiteleri Birliği” taslak çalışmalarında, fikrin olgunlaşmasında önemli katkıları ve emeği olmuştur. Bu çalışmamızda da söz konusu taslak çalışmalar ışık tutmuştur. Bu vesile ile Hasan Oğuz dostumuzu saygıyla anıyoruz.)

İşyeri ve işkolu sorunlarından çalışma yaşamı bütününe ve giderek toplumsal ilişkilere aktif müdahale etme kapsamında; sınıf iradesini öz örgütlenmeleriyle ifade eden işçi komitesi, işyeri meclisi ve bölge meclisleri tarzını üretmek stratejik boyutta önemlidir. Konuyu bu kapsam da ele almayı doğru görüyoruz.

Yeri gelmişken kavram kargaşasını önlemek için açıklama yapmalıyız. Belirtelim ki geçmişte ve kısmen de güncel süreçlerde ortaya çıkmış olan, ancak bir siyasal örgütlenme modeli olarak bilinen “İşçi Konseyi” olgusuyla, önerdiğimiz örgütlenme tarzıyla içerik ve yönelim anlamında ilgi kurulması doğru değildir. Yaklaşık 150 yıl önceden başlayan, 19. Yüzyıl başında ve 19. Yüzyıl ortalarında işçi sınıfı ve sosyalist hareket içerisinde yoğunlaşan “Sendika, Parti, Konsey” eksenli tartışmalar önemli deneyimlerden biridir. İşçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesinde, iktidar biçimleri ve bunun örgütsel araçları konusu temelinde süren bu tartışmalar bizim tarihsel mirasımız ve zenginliğimizdir. Dolayısıyla bu tür anlayışlardan ayrı düşündüğümüzü de ifade etmek isteriz. Ancak Parti ve Sendika gibi temel örgütlenme araçları ve bunların toplumsal işlevlerini reddeden bir yerden konuya yaklaşmadığımızı kısa da olsa belirtmekle yetiniyoruz.

 

2- İŞYERİ İŞÇİ KOMİTESİ’NİN BELİRLEYİCİ ÖZELLİKLERİ VE İŞLEVLERİ

İşyerlerinde, işkollarında, işçi havzalarında ve geniş coğrafi-idari bölgelerde işçi örgütlenmesinin ana ekseni işçi komiteleridir.

İşyeri işçi komiteleri, işçi kitlesinin demokratik yöntemlerle katılarak oluşturduğu, eşit haklara sahip olarak sözünü söylediği, kararlar aldığı, eşit koşullarda ve özgür iradeyle işyeri yönetimine ve sendikal çalışmalara katıldığı demokratik örgütlenmedir. İşçi komiteleri demokratik oluşumlardır. Demokrasi kültürü, işyerlerinde gerçekleştirildikçe sınıf bilinci daha sağlam gelişir.

İşçilerin işyeri özgülünde yüz yüze sürdürebildikleri “doğrudan demokrasi” dediğimiz tarzın uygulanabilmesine olanak tanır. Aracı bir organ, demokratik temsilci, delege diye adlandırılan unsurlar olmaksızın; işçilerin eşit biçimde katılabildiği, işçiler arasında herhangi bir ayrımcılık ve baskının söz konusu olmadığı, doğrudan sorunları konuştuğu, eleştiri ve özeleştirilerin özgürce yapıldığı, işçilerin sözlerini söyledikleri ve kararlar alabildiği oluşumdur. Alanı genişledikçe demokratik katılımcı işleyişle, yaşadığı sorunlara ve taleplerine ilişkin tartışmalara katılması ve sözünü söylemesi, olup biteni sorgulayabilmesi, karar alma süreçlerine katılmaları ve uygulamaları; ilkesel ve doğrudan demokrasi tarzının somut ifadesidir. Görev ve sorumluluklar da bu katılımlar ve üretimler üzerinden belirlenir. İşyeri komiteleri birer demokrasi okuludur.

İşçi komitesi çalışmalarında eleştiri ve özeleştiri işleyiş uygulamasıyla; işçilerin birbirlerine karşı aynı zamanda da görev ve sorumluluklarına karşı saygın, eşitlikçi, demokratik ilişkiler kurmasını sağlar. İşçiler bu tür ilkeler ışığında ve davranış kültürüyle; “duyarsız”, “kendi çıkarını düşünen, bencil”, “yalaka”, “işçi arkadaşlarını satışa getirme” ve “hak-hukuk ve adaletten uzak kalma” gibi olumsuz davranış ve eğilimlerden uzak kalabilir. Aslında bu tür olumlu kültürel ve davranışsal noktalara taşınması, işçilerin kişilik ve ahlaki değerlerinde yeni insan boyutunu da yakalamaları anlamındadır.

Bürokratik tarza, şeflik vb anti-demokratik olgulara, işçi komitesinde yer yoktur. “Ben” yerine “biz” geçmiştir. Bencillik ve bireysel çıkarlar yerini toplu çıkarlar, kolektif düşünme ve ortaklaşa tavırlar geliştirme olayı kendini gösterir. Emir veren, talimat bekleyen işçi yoktur. Tümü de birbiriyle saygı temelinde ilişki kurarken, ilişkilerine ve arkadaşlarına zarar verecek ilişki biçimlerini de eleştiri-özeleştiri ve ikna temelinde ama dostluk çerçevesinde aşamasını bilirler. Bu da işçiler arasında dostluk ve insani ilişkilerin gelişmesini, birbirlerini önemseme ve değer verme yönlerini geliştirir.

İşyeri işçi komitesi kendi içinde birbirlerini denetlemek önemlidir. Çalışmaların ve yapılanların rapor edilmesi veya birbirlerine hesap verme, başarısız olan arkadaşlarını görevden geri alma gibi, özgün iç işleyiş ilkeleri ve tarzıyla da işçi iradesini ortaya çıkaran demokratik işyeri örgütlenmesidir.

İşyeri işçi komiteleri sağlam, disiplinli, kararlı duruş ve çabalarıyla, işçi birliği ve dayanışmasını temel alan sınıf çıkarı temel ilkesiyle, örgütlenmiş olmanın avantajını ve dolayısıyla patron karşısında haklarını koruma ve geliştirme gücünü elinde tutar.

İşyeri işçi komiteleri, iş yerinde çalışma koşullarını ve üretim ilişkilerini, işçilerin çıkarları doğrultusunda ele aldığı için, işçi-işveren ilişkilerini ve işçilerin kendi aralarındaki her türlü ilişkiyi etkileyen ve yön veren bir işlev görecektir.

“İşçi Birliği” sorunu, işçilerin yaygın yaşadığı önemli sorunlardan biridir. Patronlar siyasi düşünce, inanç, etnik köken, kadın, erkek, yeni işçi, kıdemli işçi vb ayrımları körükleyerek işçileri parçalanmış halde tutmakta başarılı olabilmektedir.

İşçi birliği, sorunların çözümünde çok önemli ve belirleyici bir olgudur. İşçi komiteleri de çalışma koşullarındaki tüm sorunlar karşısında işçilerin örgütlü olarak tutum geliştirmesini sağlayabilir. İşçilerin örgütlü olmalarından kaynaklanan güçlerinin farkına varması, İşyeri komitesi üzerinden gerçekleşebilir. Sağlam örülen işçi komiteleri, işçilerin dağınıklığını ve bölünmüşlüğünü, işyerinde ve giderek işkolunda ve bölgesinde ortadan kaldıran önemli bir araç olabilir.

İşyeri işçi örgütlenmesi, kazanılmış hakların korunmasını ve yeni kazanım elde edilmesinde de fiilen ve aktif rol oynar. Bu durum işçinin öz-gücüyle gerçekleştirildiği sürece, işçilerde de öz-güven duygusunu geliştirir. İşçiler arasında dayanışmayı, birbirine sahip çıkmayı, baskı ve haksızlıklara karşı birlikte tavır almayı ve onları etkisiz hale getirmeyi bu örgütlenmeyle engelleyebilirler. Çalışma koşullarının insanileştirilmesi ve haklarının geliştirilmesinde daha etkileyici olurlar.

Bu örgütlülük ile işçiler, işyeri yönetimine katılabilir ve birçok konuda karar alınmasını, yanlış ve zararlı işleyişlerin önlenmesini sağlayabilir. İşyerlerinde kurulan işçi sağlığı, disiplin kurulları çalışmalarında aktif yer alarak veya işçi komitesi katılımları üzerinden bu müdahaleler gerçekleşir.

İşçiler işyeri komitesi gibi öz-örgütleri sayesinde, çalışma koşullarında yaşadıkları kapitalist sistemin insanlık ve hukuk dışı ilişki biçimlerini önemli ölçülerde engelleyebilirler. Sömürüye, baskıya ve insani olmayan işyeri ilişkilerine, patron çıkarlarını önde tutan ve işçiyi değersizleştiren tüm uygulamalara karşı; işçi sınıfı çıkarlarını temel alan pozitif çalışma hukuku kazanımları ve insani değerlerin, düşünme ve davranma biçimlerinin etkili kılınmasında rol oynayabilir.

Sendikanın olduğu ancak işlevinin zayıf olduğu yerlerde, işçi komiteleri sendikaların daha iyi çalışmasını ve işlevlerini yerine getirmesini de etkileyecek, işçi örgütü olarak görevlerini yerine getirmesi sağlanacaktır. İşyeri komiteleri üzerinden sendika, üretim ilişkileri içindeki misyonunu daha iyi oynayabilecektir. Sendikaların bürokratik ve hantal işyeri örgütlenmeleri, işyeri komiteleri ile daha canlı, katılımcı ve üretken örgütlenmeye dönüştürülebilir. Sendikalı veya sendikasız olarak işyerinde, iş ile ilgili teknik eğitimler veya kültürel-sanatsal çalışmalar ve eğitimler üzerinden üretim ve paylaşımlar gerçekleştirilerek işçi sınıf bilincinin güçlendirilmesine katkılarda bulunur.

İşyeri komiteleri işlevlerini sağlıklı biçimde yerine getirdiğinde işçiler; patron-işçi arasındaki tarihsel çelişki ve çatışmayı daha iyi kavrayacak, işçiler kendi sınıfsal varlık ve bilinci farkına varacaktır.

 

3- PRATİK ÖNERİLER: ÖRGÜTLENME NASIL BAŞLAYACAK?

Bir işyeri düşünelim; işçiler çalıştıkları koşullardan memnun değildir. Sömürü yüksek ancak ücretler düşüktür. İşçiler birçok sosyal ve ekonomik haktan yoksundurlar. İşveren baskısı, kadın-erkek işçi ayrımcılığı, taciz olayları, uzun çalışma süreleri, fazla üretimi esas alan “toplam kalite yönetimi” adı altında “hadi hadi” li performans zorlamaları; iş kazaları ve iş cinayetlerini önlemeyen uygulamalar; beslenme ve yemek sorunu; servis sıkıntıları; işçilerin cinsiyetinden, dilinden ve inancından dolayı baskı görmesi; sigortasız göçmen işçi çalıştırma; mobbing dediğimiz psikolojik yıldırma ve baskıları… Bunların tümünü veya bir kısmının yaşandığı işyerleri olduğunu biliyoruz. İşte böylesi çalışma koşullarında bulunan işçilerin tedirginliğini, huzursuzluklarını, stresli ruh halini tahmin etmek zor değildir.

Yani işçinin kendi çıkarları doğrultusunda örgütlenmesi ve mücadele etmesini gerektiren,  işçiler tarafından da “kölelik koşulları” diye de adlandırılan somut koşullar bir gerçeklik olarak yaşanmaktadır.

Birçok işçi arkadaşımızı dinlediğimizde görürüz ki, onlar da kötü çalışma koşullarından çok şikayetçidir ve bunların insani temellerde değişmesini isterler.

Ancak bu nasıl olacaktır?

Talepler işverene kim adına ve nasıl söylenecektir? İşveren insani talepleri kabul etmez, ancak onun hukuka ve insani hak ve özgürlükler gibi değerlere göre işyerini düzenlemesini ne sağlayabilir?  Etkili olan şeyler nelerdir? Bunu kimler ve nasıl yapacak? Nereden ve kiminle başlanacak, işçiler nasıl örgütlenecek ve nasıl birlik sağlanacaktır? Aralarındaki güvensizlik, şu veya bu nedenle yaratılmış olan bölünmüşlük nasıl giderilecektir? Sendikayla nasıl tanışacaklar? Yanıt bekleyen bir dizi soru…

Önemli bir soru da şudur, işçiler bu baskı ve işsizlik ortamında kime güveneceklerdir?

Bu soruların olası yanıtlarını düşünürken, bize çok yabancı olmayan davranışları da hatırlayalım. İşçilerin bir kısmı deneyimlidir, temkinlidir ve sorunların konuşulmasına ve çözümler aranması konusu da sessiz kalabilir. Kimileri işsizlik tedirginliği yaşayabilir, işveren işten çıkarma tehdit ve baskısı nedeniyle sessizdir. Kimileri de yılgınlığa düşmüştür veya patronu velinimet görüp her türlü boyun eğmeyi kabul edenler de olabilir. Ağır çalışma koşullarına ve sömürüye dayanamayıp, onuruna yediremeyip de çekip gidenler de vardır. Patronlar işçileri birbirine düşürmüş ve birliği bozmuş olabilir. Milliyetçilik, inanç farklılıkları, hemşericilik, kadın-erkek ayrımcılığı, işsizlik tüm bunları baskı kurmak, işçileri boyun eğmiş halde çalıştırmak için kullanabilir…vs. Bunları kesinlikle dikkate almalıyız.

Kölelik çalışma koşulları karşısında işçiler sendikayla ilişki kurmayı düşünebilir ve bunu tartışabilirler. İşçiler aslında sendikanın ne olduğunu çok iyi bilir, ona ihtiyaçları olduğunu, sendikalı olarak toplu iş sözleşmesi koşullarında çalışmanın olumlu yanlarını duymuştur. Çevrelerindeki işçi direnişlerindeki yenilgiler, başarılar ve ulaşılan kazanımalar, yaşanan haksızlıklar dikkatlerini çeker… Birkaç işçi güvendikleri, sorunlarını konuştukları, paylaştıkları iş arkadaşlarıyla yan yana geldiğinde “ne yapacağız?” diye sorabilir. Ki genellikle böyle başlar…

Çünkü işçi artık bunalmış ve bir çıkış yolu aramaktadır.

İşte haklarını öğrenmek ve kullanmak isteyen, insanca koşullarda güvenli ve güvenceli çalışmayı tercih eden, işyerinde ekonomik ve sosyal haklarını genişletmek, huzur içinde evine gidip gelmek ve kölece çalışmayı değil adaletli iş ortamını isteyen, bunları tartışan işçiler de ortaya çıkar.

Bunları soran, araştıran, birbirine danışan, bir çıkış yolu arayanlar öncü işçilerdir. Koşullarını değiştirmek ve daha insani koşullarda çalışmak, yaşamak isterler. Güven duydukları işçilerle görüşmek, tartışmak ve birlikte ne yapabileceklerini anlamak isterler. Umutludurlar ve bu umudu arkadaşlarıyla paylaşmak, yalnızlıktan kurtularak çoğalmak isterler.

Sendikalardan veya emek dostu bilgili insanlardan, diğer işyerlerinde çalışan tanıdıklardan yardım ve destek isterler. Nasıl örgütlenecekler ve nasıl ilerleyecekler? Bilmedikleri konuları kimlerden nasıl öğreneceklerdir?

Bunlar sorulbilir ve araştırılabilir konulardır.

 

4- ÖNCÜ İŞÇİLERİN ORTAYA ÇIKIŞI VE İLK ADIMLAR

İşçiler kendi aralarında işyeri koşullarını, karşılaştıkları haksızlık ve sorunları, bunları kendi yararlarına nasıl değiştirebileceklerini uzun uzun tartışır. Bu tartışmalarda iş hukukunu, yasal ve insani meşru haklarını, sendika konusunu, haksızlıkların nedenlerini gibi birçok konuyu öğrenme sürecine girerler.

Elbette işyerinde değişim sağlamak, örneğin örgütlenip işyerine sendika getirmenin hemen ve birkaç işçiyle olmayacağını bilirler. O nedenle çoğalmak, ortak çıkarları etrafında işçilerin birliğini sağlamak ve ortak davranışlar içine girmeleri, ciddi çaba göstermeleri gerektiğini işte bu sohbetlerde ve araştırmalarda anlarlar. Giderek bazı işçiler; bilgileri, kararlılıkları, cesaretleri, duruşları, toparlayıcı oluşları, mantıklı önerileri ve verdikleri güven duygusuyla işçiler arasında öne çıkar. Ve işçiler, işyeri örgütlenmesinde böylesi kararlı ve güven veren arkadaşlarının sorumluluk almasını ister ve onları desteklerler.

Elbette işyerinde karşılaşılan sorunlara, yaşanan haksızlık ve hukuksuzluklara karşı bazı işçilerin tepkilerini, sorunların giderilmesini talep eden işçileri görürüz. Adaletsizlik ve baskı karşısında genel bir suskunluk havası olsa da sonuçta haklılığını bilen işçiler tepki gösterir ve öne çıkar. Her işyerinde böyle işçiler vardır.

Yani sorunlar ve çözüm talepleri tartışmaları, öncü işçilerin de ortaya çıkmasını sağlar.

Öncü işçilerin bir araya gelmeleri, tartışmaları ve taleplerde bulunmaları, aslında örgütlenmenin de başlangıcı anlamındadır.

Bu çok önemli bir gelişim ve olanaktır ve çok iyi değerlendirmek gerekir. Disiplinli, kararlı ve bilinçli gerçekleştirilen çalışmalara girmek doğru olanıdır. İşte örgütlenmenin gerekliliğine inanan işçiler, işverenden bağımsız biçimde oluşturacakları “işyeri işçi komitesi”, “işyeri temsilcileri” gibi oluşumların hemen önünde bulunmaktadır.

Bu adımlar ve yönelimler işçi örgütlenmesini, sendikal örgütlenmeyi sağlayan, işçi birliğini ifade eden işyeri işçi örgüt çekirdekleridir.

 

5- ÖNCÜ İŞÇİLER, İŞYERİ İŞÇİ KOMİTESİ KURMALIDIR

İşyerinde yaşadıkları sorunları ve haklarını sorgulayarak ne yapabileceklerini tartışan, bir araya gelen kararlı işçiler bir bilince ulaşır. Örgütlenme çabalarını ve sendikal çalışma ihtiyacını görürler. Yani güven duydukları arkadaşlarıyla temaslar kurarlar ve işte bu, örgütlenme çalışmasının ilk adımlarıdır. Sorumluluk duyarak bir şeyler yapmak isteyen işçiler; kendileri gibi düşünenleri araştırma, tanışma, ortak düşünce oluşturma ve ortak davranış içine girme, aynı zamanda da patronun baskı ve zarar vermesine karşı kendilerini koruma gibi çabalar içine girer.

Bu tartışmalarda ve tutum geliştirme adımları atılırken öncelikle işyeri işçi komitelerinin oluşturulması hedeflenmelidir. Her koşulda işyerinde ve bir ağ gibi alt birimlerde komiteler hedeflenmelidir. Yani işçiler işyerinde bağımsız olan ve işçi iradesine dayanan kendi demokratik öz-örgütlerini yaratmayı esas almalıdır.

Bu konuda öncü işçiler örgütlenme konusunda bilinçli olmalı ve ne yaptıklarını birbirlerine iyi anlatmalı, giriştikleri çabaların boyutları anlaşılır olmalıdır. İşyerinde işçilerin yaşadıkları çalışma koşullarının iyileştirilmesi, haklarının geliştirilmesi için, işçi birliğini sağlayacak işçi örgütlenmesi ihtiyacı, işçiler tarafından iyi anlaşılmalıdır.

İşyerinde oluşan ilk komite, “kurucu komite” olarak da işlev görür ve sorumluluğu çoktur.

İlk kurucu komitede yer alan işçiler, işyerinde tanıdığı güvendiği diğer işçi kardeşleriyle disiplinli yapılan görüşmeler ve tartışmalar sonucunda sayılarını artıracaklardır.

Bu başlangıç sürecinde birlikte adım atma kararı alan işçiler birbirlerini korumalı, çalışmalarını gizli tutmalı, olası patron zararından korumalıdır. Örgütlenme çalışmaları için, işyeri dışında tanıdık ve zarar gelmeyecek kafe, bahçe, dernek, sendika gibi dost mekanları kullanılmalıdır.

İşçiler, öncelikle kendi işyerinde ve elbette aynı işkolundaki diğer işçi dostlarıyla ilişkilenmek, bilgi alışverişi ve dayanışmalar gerçekleştirmek üzere işyerinde işçi birliklerini kurmalıdır.

İşçiler kurdukları işyeri komitesi ile toplantılar yapacak ve zamanla çalışmalarını planlayacak, disiplinli ve bilinçli adımlar atacaklardır.

İşyeri işçi komiteleri kurulması bir kitle-taban örgütlenmesi tarzıdır. Öz örgütlenme ve işçi iradesinin doğrudan demokrasi yöntemiyle açığa çıkarılıp örgütlü güç haline getirilmesinin temel unsurudur. İşçi komitesi işyerinde işçilerin toplu olarak katıldığı toplantılarda seçtikleri ileri, öncü işçi grubudur. İşçi toplantılarını “işyeri işçi meclisi”, bu meclisten çıkan yürütme kurulu işlevini üstlenen “işyeri komitesi”, çoklu komitelerin olduğu işyerlerinde ise “işyeri işçi birliği/konseyi” organları bu modelin olası üretimidir. Aynı işkolunda olan diğer işyerleriyle de dayanışma ve ilişkilenme konusu da gündeme gelir.

Sendikal yapılanmada da bu kitlesel örgütlenme tarzı gibi oluşumlar işlevlidir. Sendikanın işyerindeki dayanağı, temel ağı olabilir ve diğer işyerleriyle konseyler üzerinden ilişkiler kurulabilir. Bu özgür ağların bürokratik sendikal ağa dönüşmemesi ve sendikalar tarafından çürütülmemesi için kitlesel katılım, denetim ve çalışma tarzının önemi büyüktür.

 

6- İŞYERİ KOMİTESİNDE KİMLER YER ALABİLİR? İŞLEYİŞ NASIL OLACAKTIR?

İşyerinde sorunları tartıştıran, işçilerle ilişki başlatan ve örgütlenme enerjisini açığa çıkaran öncü işçilerdir. Bunların sayıları başlangıçta çok az olabilir. İşyerinde işçi örgütlenmesi gerekliliğini gören, toplu sözleşmeyle ve sendikalı olarak çalışmayı ve çalışma koşullarını değiştirmeyi amaçlayan, işçi dayanışma ve birliğini önemseyen işçiler, tüm komitelerde ve kurucu komitede yer almalıdır.

Çalışmalar ilerledikçe tüm işçiler komitelerde yer alacaktır. Aktif olarak çalışmalara katılacak, görev ve sorumluluklar üstleneceklerdir. Uzaktan seyirci olan tek işçi kalmayacaktır.

Çalışmaları başlatan komite, ilişki kurulan işçi sayısı arttıkça diğer bölümlerdeki işçilerle ilişkiler kurdukça, sayıları ve örgütlenme biçimlerini de değiştirerek gelişecektir. Kurucu komite, sayı arttıkça diğer bölümlerde işçi komitelerini bir ağ gibi üretecek ve oradan gelen temsilcilerle işyeri üst komitesine dönüşerek, işçi öz örgütünü yaratmış olacaktır. Bağımsız işçi iradesi yaratılmasında çok önemli bir birikim ve dönemeçtir bu.

Komiteler öz örgütlenme ağıdır. İşyerinde bir üst komite ve buna bağlı işyeri birimlerinde çalışmaları yürüten komiteler ağı vardır. Burada belirtelim, komiteler çoğalıp tüm işyeri dahil edildikten ve sendikalaşmada da yol alındığında, işçiler artık çekinmeden ve kendilerini-çalışmalarını patrondan ve yandaşlarından gizlemeden açık toplantılar yapabileceklerdir.

İşte bu büyük sayıdaki işçilerin yer aldığı geniş katılımlı toplantılar “işyeri işçi meclisi” organıdır artık. Belli aralıklarla, örneğin üç veya dört aylık periyodlarla veya ihtiyaç duyulduğu süreçlerde, toplu sözleşme öncesi zamanlarda meclis toplantıları yapılabilir, kararlar alınabilir.

Anlaşılacağı üzere, “kurucu komite” diye adlandıracağımız işyeri komitesinin önemi, değeri ve işlevi büyüktür. İşçiler bunu gözleri gibi koruyacaktır.

Sendika yapılanması da işte bu taban-kitle örgütlenmesi üzerinde şekillenecektir. Bu sendikanın kitlesel katılımlarla demokratik işleyiş ve denetimlerle çalışması anlamına da gelecektir. Bürokratik sendika, sarı sendika yeşerecek ortam bulamaz artık.

İşyerinde birimlere göre gerçekleştirilen komite örgütlenmesinin İşleyiş kuralları konusuna da kısaca değinelim.

Örgütlenmeye katılan işçiler birbirlerine karşı demokratik, katılımcı, açık, şeffaf, disiplinli olmalıdır. Kararlar dayatmalarla, baskılarla alınmamalı, hoşgörüyle ve saygıya dayalı paylaşımlar ve iletişimler üzerinden gerçekleşmelidir. İşçiler, özgür ve eşit bir ortamda sözlerini ve oylarını kullanmalıdır.

İşçiler birbirlerine karşı eleştirel davranmalı, hatalar ve eksiklikler öz-eleştiriyle giderilmelidir. Her toplantı söz hakkına saygı gösterilerek yapılmalı, toplantılarda herkesin fikrini söylediği demokratik oylamalarla kararlar alınmalıdır. Kararların uygulanmasını büyük bir sorumluluk ve disiplinle takip etmek doğru olanıdır.

 

7- İŞÇİ KOMİTESİ OLUŞTURAN İŞÇİLER NELERE DİKKAT EDECEKTİR?

İşçi örgütlenir ve işyerine sendika gelirse, patronun kaybedeceği şeyler, işçilerin kazanacaklarıdır. Ücret ve sosyal maddi hakların çok farklı biçimde olacağı yanı sıra, işçiler saygı görecek, aşağılanmayacak ve onurlu insanlar olarak çalışacaklardır. İşyeri yönetimine ortak olmak başka bir duygudur ve işyerindeki yanlışları önleme konumu işçileri psikolojik kültürel boyutlar anlamında da rahatlatacak özgüven duygusunu yaşatacaktır. İnsanca koşullarda çalışmak anlamında, köle çalışma koşullarının tam zıttı yönünde olumlu koşullarda çalışma olanağı bulunacaktır.

İşçiler oluşturacakları örgütlü yapıyla, işaret ettiğimiz yönleri kapsayan boyutlarıyla üretimin her aşamasına ve elbette işyeri yönetimine etkili olarak katılacaktır. Yani çalışma koşullarına, üretim/hizmet üretimine müdahale konuları dahil olmak üzere, sonuçta üretilen ‘katma değerden’ yani kazançlardan da payına düşeni alacak, güvenceli ve TİS hukuku ile çalışma olanağına kavuşacak, hakları sürekli geliştirilecektir.

O nedenle öncü işçiler, örgütlü olma yolunda yaptıkları çalışmaların değerinin bilincinde ve çok dikkatli olmak durumundadır.

İşçi komitesi oluşturan öncü işçiler, tartışmalarında ve attıkları her adımda patron takibinden ve olası onun verebileceği zararlarından kendilerini korumalıdır. Birbirlerine güvenen öncü işçiler bu küçük işçi birliğini korumaya almalı, bilgilerini herkesle paylaşmamalı ve geçici bir süre gizli tutmalıdırlar.

İşveren bu adımları duyabilir ve işçi örgütlenmesini, sendikayı istemediği için de hukuksuz yöntemlere başvurabilir. Bunu doğrulayan çok örnek vardır. Oysa yasalarda ve iş hukukuna göre bu meşru örgütlenme yönelimi ve talebini saygıyla karşılamak durumundadır. Gerçek yaşamda ise çoğunlukla bunun tam aksi olmaktadır. Patron bildiğini okuyacak, tanıdık- bildik engelleme önlemlerini almaya çalışacaktır. Birçok işyerindeki gelişmelerden hatırlayabiliriz, örneğin sürgün veya işten çıkartma yoluyla patron engeller çıkaracak, baskıları ve değişik yöntemleri uygulayacaktır. Çalışma yürüten işçileri bulmak için ihbarcılık mekanizmasını kuracak, açıktan tehditler dahi yapılacaktır vb.

Sendika düşmanı işverenin amacı, işçi örgütlenmesini doğmadan boğmaktır. Hatta tehlikeyi anladığında örneğin az da olsa ücret zammı, ikramiye veya pirim verilmesi, çalışma koşulların kısmen iyileştirilmesi, öncü işçilere terfiler, eğitim veya yakacak, giysi yardımı gibi parasal yardım yapma tutumları dahi geliştirebilir. Bunun örnekleri de çoktur. Oysa sendikalı ve TİS çalışma koşullarında bu yaptıklarının kat be kat fazlasını kaybedeceğinin bilincindedir. O nedenle de saldırgandır. İşçilerin üretimiyle yaratılan zenginliği paylaşmak istemediğinden işçi örgütlenmesine, sendikaya karşı aşırı biçimde tahammülsüzdür.

İşçi örgütlenmesine pratik öneriler olması açısından şunlar söylenebilir. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki ifade edeceklerimiz kapitalist yaşam tarzının, bencil birey özelliklerinin dışında olan bir kültür ifade etmektedir. Kolay kazanılabilecek şeyler olmadığından ve bir eğitim-öğrenim süreci de gerektirdiğinden, işçi çalışması kapsamında eğitim kültür çalışmaları düzenlenir. Konuşma tarzımız, davranışlarımız, demokratik ilişkiler, birbirimize karşı insani saygı ve sevgi duyuşlarımız, dayanışma ve birlik bilincimiz bu tür çalışmalarda güçlenir, beslenir.

Komite ve dolayısıyla işyeri örgütlenme çalışmalarında, öncü işçiler özellikle birbirlerine karşı ve diğer işçi arkadaşlarına karşı, eşit ilişkiler kurmalıdır. Birbirlerine yönelik şeflik, üstünlük havasından uzak durmalıdırlar. Talimatlarla iş yürütmemeli, olabildiğince demokratik katılımı esas alan ilişkiler kurulmalıdır. Komitede görev alan işçiler, bürokratik üstünlük ve ayrıcalık hakları yoktur ve olamaz. Oraya kendilerine ayrıcalıklar elde etmek için seçilmemişlerdir. Demokratik saygın ilişkiler her zaman tercih edilmelidir. İşçiler kolektif irade ve ortak tavırlarda karşılıklı saygıya önem ve değer verir. İşçiler ortak düşünce ve davranışlar içine girmeye başladıktan sonra da, eksik ve hatalı davranış ve uygulamalara karşı eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını uygulamalıdır. Bu çok önemli ve değerli bir ilkedir ve demokratik katılımı, demokratik eşitliği, demokratik hesap alma ve vermeyi kültür olarak yerleştirir ve geliştirir.

İnsan hakları, kadın hakları, ekonomik-sosyal haklar vb. hak ve hukuk açısından talep ettiğimiz birçok değeri, işçiler önce bilincine vararak kendi aralarında yaşayarak uygulamalıdır. Kendi örgüt yapısında ve ilişkilerinde bu değerleri yaşadıkça, mücadeleleri ve dostlukları da güçlü olacaktır.

Dürüst olmak, sözünde durmak, hainlik etmemek, işveren etki ağının dışında durmak gibi kişilik ve sınıf özelliklerinin gelişmesine dikkat edilmelidir.

İşçilerin cinsiyet, milliyet, dil, dini inanç, düşünce, siyasal parti tercihleri konularında ayrımcı ve ötekileştiren anlayış ve tutumlardan kesinlikle uzak durulmalıdır. İşçilerin emek ve sınıf çıkarları gibi ortak zeminlerini, ilişkilerini sulandıracak ve bozacak etkilere karşı uyanık olunmalıdır.

Mümkünse bu konularda sürekli kılınan seminer, panel gibi eğitsel çalışmalar düzenlenmelidir. İşçinin güncel yaşamda içine çekildiği yabancılaşma ve anti-sosyal durumu göz önünde tutularak piknik, sinema, tiyatro gibi, sanatsal ve kültürel etkinlikler sıklıkla düzenlenmelidir. Bu tür üretimi olan emek dostu kurumlarla dayanışma ilişkileri üzerinden çok zengin ve değerli katkılar alınabilir.

İşçiler örgütlenme çalışması yaparken birbirlerinin düşünce ve eğilimlerine, farklılıklarına saygılı olmalıdır. Diğerini küçük görme ve “sen anlamazsın”  türü tutumlara düşmeden; eşitliği de besleyen sevgi ve saygı temelinde dostluk ilişkileri kurulmalıdır.

İnsan ilişkilerinde güven veren saygın ilişkilere dayanan davranışlar ve dayanışma içine girme, işçi örgütlenmesinde çok değerlidir ve kilit işlev görür. Yabancılaşmanın ve yalnızlaşmanın önemli bir engeli de bunlardır.

 

8- İŞÇİLER ÖRGÜTLENME ÇALIŞMALARINDA BİLİNÇLİ DAVRANMALIDIR

İşçiler, işyeri örgütlenme çalışmalarında; neyi, nasıl, ne zaman, nerede ve kimlerle yapacaklarının bilincinde olmalıdır. Rastgele ve kendiliğinden, plansız davranamazlar.

Öncelikle diğer işçi arkadaşlarını etkilemek, yanlış düşüncelerden arındırmak, patron korkusunu kırmak ve işçiler arasında birlik sağlamak için yaptıkları çalışmanın ne anlama geldiğini kavramış olmalıdırlar. Bunun önemini güven duydukları her işçiye anlatmaları, onlarla paylaşmaları gerekmektedir.

İşçiler ve öncü işçiler açısından şu olguyu vurgulayalım. İşçilerin işyeri sorunlarını, somut yoksunluklarını ve durumlarını çok yönlü sorgulama, araştırma ve tartışmayla girdikleri öğrenme süreci,  işçi bilinçlenmesinde önemli bir başlangıç göstergesidir. Bu olgu dahi farklı bir sınıf davranışıdır ve özünde işçi sınıfının vazgeçilmez ideolojik-kültürel özelliğidir.

İşçiler nasıl bir bilince ulaşacaktır? Bu bilinci nereden ve kimlerden alacaklardır?

Sendikalardan, tanıdık ve güvenilir deneyimli işçilerden, emek dostu aydın ve akademisyenlerden, demokrat hukukçulardan, hekimler örgütünden, mimar ve mühendis odaları meslek örgütünden, demokratik kitle örgütlerinden bu bilgiler alınabilir. İşçi sınıfının tarihi çok zengindir ve çok değerli birikimler vardır. Belirlenen başlıklardaki konularda yeri ve zamanı belirlenmiş düzenli-disiplinli eğitim programları yapılabilir. Eğitim çalışmalarından elde edilen yazılı, dijital ve görsel ürünler, diğer işçilere dağıtılarak onların da yararlanması sağlanabilir.

Çok önemli bir konuya gelmiş bulunuyoruz. İşyeri sorunları üzerinden hareketle işçiler, öncelikle çalışma koşullarını sorgulayacak,  nedenler ve sonuçlar itibariyle tüm sorunları tespit edeceklerdir. Bu konularda görevlendirilen işçiler ve oluşturulan komiteler araştırma yapmalıdır. Planlanmış araştırma-inceleme ve tartışmalar sonrasında işçiler; sorunlar karşısında, hangi yasal ve insani- sınıfsal meşru haklara sahip olduklarını öğreneceklerdir. Taleplerini de bilinçli bir şekilde oluşturacaklardır. Bu aşama çok önemlidir. Çünkü çalışma koşulları ve işçilerin somut durumlarının öğrenilmesi, yapılacak örgütlenme ve mücadele konusunda işçilere çok değerli bir birikim sağlayacak, onlar girdikleri  tüm ilişkilerde bilinçli davranmalarını sağlayacaktır. Bilgiler işçinin en büyük kaynağı ve silahı olacaktır. İşyerinde çok değişik sorunlar bulunabilir. İşveren maliyet gerekçesiyle, işçiyi denetim altında tutmak ve sendika gelmesini önlemek için aldatıcı-göz boyayan davranışlar, kurallar dayatabilir. Bunların tümünün incelenmesi, patron hamlelerinin perde arkasının görülmesi yönü de dahil, işçilerin hak ve hukuklarının bilinmesi gerekmektedir.

Şu örnekleri anımsayalım:

Yemekler az ve besin değeri düşükse, nedenleri araştırılarak bu konuda iyileştirme talebi oluşturulabilir. Servisler sorunluysa yine doğru hizmet alma önerileri patrona iletilebilir. Hijyenik çalışma ortamı yoksa, uyarılar ve talepler dile getirilmelidir. Salgın önlemlerinde problem varsa, önemle tedbirlerin alınması istenebilir. İşçi sağlığını ilgilendiren konularda denetimler yapılarak, olması gerekenler talep edilmeli, işçiler bu konuda önlemleri kendileri almalıdır.  Sosyal yardım adı altında alınan besin, giysi, eğitim konusunda parasal destek gibi konularda işçiler daha çok talepkar olmalıdır. Kadınların yaşadığı eşitsizlikler dillendirilerek çözüm yolları tartışılıp işverene iletilmelidir. Taciz, aşağılama vb. mobbing konusu olabilecek olası konular, geciktirilmeden işyeri kurullarına ve patrona iletilmeli ayrıca işçilere haber verilerek ortak duyarlılık tepkileri örgütlenmelidir.  İşçi ücretleri ve ikramiyeler konusunda kesinlikle açlık sınırı üzerinde ücret talebiyle hareket edilmelidir. İnsan onuruna yaraşır yaşam sağlayacak ücretler, ikramiyeler ek ücretler düşünülerek işçiler arasında tartışılmalı ve talepler ortak irade olarak patrona iletilmelidir. Patron ve idare tarafından sendikal baskılar geliştiriliyorsa bu konuda yasalar hatırlatılmalı ve davranışların düzeltilmesi istenmelidir.

İşte bunlar ve benzeri konularda işyeri komitesi sorunların tespiti, taleplerin oluşturulması ve idareye aktarımını öne almalıdır. Komite kendini açığa çıkarmadan, ustaları, işyeri işçi temsilcilik kurumunu, işçi sağlığı görevlilerini kullanarak bu sorun ve talepleri iletebilir. Zamanla işçi komitesi çalışmaları ilerledikçe ve ihtiyaç duyulursa komiteden bazı işçiler temsilci olarak ileri çıkabilir, toplantılarda konuşabilir veya patrona bu talepler ifade edilebilir. Bu etkinlikler, işçilerin birbirlerine sahip çıkmalarını, taleplerinin arkasında durmayı ve geri adım atmadan duruş sergilemeleri noktasını öğretecektir.

Özetle işçi komitesi sorunlar ve talepler konularında yavaş yavaş öne çıkacak, etkili olacaktır. Elbette patron bu ilgilere, taleplere ve kaynamalara duyarsız kalmayacak, farklı girişimlerde bulunacaktır. Sorunun çözümü ve talebin karşılanması olabileceği gibi, olumsuz baskıcı davranışlar da gelebilir. Patron ‘çok zararlı’ gördüğü işçileri işten de çıkarabilir. İşçi komitesi bu tür durumlara hazırlıklı olmalı ve işten çıkarılmanın önlenmesi için birlikte tavır alma yollarına bakmalıdır. İşe geri dönüş ve hak gaspları için dayanışma, birlik ve direniş hattında bir mücadeleye hazırlıklı olunmalıdır. Diğer işyerleriyle, emek kamuoyu ile iletişim ve dayanışmanın önemi bu noktada daha iyi anlaşılacaktır. İşçiler birbirinin arkasında olduğunu hissettirmelidir. Bunlar işçi komitesinin ilk zamanlar karşısına çıkabilecek konulardır.

İşçiler ve öncü işçiler öğrendikçe ne yapmaları gerektiğini ve özellikle patrona karşı işçi birliğini sağlamak için disiplinli örgütlenmek gerektiğini de kavrayacaktır. Öğrendikçe paylaşılan bilgiler, işçilerin arasında dostluk ve dayanışmanın önemini de gösterecek, örgütlenme konusunda samimi dostlukların kurulmasını da etkileyecektir.

Tekrar da olsa belirtmek de fayda var. İşçilerin bir araya gelmeleri, tartışmaları, işyeri çalışma koşullarını sorgulamaları, patronun ve ustaların uygulamalarını değerlendirmeleri, haklarını sormaları ve öğrenmeleri, değiştirilmesi gereken koşulları gözlemlemeye başlamaları vb. işte bunların tümü bir anlam taşımaktadır. Ortak işyeri sorunlarının bir araya getirdiği işçiler arasında saygıya dayalı ilişkiler, paylaşmalar ve öğrenme süreçleri işçiler arasında karşılıklı güven yaratacaktır. Sağlanan bu gelişmeler ve ulaşılan güven duygusu, işyeri örgütlenmesi ve mücadelesi için çok önemli ve değerli bir zemindir.

Dikkat edilirse ‘bilinçli davranmak’ sözünü sıklıkla kullanıyoruz. Bunu bir konuyla ilişkilendirerek daha açık belirtelim. Bu anlamda, örgütlenme çalışması ve ilişkileri yaratılırken, işçiler kendilerini patronun olası zararlarından koruması konusuna dikkat çekelim. İşçiler özel olarak yarattıkları bu ilişkiyi ve diyalogları, kimlerle yaptıklarını ve amaçlarını bir süre gizleyeceklerdir. Bu konuya azami dikkat gösterilmelidir. Kendilerini, çalışmalarını, patronun ve “yalaka-haber uçuran” işbirlikçi işçi tiplerinin zarar vermesine karşı koruyacaklardır. Yani gizliliğe dikkat etmek, önemli bir kural olacaktır. İşçi örgütlenmesi ve sendikal çalışma bir süreliğine gizli olmak durumundadır. Gizliliğe dikkat edilmezse bu çalışmayı başlatanlar fark edilecek ve işten atılabilir, örgütlenme ve birlik sağlama çalışması kırılabilir. Patronun amacı da bu değil midir? Buna benzer deneyimler işçiler arasında çok anlatılır.

Böylelikle çalışma yaşamının zorlukla ve riskleri, kesinlikle uyulması gereken önemli örgütlenme kurallarını da ortaya çıkıyor.

Sorunları ve talepleri araştırma, koşullarda ezilen ve sömürülen bu nedenle sendikalaşmak ve olumsuz koşulların değiştirilmesini isteyen işçilerle görüşme ve bunlara ait bilgileri korumak… Patrona ve onun işbirlikçilerine karşı örgütlülüğü koruma amaçlı “gizlilik” dediğimiz şey ortaya çıkacaktır. İşte bu kurala sıkı sıkıya uymak gerekir. Peki ne zamana kadar? Ta ki işçiler çoğunluğu sağlayıp, patron karşısında sağlam durulduğuna inanıldığı zamana veya örneğin Çalışma bakanlığına sendika yetkisi için resmi başvuru yapılıncaya kadar bu böyle sürdürülmelidir.

İşçiler patron zararlarına karşı “gizlilik” korumasıyla daha rahat olacak, işçiler arasında da birbirlerine karşı bir güven ortamı ve dayanışma ruhu daha da gelişecektir. Buna bağlı bir uyarıyı da yapmak gerekiyor; bu soruna dikkat edilerek, örneğin işçiler artık çay ve yemek molasında, servis araçlarında bu konuları yüksek sesle ve açık açık konuşmayacaktır artık. Meraklı “kulaklara” karşı ilk önlem de böylelikle alınmış olacaktır. Güven veren kafeler, dernekler, sendika binaları toplantılar için kullanılmalıdır.

Elbette başlangıçta hangi işçilerle neyi konuşacakları noktasında duyulan tedirginlikle seçici davranılacaktır. Örneğin işçilerin “başka kimler var” sorusu, “şimdilik isim vermiyoruz senin ismini de soranlara söylemeyeceğiz ona göre!” uyarısıyla yanıtlanacaktır. İşçinin işçiye güven duyma konusu başka, bilgileri korumak olayı başkadır. İşçiler birbirlerine güvenir, ancak bilgileri de bir yöntemle titizlikle korumalıdır. Dolayısıyla çalışma süresi içinde ve her iş çıkışı sonrası kafalar rahat olacaktır. Örgütlenme çalışmasını ve bilgileri korumanın verdiği huzur çok önemli ve değerlidir. Aksi takdirde patronun duyması ve zararları kaçınılmaz olacaktır.

Bir araya gelişler, tartışmalar, paylaşımlar ve bu basit ama önemli önlemler, işçi örgütlenmesinin ilk adımlarıdır. Bilinçli, sağlam ve disiplinli planlı yürümek için, demokratik tartışma süreçleri sonunda ortak karar alıp uygulamak kalmaktadır.

İşte başlangıçtaki bu birkaç kişi artık öncü işçidir ve işyerinde ilk işçi komitesinin çekirdeği de buradan hareketle oluşturulabilir. Bu durumun ortaklaşa kararlaştırılması ve sorumluluk alınarak daha düzenli çalışmaların planlanması gündeme alınabilir artık. Bunun adını koymak ve öncü işçiler birbirine açık davranarak ilk oluşumu yaratmaları gerekmektedir.

İlk adım olarak kararlaştırılan şey, somut olarak bir yerden başlamanın ifadesi olan “İŞYERİ İŞÇİ KOMİTESİ” kurmaktır.

Hangi işçilerden ve hangi iş bölümüyle çalışılacağı, birbirlerine karşı sorumluluk ve hukuklarını belirlemek sırası gelmiştir. İşyerinin tüm bölümlerinde seçici davranılarak, güvenilir işçilerle ilişki kurmak, oralarda da komiteler kurulmasına yardım etmek önemlidir. İşçi toplantıları (ki bu düzensiz de olsa işyeri işçi meclisi adımlarıdır) ve bu toplantılardan çıkan işçi komiteleri çoğaldıkça, oralardan belirlenen temsilcilerle, işyeri üst komitesini yani işyeri konseyi oluşturacaktır. Bir iletişim ağı, toplantı düzeneği ve çalışma şekli de gelişecektir. Dikkat edilirse örgütlenme geliştikçe çalışma konuları ve örgütlenme modeli de gelişmekte kendini yenileyerek üretmektedir. “İşyeri işçi komitesi”, “işyeri işçi meclisi”, “işçi konseyi”… bunlar da örgütlenme çalışmasının taşıyıcı ve süreçte belirleyici olan, doğrudan demokrasinin ve demokratik katılımcılığın uygulandığı yapılardır.

İşyeri işçi komitesi gerekli gördüğünde ve talep oluştuğunda, uygun görülen hukukçularla, demokratik dayanışma yapılabilecek bir kurumla veya sendikayla görüşeceklerdir. Alınan ortak kararla da sendikal çalışmaya da başlayabilecektir.

Bu örgütlenme ağı sendikanın işyerinde dayanağı olduğu sürece işçiler sendika çalışmalarına da doğru bir düzlemden dahil olacaktır. Bu konuyu özellikle aralarında tartışmaları, doğru bir tutum olacaktır.

Sendikayla tanışmak, tartışmak, oraya katılma ve temsil ediliş biçimi gibi konu ve süreçlerin organize edilmesinde işçi komiteleri temel işlevi üstlenmelidir. Bu konular işçiler arasında tartışılacak ve ikna temelinde yapılan tartışmalarla, demokratik işleyişle ve mümkünse oy birliği ile veya çoğunluk kararına göre yol izlenmelidir. İşçilerin bürokratik tarzlara düşmemesi için demokratik katılımlara, söz hakkının kullanılmasına ve karar alma süreçlerine katılma haklarına, öncü işçi ve komitenin denetlenmesine önem verilmelidir. Bu tarz çalışma biçimi, sendikalaştıktan sonra da azami biçimde uygulanmalıdır.

 

9- İŞÇİLER ÇALIŞMA KOŞULLARINI SORGULAMALI, HAKLARIMIZI ÖĞRENMELİYİZ

İşçiler çalıştıkları işyerinde çalışma koşullarını sorgulamalıdır. Bu yönelim, işyeri çalışma koşullarının incelenmesi, haksızlıkların hukuksuzlukların ve adaletsizliklerin incelenerek tespit edilmesi anlamındadır. İşyeri koşulları sorgulanırken işçiler sahip oldukları demokratik hakları da öğrenecektir. Diğer yerlerdeki mücadeleleri ve kazanımların nasıl elde edildiğini ya da yenilgilerin hikayelerini öğreneceklerdir. Mevcut kazanılmış haklara göre işyerinde yoksun bırakıldığı yönleri görecektir.

İşçiler yaşadıkları sorunları sorgulayarak bunların nedenlerini ve değiştirme olanaklarını tartışmalıdır. Bunun için görev alabilecek işçiler ve yapacakları çalışmaları, başvurulabilecek farklı kaynaklar tespit edilmelidir.

İşyeri sorunları başlıklar halinde tasnif edilmeli, şirket yapısı araştırılmalıdır. Şirkete yönelik bilgilerin elde edilmesi, sahipleri ve başka yatırımları hakkında bilgiler, üretim boyutları, ücretler, şirketin piyasadaki yeri ve özellikleri, işçi hakları ve yaşadıkları, kazançları ve nasıl değerlendirdikleri vb… Tüm bunlara ait bilgilerin işçi arşivinde olmasının yararları olacaktır. Talepler düzenlenirken bunlar hep yardımcı olacak bilgilerdir. İşçilerin işyeri sorunlarını doğru anlamaları ve kavramaları, nedenlerini öğrenmeleri, haklarını ve taleplerinin bilincinde olmasında çok önemlidir. Bilgili, bilinçli işçi; nerede ne zaman ve ne yapılacağını da bilir.

Çalışma hukuku ve insan hakları açısından kazanım halindeki haklar ve bunların işyerinde uygulanıp uygulanmadığını özellikle incelemelidirler. Baskılanan ve kullanımı engellenen demokratik hakların nasıl kullanılacağına ilişkin tartışma ve görevler ortaya çıkarılmalıdır.

Bu inceleme ve tespitler yapılırken işçiler, çalışma koşulları, sorunlar ve haklar konularında araştırmacı olmalıdır. Sadece işyeri ile sınırlı kalmamalı diğer işkollarındaki işçi mücadelesi deneyimleri, diğer ülkelerdeki işçi sınıfı mücadelesi deneyimleri ve birikimleri düzenli iç eğitim çalışması konusu yapılmalıdır.

Açık ki bu çalışmalar bir planlama dahilinde, disiplinli uğraşılar ve düzenli eğitim çalışmaları, kurs ve seminerler sonucu başarılı ve etkili olacaktır.

Örneğin işyerinde sendika yoksa, sendika hakkı üzerine bilgi almalıdırlar. Sendika konusunda bilgilenme ve işyerinde yaşanan deneyimler, işverenin tavrı, oyunları baskıları vb tümüyle ele alınmalıdır. Varsa bu konuda işyerinde konuşan ve tartışan işçiler tespit edilmelidir. Baskıların etkileri, yaratılan korkunun psikolojik yönleri, riskleri incelenmelidir. İşçiler sendika hakkı konusunda bilgilendikten sonra bilgilerini güvendikleri işçilerle paylaşmanın yolunu bulmalıdır. Nasıl sendikalaşacakları gibi temel konuda bilgi donanımı ve haklılık zemininde olunduğu iyi kavratılmalıdır. Paneller, forumlar, seminerler, eğitim dersleri, sinema filmleri, işçi tarihinden deneyimler aktarılması, direniş yerleri ve işçilerin ziyareti ve onlarla dayanışma etkinlikleri birer eğitim unsurudur.

Yine örneğin işçi sağlığı ve iş kazaları olgusu, bilinçlenme ve işçinin çok haklı gerekçelerden yola çıkarak örgütlenme imkanı ve zemini bulabileceği, hatta haklı mücadele ve fiili direniş adımları da atabileceği bir konudur.

Bu alanda yaşanan sorunlar ve sahip olunan yasal kazanılmış haklar öğrenilmelidir. İşverenin zaaflı olduğu bir konu da ona göre “gereksiz maliyet” çıkardığı için işçi sağlığı alanında, bilinçli bir geri duruşu söz konusudur. Onun bu geri duruşu; işçi ölümleri, yaralanmalar, meslek hastalıklarına yakalanma nedenidir. İşçiler bu konuda doğal bir denetim ağı kurarak, denetim ve önlemlerin alınması noktasında denetleyici görevi görmelidir. İşyerindeki eksiklikler açıktan talep edilmelidir. İşçiler arasında bu haklı zeminden hareketle ilişkiler kurulması ve ortak tutumlar geliştirilmelidir. Daha açık bir ifadeyle işçi sağlığı iş güvenliği konusu, özellikle işçilerin ortak tavırlar geliştirebileceği, bilinçlenebileceği ve doğal olarak da çok değerli bir örgütlenme nedeni ve zeminidir. İşçiler bu önemli zeminden hareketle “işçi sağlığı işçi komitesi” oluşturabilir.

Örneğin beslenme hakkı, işyerin- evlerine sağlıklı ulaşım/servis hakkı, patron ve müdürlerin iş yoğunluğunu artıran baskı ve performans zorlamaları, düşük ücretler, maaşların ödemesinde yaşanan gecikme sorunları, psikolojik baskılar, kadın işçilere yönelik ayrımcı tutumlar ve tacizler, kreş hakkı, çok ucuza çalıştırılan göçmen işçiler…

Bu ve benzeri konular, araştırmanın ötesinde eğitim, öğrenme, bilinçlenme açısından somut birer zemindir. Yaşanan sorunlar, işçilerin paylaşma bir araya gelme ve ortak tavır alma vb açılarından da işçi birliğini açığa çıkaran, örgütlenmeye olanak sunan konulardır, çok iyi değerlendirilmelidir.

Öncü işçiler sendika, haklar ve örgütlenmenin nasıl yapılacağı konusunda bilgilerini artırmalıdır. İşçiler sınıf bilinci almaları, sorunları, olayları, işçi sınıfı çıkarları açısından ne anlama geldiğini öğrenmeleri gerekmektedir.

Bilinçsiz işçi kolay kandırılır ve kullanılır. Bilinçli işçi ise hakkını, çıkarını bilir ve savunur. Bilinçli çalışır ve yaşar. Dünyaya işçi sınıfı penceresinden bakmayı öğrenmelidir işçiler… Dünyaya ve olaylara, sorunlara ve çözümlerine patron-sermaye gözüyle bakmayı bırakmalıdırlar.

İşçilerin düşünce ve davranışları, tüm kültürel değerleri işte bu zeminden beslenmelidir.

Burada işçi sınıfı bilinci dediğimiz olgu ortaya çıkıyor. İşçiler bu nedenle belli günlerde bir araya gelerek eğitim toplantılarını hem de sürekli yapmalıdır. Emek dostu hukukçular, sendika çalışanları, aydınlar, işçi-emek yayınları, kitaplar, dergi ve gazeteler, sosyal medya iletişimleri yararlanacak kaynaklardır.

Yani neyi nereye kadar, kimle ve nasıl yapacaklarını, amaçlarını bilmeleri ve bu bilinci yükseltmeleri gerekmektedir. Ki diğer işçi arkadaşlarının sorularını, kararsızlıklarını, kaygılarını ve güvensizliklerini gidermede sınıfın çalışma koşullarındaki somut durumlarına ait bilgiler ve sınıf bilinci, yol gösterici olacaktır.

Bu gelişim çok önemlidir ve işçi sınıfı, zamanla bu çalışmalar toplamı sonunda, kendisine ait olmayan kapitalist kültür ve bilincin dışına çıkarak, kendi sınıfına ait ideolojik, sosyal, ekonomik, demokratik, dayanışmacı kültüre doğru adımlar atar.

Yeri gelmişken belirtelim. İşçi sınıfı sadece işyerlerinde örgütlenme ve mücadele vererek demokratik hak ve özgürlüklere ulaşmaz. Aynı zamanda yaşama alanlarında yani mahalle ve semtlerde, üretecekleri sosyal ve kültürel örgütlenme modelleriyle yaşamın değişik yönlerini de işleyerek, sınıf kültürünün gelişmesine katkıda bulunur.

 

ÇAĞRI VE ÖNERİLER

Kapitalist toplumsal ilişkilerden kaynaklanan baskı ve sömürüye dayalı çalışma koşulları; işçilere, sınıf bilinçli işçilere ve emek dostu aydın ve kurumlara birçok sınıfsal ve toplumsal sorumluluklar yüklemektedir.

Biz sınıf bilinçli işçiler ve emek dostları olarak, işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın içerisinde  “İşçi Komiteleri Birliği” ile başlattığımız çalışmalarla, bu sürecin görev ve sorumluluklarını omuzlamak ve mücadeleyi yükseltmek istiyoruz.

Ekonomik-demokratik haklar mücadelesinde layığıyla yer almak için sınıf çıkarları temelinde örgütlenme gerekliliği açıktır. İşçi sınıfının her türlü üretimin yapıldığı yerlerden, toplumsal yaşamın her gün yeniden üretildiği işyerlerinden başlayan öz-örgütlenme dediğimiz emek örgütlerinin yaratılması yaşamsal önemdedir.

Artı-değer üreten ayrımsız tüm emekçi kesimler, kitlesel örgütlenme sorununu çözmek, kapitalizmin neoliberal politikaların dayattığı insanlık dışı yaşam biçimine ve yoksunluklara karşı sınıfsal çıkarlarımızı temel alarak mücadeleyi yükseltmek durumundayız.

Öncü işçilerin yaratacağı işyeri komitelerinden başlayan örgütlenme ve bunun üzerinden geliştirilecek olan hak mücadelesi süreçleri, işçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesinden bağımsız bir konu değildir. Aksine temel sorunlarından biridir. Örgütlenme ve mücadelenin ideolojik, ekonomik, demokratik, sosyal, politik, kültürel ve psikolojik yönleri bulunuyor. İşçi sınıfı dinamikleri bu alanlarda da yeteneklerini göstererek üretim yapacaktır.

İşçi havzalarında bir şekilde varlık sürdüren emek güçlerinin birleşik örgütlenme ve mücadelesinin yükseltilmesi konusu da işçi örgütlenmesinin vazgeçilmez bir parçasıdır.

İşçileri, öncü işçileri, emek dostu kurumları ve bireyleri; bu haklı ve onurlu mücadelede birlikte olmaya, sorumluluk almaya çağırıyoruz.

…   …   …

İşçi sınıfı ve emekçiler dünyayı her gün yeniden yaratıyoruz.

Ancak yarattığımız zenginliklerden yararlanmak bir yana, yoksunluklar içerisinde ve çeşitli baskılar altındayız. Bunun tek nedeni kapitalist sistemdir. Tüm iktidar gücü ve toplumsal olanaklar; sermaye tarafından yönetilip, onların sınıfsal çıkarlarına uygun değerlendiriliyor.

Bizlere dayatılan bu adaletsiz toplumsal yapı ve yaşam tarzı; ekonomik, demokratik, sosyal, kültürel ve siyasal yönleriyle bütünlüklü olarak değişmelidir. Bilimsel ekolojik veriler ışığında ve emeğin toplumsal çıkarlarına uygun olarak; toplumsal yapının ve doğa ile sürdürülen ilişkilerin tümden ve yeniden düzenlenmesi gerektiğine inanıyoruz.

İnsana ve doğaya yönelik yağma ve tahribatlar, sömürü ve zulüm o zaman son bulacaktır.

Sadece, insanca ve doğayla barış içerisinde yaşamak istiyoruz. Açlık ve yoksulluk istemiyoruz. Bugünümüz güvenli yarınımız umutlu olsun istiyoruz. Bu insanlık hakkıdır, emek veriyoruz ve hakkımız olanı almalıyız!

Ancak çok kapsamlı bir örgütlenme ve mücadele anlamına gelen bu tarihsel görev ve sorumlulukları; kimlerle birlikte ve nasıl yerine getireceğiz?

Elinizdeki kitapçık bir başlangıç yolu öneriyor. Gerisi biz emekçilere kalıyor.

 

Yararlanılan kaynaklar:

-Antonio GRAMSCİ – İtalya’da İşçi Konseyleri deneyimi, Belge yayınları -çev: Yusuf Alp – 1989

-Doç. Dr. Banu UÇKAN, Doç. Dr. Deniz KAĞNICIOĞLU, Doç. Dr. Aziz ÇELİK- Sendikacılık, TC. Anadolu Üniversitesi yayını NO 2869-2013

-Doç. Dr. Betül URHAN – Sendika İçi Demokrasi ve Sendika İçi Kadın Örgütlenmesi- Kocaeli Üniversitesi İİBF, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü-2017

-Bilge ÇOBAN – Sendikal Örgütlenmede Yeni Deneyimler ve Değişen Stratejiler – Çalışma ve Toplum Dergisi 38. Sayı – 2013

-Bora YENİHAN – Kocaeli Üniversitesi Umuttepe Kampüsü SENDİKA İÇİ DEMOKRASİ Üzerine Bir Karşılaştırma…2019

-Can Irmak ÖZİNANIR – Antonio Gramsci’de devrim, hegemonya ve strateji / Enternasyonal Sosyalizm dergisi 1Ekim 2017

-Can ŞAFAK-Çalışma ve Toplum 2018/2-DİSK: Devrimci Sendikacılıktan Sınıf ve Kitle Sendikacılığına (1967-1980)

-Dr. Coşkun Canıvar – Sınıf Mücadelesi ve İşçi Sağlığı Üzerine- İSİG Meclisi sitesi

-Prof. Deniz KAĞNICIOĞLU – Avrupa Sosyal Modelini Oluşturma Sürecinde Bir Endüstriyel Demokrasi Aracı Olan Yönetime Katılmanın Rolü (Anadolu Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstriyel İlişkiler Bölümü, Eskişehir,) İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi dergisi Yıl: 2005 Cilt: 55

-Fatma SÜMER- Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçları -İstanbul Üniversitesi – 2015

-Fikret SAZAK – Türkiye’de Sendikal Kriz ve Sendikal Arayışlar, derleme, EPOS yayınları -2006

-Hüseyin Umut BOZKURT – Sendikal Özgürlük- Yeni eğilimler ve sosyal hareketler üzerine, Kırklareli Üniversitesi – 2015

-Immanuel NESS -Yeni bir küresel işçi hareketi oluşturmak / Çeviri: E. Köse ve İ. Büyük – 1921

-Nergis MÜTEVELLİOĞLU – İşsizlik korkusu, sendikaların işlevselliği ve sendikal örgütlenme hakkı, (5.Uluslararası Sosyal Haklar Sempozyumu, Akdeniz Üniversitesi)-2013

-Turhan ESENER-İş Hukuku, 2. Baskı. Ankara 1975.

-Vladimir FİSERA – İşçi Konseyleri: İkinci Prag Baharı, çev. Alp Kaya- Birikim dergisi

Yazan:

Adnan ALİN – Ağustos 2022

İlgini çekebilecek diğer içerikler