Günümüzdeki iktidar dahil tüm hükümetler ve partileri 12 Eylül Askeri Faşist Darbesinin devamıdır. 12 Eylül onlarca insanı sorgu odasından geçirdi, onlarcası sakat kaldı, onlarca insan gözaltında kayboldu, 17 yaşında çocuklar idam edildi ve ülke açık cezaevine dönüştürüldü. Siyasi partiler yasaklandı, sendikalar, meslek odaları ve dernekler kapatıldı, kendilerine biat edenlere izin verildi. Tıpkı Türk- İş gibi… Çalışanlar çok düşük ücretle çalışırken sosyal güvenceleri yoktu.
Yasaklar kalktı denildi ama ne iktidar ne muhalefet hesap sormadığı gibi, onun yasa ve korumacılığının ardına saklanmaya devam edilmekte. Darbe sonrası “demokrasiye geçildi” denilse de baskı ve yasaklar sürmektedir. Ki darbecilerin bile “ağır” gördüğü basın ve medya sansürünü, günümüzdeki iktidar daha da ağırlaştırdı. Ekonomik, politik, askeri, yargı ve yasalar beşli cuntanın yerine; beşli dağ, tepe ya da çıkar grubuna hizmet etmekte.
12 Eylül öncesi ve sonrası ülke devlet yapısı olarak kapitalist/emperyalist sisteme göbekten bağlı ve NATO’nun ileri karakolu olmaya devam ediyor. Devlet ve hükümet yönetimi baş jandarmanın uyarı ve önermesiyle tıkır tıkır işlemekte. Neden işlemesin ki; ülkede adı konmamış bir savaş olup, ordu ve diğer güvenlik kurumları ona göre biçimlendirildi. Yargı anayasada belirlenen kurallara uymadığı gibi yönetimi de denetleyememekte. Çalışanlar ücretli köleliğin yanında inanç ve cemaatlerin “kader” boyunduruğu altında “allaha emanet” yaşamakta. Ülke toprakları sanayi çöplüğü ve kirliliği içinde yaşanmaz hale geldi. Tarım ve küçük üretici dış alımlar nedeniyle üretemez ve satamaz konumunda. Ülkenin doğal zenginlikleri talan edilip kamu arazileri birilerine peşkeş çekilmekte. Kamusal hizmetler her geçen gün daha da pahalı duruma geldi; içtiğimiz su, elektrik, haberleşme, doğalgaz zammına yetişmek için ancak “vekil” olmak gerek. Ülke para birimi her geçen gün değer yitirmekte. Köyden kente akın yanında komşu ülkelerden özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden göç alabildiğine artmakta. Çalışanların sosyal güvencesi olmadığı gibi sendikal örgütlenmesi de yasaklanmakta. Bu göçler nedeniyle asgari ücret altında güvencesiz çalışan daha da artmakta.
Ülkenin ekonomik, politik, sosyal, adli ve yargı sistemi alabildiğine egemen güçlerin çıkarına hizmet etmekte. Toplum da çoğunluk olarak mağdur edilenler edildiği ile kalırken mağdur eden azınlık mağrur bir edayla güçlülüğünü kendi medyasında göstermekte. Sendikalar ve siyasi partiler(?) toplumdaki bu kaosu çözmeye çalışmadığı gibi kaostan kişisel çıkar sağlamakta. Sendika başkanları şirket sahibi gibi yüksek maaş almakta; vekiller bakanlar yani meclis ve hükümette olanlar yüksek maaşları yanında bir de ballı maaş ve emeklilik ile ödüllendirilmekte, kamu kurumlarındaki seçilen ve atanan tüm üst düzey bireyler birkaç maaş birden almakta.
Toplumun yaşamsal ekonomik ve politik sorunları çözülmediği gibi ekonomik kölelik sosyal ve inanç çerçevesinde daha da karamsar haldedir. Tüm kamu kurumları, parti, sendika ve derneklerin yönetimine çöken, atanan ve seçilenler bir daha gitmemek için her türlü ayak oyunu içindedir. Kurulu sistemin bir parçası olan yani “aparatı” olan bu kişi ve kurumlar toplumun ezilen ve sömürülenlerin haklarını aramadığı gibi onları susturmak için her türlü manipülatif tavırlar sergilemekte.
Özellikle pandemi bahane edilse bile bir yılda benzine yüzde 225 motorine yüzde 269 zam yapıldı. İğneden ipliğe zam yağmuru devam ederken resmi enflasyon da her ay yeni rekora imza atıyor. Devletin gelir vergilerinin önemli bir kısmını akaryakıttan alınan vergi karşılamakta. Bu dolaylı vergiler hızla artarken iş güvensizliği artarken, sendikal örgütlülük baskı altındadır. Emeklilik sisteminde, geri ödemeler gittikçe zayıflamakta. Devletin TÜİK adlı kurumu sokakta pazardaki fiyatları görmüyor. Devleti yönetenler TÜİK’i temel almakta, çarşı pazardaki fiyat artışlarıyla ilgilenmiyor. Adaletsizlik ekonomide, üretim ve tüketimde, sosyal yaşamda ve politikada alabildiğine derinleşmiş durumda. Çalışan ve emeklilerin ücret ve gelirleri gündelik yaşamlarını devam ettirecek durumda değil. Küçük esnaf, üretici ve hizmet sektörü kamusal hizmet ve vergiler nedeniyle kepenklerini kapamakta.
Resmi kayıtlara göre 25 milyona yakın çalışan var. Bunun 18 milyona yakın SSK’lıdan 2,2 milyonu sendikalı; 3 milyona yakın memurdan 1,7 milyonu sendikalı. Çalışanların çoğu asgari ücret düzeyinde maaş almakta. Sendikalar çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını dile getirip almak ile mükellef olmasına rağmen devletin asgari ücret düzeyini aşamıyor. İktidarlar çalışanların hak arama ve örgütlü olma istemlerini sistemli olarak zayıflattı. Ekonomik ve sosyal hakları için sendikalarda örgütlenme güçlü olmayınca sosyal güvenceler olmamakta. Ekonomik ve toplumsal yaşam yaşanamaz hale gelirken zam ve vergiler nedeniyle bu durum daha da katmerleşmekte. Bugünlerde devlet asgari ücrete yüzde 40 zam yapmış bile olsa içtiğimiz suya, elektriğe, gaza, ekmeğe yüzde yüzü aşkın zammı karşılayamıyor. Yurttaşın çalışanın sorunlarına duyarlı olmayan, fedakârlığı bekleyen yönetim devleti yönetemez duruma getirdi.
Bıçak kemiğe dayandı…
Devleti yöneten erk, yurttaşın en yaşamsal ekonomik ve sosyal hakları görmezden geldiği gibi dalga geçer gibi “porsiyonları küçültün”, “bayat ekmekleri atmayın fırında kıtır ekmek yapın” demekte. Sisteme uygun sendikalar ve var olan siyasi partiler bu sorunu çözememekte.
Ekonomik, politik ve demokratik baskılara karşı yaşamsal hakkını dile getirmek ve aramak için toplumun elinde üretimden gelen tek bir hakkı kaldı. İktidara karşı, çalışanlar, üreticiler ve küçük esnaf kendi yaşamsal sorununu yine kendisi çözmek zorunda. Toplumsal sorunlara duyarlı özellikle meslek odaları, baro, sendika ve dernekler başta olmak üzere toplumsal mücadelenin lokomotifi olan öncü gücü ile tavır alınma zamanı geldi.
Sorunlara duyarsız yöneticiler, çözüm üretmek yerine baskı ve yasaklamalarda ısrar ediyorlar.
15/16 Haziran 1970, Aralık 1990 maden işçileri yürüyüşü; ülke tarihinde işçi ve tüm çalışanların önemli köşe taşıdır. İnsan evladının toplumsal bir gerçeği var “ağlamayan bebeğe meme verilmez”. İşte bu neden ve koşulda çalışanlar, küçük esnaf, üretici, emekli ve öğrenci ağır vergi ve temel kamu hizmetlerinin yüksek zamlarına karşı üretimden ve tüketimden gelen gücünü kullanması “genel grevi” bir haktır.
ALİ İBRAHİM ÖNSOY – İSTANBUL – TEMMUZ 2022
Emek.org.tr