İnsanın ve doğanın sömürülmesini temel alan sermaye güçleri ve hükümetler tarafından inatla sürdürülen insan ve doğa yıkımlarına karşı, örgütlü çevreler tarafından “koalisyon” kuruldu.
“İklim adaletini savunmak” temasıyla bir araya gelen bileşenler, uluslararası hareketlerin bir parçası olarak mücadeleyi büyütmek, geliştirmek ve sürdürmek amacıyla “İklim Adaleti Koalisyonu” kurdu. Sayısı şimdilik 71 olan çevre ve ekoloji örgütü temsilcileri İstanbul-Beyoğlu’nda bulunan Çevre Mühendisleri Odası’nda “İklim Adaleti için harekete geç” şiarıyla açıklama yaptı.
“İklim krizinin etkilerine karşı birlikte mücadele etmek, çözümü devletlerden ve şirketlerden beklemek yerine alternatifler üretebilmek için Kasım ayındaki COP 26 Zirvesi öncesinde COP 26 Türkiye Koalisyonu olarak bir araya geldik. Gerçekleştirdiğimiz çalıştaylar ve alternatif zirveye katılımımız Türkiye’de güçlü bir iklim hareketini yaratabilmenin olanaklarının olduğunu gösterdi. Bu nedenle Glasgow’daki zirvenin ardından bu koalisyonu daha da büyüterek devam ettirmek istiyoruz. Kapitalist ekonomi-politiğin neden olduğu iklim krizine karşı iklim adaletini savunmak ve bu doğrultuda uluslararası hareketlerin bir parçası olarak mücadeleyi büyütmek, geliştirmek ve sürdürmek amacıyla “İklim Adaleti Koalisyonu” olarak yolumuza devam ediyoruz. Açıklamasının yapıldığı basın toplantısında ilkeler ve amaçlar kamuoyu ile paylaşıldı.
Basın açıklamasını Türk Tabipleri Birliği temsilcisi Demet Parlar okurken, açıklamada, “Dünyanın, yaşamın ve insanlığın ihtiyacı olan hızlı ve radikal bir yol değişikliği için, iklim adaleti için harekete geçiyoruz!” denildi.
Basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
“İklim adaletini devletlerden ya da şirketlerden bekleyemeyiz, çözüm biziz, biz yaşam savunucuları!
İklim değişikliğinin sonuçlarından en fazla etkilenenler, ekolojik yıkıma ve iklim değişikliğine etkisi ihmal edilebilir olanlardır. İklim adaleti talebimiz, dünya iklim sisteminin farklı coğrafyalarda farklı şekillerde değişmesi; yanı sıra diğer doğa tahribatlarının sömürü ilişkilerindeki eşitsiz ilişkiler sonucu eşitsiz dağılımı ile ülkeler arasındaki sorumluluk, etkilenme ve uyum sağlama kapasitesi üzerinden yaşanan adaletsizliklerle ilgilidir. İklim değişikliğinin etkileri sınıfsal, cinsel, etnik eşitsizliklerle ve tür ayrımcılığıyla iç içe geçerek gün geçtikçe derinleşiyor. Baskı ve tahakküm ilişkileri, güvencesiz olan nüfusu iklim krizi karşısında savunmasız bırakıp daha da kırılganlaştırıyor.
İnsan emeği dahil doğanın her parçasını metalaştıran kapitalist üretim ilişkileri, ekolojik krizi derinleştiriyor. Ekolojik suçların üstünü örtmeye çalışan hükümetler, iklim krizine karşı da sorumsuzca davranmaya devam ediyorlar. Gerçek tahribatları örtmek için düzenledikleri zirveler, verip tutmadıkları sözler, şirketlerle birlikte ürettikleri sözde ‘yeşil’ projeler ve reklamlarla iklim krizini engelliyormuş gibi yapıyorlar. Fosil yakıtların kullanımının durmadığı gibi, ‘yeşil kalkınma’ stratejileri emek ve doğa sömürüsü üzerinden devam ediyor. “Enerjide dönüşüm”, dünyada yeniden madencilik furyasını tetikliyor, hatta güvenlikçi politikalar ile sömürü ilişkilerini güçlendirip yaygınlaştırıyor.
Türkiye’de de ekolojik yıkım, etkisini gündelik hayatta daha fazla hissettiriyor. Madencilik faaliyetleri, tüm bölgeleri kapsayacak şekilde çoğalıyor. Tüm coğrafya, yerli ya da uluslararası sermayenin yatırım alanları olarak görülüyor. İktisadi fayda temelli anlayışlarla tarım arazileri imara açılıyor, yeraltı ve yerüstü suları doğal yaşamı ihmal ederek tasarruf ediliyor, evimiz olan doğa ve içindeki yaşam tehdit ediliyor. Göller ve nehirler kuruyor, henüz kurumamış olanlar da inşaat projelerinin hedefine konuyor. Her av mevsiminde açıklanan rakamlar ve kaçak avcılık nedeniyle Türkiye’nin yaban hayatı bitiriliyor. Sonuna geldiğimiz 2021’deki yangınlar, uzun zamandır süren kuraklık ve seller, yaşam alanlarımızın, suların, ormanların ve yaban hayatının yaşadığı tehlikeler iklim krizine karşı verilecek mücadele için yarının çok geç olacağını, yakıcı bir şekilde bize söylüyor.
İklim krizine bütüncül bakış
Ekolojik yıkım sadece iklim krizine, iklim krizinin nedeni de sadece karbon emisyonlarına indirgenemez. Yaşam döngülerinde kırılmaların, tehdit altındaki ekosistemlerin, yok olan türlerin nedeni, temelde, içinde bulunduğumuz ekonomi-politik rejimdir. Ekolojik yıkımın nedeni olarak “bireysel tüketim”i göstermek, toplumsal ve politik etkileri belirsizleştirerek gerçek failleri de görünmez kılmaktadır. İklim krizinin nedeni antroposenik etkiden öte insanın emek gücü de dahil doğanın her parçasını metalaştıran mevcut rejimdir. Yoksullara, yerlilere, kadınlara, canlılara ödetilen bedellerin daha da ağırlaşmasına neden olan yerleşik nizam, ‘sürdürülebilirlik’ ve ‘yeşil dönüşüm’ iddialarının ötesinde kuşatıcı bir anlatıya sahip değil. Değişimi, krizi yaratanlardan beklemek sistemin işleyişine katkı sağlarken krizi daha da derinleştiriyor. Bugün karşı karşıya olduğumuz gerçeklik, dünya üzerindeki bütün zenginliği elinde bulunduran az sayıdaki kişinin egemenliğinin sürmesi için yeryüzündeki diğer bütün canlı türlerin felaketler yaşamasıdır. Bu sistemin, yarattığı diğer krizlerle birlikte, tarihin çöplüğüne gönderilme zamanı geldi ve geçiyor.
Bizi bekleyen bir yok oluş senaryosu değil
Şimdi ve daha fazla geç kalmadan iklim mücadelesi için bir not düşüyoruz. Gezegeni tüketime ve sömürüye dayalı anlayışın yarattığı tüm krizlerden bizler kurtaracağız. Bizi bekleyen; bir yokoluş senaryosu değil, iklimi değiştiren sisteme karşı mücadeleyle kurtulmuş olan bir gezegendir. İklim Adaleti Koalisyonu, devletlerin ve şirketlerin mantığıyla gerçekleşen her müdahalenin ekosistemler üzerinde iyileştirici olmaktan çok ekolojik kırım olduğundan hareketle, bu kırımı yaratan tüm faaliyetlerin suç olduğunu savunur.
Bu bağlamda koalisyonumuz;
Ekokırım suçlarının tanınması ve uluslararası sözleşmelerle bağıtlanması, hesap sorabilirlik, verebilirlik mekanizmaları yaratılması, ekokırım suçlarının tüm gezegene karşı işlenen suçlar olarak hafızalaştırılması, suçların ve bu suçlara karşı mücadele deneyiminin bilgisiyle geçmiş, bugün ve gelecek arasında bağ kurulması için
Mevcut ekonomik ve toplumsal gelişmişlik derecelerini başka ülkelerin, yerlilerin ve işçilerin ekolojik yıkımı sonucunda elde eden devletlerin ve egemenlerin yaşattıkları “kayıplar ve zararlar” için ve iklim krizindeki tarihsel ve güncel sorumluluklarından doğan “iklim borcu”nun ödetilmesi için
İklim krizi ya da savaş kaynaklı yaşanan/yaşanabilecek olan göçlerde göçmen/mülteci/sığınmacılara yönelik yaşam hakkı da dahil olmak üzere tüm hak gasplarının sona ermesi, sınır güvenlik politikalarına karşı politikaların üretilmesi ve göçmen düşmanlığının son bulması için
Yaban hayatı koruma ve geliştirme alanları ile en önemli karbon yutak alanlar olan ormanların tümünü devletler ile şirketlerin enerji, maden, turizm ve benzeri projelerinden korumak için
Kapitalist kentleşme ve megakent planlamalarıyla yaşanmaz hale gelen kentlerde kent hakkı savunusu dahil olmak üzere kar ve rant odaklı çözümlere karşı olmak için
Fosil yakıt kaynaklı olan tüm enerji projelerini, doğalgaz aramalarını, boru hattı ve tesis inşaatlarını, termik santral yatırımlarını durdurmak, faaliyette olanları orta vadede kapattırmak için
Kuş göç yollarını, tarım arazilerini, ormanlık alanları, yaşam alanlarını tehdit eden ve ‘yenilenebilir’ alternatifler olarak sunulan JES, RES ve GES yatırımlarını durdurmak ve bunlar üzerinden yaratılan yeni rant alanını engellemek için
Nükleer santrallerin yarattığı tüm katliam ve tahribatları hatırlatmak, Akkuyu Nükleer Santrali’nin, nükleer çöplük yatırımlarının ve Sinop’ta açılması planlanan yeni santralin durdurulması için
Suyun ticarileştirildiği tüm projelere karşı çıkmak; yeraltı ve yerüstü sularının kirletilmesine engel olmak için
Yüzyıldır egemenlik ve savaş bölgesi olagelen Ortadoğu’da ve Akdeniz havzasında devletlerin savaş ve savunma yatırımlarını, suyun savaş aracı gibi silah olarak kullanılmasını durdurmak için
Endüstriyel tarım politikalarına karşı sömürü ve kar döngüsünü ortadan kaldıran gıda egemenliği ile birlikte hayvan haklarını gözeterek agroekolojik üretiminin sağlanması için
Sadece tarım değil tüm alanlarda endüstriyalizmi sorunlaştırıp alternatif geliştirmek için
Yerelden enternasyonele, enternasyonelden yerele mücadele ağlarını birbirini destekler ve büyütür şekilde örmek, doğa talanını hızlandıran savaş stratejilerine karşı başta Akdeniz ve Ortadoğu olmak üzere tüm coğrafyalarda barış taleplerinin sesini yükseltmek amacıyla emek, kadın ve diğer toplumsal hareket alanlarının mücadeleleriyle birlikte yaşamı savunmak için mücadele edecektir.
Radikal bir yol değişikliği
Glasgow’da gerçekleşen COP26 zirvesi öncesinde Halkların İklim Taahhüdü için Türkiye’de bir mücadele ağı yaratmak üzere attığımız ilk adım giderek büyüyor. 2021 yılının Kasım ayında COP26 Türkiye Koalisyonu olarak düzenlediğimiz bir dizi çalışma, eylem ve etkinlik, ardından Glasgow’da katıldığımız alternatif zirve ile COP 26’nın bir çözüm olmayacağını söyledik. Devletlerin fiyasko zirvesinin ardından Türkiye’deki çalışmalarımızı İklim Adaleti Koalisyonu olarak devam ettiriyoruz.
Glasgow’da bir kez daha gördük ki bizleri; açlık, savaş, yoksulluk, göç, eşitsizlik ve ekolojik yıkıma maruz bırakan mevcut krize dair çözüm, halkların dayanışması ve birlikte mücadelesidir. İklim krizinden en çok etkilenen kadınlar, yaşlılar, çocuklar, gençler, engelliler, yerli haklar, göçmenler/mülteciler, yoksullar, güvencesizler olarak buradayız, temel hak ve ihtiyaçlarımızı da savunarak mücadele edeceğiz. Gezegenimizi, petro-kimya endüstrisinden, inşaat şirketlerinden, maden lobicilerinden, daha da önemlisi bunlara neden olan zihniyetten kurtaracağız.
Dünyanın, yaşamın ve insanlığın ihtiyacı olan hızlı ve radikal bir yol değişikliği için, iklim adaleti için harekete geçiyoruz!
Gelecek biziz! (İklim Adaleti Koalisyonu Basın açıklaması 25 Aralık 2021)
Koalisyon katılımcıları şöyledir: