Romancının Romanı – J. M. Coetzee

Durağan olmayan düşüncelerini, kullandığı enfes üslubu ve geliştirdiği yazma yöntemleri ile edebi birer esere dönüştürmeyi bilen Coetzee’nin kuşaklar boyu okunmasını diliyorum.

 

Olcay KARAY


Romancının Romanı (Elizabeth Costello) / John Maxwell Coetzee

J.M.Coetzee ,G.Afrika edebiyatının en bilinen ve Nobel edebiyat ödülü sahibi yazarlarından. Türkçeye çevrilmiş birçok kitabı olmasıyla birlikte yazının konusu olan Romancının Romanı kitabı, benim şuana kadar okuduğum en iyi Coetzee romanı oldu. Ayrıca “Utanç”  kitabını altıyedi 11. Sayısında incelemeye çalışmıştım.

Genişlemeye muktedir düşünceler ve anlam

Roman, altmışlı yaşlarında yaşlanmaya başlayan bir yazar olan Elizabeth Costello isimli kurgusal bir karakterin yaşadıklarına odaklanıyor. Birçok romanı olmasına karşın, daha çok gençlik yıllarında yazdığı bir roman ile anılan yazar, Avustralya / Melburn’de yaşamakta. (J.M.Coetzee 2006 yılında Avustralya’da yaşamaya başladıktan sonra bu kitabı yazıyor) Romanın kahramanı Elizabeth, aktif yazarlık dönemi sonunda, üniversitelerde ve çeşitli entellektüel platformlarda seminer vererek geçimini sağlamaya çalışırken, bu yolculuklarda ona oğlu John eşlik ediyor. Kitapta çeşitli yerlerde verilmiş 8 tane konferans var, ve her biri diğerinden oldukça bağımsız konulara değiniyor. Bütün bu konferanlara gidilirken yazarın yaşamına okuyucular da eşlik ediyor. İnandığı değerleri kendi olgunluk dönemine göre yeniden gözden geçirme fırsatını bulurken Elizabeth, bunu cesurca bütün konferanslarda dile getiriyor. Yeri gelmişken söylemeliyim ki, J.M.Coetzee bir yazar olarak “Nasıl roman yazılır” dersi de veriyor gibi, yani bu kitap da verilen konferanslardan birisiymiş gibi hissettirdi bana. Hem kendi kuşağı yazarlarına, hem de okuyucuya verilen enfes bir konferans..

“Edebiyat alanında geç dönem üslubu, bence basit, bastırılmış, şatafattan uzak bir dille ve gerçekten önem taşıyan, hatta yaşam ve ölüm gibi meselelere odaklanmakla başlar. Tabii o başlama noktasını bir kez geçtin mi, yazı işi bizzat üstlenir ve seni kendi gideceği yere götürür. Vardığı nokta asla basit, bastırılmış olmayabilir.”  J.M.Coetzee

Düşünceler ve fikirler üzerine kurulu bir roman

Romanın içeriği, dili, ve üslubuna yukarıda değinmeye çalışmıştım. Coetzee’nin dünyasına bir kere girmeyiverin yaşamı onun gözünden görmeye başlıyorsunuz.

Romanda öne sürülen fikirlerin didaktik bir öğreticilikten uzak olması ve birçok yönden okuyucuyu tatmin etme kaygısı taşımaması romanın ayrı bir olumlu yeri. Keza okur, fazla görünür olmayan yan karakterlerin bile düşüncelerinde yer bulabiliyor. Bu romanda işlenen konferanslar “Gerçekçilik” teması ile başlıyor. Gerçekçi düşünce akımı ve edebiyat kuramını, fikirlerin özerk yapısına zarar verdiği gerekçesi ile eleştiriyor. Başlangıç olarak oldukça hararetli bir açılış tan sonra ülkenin çeşitli yerlerine yolculuklar ile devam eden konferanslar dizisinde benim en çok etkinlendiğim bölüm “Kötülük sorunu” bölümü. Burada yazar Costello daha önceki yıllarda yaptığı bir konuşma yüzünden çağrıldığını düşünüyor. (O konunun da merkezinde hayvanlara yapılan işkenceler ve et endüstrisinin dünyada geldiği boyutlar var. Buradan da anlaşılacağı gibi Costello bir vegan ve hayvan katliamlarını, Nazilerin Yahudilere yaptıkları ile ilgili analoji kuruyor.) Yeniden aynı konuyu deşmek istemediği için de, konferansa yakın zaman kala bitirdiği bir romanın dehşetine düşerek, konuşmasının omurgasını bu roman üzerine kuruyor. Okuduğu roman Paul West isimli bir yazarın yazdığı, Hitler’e karşı suikast girişimde yakalanan subayların yaşadıklarını anlatıyor. (Gerçekte böyle bir yazar ve kitap var mı diye araştırma yaptım ama bulamadım.) Costello’yu dehşete düşüren şey ise; Hitler’in yakalanan subaylara yaptırdığı işkencelerin her anını inanılmaz bir inandırıcıkla anlatması. Burada Costello bu yöntemin doğru olmadığını ve yazarın okuyucusuna karşı sorumluluk duyması ve kensini de bundan sakınması gerektiğini söylüyor. Hatta bunu, vereceği konferansta da bulunacak olan Paul West’e  konuşması öncesi mektup yazarak şunu soruyor : “Böylesi şeyleri yazan kişi, yazar olarak bundan yara almadan kurtulabilir mi ?”

Sonunda “Kötülük sorunu” konferansını kanımca “Acılara ortakmışız gibi davranmayın, yazar olarak bir mesafe bellemek zorundasınız” minvalinde önermesi ile bitiriyor. Bu bölüm Coetzee’nin yazım dünyasını o kadar iyi ifade ediyor ki, bunu kadın bir yazar olan Costello’da en ince ayrıntılarına kadar işlemek de, onun alameti farikası diyebilirim.

Bu bölüm üzerine denklik kurabileceğim Adorna’dan da bir alıntı yapmak isterim;

“Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarcadır”

Sonrasında Adorno bu sözünü şöyle yeniden savunuyordu :

“Auschwitz’ten sonra şiir yazmanın barbarca olduğu iddiamı yumuşatmak gibi bir niyetim yok; bu söz, angaje [committed] edebiyata ilham veren dürtüyü olumsuz biçimiyle ifade ediyor. Sartre’ın Mezarsız Ölüler oyunundaki bir karakterin sorduğu “İnsanları kemikleri kırılıncaya dek döven birilerinin var olduğu bir dünyada yaşamanın herhangi bir anlamı var mı?” sorusu, aynı zamanda, artık herhangi bir sanat eserinin var olma hakkı olup olmadığı sorusudur; toplumdaki gerileme yüzünden, angaje edebiyat kavramında doğası gereği entelektüel gerilemenin söz konusu olup olmadığı sorusudur. Fakat edebiyatın bu hükme direnmesi gerektiğini söyleyen Enzensberger’in cevabı da doğruluğunu koruyor: Başka deyişle, edebiyat, Auschwitz’ten sonra var olmasının kinizme teslimiyet anlamına gelmeyeceği bir varlık göstermeli. ”

Kitaptaki diğer bütün konferanslar, inanılmaz bir derinlikle işlenmiş kavramlar tartışması şeklinde. Ve her birinde okuyucu olarak Castello’ya eşlik ediyoruz. Yıllardır görmediği kız kardeşinin yanına gittiğinde de orada veridği bir konferans var. Onun da başlığı “Afrika’da insan bilimleri” Kız kardeşi burada Aids’lilere gönüllü hizmet veren misyoner bir rahibe. Onunla da girdiği sert tartışmalar, romana başka bir derinlik veriyor. Kardeşi bilim ve hümanizmanın dünyaya bir şey veremediğini ve hristiyanlığa dönüşün tek çare olduğu idiasını savunuyor. Castello’nun bu kasvetli ortamdan ayrıldıktan sonra kardeşine yazdığı inanılmaz bir mektubu var.

Bir başka konferası’nın da başlığı “Hayvanların yaşamları” üzerine idi, ve burada Kafka’nın “Akademi’ye bir rapor” isimli kısa hikayesi ile kurduğu analoji, beni etkileyen bir diğer bölüm olmuştu.

J.M.Coetzee romancılığı

J.M.Coetzee benim geç tanışmaktan dolayı hep hayıflandığım bir yazar olmuştur. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi Coetzee’nin yazarlık hayatının her döneminde referans aldığı temalar ve gözde yazarları olmuştur. Bunlar da Dostoyevski, Kafka, Kavafis vd.

Durağan olmayan düşüncelerini, kullandığı enfes üslubu ve geliştirdiği yazma yöntemleri ile edebi birer esere dönüştürmeyi bilen Coetzee’nin kuşaklar boyu okunmasını diliyorum.

“İnsanın sanat yaşamı, şematik olarak iki, belki de üç evre olarak düşünülebilir. Birinci evrede büyük bir soruyla karşılaşırsın veya o soruyu kendin ortaya atarsın. İkinci evreyi o soruyu cevaplamakla geçirirsin. Ve sonra, yeterince uzun yaşarsan o sorunun sana sıkıcı geleceği ve başka konulara ilgi duyacağın üçüncü evre gelir.”

J.M. Coetzee / ‘Burada ve Şimdi’

(Kaynak: Altıyedi edebiyat dergisi 15. Sayı- 2023)

Emek.org.tr

 

 

 

 

 

 

 

 

İlgini çekebilecek diğer içerikler