Son günlerde doğal afet olayları çoğalmaya başladı.
Harita üzerinde iki kıta olarak bildiğimiz ülke toprakları meğersem üç kıtanın etkisi altındaymış. Jeoloji ve jeofizik mühendisleri yer katmanlarını belirtirken Anadolu yarımadası bir yandan Afrika kıtasının Arap yarımadasını, bir yandan da Asya kıtasının itelemesi ve tüm bunlara karşı Avrupa kıtasının Balkan ve Trakya üzerinden set olmakta. Kısaca her üç kıta hareketi Anadolu ve Trakya yarımadası üzerinde jeolojik hareketler olurken üzerinde yaşadığımız topraklar bereketliliğini ve çeşitliliğini devam ettirmekte.
Yerküremiz üzerinde egemenler hâkimiyetlerini silah zoruyla belirledikleri sınırlar içerisindeki ülkemizde gün bitmeden bir afet ile karşılaşıyoruz. Yer hareketleri olurken bir yandan da mevsimsel hareketlilik kimi zaman sıcak kimi zaman soğuk olarak yaşamaktayız.
Üzerinde bulunduğumuz topraklar kadim medeniyetlerin ilk beşiğidir.
İlk yazılı anlaşmalar bu topraklarda yaşayanlar tarafından yapıldı. İlk kent devletleri burada kuruldu. Devletin oluşumunu meydana getiren kurumsallaşma, mali-askeri ve idari yönetimin temelleri burada atıldı. O dönemde doğa olaylarını bir hayra yoramayan ve çözemeyenler özellikle egemen güçler kendi çıkarlarına yorumladı. Her sabah güneşin açtığını akşamları ise battığını; zemheri soğuklarından sonra ağaçların çiçek açtığı havaların ısındığını; yakıcı sıcaklıklardan sonra ağaçların yaprak döktüğü zemheri günlerin geldiğini parmak hesabıyla bile olsa duvara çentik atmışlar.
Zemheri soğuklarından korunmak için barınak ve giysilerine özen göstermiş; soğuklarda göğsü üşüyen ateşli hastalık geçirmiş, ağaçların çiçek açtığında alerjik kaşıntı, nefes alma ve baş dönme ile yorgunluğa karşı tedbirini almış ve hâsılı kelam “insan evladı” yaşamını devam ettirirken gözlememiş, kendisini ve çevresini korumuş kollamış.
Oysa bize anlatılan masal ve kara kitaplarda böyle anlatılmıyor. Yöneticiler en olmadık zamanda koca denizi“ol” dediğinde ikiye ayırıyor, dev Golyat’ı ya da bir canavarı bir taşla öldürüyor, ateşin içine atılıyor ama suyun içinde yüzüyor, bir parça ekmekle binlerce insan doyuyor, çarmıha gerilip öldüğü belirleniyor ama bir başka yerde yaşadığı söyleniyor. Bunlarla kalınmıyor, hayvanlarla konuşup haberleşiyor, mucizeler yaratıyorlar.
Son otuz/kırk yıllık sürede ülkede birçok mucizeler yaşandı hepsi de keramet sahibi kişiler. 12 Eylül’ün “beşi birine” birileri “ol” dedi darbe yaptı.
“OI” dedi partiler, sendikalar ve kendilerine muhalif kurumlar kapandı; “ol” dedi kendine biat eden partiler, sendikalar ve kamu kurumları kuruldu.
“Ol” dedi işçi memur asgari ücrete muhtaç hale geldi.
“Ol” dedi kalpazan, kaçakçı, hayali ihracat ve ithalatçı “saygın iş insanı” oldu.
“Ol” dedi, ülke ekonomisi şaha kalkacak, Güney Kore’yi geçecek; tüm kamu kurumları özelleşecek dedi.
“Ol” dedi, derelerin önlerine HES, kömür havzalarının yanına hidrotermik, tepelere rüzgârgülü santralı; sahillere bol yıldızlı oteller kent merkezlerine beton tepeleri kuruldu.
Ne dense “ol” diyen bir kerecik işçiye, memura, köylüye, kısaca çalışana, yoksul halka, eğitim veren ve öğrenciye “ol” demedi.
Nedense “ol” diyen egemene, hâkim güçlere beli silahlı, yakası kalkık ve omuzu kalabalık olana “dur/yeter” demedi.
Ülkede deprem, sel ve çığ düşmesi yaşandı nedense “dur” demedi.
Ülkede ve dünyanın birçok yerinde orman yangınları yaşanmakta nedense bir kerecik “dur” demedi.
Gaipten haber getirdiğini beyan eden keramet sahipleri, afet olduğunda ortalarda neden görünmemekte?
Ormanın kül, ortalığı sel, depremin yıkıp viraneye çevirdiği yerde nerede bu keramet sahipleri?
Hani hayvanlarla konuşan, kuşun gagasıyla taşıdığı suyla devasa yangını söndüren nerede?
Su içindeki küçük takasıyla koca denizleri aşan, “yunus balıklarıyla haber gönderen” keramet sahipleri nerede?
Yangın ormandaki ağaçları tutuşturmuş, börtü böcek ve tüm canlılar canhıraş kaçmaya çalışırken “kul sıkışmış” ama “Hızır” nerede?
ALİ İBRAHİM ÖNSOY / İSTANBUL AĞUSTOS 2021
emek.org.tr