Kapitalizm, Silah sanayi ve Almanya Sendikalarının Tavrı

Kapitalizm, Silah sanayi ve Almanya Sendikalarının Tavrı Giriş Savaşları tartışırken genel eğilim savaşların silah tekelleri tarafından özellikle kışkırtıldığı, amacın savaşan taraflara silah satarak kar etmek olduğu vb. şeklinde açıklamalar yapılır. Bu belirleme tek tek silah üreticisi ülkeler ve kapitalistler açısından doğrudur. Ama silahlanma veya silahlar sorununu yani neden silah? Sorusunu yeterince cevaplamıyor bizce. Soruyu şöyle […]

Kapitalizm, Silah sanayi ve Almanya Sendikalarının Tavrı

Giriş

Savaşları tartışırken genel eğilim savaşların silah tekelleri tarafından özellikle kışkırtıldığı, amacın savaşan taraflara silah satarak kar etmek olduğu vb. şeklinde açıklamalar yapılır. Bu belirleme tek tek silah üreticisi ülkeler ve kapitalistler açısından doğrudur. Ama silahlanma veya silahlar sorununu yani neden silah? Sorusunu yeterince cevaplamıyor bizce.

Soruyu şöyle sorduğunuzda ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılmış olacak: Savaşlar silah satmak için mi çıkarılır yoksa savaşlardan daha etkili sonuçlar elde etmek için mi silahlar üretilir. Şöyle de sorulabilir: Savaş mı silahlanmayı zorunlu kılar, silah mı savaşmayı? Yoksa ikisini de doğuran başka bir şeyler mi var?  Şimdilik bu sorunun cevabını en sona bırakarak devam edelim…

Havyan türlerinin kendileri için mümkün olduğunca geniş yaşam alanına sahip olma içgüdüsü, insan türünde kendini savaş olarak gösteriyor. Uygar bir insan için bunu söylemenin kolay bir yolu kesinlikle yok, ancak denemek için diyebiliriz ki; tarih boyunca, daha fazla ekilecek tarlaya veya daha fazla hayvana sahip olmak için ortaya çıkan savaşlar, daha çok kabile kavgaları şeklindeydi ve evrimsel açıdan baktığımızda belki de gerekliydi. Ancak uygar dünyada savaşların sadece “hayatta kalma ve neslini devam ettirmek için ortam sağlama” ile ilişkili olmadığını söylemek yanlış olmaz.

Günümüzde ve yazılı tarihte okuduğumuz savaşların neredeyse tümü, hayatta kalmanın güç sahibi olmanın yanı sıra büyük oranda kendi gibi olmayanı, düşünmeyeni, yaşamayanı yok etme, esir etme veya sömürme amaçlı yapılmıştır.  İnsan oğlunun icat ettiği ilk aletlerin silahlar olması ilkel dönem-lerde onun hayatta kalmasının ve türünün devam etmesinin zorunlu bir sonucu iken daha sonraları yani sınıflı toplumlara da silah sadece hayatta kalmanın değil bilakis başkalarına ait olanlara zor yoluyla el koymanın aracı haline dönüştü.  Bu bağlamda, sulak bir araziyi ele geçirmek için savaşan iki kabilenin arasındaki savaşta kullanılan silah ile bir hayvanı avlamak için kullanılan silahın amacı ve niteliği değişmiştir artık. Silah insanın amaçlarına (ilk başlarda beslenme ve vahşi hayvanlara karşı korunmada) hizmet eden bir araçtır ama süreç içerisinde amaçlar değiştikçe ve karmaşıklaştıkça silahta amaçlara göre değişti, gelişti ve karmaşıklaştı. Günümüzde öyle bir noktaya geldiki baştada sorularla anlatmaya çalıştığımız gibi silahın bir araç mı yoksa amaç mı olduğu ayırt edilemez oldu. Teknik olarak da geliştirilen yeni sistem silahların ulaştığı düzey bir çok insanın kafasında; artık gelişmelerin insanların ve devlet organizasyonlarının denetiminden çıktığı, bu durumun insanlığın geleceğini tehlikeye soktuğu ve mutlaka bu gidişin durdurulması düşüncesinin oluşmasına vardı. Tamda burada silahlanmaya karşı hareketler ivme kazanmaya başladılar…

Silahlanmanın Ahlaki Boyutu

Dünyanın beşinci silah üreticisi ve ihracatçısı Almanya… Sıralama bu olunca silahlanma üzerine tartışmalarda eksik olmuyor ister istemez. Son yıllarda yoğun göç nedeniyle silahlanma ve silah ihracatı yeniden gündeme oturdu. Tartışmanın taraflarından birisi açısından sorun yok; dünya zaten gül bahçesi, bazı yerlerde ufak tefek çatışmalar var ama onlara da zaten medeni dünya (NATO, BM) müdahale edip düzeni sağlıyor… Silah üretimi ve satışı da kontrol altında, neticede devletlere satılıyor, teröristlere değil ya… Gelen göçmenlerin bazıları Esad gibi “zalim diktatörler-den“ kaçıyorlar haklı olarak, ama ta buralara gelmelerine de gerek yok ki. Komşu ülkelerde kendilerine kamplar kuralım oralarda yaşasınlar… Savaştan sonra sükunet sağlanır ve kendi ülkelerine geri dönerler…

Özellikle savaşlardan kaçan göçmenler tartışılırken ırkçı şovenler hep şunu söylerler, “Neden gelip bizim medeniyetimizin sağladığı imkanlardan faydalanmak isterler de kendi ülkelerini çalışarak medeniyete kavuşturmazlar?” Savaşan tarafların kullandığı silahların kendilerinin ürettiği silahlar olduğu hatırlatılınca: “ama biz satmazsak başkaları satar, hem silah sektöründe çalışanlar ve ekmek yiyenler ne olacak?“ …

Karşıt görüş olarak: “eroin satmak ister misin? “tabii ki hayır“ cevabı alınır. Ama sen satmasan da başkası satar. Eroin üretiminin derhal sona erdirilmesini ister misin? Cevap hemen “tabii ki isterim“… Ama bu işten de Kolombiya‘da, Afganistan‘da ve daha birçok yerde insanlar geçimlerini sağlıyorlar… İş ve ekmek? “Buğday eksinler“… E sizde tank yerine kepçe veya dozer üretin, ambulans üretin, savaş helikopteri yerine ambulans veya yangın söndürme helikopteri… bu liste uzatılabilir…Ve iki tarafta susar.

Özellikle insancıl düşüncelerle silahlanmaya karşı çıkanlar işin ahlaki boyutunu öne çıkarırlar. İnsan hayatının para konusu olmasının, öldürmek ve kan akıtmak üzerinden para kazanılmasının ahlaki yönünü sorgularlar. Tekil insan hayatlarının kurtulması veya bazı bölgesel rahatlamaların bu tür gerekçelerle karşı çıkışlarla sağlanması, elbette ki hem bu işi yapanların vicdanen rahatlamaları hem de yaşamları kurtulan insanlar açısından elbette ki büyük bir kazanımdır. Ama genel resime baktığımızda ne değişmiş oluyor?

Bunun en canlı örneği barış hareketidir. Almanya‘da barış hareketi eski gücünü yitirmiş olsa da hala belli günlerde sokaklara çıkabiliyor yada en azında lobicilik şeklinde düşüncelerini politik karar alma mercileri nezdinde dile getiriyor.  Paskalya yürüyüşleri (Ostern Marsch) bunun tipik örneklerindendir. Paskalya yürüyüşlerinin bu yılki talebi “Sınırları silahlara kapatın insanlar için sınrları açın!“ başlığı altında özellikle küçük silahların yasaklanması ile ilgili kampanya idi.

Barış hareketi içerisinde daha çok kiliseler hakim ve bunun doğal sonucu olarak da işin daha çok dinsel-ahlaki boyutu öne çıkıyor.

Farklı bir ağırlık noktası ise son zamanlardaki savaşlardan kaçan göçmenlerin durumu var. Bazı yerlerde yapılan eylemlerde savaş ve göçten silah satan ülkelerin sorumlu olduklarını, eğer göçmen istenmiyorsa silah satışlarının durdurulması gerektiği açıkça dillendiriliyor.  Devamla; “silah satıyorsanız bu silahların diktatörler tarafından kendi halklarına karşı kullanılacağını bilmeniz lazım. Diktatörlere ve güvenilmez ülkelere silah satarsanız sonunda savaşlara ve göçlere sebebiyet verirsiniz. Satacaksanız da sadece güvenilir, demokratik ülkelere satın“.  Bu mantık tabii esas olarak  her kötülüğün kaynağı olduğundan hareketle silahların satışının kontrollü olması veya biraz daha ileri giderek bazı silah çeşitlerinin üretiminin yasaklanmasına kadar  varır. Nükleer, biyolojik ve atom silahlarının yasaklanmasını isteyenler veya küçük silahların üretiminin yada satışının yasaklanmasını savunanlar hep bu ahlaki gerekçelerle silahlanmaya karşı çıkanlar grubuna girerler.

Almanya Sendikalarının Tutumu

Almanya işçi sınıfının içerisindeki silahlanma ve savaş tartışması çok eskiye dayanır. Denilebilir ki bu konuda en geniş tartışmayı yürütüp, dünya işçi sınıfının dağarcığına en çok malzeme sağlamış tartışmalar 20.yy başlarında Almanya‘da yaşanmıştır. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg‘un zamanın sosyal demokrat partisinin dönek önderlikleriyle yürüttükleri tartışmalar bunun örnekleridir.  Almanya’yı ve de Alman işçi sınıfının bu konudaki tavrını incelemek bizce önemli. Çünkü; birinci ve ikinci paylaşım savaşlarında ve günümüzde oynadığı rolü itibariyle Almanya her açıdan önemli bir konuma sahiptir.

Mutlaka çok eskilere dayanan bu tartışmaya dair belli belgeler vardır ancak biz çok eskiye gitmeksizin, 1. Paylaşım Savaşı yıllarında yapılan tartışmalar ve 2. Paylaşım  Savaşı sonrasında daha DDR‘in var olduğu  zamanlarda Alman sendikalar birliği DGB‘ nin tutumu ve bugünkü tartışmalar olarak konuyu  üç dönemde  ele alıp tartışacağız.

1.Paylaşım Savaşı yılları

Bu dönemdeki tartışmalar esasta sendikalara da büyük ölçüde nüfuz ve önderlik eden SPD içerisin-de Rosa Luxemburg-Karl Liebknecht ile sağcı liderlik arasında yaşanıyordu.  O günlerde SPD’nin liderliği olan Kautsky ve Bernstein, emperyalizmi bir tehdit olarak görmüyor hatta egemen sınıfların bir aşamada silahlanmanın ağır yükünü fark edip emperyalist politikalardan vazgeçeceğine inanıyorlardı. Onlara göre emperyalizm, kapitalizmin bir ürünü değil, silah tüccarları ve bankacıların çıkardığı kötü bir icattı. Savaşlar da emperyalizmin doğal sonucu değildi. 1911’de dünyada herhangi bir savaş tehlikesinin olmadığını düşünen bu isimler, silahsızlanma anlaşmalarını, günümüzde AB olan Avrupa Birleşik Devletleri’nin müdahalesi veya uluslararası mahkemelerin savaş ihtimalini önleyebileceğine dair fikirler ileri sürüyorlardı.

Rosa Luxemburg’a göre ise,  kapitalizmin yayılmacılık olmaksızın mümkün olabileceğine dair bu görüş, emperyalizmin ve militarizmin, egemen sınıfların da çıkarına olmadığını ve bu yüzden işçi sınıfıyla ‘makul’ burjuvazi arasında bu konuda ittifak kurulabileceğini varsayıyordu. Oysa emperyalizm ve savaşlar kapitalist toplumun hayati çıkarlarından doğar. “Orak altındaki mısır gibi biçilen şey, bizim umudumuz, bizim insanlarımızdır. Burjuva toplumu bir çıkmazla yüz yüzedir. Ya sosyalizme dönüşecek ya da barbarlığa geri dönecektir. Biz bir seçimle yüz yüzeyiz ya emperyalizmin zaferi ve yok oluş ya da işçi sınıfının zaferi”.

1913’te temel ilkelerinden biri ‘bu sisteme bir tek kuruş ve bir tek adam yok’ olan SPD, silahlanma için yeni bir verginin konmasını partinin sağ kanadının çoğunluğu kazanmasıyla birlikte onayladı. Luxemburg yazılarında, silahlanma için mülk sahiplerinin vergilendirilmesinin işçi sınıfının vergi yükünden kurtulması anlamına gelmediğini ve ezilenlerin çıkarına olmadığını anlatıyordu. Çünkü militarizmin güçlenmesi, militarizme verilen her kuruş emperyalizmin siyasal ve ekonomik ege-menliğini güçlendiriyordu.

Dönemin en güçlü işçi partisi önderliğinin birinci paylaşım savaşına giden yolu açan tarihsel oylamadaki ihaneti, Alman işçi sınıfının parçalanmasına ve hatta daha sonra Hitler faşizminin iktidara gelmesine kadar büyük felaketlere yol açtı.

2.Paylaşım Savaşı Sonrası Soğuk Savaş Dönemi

2. Paylaşım Savaşı sonrasında daha sosyalist ülkeler ve DDR‘in var olduğu koşullarda, Alman sendikalar birliği (DGB) nin 1983 yılında söylediklerinden bu konuda tartışmaların o zamanlarda da canlı olduğunu ve hatta belki de Doğu blokunun da etkisiyle silahlanmaya karşı daha açık ve eleştirel bir (her ne kadar kapitalist sistem sorgulanmasa da) tutumu olduğunu görüyoruz

İçinde yaşadığımız çelişki; Doğu’da olsun aynı şekilde Batı’da (Doğu’dan Sosyalist ülkeler, Batı’dan ise Kapitalist ülkeler kastediliyor)  olsun, endüstrileşmiş ülkelerde olsun veya az gelişmiş ülkelerde olsun, sosyal harcamalar kısıtlanırken ve azgelişmiş ülkelerde  temel gıda ihtiyaçları karşılanamadığı ve zorunlu tıbbı imkanlar olmadığı için günde binlerce insan ölürken diğer taraftan hayal edilemeyecek tutarlarda paralar militarist amaçlar için harcanmaktadır.“

DGB -Kongresi 1983 Köln

İkinci Paylaşım Savaşı sonrası dönemin en önemli konusu kuşkusuz Doğu ile Batı arasındaki Soğuk Savaş ve nükleer silahların ulaştığı seviyedir. Bunun gölgesindedir ki Almanya‘da sınır ülke ve de bölünmüş olmasından, savaş tehlikesine karşı büyük bir duyarlılık vardır.  Almanya‘nın silahlan-masının önünde hala Potsdam anlaşmasından kaynaklı engeller vardır ve esas olarak silahlanma karşıtı harekete, NATO, ABD füze ve silah sistemlerinin Almanya‘ya yerleştirilmesini hedef almasından dolayı hemen her kesimden insan katılır ve silahlanma karşıtı hareket çok militan bir karakter kazanır. Sokaktaki radikalizmin başını çeken ise öğrenci gençlik ve aydınlardır.

DGB ‘in başını çektiği sendikalar bu dönemde de yukarıda yaptığımız alıntıda da görüldüğü gibi sadece durum tespiti yapan yaldızlı kongre kararlarının altına imza atıyorlardı. Bu kararlar yaldızlıydı ama ne sorunun kaynağına dokunuyordu nede çözümle ilgili ciddi önerileri kapsıyordu. Hatta Alman ordusunun teknik olarak donanımının ihmal edilmemesi, nihayetinde ordunun dıştan gelecek savaş tehditlerine karşı güçlü olması gerektiği, sendikalara ise sosyal iç barışı korumak gibi görevler yükleyen „…bugün Federal ordu ve sendikalar (DGB) olarak özgürlükçü, demokratik, hukuk ve sosyal devletimizin varlığını korumanın ortak görevlerimiz olduğuna dair hemfikiriz“ açıklamaları yapılıyordu. Yani bir taraftan ulusal ordunun donanımı devam edecek hatta arttırılacak ama diğer taraftan da silah üretimi ve ihracatında kısıtlamaya gidilmeli. İşlerini kaybedecek işçiler ve karları düşecek olan kapitalistler için de öneri ve tavsiyeler tabi ki eksik kalmamalı ve öneri olarak: İşyerlerinin korunması gerekir bu yüzdende mevcut silah fabrikaları, sivil kullanıma uygun araçlar üreten fabrikalara dönüştürülmelidir. Örneğin savaş gemisi yerine yolcu gemisi, tank yerine ambulans gibi… Tabi ki bu öneriler devletin ve silah tekellerinin duvarlarına çarpıp ses yeniden işçilere dönüyordu ve o kadarla da kalıyordu. Silah fabrikalarının sivil amaçlı üretime uygun hale getirilmesi üzerine olanakları araştırıp öneriler hazırlaması  için bir komisyon kurulmasının ötesine geçemiyordu.

 Günümüz 3. Dönem

Bu günkü verilere göre Almanya‘da silah sanayisinde çalışan işçi sayısı 80.000. Yıllık üretim 16 milyar dolar. İşçi başına yapılan üretim 200.000. Gayri safi milli hasıla içindeki payı 0.2 bile değil. Yani esasen ne işsizliği önlemekte nede gayri safi milli hasıla içerisindeki payından dolayı Almanya ekonomisi için vazgeçilmez değildir silah sanayi.  Peki neden hala silahlanma bu kadar öne çıkıyor. Her şeyden önce bu konuda sendikaların tutumu nedir?. Özellikle IG Metal sendikası bu tartışmalarda öne çıkıyor. Silah sanayinde çalışan işçilerin büyük çoğunluğu Metal işkolunda çalışıyor ve IG Metal‘in yetki alanına giriyor. İş kolundaki gelişmeler ister istemez sendikayı tavır almaya zorluyor.

22.Olağan genel kurulunda kabul edilen IGM tüzüğünde çok açık bir tutum belirleniyor. “IGM barış, silahsızlanma ve halklar arası anlayış için mücadele eder“ ve gene aynı kongrede kabul edilen bir diğer yönlendirici önergede de “silahlanma için yapılan harcamalar sosyal, ekolojik ve işyeri imkanlarının yaratılması lehine düşürülmek zorundadır“ denilmektedir.

IG Metalin tüzüğünde ve bazı belgelerinde bunlar yer alırken. Peki, IG Metal sorumluları ve sektörde çalışan iş yeri temsilcilerinin tutumları nedir? Yada bunların hayata geçirilmesi için pratik tutumları nedir?

“Avrupa Birliği‘nin İHA (İnsansız Hava Aracı) üretme programı Bayern Manching‘de 1500 iş yerini garanti eder“ diye açıklamada bulunuyor  Bernhard Stiedl, IG Metal Ingolstadt 2. Yetkilisi ve bölgedeki EADS silah tekelinden sorumlu.  Jürgen Kerner, IG Metal başkanlar kurulu üyesi, yönetim kurulunda silah ve savunma sanayinden sorumlu olarak Spiegel dergisine  yaptığı açıklamada buna şunu ilave ediyor “eğer üretim üzerine hem fikir isek, İHA‘ların Almanya‘da geliştirilmeleri lazım“

Verdiğimiz örneklerden de anlaşıldığı gibi Alman sendikaları ve tabiki işçi sınıfının büyük çoğunluğu kendi işini kaybetmemek, refah düzeyini korumak ve ulusal kapitalistini korumak adına milliyetçi ve de sosyal şöven bir tavır takınarak dünyada yaşanan savaş ve kırımlardan elde edilen karlardan geçinmeyi ne ahlaki nede ideolojik olarak sorgulamaya yanaşmıyor.

Buna  bir kaç örnek daha vererek devam edelim. Geçtiğimiz yılın yazında ticaret bakanı Sigmar Gabriel (SPD) Alman silah sanayisi ürünlerinin dış satımının sınırlandırılacağını açıklaması üzerine 20 İş yeri meclisi (Betriebsrat) başkanı ortak imzalı bir mektupla kendisine baş vurdular. Bazı işletmeler için “on ikiye beş var“ bu yüzden silah ihracatı ve federal ordunun donanımı ile ilgili  “Federal hükümetin  çizgisi üzerine bir açıklık bekleniyor“  Çalışanların temsilcilerinin (Betribsrat) mesajı böyle…

Bu kadar geri bir noktada duran alman sendikalarını ve de işçilerini anti kapitalist olmamakla eleştirmek sanırız çok naif boş bir beklenti olur. Ahlaki ve vicdani olarak bile kiliselerin gerisine düşmüş bir işçi kitlesi ve sendikaları ile karşı karşıyayız.

Silah sanayi üzerine tartışmada taraf olanlar açıkça sisteme karşı bir tutumun sahibi değillerdir. Hatta bir kısım işçi ve iş yeri temsilcisi, sendikacı açık bir şekilde milliyetçi, şöven ve parçalayıcı bir tutumu savunuyorlar. Diğer bir kesim daha utangaç bir tavır sergileyip silah kötü ama işte işsizlikte var. Yada biz satmasak da başkaları satar. Alman silah sanayisinin üretiminin büyük bir bölümü ihracata yönelik ve alıcı ülkelerin başında Sudi Arabistan, Birleşik Arap emirlikleri, Mısır, Cezayir, Irak ve Türkiye gibi savaş ve iç çatışmaların yaşandığı bölge ve ülkelere yapılmaktadır. Bu silahlarla günde yüzlerce insanın öldürülmesi maalesef Alman işçisini ve sendikasını rahatsız etmiyor… Bu gibi bölge ve ülkelere silah satışının sınırlandırılabileceğini, “çünkü silah sanayi ekonomik değil daha çok güvenlik politikaları ile ilgili araçlardır  ve gerekirse Federal Ticaret Bakanlığı olarak  işçiler için iş garantisine bakmaksızın, kuşkulu silah üretimlerine ve ihraçlarına  izinler vermeyebiliriz“ şeklindeki Gabrile‘in açıklamasına gene en sert tepki işçi temsilcilerinden geldi. Ulm‘de bulunan Airbus Defence fabrikalarının baş temsilcisi (Betribsratsvorsitzende) Armin Maier-Junker için “ihracat firmasının yaşaması açısından hayati” dir.  Çünkü “iç piyasa alıcısı Federal Alman ordusunun siparişleri yeterli değil.”  Ve bir başka yerde: “bu kabul edilemez”  devamla, “… aniden bir ülkedeki politik durum değişti diye siparişini aldığımız ürünümüzü satamayacağız” diyerek silah alıcısı ülke diktatörlük müymüş, faşizmle mi yönetiliyormuş yada Türkiye gibi Kürt halkına karşı mı kullanıyormuş bu silahlar? Kendilerini ilgilendirmediğini çok açıkça ortaya koyuyor. En azından iş yerlerinin korunması amacıyla 80 lerde sendikaların tartıştığı sivil amaçlı üretime geçme çalışmaları ve önerileri ise  “düşünülebilinir ama bu gün için uygulanabilirliği yok” denilerek baştan savma bir cevapla ret edilir.

Sonuç yerine

‘Silah araç mıdır? Amaç mıdır?’ sorusunu yazmıştık yazımızın başında… İkisidir de… Hatta çoğu zaman iç içe geçer ve bunun içinde sorunun cevabı da aslında komplikedir… Bir yandan satarlar ve sattıkları silahlardan elde edilen karlarla kasalarını doldururlar diğer yandan da örneğin sattıkları işbirlikçi faşist diktatörlükler eliyle savaşlar başlatırlar… Ya da bizzat kendileri bir süre sonra kurtarıcı olarak müdahale ederler. Ayrıca savaşlar ve işgaller sadece pazar alanını genişletmek için değil, musluğun başında olabilmek içinde yürütülür. .

Silah satışlarından elbette ki silah tekelleri büyük karlar elde ederler ancak silahların vazgeçilmezliği bundan dolayı değildir. Silah üreten fabrikalar pekala tank yerine kepçe vs. örneklerinden de anlaşılacağı üzere sivil amaçlı üretimlerle de kar elde edebilirler ama bu kapitalist sistemin krizlerine çözüm olmaz. Krizlere geçicide olsa çözüm; savaşlardır ve savaşlar ise silah gerektirir.

Belki çok klasik olacak ama suretimizde her şeyin çok daha netleşebilmesi için yeniden ve yeniden değinmek gerekiyor. Bu sorunun kendisini ve çözümünü de anlayabilmek için sınıflı toplumları yada bugünümüzün sınıflı toplumu olan kapitalizmi ve yapısal özelliklerini yeniden ele almak gerekiyor. Kapitalizm ve onun en üst aşaması olan emperyalizm her zaman daha fazla kardır, sömürüdür, ya-yılmacılıktır, işgaldir, katliamdır, savaştır… Ve saydıklarımızın hepsi kapitalizmde yapısal bir olgudur.

Alman proletaryasının önder ve öğretmenlerinden Karl Liebknecht militarizmi “sistemik” bir olgu olarak tarif eder. Ve gene Liebknecht’e göre; militarist siyaset egemen sınıfların yürüttüğü keyfi ve rastlantısal bir tercih meselesi değildir, kapitalizmin bir fonksiyonudur. Militarizm “organik olarak kapitalist” bir niteliği haizdir. Militarist siyaset hâkim sınıflar açısından basit bir tercih, bir kapris değil, bir zorunluluktur.  Silahlanma ve militarizm kapitalizmin içsel bir dinamiğidir ve kapitalizmin bağrında silahlanma yarışına, savaşlara karşıt eğilimler de bulunmaktadır.

Birinci eğilim; işçi sınıfının emperyalizme karşı enternasyonalist mücadelesidir; yani tayin edici faktör sınıf savaşımıdır, siyasal ve toplumsal mücadelelerdir.

İkinci eğilim ise; Barış ve anti militarist hareketlerdir.  Bu hareketlerin barış, silahsızlanma çaba ve çağrıları bazı bölge ve ülkeler açısından rahatlatıcı olabilir, birçok insanın ölümüne engel de olabilir ama sorunu tamamen ortadan kaldırmaz. Yani savaşlara ve silahlara ihtiyacın ortadan kalkması kapitalizmi ortadan kaldırmakla olacak. Bunuda yapabilecek olan enternasyonal proletaryadır. Gü-nümüzde bu perspektiften uzak olan sosyal şöven sendikalar öncülüğündeki işçi sınıfının maalesef böyle bir hedefi ve mücadelesi bulunmamaktadır.

Görev silahı kendi burjuvazisine çevirecek, enternasyonal proletarya hareketini inşa etmektir. Buda biz devrimci sosyalistlerin omuzlarındaki tarihsel sorumluluktur. Almanya’da bir slogan vardır ”savaşa karşı savaş, her yerde…” diye başlar. İşin özü tam da burada yatıyor işte.

Silahlara ve savaşlara karşı yürüttüğümüz mücadele o silahlara ve savaşlara ihtiyaç duyan sistemi hedef almak zorunda.

Enternasyonal Dayanışma dergisi 8. sayı – Mayıs 2017 – Gul`e  Fate

İlgini çekebilecek diğer içerikler