Duygularımız ve ona bağlı hareket ve tavırlarımız kişiliğimizi toplumsal olaylara bakışımızı yansıtır.
Nasıl?
Utanma, suçlu hissetme, gurur ve sevinç duyma, övünme ve kibirlenme gibi duygular karmaşık olsa bile “insanın” bilinçli duyguları olarak bilinir. Bunlar hal ve hareketlerimizdir. Hırslarımız, önleyemediğimiz doyumsuzluğumuz, sahip olma bencilliğimiz, ikiyüzlülük ve yaptıklarımızı unutmak gibi duygularımız yanın da içten samimi, sevgi dolu, paylaşımcı, yardımsever, düşeni kaldıran, kendi çocuğu gibi diğer çocuklara sevgiyle yaklaşan, sabırlı ve metanetli oluşumuzda bir gerçektir. Bize yapılanı unutmayız ama birçoklarımız kendi yaptıklarını ve kendisine yapılanı unutur ya da başa kakanımız vardır.
Hani toplantılarda, seçim meydanlarında, dost sohbetlerinde konuşur duyduklarımızı hatta deneyimlerimizi anlatır ve bunlardan dersler çıkarılmasını öneririz. Oysa oradan ayrıldığımızda her şeyi unutuveririz. Unutmak dedik ama bu boş vermişlik, vurdumduymazlıktır dahası görüntü verir ama icraat yapmayızdır. Sorun yine bencillik yani benim ne çıkarım var düşüncesidir.
Toplumların yaşam koşulları, üretimdeki iş ve paylaşım, tarım ve hayvancılık, yerleşik ve göçerlik konumları nedeniyle farklılık oluşturmakta. Yerleşik konumdaki topluluklarda iş bölümü yani uzmanlaşma arttığından iletişim, yaptıklarını anlatma ve belgelendirme önem kazanmış. Yerleşik toplumlarda iş bölümünün artmasıyla üretilenlerin takası yeterli olmadığı görülerek ortak değişim değeri para yaşama kazandırıldı. Göçebe ve hayvancılık yapan topluluklar ihtiyaçtan fazla ürettiklerini değişime sokma ve satmak için buralara gelip onların belirlediği kurallar çerçevesinde hareket etmek zorunda kalır.
Üretimde iş bölümü ve üretim aletlerinin gelişimiyle toplumsal roller, alışkanlıklar, sosyal ve kültürel ilişkiler yani manevi değerler gelişip yaşamda etkileyici olmaya başlar. Geçiş toplumlarında ise toplumsal kontrol zayıf ve gelişmediğinden tahammülsüzlük ve buna bağlı çeşitli sosyal olaylar sık yaşanır. Birlikte iş yapmaktan çekinilir, çünkü güven olayı daha gelişmemiştir.
Günümüzde kim olursa olsun geçmişinde yaptığı bazı olaylar nedeniyle hatırladığında yüzü kızarır, omuzları çöker, içine kapanır. Hatta çocuklar annelerinin yaptığı bayramlık yiyecekleri aşırıp sessizce köşelerinde oturur ve ilgisizmiş gibi davrandıklarında bir şeylerin olduğunu anneleri fark eder.
Çocukların bu durumuna hoş bakarız ama yetişkin birinin hele seçilmiş ya da atanmış birinin, en kutsal gördüğü ve sevdiğinin başı üzerine yeminler ederek konuşması ve söz vermesi unutulacak bir durum değildir. Hele ki bir politikacı ya da atanmış kim varsa geldiğinde cebi delik, ayakkabısı yamalı ve yüzüğünden başka bir şeyi olmayan, oturduğu ev bile arka sokakta olup, aynı kurumda çalışmış bile olsak aradan çok zaman geçmeden nasıl bu kadar variyete sahip olduğunu açıklayamamakta.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok, yanımızdaki insanlara bakalım, daha dün okul kantini işleten, karpuz sergisi olan, inşaatlarda yıkıcılık ve duvar ustalığı yapan bugün günümüzde saygın iş adamı ünlü Müteahhit olarak görmekteyiz. Hatta öyleleri var ki mangalda kül bırakmayan etrafı toza dumana bulayan şimdilerde durulmuş anılarını yazarken görmekteyiz. Bunlar anılarını kaleme alırken aynı dönemi yaşayan ve aynı koşullarda bulunanların gözlerinin içine bakarak çarpıtarak yazmakta. Gazete ve yayınevi sahipliği yapanlar, dostlarım diyerek eli kalem tutan birçok kişinin yazılarını, çevirilerini ve kitaplarını basarken telif hakkını vermemekte.
‘Utanmak’ uygarlığın toplumsal yaşamın önemli bir köşe taşıdır. Başkasının hakkını almak, emeğine el koymak, komşunun bahçesinden izinsiz meyve, kümesinden yumurta almak utanılacak durumdur. Hatta toplu taşımada yanlışlıkla birinin ayağına bastığımızda özür dileyenimiz mutlak vardır.
Utanmak, utanacak yüzü olmak bu vicdanımızın ve pişmanlığımızın belirtisidir.
Seçilen ve atanan yöneticilerin maaşları biz yurttaşların vergileriyle ödenirken neden dün dediklerini bugün unutmakta?
Yurttaşlarının can ve mal güvenliği ile huzurunun sağlanması teminatını verenler bugünü nasıl görmekte?
İktidarının bekası için kargaşa çıkarıp sonra huzur getirdiğini belirten ve ülkemizi bir huzur adası olduğunu beyan etmek nasıl bir duygu?
Hâsılı kelam, hem yöneticilerimiz hem de yönetilenler “hiç bir şey olmamış gibi durması” nasıl bir şeydir?
Sizce bu gibi durumda, toplum, bireyler ve özellikle yöneticilerimizin yapması gereken hangisidir, onur duymak mı, gülünç olmak mı ya da mahcup olup yüzü kızarıp utanmak mı?
ALİ İBRAHİM ÖNSOY- Mayıs 2021 / İstanbul
emek.org.tr