“25 KASIM, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü” dolayısıyla okurumuz S.D. “Kadına Dair Güncel Yasal Düzenlemeler” başlıklı yazısında, son dönemde aile ve kadın ile ilgili düzenlenen yasaları yorumladı, yayınlıyoruz.
Kadına Dair Güncel Yasal Düzenlemeler
“Bugün kadınlar için şiddetin her türlüsüyle mücadele etmek, kadınların bedeni, emeği, kıyafeti, doğurganlığı üzerindeki her türlü baskıyı reddetmek en öncelikli gündem konularındandır. Bütün inançlara ya da inançsızlığa kör olan ancak hepsinin özgürce yaşanmasına olanak sağlayan özgürükçü bir sistem gereklidir. Devlet, ahlak, aile, gericilik, ilericilik, laiklik konuları bir kez daha gözden geçirilmeyi ve tartışılmayı hak etmektedir. Tarih bu tartışmaların ürünüdür ve bugünün kadınlarının tarihin yeniden yazımına fazlasıyla katkı sunacağı açıktır”
Erkeklerin 2017 yılının ilk on ayında 240 kadını öldürdüğü, en az 286 kız çocuğunun cinsel istismara maruz kaldığı, bu yılki Almanak’ta yer aldı. Bu yıl da 25 Kasım’a artan kadın cinayetleri ile girdik.
Yine toplum mühendisliği çalışmalarının başat konusu kadın ve kadın bedeni oldu. Yine kadınların bedeni üzerinden fazlaca laf edildi, çok çocuk doğurmaları istendi, nasıl giyineceklerine karışıldı, itaatleri ve aynı itaatkar nesilleri yetiştirmeleri beklendi. Yine kadın değil aile öne çıkarıldı, yine şiddeti önlemeye yönelik hiç bir yasal girişimde bulunulmadı.
Şiddet, insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine, yaralanmasına ve sakat kalmasına neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümüdür. Kadına yönelik şiddet, ister kamusal ister özel yaşamda meydana gelsin ki özel olan aslında kamusaldır, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan, cinsiyete dayanan bir eylem, bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama, keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma olarak tanımlanabilir. Şiddet, kadınlara yönelik bir iktidar aracı olarak kullanılırken, ekonomik kriz, mutsuzluk, başarısızlık gibi kılıflar altında saklanmaya çalışılır. Kadınların bedenlerine, onurlarına ve özgürlüklerine indirilen darbeler, görünmez kılınarak mevcut düzenin devamı hedeflenir. Şiddet, dayak, tecavüz, öldürülme ya da intihara zorlama, kendi seçimlerini yaptıkları için zulme uğrama, zorla evlendirilme, eğitim hakkının kısıtlanması, hayatın her alanında ayrımcılığa uğrama, adalete etkin erişim olanaklarının olmaması… Biçiminde yaşatılır. Bu yaşatılana en çok aile içinde maruz kalınır.
Aile içi şiddet, modern şiddet toplumu olan kapitalizmin en çarpıcı ve sıklıkla rastlanan görüntülerinden biridir. Aile, şiddetin en örtülü uygulama alanıdır. Aile dışında gerçekleşen şiddet için toplum sorumlu tutulurken, aile içinde oluşan şiddet gizli kalmakta, özel hayat olarak kabul edilmekte, çoğu kez de olağan karşılanmaktadır. Evlerin dört duvarı arasında yaşanan özel hayat olarak kabul edilir, önleyici yasal yaptırımlar her zaman yetersizdir.
Yaşatılan bu iken, son günlerde gündeme gelen birkaç yasa ile bu alan iyice özele itilmekte, kadın aileye indirgenmekte, muhafazakar uygulamalar toplumun geneline yedirilmeye çalışılmaktadır. AKP iktidarı kendi muhafazakar anlayışını tesis etmek için pek çok müdahalede bulunmuş; özellikle kadınların ve çocukların hayatına ciddi zararlar vermiştir.
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın adı değiştirilerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapılmış, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Bakanlık altında etkisiz ve yetkisiz bir birim haline getirilmiş, kadın erkek eşitliği fikri bilerek tahrip edilmiş, kadınların yaşadıkları sorunlara dini yanıtlar aranmış, Diyanet ile yapılan protokoller aracılığıyla “aile eğitimi” ve “aile danışmanlığı” adı altında kadına yönelik şiddeti görmezden gelen eğitimler verilmiş, kürtaj yasağı geri getirilmeye çalışılmış, kadın cinayetleri ve çocuk istismarı artmıştır. Son olarak kamuoyunda müftülük yasası olarak bilinen Nüfus Hizmetleri Kanunu ile müftülere evlilik alanında resmi yetki verilmiştir.
Müftüler, kadın erkek eşitliğini temel almayan, kadınların boşanmaması gerektiğini savunan ve dolayısıyla şiddete mahkûm eden bir kurumun temsilcileridir.
Kadınlar, bu uygulamalar ile isteseler de istemeseler de AKP’nin tanımladığı bir dini çerçevede hayatlarını devam ettirmek zorunda bırakılmaktadır. Bu bir devlet dini yaratma ve toplumsal alana iyice yedirilme sürecidir.
Bir başka konu doğum sonrasında sözlü beyanla nüfus bildirimidir. Sözlü beyan çocuk istismarını gizlemek için çok yaygın biçimde başvurulan bir yoldur. Halihazırda doğum yapan bir kadın, doğumu hiçbir sağlık personelinin takibinde gerçekleştirmediyse Nüfus Müdürlüklerine sözlü bildirimde bulunarak doğan çocuğu kaydettirebilmektedir. Sözlü beyan ile çocuk yaşta evlendirilmeler tespit edilemeyecek, istismarın önü açılacaktır. Çocuk yaşta evlendirme bir cinsel istismar biçimidir ve örtbas edilmesi için yasalarda ve uygulamada herhangi bir açık bulunmamalıdır. Muhalefetin ısrarı sonucunda mülki amirin talimatı ile her sözlü doğum bildiriminde aile hekiminin araştırma yapması zorunlu hale getirilmiştir.
Diğer bir konu boşanma sürecinde arabuluculuk düzenlemesidir. Kamuoyunda Boşanma Komisyonu olarak adlandırılan “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi için Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu” raporunun yayınlanması sonrasında gündeme gelen bu arabuluculuk/ uzlaştırma konusu raporun diğer maddeleri gibi kadın örgütleri tarafından çok ciddi eleştiriye uğramıştır.
Komisyon, adından da anlaşıldığı üzere kadın değil aile üzerinde durmakta, ülkemizde evlenme hızı boşanma hızından oldukça fazla iken bu konuyu ciddi bir “sorun” olarak algılatmaya çalışmaktadır. Komisyon raporunda 15 yaş altı evlilikler neredeyse yasal kılıfa sokulmakta, hadım uygulaması önerilmekte, erkeklerin mağdur! edildikleri iddiasıyla kadınlara koruma kararı için delil aranmasını istemekte, aile duruşmalarının özel alan olduğu öngörüsüyle gizli yapılması gerektiği savunulmaktadır. Aynı raporda, nafaka hakkı evlilik süresine bağlanmakta, kadınların mesai saatleri içinde karakollara başvurusu zorlaştırılmakta, danışmanlık hizmetleri için ilahiyat fakültesi mezunlarına da yetki verilmektedir. Boşanmaların araştırılması ve ailenin güçlendirilmesinden anladıkları, kadınların haklarını iyice budamak, onları aileye/ eve tıkmak, her türlü şiddete rağmen evliliğin devamını sağlamaktır.
Komisyonun kurulmasına öncülük eden karar önergeleri ve gerekçeler incelendiğinde mecliste grubu bulunan partilerin kadına ve aileye bakışı çok net görülmektedir. Önerge dilekçelerinde boşanma olaylarının sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi, toplumun geneli üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin azaltılması için gereken tedbirlerin belirlenmesi, sosyo-kültürel alanda yaşanan yozlaşmanın aile üzerindeki etkileri, pek çok ailenin yıkımına yol açan ve gelecek nesillerimiz olan çocuklarımızın mağduriyetine neden olan boşanma hadiselerinin ve sebeplerinin araştırılarak gerekli önemlerin alınması…gibi başlıklar dikkati çekmektedir. Milliyetçi kanat şu ifadeler ile; “yapılan istatistik çalışmalarında boşanmaların hızla arttığı, kurulan aile birliklerinin yaşadığı sorunlar karşısında gücünü kaybederek dağıldığı görülmektedir. Güçlü bir devlet gücünü milletinden alır. Bir milletin güçlü olması, o milletin çekirdek yapısı olan ailelerin ve bu aileler tarafından yetiştirilecek fertlerin güçlü olmasına bağlıdır. Bu nedenle ailelerin yaşadığı sorunların tespit edilmesi, aile birliğinin korunmasına yönelik araştırma ve çözüme yönelik çalışmalar yapmak üzere; ailenin korunması, huzur ve refahı için; ailelerin dağılmasına, tarafların ve çocukların mağdur olmasına neden olan boşanma olaylarının ve sebeplerinin araştırılması” nı istemektedir.
Bu metinlerde aile, toplumun en küçük birimi, temel taşı, dünyanın en güçlü ve en sıcak birlikteliği, milli ve manevi değerlerin geliştirilip korunmasında, milli bütünlüğün ve dayanışmanın pekiştirilmesinde özel öneme sahip olan, en eski ve evrensel kurum olarak tarif edilmektedir. Aileye bir kutsiyet, yüceltme, güzelleme yapılmakta; sağ-muhafazakar yaklaşımın bir ideolojik aygıt olarak aileyi nasıl algıladığı açıkça görülmektedir.
Başka bir metinde ise aileden söz edilirken, “karşılıklı görev ve sorumluluklara dayanan, tarihsel olarak ekonomik ve ideolojik koşullarla değişe-gelmiş bir yapıdır. Ne var ki, aile tarih ötesi, ekonomik ve politik şartlardan bağımsız, mutlak ve ideal bir yapı gibi tariflenmekte; bu ideal yapının “korunması” gereği özellikle yeni-muhafazakar siyasetçilerce sıkça gündeme getirilmektedir. Bu siyaset anlayışı, aile içindeki iktidar ilişkilerini ve kadın-erkek eşitsizliğini gizleyerek ev içi şiddet, işsizlik, boşanma, yoksulluk gibi konuları ailenin çözülmesiyle açıklamakta, ailenin ne şartta olursa olsun korunmasını öncelemektedir.” denmektedir.
Aynı grubun önerge metinlerinde ise “Türkiye’de boşanan kadınların maruz kaldığı ve ölümle sonuçlanan şiddet olaylarının araştırılması giderek artan kadına yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin önlenmesi, özellikle taciz ve kötü muamele içeren evlilikler içerisindeki kadınların yaşadıkları sorunların araştırılarak evlilik bağını sonlandırmak isteyen kadınlara yönelik sosyal destek politikalarının belirlenmesi, ev içi şiddetin boyutlarının tespit edilmesi, ailenin demokratik bir yapıya büründürülmesi için gereken önlemlerin tespit edilmesi, kadınların aile içerisinde güçlendirilmesi için mekanizmaların kadın örgütleriyle birlikte araştırılması” istenmektedir.
Bu metinlerde “Türkiye’de kadına yönelik şiddet her boyutuyla giderek daha da artmakta, ülkenin en can alıcı sorunlarından biri olmaya devam etmektedir. Eril zihniyetin sistematik bir politikası olan kadına yönelik şiddet, toplumsal bir şiddet olarak ortaya çıkmaktadır.” denilmektedir.
Sonuçta farklı siyasi anlayışların kadını, aileyi ve şiddeti tanımlaması da öncelikli beklentileri de farklı olmaktadır. Kuşkusuz dünyayı yorumlamak ve değiştirmek isterken özellikle devlet tanımında ailenin oturtulduğu yer ve kadının adlandırılması da farklı olmaktadır.
Bu tür yaklaşımlar LGBTi’ler için de kuşkusuz aynıdır. Son bir hafta içinde ODTÜ, Bilkent ve İstanbul’da LGBTi temalı etkinlikler “genel ahlak” gerekçesiyle engellenmiş hatta Taksim’de yapılan 25 Kasım Kadın yürüyüşü LGBTi etkinliği “zannedilerek” durdurulmak istenmiştir. Aynı ahlak mevzusu evlilik yoluyla Türk vatandaşlığına kabul konusunda da karşımıza getirilmiş, muhalefet nedeniyle geri çekilmiştir.
Bugün kadınlar için şiddetin her türlüsüyle mücadele etmek, kadınların bedeni, emeği, kıyafeti, doğurganlığı üzerindeki her türlü baskıyı reddetmek en öncelikli gündem konularındandır. Bütün inançlara ya da inançsızlığa kör olan ancak hepsinin özgürce yaşanmasına olanak sağlayan özgürükçü bir sistem gereklidir. Devlet, ahlak, aile, gericilik, ilericilik, laiklik konuları bir kez daha gözden geçirilmeyi ve tartışılmayı hak etmektedir. Tarih bu tartışmaların ürünüdür ve bugünün kadınlarının tarihin yeniden yazımına fazlasıyla katkı sunacağı açıktır.
(S.D. “Kadına Dair Güncel Yasal Düzenlemeler”)
emek.org.tr