Kamu Özel Ortaklığı – 1

‘Kamu Özel Ortaklığı’, kamu ile özel sektör arasında yapılan uzun dönemli sözleşmeler altında, özel sektör finansmanı kullanılarak, özel sektör tarafından inşa edilecek olan ya da kamudan devralınan mevcut tesisler işletilerek, kamu hizmetlerini özel sektöre gördürme olarak tarif edilebilir. ‘Kamu özel ortaklığı’ projeleri, 1990’lardan itibaren İngiltere, İrlanda, Kanada, İtalya, İspanya, Portekiz, G.Afrika ve Hollanda’da gündeme gelmiş, […]

‘Kamu Özel Ortaklığı’, kamu ile özel sektör arasında yapılan uzun dönemli sözleşmeler altında, özel sektör finansmanı kullanılarak, özel sektör tarafından inşa edilecek olan ya da kamudan devralınan mevcut tesisler işletilerek, kamu hizmetlerini özel sektöre gördürme olarak tarif edilebilir.

‘Kamu özel ortaklığı’ projeleri, 1990’lardan itibaren İngiltere, İrlanda, Kanada, İtalya, İspanya, Portekiz, G.Afrika ve Hollanda’da gündeme gelmiş, ilk özel yasa 1997 tarihinde İngiltere’de çıkarılmıştır.

Bu sistem, muhafazakar Thatcher’in İngiltere’ye “kazandırdığı” özelleştirme sürecinin en önemli köşe taşlarından biridir. Bu süreçte krizlerin yeni bakış açıları ve fırsatlar yaratacağı, devletin rolü, felsefesi ve sorumluluklarının değişeceği, özelleştirmenin hız kazanacağı, yeni proje teslim süreçlerine ve yeni proje finansman modellerine ihtiyaç duyulacağı gibi öngörüler etkili olmuştur. İngiltere’de uygulama, kamu hizmetlerinin, uzun dönemli sözleşmeler ile -finansmanın özel sektör tarafından sağlanması koşuluyla- özel sektöre gördürülmesi ve kamunun aldığı hizmet bedelini yıllık taksitlerle ödemesi biçiminde olmuş; hastane, sağlık birimi, okul, ulaştırma, polis-itfaiye binası gibi bazı işlerde ortaklık yapılmıştır.

‘Kamu özel ortaklığı’, projelerin tümüyle özel sektör tarafından finanse edilemediği durumlarda, ticari finansal analiz ile toplumsal fayda-maliyet analizi arasında kalan farkın kamu sektörü tarafından kapatıldığı bir finansal model, bir iş ortaklığı düzenlemesi olarak tanımlanmaktadır. Büyük ölçekli yatırım gereksinimi, yaşlanan kamu tesisleri, çevreye uyum gereksinimi, daha yüksek AB standartları vb. nedenlerle, özel sektör sermayesinin harekete geçirilerek kamu harcamalarının azaltılması hedeflenmekte; düzenlemeden söz edilirken risk paylaşımı ve yönetim şeffaflığı olacağı söylenmektedir.

Amaçlanan; gelişmiş ülkelerde işletmeciliğin özel sektöre devri, gelişmekte olan ülkelerde ise kaynak yaratma yolu ile kamunun küçültülmesidir. Proje risklerinin bu riskleri taşıyabilen taraflarca üstlenilmesi, özel sektöre yaratıcı olarak en düşük maliyetli yolu belirleme serbestliği tanınması, her alanda rekabet ve katma değer yaratılması, kullanıcının yüksek kaliteyi mümkün olan en düşük maliyetle satın almasının sağlanması ve projenin toplam başarısı için motivasyon ve teşvik sağlanması da diğer amaçlar arasındadır.

Özel Sektör, özel sermayeye ulaşma, işletme etkinliği, verimlilik, yaratıcı çözüm, katma değer, maliyetin kontrolü, yeni teknoloji kullanımı, çeşitlendirilmiş risk paylaşımı, rekabet ve pazar güçlerini getirirken; kısmi ortak olan devlet, ortaklık hakkından yararlanma, yönetime katılım, doğal garantörlük ve politik riski üstlenme rollerini almaktadır.

Birleşmiş Milletlerin Uluslararası Ticari Hukuk Komisyonu, Avrupa Ekonomik Komisyonu, Sinai Kalkınma Örgütü ve Dünya Bankası’nın bu alanda yıllar öncesinden çalışmalar yürüttüğü bilinmektedir. Ülkemizde de 2003 yılı sonlarına doğru Hazine Müsteşarlığı çalışmalara başlamış; bu işleri yürütecek özel birim kurulması, gerekli kanunların çıkarılması, pilot projelerin hazırlanması gibi hedefler belirlemiştir. Hazine Müsteşarlığı “Hizmetlerin kamu kesiminden özel sektöre aktarılmasına odaklanan özelleştirme politikalarını” bile yetersiz bulmuş, yap-işlet-devret dönemini kapatmış, neoliberal politikalara uyum sağlama sürecinde özel sektöre kaynak aktarımının yeni biçimi olan ‘Kamu Özel Ortaklığı’ projelerine yönelmiştir.

Bu projeler dünyada sağlık tesisleri yanında yol yapım ve bakımı, kara, deniz ve demiryolu işletmeleri, havalimanları, katı atık tesis ve işletmeleri, okullar, hapishaneler, konaklama ve enerji tesisleri gibi birçok alanda uygulanmaktadır. Büyük yatırım miktarlı projeler, özel sektörün bu hizmeti sunacak yeterlilikte olduğu, hizmetin niteliği gereği hizmet çıktılarının nitelik ve performans ölçütlerinin açıkça belirlenebildiği, uzun dönemde kullanmaya elverişli, teknolojik gelişmelerle hızla değişebilen nitelikte olmayan hizmet sektörleri bu projeler açısından daha elverişli görülmektedir.

Projelerin Gerçek Yüzü

Finans cephesinden gelen bu projeleri olumlamaya yönelik olan ifadeler; şeffaflık, risk paylaşımı, etkinlik, verimlilik, tecrübe, iş birliği, ortaklık…

Oysa Edinburgh Üniversitesi Uluslararası Kamu Sağlık Politika Merkezi’nden David Price projelerde adı geçen ortaklık kelimesinin tamamen “retorik bir araç” olarak kullanıldığını ve Kamu Özel Ortaklığının hükümet borçlanmasıyla kamu yatırımı için para kotarmanın en iyi yolu olduğunu söylemektedir. Bu yatırımlar açıkça kamunun borcu olmakla birlikte çoğu zaman kamu borcu olarak kabul edilmediğinden miktar kamu bilançosunda yer almamaktadır. Bu, aslında altyapı projelerinin yürütülmesi ve kamu borçlar dengesinin bozulmaması için siyasi bir teşvik olarak uygulanmaktadır. Bu durum ilk başlarda sorun gibi görülmese de eğer işler yolunda gitmezse sorun olabilmekte; bilançoda yer almayan kalemler bir firmanın iflası halinde bilançoda yer almakta ve bu kamu borçlarına çok büyük bir ek yük getirmektedir. İngiltere’de firma iflas ettiğinde Londra metrosu projesindeki 400 milyon sterlin bir gecede hükümet borcu haline gelmiştir.

Yine projelerde yabancı yatırımcıların varlığı ve politika değişikliğini engelleyen, kriz halinde yasa değişikliklerine izin vermeyen uluslararası anlaşmalar, hükümetlerin ellerini bağlamaktadır.

1999’da ekonomisi çöken Arjantin aleyhinde su ve elektrik faturalarının maliyetlerini düşürdükleri gerekçesiyle defalarca dava açılmıştır. Kriz döneminde vatandaşlar faturalarını ödeyemediğinden şirketler en az iki davada milyonlarca dolarlık tazminat kazanmışlardır.

Bunun yanında Kamu özel ortaklıkları ticari varlıklar olarak değerlendirilmektedir. Teminat altına alınmış borçlar satın alınabilir ve satılabilir olduğundan, bu kontratlar da satılabilir, personel değişimleri olabilir, hizmet sağlayıcılar el değiştirebilir..Bütün bunlar da riskin paylaşılmadığını aslında devlete yıkıldığını göstermektedir.

Dünya Bankası bu projeleri özellikle ücretlendirmeye tabi otoyol veya köprü yapımında tavsiye etmektedir. Ne var ki bu projeler maliyet açısında elverişli değilse aşırı yüksek ücretlendirmeler söz konusu olabilmektedir. Siyasi risk gibi bir sorun varsa ve ücretlendirmeler yüksekse tüketici tarafından kullanımından vazgeçilmektedir. Örneğin Polonya’da bir otoyolda veya İskoçya’daki bir köprüde benzeri bir durum yaşanmıştır. Zamanla köprü dünyanın mil başına en fazla ücret istendiği tek köprü haline geldiğinde hükümet köprüyü şirketten geri satın almak zorunda kalmıştır. Bunun yanında ekonomi yavaşladığında otoyollardaki veya köprülerdeki kullanıcı sayısı ve beraberinde kazanç düzeyi beklenenin altında olmaktadır. Bu durumda hükümetin ya şirketin ödeyeceği miktarı artırması veya ilave fonlarla bunu karşılaması gerekmektedir.

Sonuçta özel sektör yatırımcısı risk almadığı gibi, proje riskleri devlete yüklenmektedir. Nitekim ülkemizde Osmangazi Köprüsünde yaşanan durum da benzerdir. Devlet tarafından verilen sözlerin çok çok altında geçişler olduğundan zarar devlet tarafından karşılanacaktır.

Uluslararası deneyimler Kamu Özel Ortaklığı modelinin daha etkili ve daha verimli olduğuna ilişkin bir veri vermezken ve zaten bulgular paylaşılmaz ve hatta saklanırken; buradan iyi bir şeyler çıkacağını ummak imkansızdır.

‘Kamu Özel Ortaklığı’ ile sağlık sektöründe de Şehir Hastaneleri süreci başlatılmıştır.

Özel sektör finansman kaynaklarının kamu yatırımlarında kullanılması, özel sektörün hızlı karar alma ve bu kararları uygulamaya koyma becerisi ile yaratıcılığının proje sürecine entegrasyonu, riskin paylaşılması, her kesimin en iyi bildiği ve uzman olduğu ana işini yapabileceği bir altyapının oluşturulması, sağlık tesisi faaliyete geçirilinceye kadar kamu adına herhangi bir maliyet üstlenilmemesi, ödenek yetersizliği nedeni ile kamuda ortalama 8-10 yılı bulan bina yapım sürelerinin kısaltılması, kısıtlı kamu kaynakları üzerindeki yatırım yükünün kira bedeli ödeme düzeyinde uzun yıllara yayılması, tıbbi hizmetler dışındaki hizmet ve alanların işletilmesinin özel sektöre yaptırılması gibi bazı avantajların olduğu dile getirilmektedir.

Hem sağlık hizmeti kullanıcıları hem de hizmet sunanlar açısından ciddi sorunlar yaratacak bu konunun ayrıntılarını da sonraki yazımızda paylaşacağız

emek.org.tr

İlgini çekebilecek diğer içerikler