Ali İbrahim ÖNSOY /
Maddenin hem kendisi hem de çevresel etkileri nedeniyle fiziksel ve kimyasal çözülmeleri hem doğamızda hem de yaşamın diğer alanlarında görülmekte.
Yazımızda insanın var olması nedeniyle toplumsal yapıdan bahsedeceğiz. Bu nedenle toplum durağan bir yapı olmayıp sürekli değişim içindedir. İçinde yaşamını idame ettiği doğa, ekonomik yapı, yaşamsal aletlerin ihtiyaçlar temelinde gelişmesi, bilim ve teknolojideki değişiklik ile nüfusun artması bu değişimi zorlayan etkenlerdir. Toplumda tek tek bireylerin belli değerler çerçevesinde bir araya geldiği ve birlikte hareket ettiği yapıdan söz edeceğiz.
İnsan evladının birlikte yaşama ve hareket etme, uzun, yorucu ve zahmetli (meşakkatli) günlerin ardından ortak değerlerin birleştiği paylaşımların arttığı toplumsal yapının varlığı yadsınamaz.
Dün insanın birey olarak hiçbir şey ifade etmediğini ama ortak hedefler, değerler ve çıkarlar çerçevesinde bir arada olup “toplumsal” varlık haline gelmesiyle önem kazandı.
Bu nedenle insan topluluğuna “toplum”, hayvan topluluğuna ise “sürü” denilmesinin manidar olmadığı bir gerçek.
Yaşam koşulları, ihtiyaçlar ve doğanın değişim süreci üretim aletlerini ve üretim ilişkilerini değiştirdi.
Toplumsal yapı, egemenlik erkini, yönetici hâkim güçleri onlara biat edenleri ve asıl önemlisi onlar için çalışan savaşan ve ölen toplumsal sınıfı yarattı.
Toplum yöneten ile yönetilen olarak ayrılırken, toplumun önemli bir çoğunluğunu meydana getirenler ise aslında yönetilmekte oldukları halde ağızlarına bir parmak bal çalınarak yöneten hâkim güçlerin çarklarının dönmesine hizmet etmeye başladı.
Toplum yöneten ile yönetilen, ezen ile ezilen olarak ayrıldı, çözülmenin gerçek manası işte burada başladı.
Toplulukları bir arada tutmak için maddi ve manevi değerler gündeme getirildi.
Özellikle kendisi de ezilen olmakla birlikte egemen ve ezen yönetenleri savunan geniş bir kesim ara yol bulmak için her türlü akla gelmeyen madrabazlık ve şaklabanlık yaptı.
Yine bu kesim içinden gelecek beklentisi olanlar “korku ve tapınma” yaratarak toplumun manevi değerlerini istismar etti. Secde ve biat kültürü adıyla kulluk yaratıldı. Hatta birileri “sürünün başına kendini çoban yaptı”.
Dün olduğu gibi bugün de toplumsal yaşam terazinin kefesi gibi ikiye ayrılmış durumda.
Toplumsal bütünleşme yöneticiler tarafından sağlanamadığı gibi daha da netleşerek ayrışmakta. İktidar ve onun tüm organları yasama, yürütme, yargı dahası silahlı güçleri yönetenin ezenin elinde hizmetinde. Çoğunluğa vergisini verdirmek, askere gitmek, çalışmak ve hâkim güçlerin iktidarı çerçevesinde oy kullandırılarak demokrasi oyunu oynatılmakta.
İktidarı elinde bulunduran egemen güçler yapay birliktelikler kurdurup ve sözde sosyal haklar vererek toplumsal barışı bütünleşmeyi sağlamaya çalışmakta.
Gözünü hırs bürümüş ve herhangi bir durumda “benim ne çıkarım var” diyen zihniyet, daha fazla kar daha fazla mal ve daha fazla zenginlik istemekte. Toplumun çıkarları ve doğanın dengesi onun için hiçbir şey ifade etmez. Toprağın üstü olduğu kadar altı da deşildi; ormanlar, nehir ve dereler zenginlikleri için bulunmaz değerdi; hele bunların yanına zenginliklerine zenginlik katan emek (insan), nitelikli ve ucuz olması onun istekleri arasında.
Onlar için “emek, ekmek ve özgürlük” dahası “insan” hiçbir şey ifade etmiyor. İnsan evladının toplumsal değerleri temelinde hakları, özgürlükleri ve sınıfsal çıkarı için bir araya gelmesi “bütünleşmesi” onların uykularını kaçırmakta. Günümüzde iktidarlarını devam ettirmek için meşrutiyet, cumhuriyet ve demokrasi adıyla seçme ve seçilme hakkı vererek son kozlarını oynamakta.
Egemen ezen güçler toplumu ne kadar çok ayrıştırırsa ve ne kadar çok farklılaştırması onları ne kadar iyi yönettiğinin farkına vardı. Aynıların birleşimini engellediği gibi bir araya gelebilecek olanları da fiziksel baskı ve yasaklarla engelledi.
Örneğin ülkemizde 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbesine kadar toplumun emek eksenli duyarlı aydın ve sınıf mücadelesini temel alan güçleri bütünleşme çabası içindeydi. Darbe olacağı 1 Mayıs 1977 Taksim de “emek ve mücadele günü” anmasında ve ardı sıra 1978 de Maraş da yaptıkları katliam bunun habercisiydi. 12 Eylül 1980 Darbesi ülkenin ve bölgenin jandarması olarak baş jandarmanın adına ülkenin hem günü hem de geleceğini baskı altına aldı. İktidarı ele alan güçler baskı, yasak, sürgün, gözaltı, tutuklama ve işkenceyi meşru hale getirdi, ihbarcılığı meşrulaştırdı.
Askeri Faşist Darbeyi yapanlar toplumun önemli kesiminin bütünleşmesini engellerken hemen her yerde böl parçala yönet mantığını uygulamaya başladı. Daha düne kadar toplumu bir arada tutmaya çalışan zihniyet o günden sonra ayrıştırmayı bölgelere hatta köylere kadar vardırdı. İşe alımlarda ve tüm kitle kuruluşlarında ayrımcılık, bölgecilik ile inanç temelinde mezhep ve tarikatçılık hızla yayıldı; çözülme sermayenin çıkarına olurken emeğin aleyhine giderek derinleşti.
Toplumsal çözülme bütünleşmeyle doğrudan bağlantılı. Toplumu bir arada tutan değerler zayıfladıkça, toplumsal zenginlikler birilerinin çıkarlarına hizmet edip paralar ayakkabı kutularında saklandı. Toplumu meydana getiren bireyler biat etmez, kulluk yapmaz, kader demez ve “güzel insan” değerine sahip olduğunda ekonomik, politik ve sosyal hayat içinde egemen güçlerin çözülmesi kaçınılmazdır.
Ekonomik istikrarsızlığın, rüşvet, yolsuzluk gibi ahlaki sorunlara yol açması işsizliğin çözülememesi “muhteremlerin” demokrasi ve hukuk anlayışının bittiğinin yani toplumsal çözülmenin resmidir.
Demokrasi onların son kozu olduğunu bildiği için her türlü suni (geçici) bütünleşmelere kapılarını açmakta. Bu durum geniş anlamda toplumun bütünleşmesi temelinde değişmesi için dar anlamda iktidarı elinde bulunduran güçlerin çözülme sürecini hızlandırmakta.
Bir de toplumsal yaşamda zor, şiddet ve baskı gördüğünde herkese direnmeleri ve bu uğurda ölmeleri gerektiği belirtilir; direnmeyip çözülenlere iyi gözle bakılmadığı da bir gerçek. “Ama” birileri yani kendileri çözülüp sayfalar ve kasetler dolusu ifade verip çözülürken, iktidarın ve idarenin her türlü yaptırımına boyun eğen kişiler şimdilerde utanmadan kendilerini “bir bilen” ya da “ermiş” olduğunu belirtmekte. Oysa geçen zaman içinde toplumsal yaşamda öngörü sahibi olamayan bu politik kurumlar ve onların yöneticilerinin basiretsizliği, samimiyetsizliği ve kararsızlığı daha net görülmekte.
Günümüzde egemen ezen güçlerin demokrasi söylemleri çözülmenin hızlandığının önemli noktaları olurken, kendilerine sözde “politik” misyon biçenlerin çözülmeleri de gizli kalmamakta. İSTANBUL-EKİM 2021 /
ALİ İBRAHİM ÖNSOY
emek.org.tr