Sayın Bakan,
Değerli heyet üyeleri,
Konfederasyon ve sendikaların değerli temsilcileri,
Değerli basın emekçileri
Hepinizi Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu adına saygıyla selamlıyorum.
2,5 milyonu aşkın kamu emekçisi ve 2 milyona yakın kamu emekçisi emeklisinin yıllardır yaşamaya devam ettiği sorunlarının katlanarak arttığı bir dönmede, 2014-2015 yıllarını kapsayan Toplu Sözleşme Görüşmeleri sürecine bugün burada başlıyoruz. Tüm toplumun gözü bu masada, buradan çıkacak kararlarda. Çünkü bugün burada başlayan toplu sözleşme süreci sadece kamu emekçilerini, emeklileri ve ailelerini ilgilendirmiyor.
Nitelikli, parasız, ulaşılabilir bir kamu hizmeti alma hakkı olan 75 milyon yurttaşı da yakından ilgilendiriyor. Bunun için bu masada bulanan herkesin, hepimizin omuzlarına yüklenmiş ciddi bir sorumluluk olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. KESK olarak bu sorumluluğun gereğini yerine getireceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.
Sadece kamu emekçileri ve emekliler değil tüm toplumun yani kamu yararının temel alındığı bir kamu hizmetinden yararlanma hakkı olan yurttaşlar bizden taleplerine cevap verebilecek gerçek bir toplu sözleşme bekliyor. Gerçek bir toplu sözleşme kavramının altını tekrar tekrar kalın çizgilerle çizmekte fayda görüyorum.
Gerçek toplu sözleşme nedir? İzlinizle KESK olarak yıllardır mücadelesi verdiğimiz bu konuyu kısaca açmak istiyorum. Geçek toplu sözleşme sistemi, en yalın haliyle özgür toplu pazarlık hakkının garanti altına alındığı sistemin adıdır.
Evrensel sendikal normlara uygun özgür bir toplu pazarlık sistemi ana karakterini başta uluslar arası çalışma örgütü (ILO) sözleşmeleri olmak üzere ülkemizin de altında imzasının bulunduğu uluslar arası sözleşme ve anlaşmalardan, Avrupa Sosyal şartından almaktadır. Gerçek bir toplu sözleşmenin hayat bulmasının temel koşularını şu şekilde sıralamak mümkündür.
- Öncelikle özgür toplu pazarlık sisteminin yapı taşı olan, emekçilerin hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmekle görevli sendikaların sendika olması gelmektedir. Bir sendikanın sendika olabilmesinin en önemli koşulu ise bağımsız olmasından geçmektedir. Sendikanın bağımsız olabilmesi için ise sendika özgürlüğünün her aşamada gerekçeleştirilmesi şarttır. Eğer sendika hakkı şu ya da bu nedenle siyasi iktidar tarafından sınırlandırılıyor ise bu sınırlandırmanın örgütlenme hakkını, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırma hedefine yönelmemiş olması elzemdir.
Devam edelim.
- Toplu sözleşmenin toplu sözleşme olabilmesi için sosyolojik olarak varlık amacına uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Nedir toplu sözleşme? Sanırım hepiniz biliyorsunuz. Toplu sözleşme hakkı sosyal haklar içersinde mutlak bir sosyal hak olarak tanımlanmıştır. Her sosyal hak gibi toplu sözleşme hakkı da belli bir mücadele sonucu çıkarları birbirine zıt iki sınıfın uzlaştığı varsayımına dayanmaktadır. Yani birileri tarafından bahşedilmemiştir. Emekçilerin yüz yıllar süren, uğruna bedeller ödediği bir mücadelenin sonucunda kazanılmıştır. Bu nedenle toplu sözleşme hakkının olmazsa olmaz niteliklerinden biri de özerk olmasıdır. Toplu sözleşme özerkliği nedir? Yasa koyucunun sosyal taraflara bıraktığı bir alanda taraflara o alanda geçerli olacak üçüncü şahısları da bağlayan bir toplu sözleşme yapma hakkının tanınmasıdır.
- Toplu sözleşmenin bireysel sözleşmelerden ayırt edilebilmesi için bir temel özelliğe daha sahip olması gerekir. O da bir toplu sözleşmenin koruma işlevine sahip olması gerekliliğidir. Ekonomik olarak güçlü işveren karşısında tek tek güçsüz olan çalışanlar ancak sendika örgütlülüğü üzerinden işverenin karşısında bir güç olurlar. İşverenin gücü ve emekçilerin örgütlü gücü sendikalar masada dengelenir. Toplu sözleşme ile güçlerin dengelendiği aşamada konulan normlarla, kurallarla toplu sözleşmenin koruma işlevi yerine getirilir.
Emekçiler açısından toplu sözleşmenin koruma işlevine sahip olmasının yolu, güçlerini mutlak anlamda kullanabilmelerinin yolu ancak ve ancak grev haklarının olmasından geçmektedir.
Eğer bu unsurlardan herhangi bir tanesi eksikse elde edilen çıktıya toplu sözleşme demek mümkün değildir. Gerçek bir toplu sözleşmenin, özgür toplu pazarlığın teorik, kavramsal çerçevesinin en özet hali budur.
Şimdi bu kavramsal çerçeveden hareketle Türkiye’de kamu emekçilerinin gerçek bir toplu sözleşme hakkı var mıdır? Sorusunu daha rahat cevaplayabiliriz.
En baştan, ilk koşuldan başlayalım. Türkiye’de, kamu çalışanlarının toplu sözleşme hakkından söz ediyoruz ama acaba kamu çalışanları sendikalı mı?
Bu sorunun agresif bir soru olduğu söylenebilir. Hele de Çalışma Bakanlığının geçtiğimiz ay açıkladığı rakamlara göre; işçi sendikalarına %8.88 gibi bir oranla sendika üyeliğinin olduğu bir yerde kamu çalışanlarının %68.77 gibi yüksek bir oranda sendika üyeliği göz önünde bulundurulduğunda bu soru kışkırtıcı olarak da nitelendirilebilir. Ancak evrensel sendikal normlara, ülkemizin altında imzası bulunduğu uluslar arası sözleşme ve anlaşmalarla göre ayrılmaz iki hak olan toplu pazarlık ve grev hakkının dünyada eşi benzeri görülmemiş bir yöntemle bölündüğü koşullarda kamu emekçilerinin sendikalı olup olmadığı sorusu bize göre sorulması gereken asıl sorudur.
İmzaladığı uluslararası sözleşmelerin-anlaşmaların iç hukukun üzerinde olduğunu anayasa hükmü haline getirmesine rağmen bunları ihlal eden, kamu emekçilerinin grev hakkını yasal teminat altına almayan, on binlerce kamu emekçisinin sendika üyesi olma hakkını yasaklarla engelleyen bir ülkede kamu emekçileri gerçekten sendikalı mıdır?
Birileri pembe tablolar çizmeye devam etsin, uluslar arası hukuk ve sosyal politikaya göre Türkiye’de kamu emekçileri ne yazık ki yarım bir sendikal örgütlülüğe sahiptir. Son olarak bu sene 102.si gerçekleştirilen Uluslar arası Çalışma Örgütü konferansında her sene olduğu gibi Türkiye’nin kara listeye alınmasında bu yarım sendikallığın önemli payı olduğunu kimse inkar edemez.
Peki, Türkiye’de kamu emekçileri sendikaları bağımsız mıdır, sendika özgürlüğü her aşamada hayat bulmakta mıdır?
On binlerce kamu emekçisinin sendika üyeliğinin engellendiği, yargıçlar ve hakimlerin kurduğu sendikanın bile yargı kararı ile kapatıldığı, sendika kuran polislerin meslekten ihraç edildiği, sendikaların anayasası olan tüzüklerinde nelerin olup nelerin olamayacağına bile iktidarın karar verdiği, sendikal faaliyetleri ‘suç’ olarak gösterilerek onlarca KESK’linin tutuklandığı, emek karşıtı politikalara hız verildiği her dönemde KESK’i bertaraf etme hedefli kuşatma operasyonlarının ardı ardına gerçekleştirildiği bir ülkede sendikaların bağımsızlığından söz etmek mümkün müdür?
Siyasal iktidarla uyum içersinde olanlara tanınan, ücret sendikacılığın sınırlarını aşmayan “sendikal faaliyeti” bağımsızlık olarak görenlerin dışında kimse Türkiye’de kamu emekçilerinin sendikal örgütlenme özgürlüğü olduğunu iddia edemez.
Gelelim ikinci aşamaya. Türkiye’de kamu emekçileri ile yapılan toplu sözleşmenin özerkliğinden bahsedilebilir mi?
Konusundan, kapsamına, taraflarından, kamu emekçilerinin grev hakkını zımnen yasaklama yetkisi tanınan Hakem Kurulunun oluşumuna ve işleyişine kadar hemen her şey konusunda hükümeti yani bir anlamada toplu sözleşmenin işveren tarafının yetkili kılındığı bir toplu sözleşme sisteminde özerkliğin yeri yoktur. Hatta bu sistemin adı dışında gerçek bir toplu sözleşme ile uzaktan yakından hiçbir ilişkisi de yoktur. Moda tabirle bu şekilde belirlenen toplu sözleşmeye “sözde toplu sözleşme” demek daha doğru olur.
Toplu sözleşme masasında uzlaşıldığı düşünülen bir şey ancak Bakanlar Kurulu kararı ile hayata geçirilebiliyor ise toplu sözleşme özerkliğinden söz etmek hukuken de sosyolojik olarak da zaten mümkün değildir.
Tüm bunlardan sonra üçüncü aşamaya, toplu sözleşmenin kamu emekçileri açısından koruma işlevine sahip olup olmamasına bakmaya gerek var mı bilemiyorum.
Bu noktada Anayasanın 90. Maddesine göre iç hukukun üzerinde olduğu kabul edilen, başta Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı olmak üzere ülkemizin altında imzası bulunan sözleşme ve anlaşmalarda örgütlenme özgürlüğünü ve grev hakkını teminat altına alan düzenlemeleri uzun uzun anlatmaya gerek var mı bilemiyorum.
Ancak KESK olarak bildiğimiz bir şey varsa o da Türkiye’ de kamu emekçilerini, emeklileri değil hükümeti dolayısıyla işvereni sonuna kadar koruyan bir toplu sözleşmenin var olduğudur.
Özetle Türkiye’de kamu emekçileri açısından gerçek bir toplu sözleşmeden, evrensel normlara uygun özgür toplu pazarlık hakkından bahsetmek bugün için imkansızıdır.
Türkiye’de sendikal haklar ve toplu sözleşme hakkı konularında ne yazık ki yıllardır bir mış gibi oyunu oynanmaktadır. Bu mış gibi oyununun yeni oyun kurucusu ise AKP iktidarıdır. 10 yıl boyunca toplu görüşme adı altında sürdürülen bu mış gibi oyunu 2011 yılında 4688 sayılı yasada yapılan makyajla örgütlenme özgürlüğü varmış gibi, toplu sözleşme hakkı varmış gibi sürdürülmektedir.
2011-2012 yıllarını kapsayan toplu sözleşmede de bu mış gibi oyununun sonuna kadar devam ettirildiğine hep beraber tanık olduk. Son sözü kimin söyleyeceğinin baştan belli olduğu sistem toplu pazarlık gibi sunulmuştur.
İşin garip tarafı oyunun kurallarını belirleyenlerin kendi kurallarını defalarca çiğnediğine de defalarca şahit olduk. En basitinden geçtiğimiz toplu sözleşme döneminde bu salonlarda yaptığımız saatlerce süren toplantılardan yaşanan uyuşmazlık sonucunda devreye giren Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararlarının bir kısmı bile hala hayata geçmemiştir. Mış gibi oyununun bugünkü oyun kurucusu bugünkü hükümete sırtını dayayan bazı bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşların idareleri kendi temsilcilerinin de içinde yer aldığı Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararlarına karşı direnmeye, yani resmi gazete yayınlanmış kararları açıkça çiğneyerek suç işlemeye devam edebilmiştir.
Yine bu masanın konusu olan, geneli ve hizmet kollarını kapsayan 161 başlıkta toplanan konular tüm itirazlarımıza rağmen, ‘zaman darlığı’ gerekçe gösterilerek Kamu Personeli Danışma Kuruluna (KPDK) havale edilmiştir. Sorunları KPDK’ ya havale ederken “toplu sözleşme devam ediyor, sorunlara KPDK’da çözüm arayacağız” diyenler daha ilk KPDK toplantısında “Bu kurul adı üzerinde bir danışma organı, karar alma organı değil diyebilmiştir. Sonuçta kamu emekçileri dağ gibi yığılan sorunlarına çözüm ararken KPDK toplantıları dilek ve temennilerin bildirilmesinin ötesine geçilmeyen, ilgili bakanlıklardan ve kurumlardan görüş almak için bol yazışmanın sıfır icraatın üretildiği toplantılara dönüştürülmüştür.
Kamu emekçilerinin sorunlarına çözüm aramakla görevli KPDK’nın yaptığı toplantılardan bugüne kadar hiçbir sonuç alınamamış, taleplerimiz adeta çürümeye terk edilmiştir. Hatta KPDK, sürgün-rotasyon, performansa göre ücretlendirme, üst kademe yöneticilerden başlayarak ‘hükümet memuru’ yaratma gibi yeni hak kayıplarının tartışmaya açıldığı bir platforma dönüştürülmüştür. Bununla da kalınmamış, geçtiğimiz toplu sözleşme döneminden bugüne, sınırlı iş güvencemiz başta olmak üzere kazanılmış temel haklarımızı hedef alan saldırılar artarak sürdürülmüştür.
Bugüne kadar 693 defa değiştirilen 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda son torba yasa ile yapılan değişikliklerden de kamu emekçilerinin yararına bir şey çıkmamıştır. 2012 yılı toplu sözleşme görüşmelerinde ayrıntılı olarak ele aldığımız ve KPDK toplantılarında tüm konfederasyonlar-sendikaların ortak talebi olan kamuda güvencesiz çalışma biçimlerine son verilmesi, başta günümüzün çağdaş köleleri olan 4/C’liler olmak üzere kuralsız-güvencesiz olarak istihdam edilen tüm kamu emekçilerinin kadroya alınması, disiplin cezalarının affı, 2005 yılından sonra göreve başlayan kamu emekçilerine bir derece verilmesi gibi temel konular yine es geçilmiştir.
Yaklaşık 23 bin 4/C’linin kadroya alınması talebini maliyet gerekçesiyle reddedenler 10 yıllık hükümetleri döneminde katlayarak arttırdıkları sözleşmeler konusunda yaşanan krizi fırsata çevirme konusunda “ustalıklarını” konuşturmuştur. Kendi yarattıkları sözleşmeli istihdam sorununu Tıpkı 2011 yılında olduğu gibi sözleşmelilerin bir kısmını kadroya alarak yine seçim yatırımına dönüştürürken sanki çok önemli bir hak bahşediyormuş tutumunu takınmıştır. Birbiri ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan konuları aynı torbaya koyarak yasalaştırmak bu dönemin geleneği haline getirilmiştir.
Aslında geçtiğimiz dönemin toplu sözleşmesine ve sonuçlarına ilişkin söylenecek o kadar çok şey var ki burada saatlerce anlatsak yine de pek çok şey eksik kalır. İlk toplantıda daha fazla ayrıntıya girmeden geçen toplu sözleşme döneminin tek kaybedenin emekçiler, emekliler olduğunu söyleyebiliriz. Mış gibi oyununda ısrar eden hükümetin kırıntı niteliğindeki kimi tavizlerini allayıp pullayıp kendinden menkul sendikal faaliyetlerinin kazanımı gibi göstermeye çalışanlar olsa da gerçekler ortadadır.
Biz KESK olarak en başından beri, bulunduğumuz her platformda yasak ve sınırlamalara dolu 4688 sayılı yasanın özüne dokunmadan makyaj düzenlemeler yapmanın yeni bir “sahte sendika yasası” yaratmaktan öteye gitmeyeceğini dile getirdik. Tadilatlarla revize edilmiş bu sendika yasasında düzenlenen toplu sözleşmenin de en az yasa kadar sahte olduğunu savunduk. Kamu emekçilerinin haklarının gasp edilmesine karşı verdiği mücadeleyi yönetici ve üyelerinin şahsında emek ve demokrasi mücadelesini bertaraf etmeyi hedefleyen kuşatma operasyonlarının ardı ardına yaşadığı dönemlerde bile kararlıkla sürdürmekten taviz vermeyen KESK üretimden gelen gücünü defalarca kullandığı grevlerle kamu emekçilerinin sözde değil özde gerçek temsilcisinin kim olduğunu dosta düşmana göstermiştir.
2012-2013 toplu sözleşmesinden bugüne aradan geçen iki yıllık dönemde yaşananlar grev hakkı ile tamamlanmamış bir toplu sözleşme sisteminin ayakları olmayan bir masadan farkı olmadığını savunan, “Grevsiz Toplu Sözleşme, Toplu Sözleşmesiz Sendika Olmaz” diyen KESK’i haklı çıkarmıştır.
2014-2015 yıllarını kapsayan toplu sözleşme görüşmelerine başladığımız bugün kamu emekçileri ve emekliler açısından karanlık olan tablonun daha da karartılması çalışmalarına hız verilmektedir. Hükümet, KESK’in ve kamu emekçilerinin kararlı tutumu sonrasında son torba yasadan çıkardığı kamuda üst düzey kadrolara atanma şartlarında değişiklikle siyasal kadrolaşmanın tamamlanması başta olmak üzere yine 28 Mart’ta yapılan KPDK toplantısına olağandışı gündem olarak dayatılan sürgün-rotasyon, kamu personelinin istihdam biçimlerinin yeniden değerlendirilmesi, performansa göre ücretlendirme, disiplin cezalarının yeniden düzenlenmesi gibi sınırlı iş güvencemizi tamamen ortadan kaldırmaya yönelik hamlelerin yeni yasama döneminin başlamasıyla birlikte artacağının sinyallerini vermeyi sürdürmektedir. Hemen her gün hükümet kanadından bir bakan kamu emekçilerini ‘yan gelip yatmakla’ itham etmenin bayraktarlığını yapmaya devam etmektedir.
Ancak bugün yaşadığımız tüm olumsuzluklara ve yasaklamalara rağmen 2014-2015 yıllarını kapsayan toplu sözleşme sürecinde de KESK olarak mücadelemize kararlılıkla devam edeceğimizin bilinmesini istiyoruz. Attığımız her adımda kamu emekçilerinin taleplerini temel alacak, sadece toplu sözleşme masasında değil bulunduğumuz platformda tüm kamu emekçilerinin taleplerinin ısrarlı takipçisi olmayı sürdüreceğiz.
Bunun için 11 faklı hizmet kolunda örgütlü bulunan sendikalarımızdan ve örgütsüz kamu emekçilerinden aldığımız yetki ile toplusözleşme taleplerimizi 24 Temmuz tarihi itibari ile sunmuş bulunmaktayız.
Buna göre; açlık sınırının 1.101 TL, yoksulluk sınırının 3.481 TL olduğu koşulları, elektrik, doğalgaz, su, akaryakıt gibi temel tüketim maddelerine her gün gelen fahiş zamları ve Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) çarpıtılmış enflasyon rakamlarını değil halkın enflasyonunu dikkate aldığımızda;
1– Temel hak ve özgürlüklerin ve uluslararası sözleşmelerin gereği olarak; çalışma yaşamını ilgilendiren bütün konuların görüşüleceği, her sendikanın kendi üyeleri adına toplu sözleşme imzalayacağı ve anayasal hakkımız olan grevin teminat altına alınacağı bir yasal düzenleme hemen yapılmalıdır.
2– 2014 yılı için kamu emekçilerinin, geçmiş dönemlerden bu yana süren refah kayıpları telafi edilmeli, enflasyon ve cari dönemin ekonomik büyümesinden verilecek adil bir payla temel maaşı 2.340 TL’ye yükseltilmelidir.
3– Ocak 2014 itibariyle ortalama kira bedeli olan 590 TL kira yardımı, 318 TL aile-eş yardımı yapılmalıdır.
4- 0-6 yaş grubu her çocuk için 365,44 TL, 6 yaş üzeri her çocuk için 182,72 TL, hane geneline aylık 243 TL yiyecek yardımı yapılmalıdır. Bunun yanında temel ücretin iki katı tutarında evlenme yardımı, 1 temel ücret tutarında doğum yardımı eklenmelidir.
5– Kamu çalışanının, kamu çalışanı olmayan eşi, çocuğu ve bakmakla yükümlü olduğu anne ve babasını ölümü halinde bir temel ücret tutarında (2.340 TL), kamu çalışanını kendisinin ölümü halinde temel ücretin 3 katı tutarında (7.020 TL) ölüm yardımı ödenmesini talep ediyoruz.
6- Kamuda sözleşmeli, taşeron v.b. farklı statülerdeki güvencesiz çalışmaya son verilmeli, tüm çalışanlar iş güvencesine kavuşturulmalıdır.
7- Kamu ve özel sektör dahil tüm çalışanların ücretlerinin KESK-AR tarafından Temmuz 2013 tarihi itibariyle 1.101 TL olarak belirlenen açlık sınırına kadar olan kısmı vergiden muaf tutulmalı, üzerindeki miktar için vergi kesintisi %15 olarak sabitlenmelidir.
8- Tüm ek ödemeler emekliliğe ve emekli aylığına yansıtılmalıdır.
9- Ek ödemeleri düzenleyen 666 Sayılı KHK ile yaratılan ücret adaletsizliği ve mağduriyetler giderilerek, aynı unvanda farklı kamu kurumlarında çalışan tüm kamu emekçilerine eşit ücret ödenmelidir.
10– Başta öğretmenler olmak üzere lisans mezunu tüm kamu emekçilerinin ek göstergeleri 3600’e, ön lisans mezunu olanların 3000’e çıkarılmalı, ek gösterge adaletsizliğine son verilmelidir.
11-Kadın kamu emekçilerine; başta görevde yükselme ve ünvan değişikliklerinde olmak üzere çalışma yaşamında uygulanan ayrımcılığa, mobbinge, baskı ve şiddete son verilmeli, uygulayanlar hakkında etkili müeyyideler getirilmelidir.
12- 0-6 yaş grubu çocuklar için en az 50 çalışanın bulunduğu işyerlerinde ve 50’den az çalışanın bulunduğu işyerleri için, SHÇEK ve Belediyeler bünyesinde, çalışma alanına yakın ücretsiz ve SHÇEK yönetmeliğine uygun ortak bebek bakım üniteleri ve kreşler açılmalıdır.
13- İdarenin sendikalar ve üyeleri üzerinde çeşitli yöntemlerle uyguladığı baskılar son bulmalı, ayrımcı politikalardan vazgeçilerek özgür örgütlenme ortamı sağlanmalı, haksız ve adaletsiz biçimde tutuklanan arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır.
14-Mademki emekliler de bu toplu sözleşmenin bir parçasıdır, o halde onların da sendikalarını kurup, toplu sözleşme masasının bir parçası olmaları sağlanmalıdır.
15- Kamu hizmetleri herkese parasız, eşit, nitelikli, ulaşılabilir bir yapıya kavuşturulmalıdır. Kamu hizmetleri işletmecilik esaslarına göre değil, toplumsal fayda gözeterek sağlanmalıdır.
16– Eşit, Özgür ve Demokratik bir gelecek için toplumun tüm örgütlü kesimlerinin taleplerinin dikkate alındığı ve bu kesimlerin temsiliyetinin sağlandığı bir mekanizma ile ortaya çıkacak yeni bir anayasa hazırlanmalıdır.
Sendikalı olsun olmasın, tüm kamu emekçilerini mücadeleyi büyütmeye ve geleceğimize sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bunun için tüm konfederasyonlara ve sendikalara da açık bir çağrıda bulunuyoruz.
Emeğimize, alın terimize, hak ve özgürlüklerimize göz koyulurken bizler gün geçtikçe yoksullaşıyoruz! Şimdi tüm haksızlıklara, adaletsizliklere son vermek için mücadeleyi büyütme zamanıdır!
Gelin insanca bir yaşam için taleplerimize şimdi beraber sahip çıkalım, bu talepler için mücadeleyi birlikte yükseltelim.