Çalışma Bakanlığı’nın taşeron işçilerin sorunlarıyla ilgili çıkarmayı taahhüt ettiği yasal düzenleme öncesi konunun tarafı olarak kabul ettiği ‘taşeron işçi dernekleri’ sendikal örgütlenme karşısında bir alternatif olabilir mi?
Neredeyse bütünüyle sahipsiz olan inşaat işçilerinin de benzer bir arayış içerisinde olduğunu biliyoruz. Bunun ne kadar yaygın bir kanaate dönüşeceğini zamanla göreceğiz. Ancak emek sömürüsünün giderek katmerleştiği ülkemizde sendikal örgütlenmenin bununla ters orantılı olarak geliştiğini düşünürsek işçilerin bir şekilde kendiliğinden arayışlara yöneleceğini öngörebiliriz. Dernekleşme belki bu çabalardan birisi olarak görülebilir.
İşçi hakkı mücadelesi denildiğinde tüm dünyada ilk akla gelen örgütlenme biçimi olan sendikalar dururken bu sürece öncülük edenlerin neden dernekleşmeyi tercih ettikleri sorusuyla başlayalım. Kuşkusuz burada olası bir işçi kalkışmasının önünü kesmek için sahte-işbirlikçi örgütler yaratmak amacıyla AKP’nin “sivil” uzantısı konumundaki dernekleşme çabalarını unutmadan sorularımızı soruyoruz. Bunun iki önemli neden olsa gerek: Korku ve güvensizlik. Sendikal örgütlenmenin patron ve devlet tarafından hoş görülmediği fikri yavaş yavaş genç işçi kuşağına yerleşiyor. Bir süre öncesinde tamamen bilgi ve tecrübe yoksunu bir kuşak olan bu kitle yaşadığı-duyduğu deneyimlerle sendikalaşmanın “tehlikeli” bir işe atılmak anlamına geldiğini görüyor. Sayıları sadece kamuda 1 milyon civarında olan taşeron-güvencesiz işçilerin sınırlı sendikal deneyimlerle bu korkuyu üzerinden atması çok mümkün görünmüyor olabilir. Diğer taraftan sendikal harekete halen egemen olan geleneksel sendikal tarz ve sarı sendikacılık işçilerin önemli bir kesimi için, haklı olarak, güven telkin etmiyor. Bu nedenle sendika dışında örgütlenme arayışları cazip geliyor olabilir.
Bu iki faktörün gerçek hayatla ilişkisi çok güçlü olsa da yeni “teşvik paketleri”, “istihdam stratejileri” ile görüldüğü gibi emek sömürüsünün kat be kat arttığı, iş kazalarının dünyanın en berbat istatistikleri arasına girdiği bir ülkede işçi sınıfının önüne dernek gibi bir örgütlenmeyi koymak, başta dediğimiz gibi kötü niyetli bir girişim değilse, tam anlamıyla aymazlıktır. Zira dernek dediğimiz örgütlenme üyelerinin veya temsil ettiklerinin menfaatlerini sağlar. Bugün işçilerin önündeki mesele basit bir menfaat sağlama meselesi değildir. Mesele topyekün emek-sermaye çatışmasının parçası olarak şekillenmektedir ve bu çatışma ancak bir sınıf mücadelesiyle ezilenlerin lehine çevrilebilir. Dolayısıyla dernek gibi, mücadele perspektifi zayıf, durağan, sendikal örgütlenme gibi güçlü tarihsel deneyimlerle beslenmeyen bir örgütlenme formunun içinde yaşadığımız süreçte işçilerin sorunlarını göğüsleyebilme imkanı yoktur.
Bunları söyledikten sonra bize şu soru gelebilir. İşçiler korku ya da güvensizlik nedeniyle sendikalara gelmek istemiyorsa ne yapacağız? Kuşkusuz bu, yukarıda da söylediğimiz gibi son derece doğru ve gerçek bir sorudur. Sendikal örgütlenmeyi yasaların çizdiği çerçevede ele alan bir anlayışla bu soruya ikna edici bir yanıt oluşturabilmek mümkün değildir. Geleneksel mücadele ve örgütlenme anlayışlarına takılıp kalmadan yaratıcı sendikal formlar ortaya çıkartarak işçilerle buluşmaya çalışan bir sendikal tarzla bu kısır döngünün önü açılabilir ancak.
Sağlık alanıyla başlayıp bazı kamu iş kollarında devam eden taşeron işçi örgütlenmesinin ve tersane işçilerinin mücadele süreçlerinde görüldüğü gibi yeni işçileşen kesimlere yönelik mücadele pratiklerinin ne kadar önemli sonuçları olduğunu gözleme imkanı bulduk. Bu pratikleri iş kollarını aşan bölgesel örgütlenme düzeyleriyle ve emekçilerin yeniden üretim alanlarının mücadele sürecine dahil edildiği pratiklerle zenginleştirerek yeni bir sınıf mücadelesi dinamiği yaratma sorunsalı aşıldığında yeni dönemin örgütlenme meselesi de hayatın içinden gelen cevapla çözüme kavuşmuş olacaktır.
* Tufan Sertlek
DİSK/Dev Sağlık-İş Yönetim Kurulu Üyesi