Üretim-Tüketim ve KOOPERATİF
ALİ İBRAHİM ÖNSOY – TEMMUZ 2018
GÜZEL İNSAN
Sen olmadan,
üretim ve tüketim
sen olmadan
sanat,
tarih, ,
politika ve ekonomi,
sen olmadan yaşam
yani
sen olmadan
emek anlaşılır mı ? (A.İ. ÖNSOY 1995)
I.BÖLÜM
ÜRETİM / TÜKETİM
Toplumsal tarihe bakmadan hiçbir konuda ne bir düşünce üretilir ne de yaşam kurulur. Dünya yani yaşam bugünkü insanın var olmasıyla çeşitlilik kazandı. İnsan diğer canlılar gibi yaşamın başlangıcında sürü halinde yaşardı, onu varlık haline getiren ihtiyaçlarını doğada bulunduğu yerde bulamama nedeniyle bulunduğu yerleri değiştirip yaşlıların deney birikimlerinden yararlanmasıyla başladı. Dahası her şeyden önce sınıflı toplumlara özgü zahmet ve ağır bir külfet olan “emek” yaratıldı.
“Emek” her şeye rağmen insan toplumları için mutlak zorunluluktu. Bu zorunluluk çıkar ilişkileri temelinde ve üretimden pay alışlarına göre bütün toplumsal yapılarda emek üreticileri üretim araçlarını ellerinde bulunduran ve bu yüzden emeğin ürünlerine sahip çıkanlara bağımlı bir duruma getirildi. İşte bu temelde “emek” zahmet ve külfetti.
Bu nedenle “emeğin” tarihsel serüveni insanlık tarihinin serüvenidir; özel mülkiyet özellikle silaha sahip olma giderek üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayı oluşturdu; yani özel mülkiyet giderek toplumu köle sahipleri köleler, feodal beyler ve köylüler ve son olarak günümüzdeki gibi sınıflı toplum haline gelmesine yol açtı. Emek insanı ve insanda toplumu yaratmış; insan emeğiyle doğayı değiştirirken kendini de değiştirmiştir.
İnsanın en önemli tarihsel faaliyeti onu hayvanlar dünyasından insanlığın dünyasına çıkartan kısacası yaşamın maddi temelini oluşturan şey üretimdir. Toplum tarafından tecrit edilmiş bir birey tarafından gerçekleştirilen üretim, kendisi gibi varlıkların bulunmadığı yerde gelişemez. Hayvanlar doğada ki besin maddelerini tüketir, türünün ortadan kalması ya da değişikliğe uğraması ardında doğanın yasasına uyar.
Oysa insanlar çalışır ve doğaya karşı savaşım verir. Bu nedenle ne doğa ne de insan tek başına değerlendirilir, doğa ve insanın birliği iştir, üretim ve tüketimdir yani maddeci diyalektiğinin birliğidir. Toplumsal tarihi red edenlerin gerçekleri görmezden geldikleri ya da bilmedikleri için işi kutsal kitaplara ya da mitolojiye bırakmıştır. Bu elbette kolaycılıktır, günümüze gelene kadar genel ve sıradan düşüncelerin ilki “ya Adem’ in ya da Prometheus’un”(K.Marx) aklına, günün birinde hazır olarak gelmiş ve onlarda bunu dünyaya kabul ettirmişler, usandırıcı bir şey olsa bile.
Üretim deyince söz konusu ettiğimiz toplumsal gelişmenin belirli bir aşamasında toplum içinde yaşayan bireylerin üretimidir. Sürü ile toplum arasında ki fark işte buradadır. Bilinçli bir eylem olarak toplumsal ilişkilerde üretimin varlığı nedeniyle, insanlar arasındaki işbirliği ilişkilerinin kurulması kaçınılmazdır. Burada üretim ile ilgili ve üretimin başat olduğu ilişkiler söz konusudur. İnsanlar yalnız doğayla ilişki de bulunmazlar, aynı zamanda üretim ve tüketim süreci içinde kendi aralarında da ilişkide bulunurlar.
Üretimde bulunurken, insanlar yaşamlarını idame ederken enerjisini yeniden sağlamak, aynı olanakları ve ihtiyaçları daha iyi elde etmek için emek harcar. Hayvanlar açlıklarını giderme ve daha iyi olanaklar bulmak için doğada arayıp bulurken, insan evladı doğayı zorlar. Değil mi ki K.Marx “en iyi arının petek, en iyi örümceğin ağını örerkenki farkı ile acemi bir mimarın yaptığı bina arasında çok fark vardır.”(Kapital 1. C.,s. 194) Arı ile örümcek içgüdüsel olarak yaparken, insan evladı düşünerek yapar. İnsan ihtiyaçlarını karşılarken harcadığı emek ile doğayı değiştirirken kendisini de değiştirmiştir. İnsanı insan eden ve doğaya egemen kılan emeğin niteliğini ifade ederken onun ilk mülkiyet ilişkisi de kendi emeğine bedenine sahip olmasıyla başlar.
İnsanın yaşamak için doğa ile arasında kurup başlattığı ve ilkin ona bağlı kaldığı süreçten sonra, doğadaki ürünleri uygun biçimde ele geçirmek için kollarını, bacaklarını ve kafasını kullanma süreci başladı. Uygulamakta olduğu güçlerini geliştirip bunları dilediği gibi hareket ettirmeye çalıştı. Bu doğal geçiş süreci geçici değildi. Süreçte uzuvlarının çalıştırmasının yanın da bütün uğraşları boyunca insanın iradesiyle amacıyla devamlı uyum içinde olması şarttı, özen gösterilmesi gerekiyordu. İnsana yaşaması için gerekli şeyleri sunan doğa ve onu kullanıma geçirmek için harcanan emek bilinçli bir faaliyetin ürünüdür. Emek faaliyeti olmadan dalındaki meyve, sudaki balık, otlayan hayvan, uçan kuş nasıl elde edilip topraktaki madenden nasıl yararlanılacaktı?
Emek konusunu açıklamak başlı başına bir sorundur sorumluluktur. Emeğin varlığını bilmek, tek başına bir şey ifade etmez ama emek faaliyeti sürdürürken kullandığımız araçlar ve mülkiyet ilişkisi birbirinden farklı ekonomik uygulamaların (çağların) ayırt edilmesine de işe yarayan şey üretilen nesneler değil, bunların nasıl, neden, niçin ve hangi araçlarla yapıldığı ve üretildiğidir. İnsanın toplumsal yaşam tarihinin temeli olan maddi üretim koşullarında ki ( üretici güç ve üretim aletleri) bu gelişmeye bağlıdır. Bu nedenle üretim araçları sadece insan emeğinin ulaştığı gelişme düzeyinin bir ölçüsünü vermekle kalmıyor aynı zamanda işin yapıldığı toplumsal koşulların göstergesi de oluyor.
Üretim sürecinde insan faaliyeti üretim araçlarının yardımı ile üzerinde çalışılan malzemede başlangıçta tasarlanan bir değişikliği meydana getiriyor. Emek, kendisini üretim faaliyetiyle birleştirmiş; birleşen, daha doğrusu bir araya gelen insandaki emek gücü (veya işgücü) ile emek aletleri ve emek nesnesidir. Böylece emek sürecinin sonunda emek ürünleri olarak şeyler ortaya çıkar. Bireysel açıdan üretime geçen somut emek olurken, kullanım ve değiştirme değeri sıfatıyla toplumsal içerik kazandığında soyut emek olarak karşımıza çıkmakta. İnsan evladında düşünme ve hareket olarak ortaya çıkan şey şimdi önünde hareketsiz bir nitelik olarak görünür. İnsanda var olan düşünme ve hareket kabiliyeti üretim araçlarıyla birlikte bir yarar sağlamış üretken bir emek olduğunu göstermiştir. Fakat salt kendisi için üretmiş ise ekonomik fayda sağlamaz. Ürünün üreticiden başka diğer insanların yararlanması temelindeyse o zaman bir metadır. “Kullanım değerinin yaratıcısı olarak emek, yararlı emektir, bütün toplum biçimlerinden bağımsız olarak, insanoğlunun varlığı için zorunlu bir koşuldur.”(s. 57) Burada metanın kullanım değeri olarak yaşamda belirmesiyle toplumda değişim ve dolaşım süreci başladı, burada metaların birbiriyle değiştirilmesiyle değişim değeri gündeme geldi.
Yani metaların madde olarak varlığı iki bileşenden madde ve emek tarafından meydana getirilir. Bir malın veya metanın kendisi toplumda talep oluşturduğu ve ekonomik temeli belirleme yaptığı zaman, bu faaliyet “ekonomi/politik” alana girer. Yani belirli bir ekonomik ilişkinin kullanım değeri değişim değeri bazından doğrudan doğruya çıkıp maddi bir temel oluşturur. Yani üretim ve emek bireylerin ihtiyaçlarını karşılarken onu topluma yansıtması mal etmesi maddi emek faaliyetini belirler. Üretilen ya da toplanan mal/meta toplumsal ihtiyacı belirlerken ekonomik ilişkiyi belirtir. Sorun salt ürün ve emek temelinde değil onun üretilmesi, bölüşülmesi de dikkate alırsa bir olayı bir olguyu anlamaya yeter, yani bu nedenle emek üretim ve tüketim ile birlikte irdelenir.
***
Tarihsel gelişim sürecinde üretim ve emeğin çevrimi tüketim ile tamamlanır, üretim aynı zamanda dolaysız tüketimdir de. İnsan evladı üretimde yeteneklerini geliştirirken onu üretme eyleminde de kullanır yani tüketir. Bu faaliyet tüm unsurlarıyla tüketme faaliyetidir. Tüketme aynı zaman da bir üretimdir. Spinoza’nın “her belirleme bir olumsuzlamadır” belirlemesi sanırım karşıtların-zıtların- birliğini diyalektik bağlamda anlatmakta. Zaten maddi yaşam diyalektik ilişkiyi ifade eder. Üretim eş zaman içinde dolaysız olarak tüketim olurken, tüketimde eş zamanlı dolaysız olarak üretimdir.
Üretim ve tüketim hiçbir zaman tek başına ele alınamaz. Bunlar biçimsel açıdan birbirinin zıddı olmakla birlikte birbirine derinlemesine bağlıdır, çünkü tüketimsiz üretimin bir amacı yoktur. İnsan evladı harcadığı emekle elde ettiği meta/mala ancak tüketmekle maddi değer verir. Emeğin üretkenliğinin artmasıyla yani ihtiyaç(talep) belirir ve dolayısıyla tüketimde artar. Üretim sadece insan için bir madde değil, aynı zamanda madde içinde insanı yaratır( biçimin kimi zaman içeriği belirlediği gibi). Tüketim bir zorunluluk, bir ihtiyaç olma niteliğiyle üretici faaliyetin içsel bir unsurudur. Sürecin fiilen gerçekleşmesi için hareket noktası olan unsur üretimdir; bütün süreç yeniden devinmeyle üretim sayesinde başlar. Yani birey bir meta üretir ve onu tüketmeyle yeniden kendine döner ama bu kes üretirken, kendi kendini yeniden üreten bir birey olarak da döner. Burada tüketim, üretimin bir unsuru olduğu görülür. Üretilen tüketim maddelerinin dağılımını, üretilen maddelerin dağılımı belirler. Üretim maddeleri kimler elinde ve ne oranda bulunuyorsa, tüketim maddeleri de onların eline o oranda geçer.
Üretilen madde, kullanım değeri bazında doğrudan doğruya geçim aracıdır. Diğer yandansa bu geçim araçlarının kendileri, toplumsal yaşamın ürünleri, insanın yaşam gücünün harcanması/sarf edilmesinin sonucudur, “yani metaların madde olarak varlıkları, iki öğenin birleşmesinden meydana gelir: madde ve emek”(s.57) bu maddileşmiş emektir. Tek, tek bireysel emek toplumsal ihtiyacı karşılarken, toplumsal emek temelinde de bir metada biçimlenir. Bu durum belli bir şeyde kristalizeleşmesiyle, toplumun o dönemin ilişkilerini yansıtır. Doğaldır ki sorun salt üretim ve tüketim bağlamında çözülmüyor, onun dağılımı, tekrar-tekrar üretimi ve tüketimi de önemli işlevler yüklemekte.
Her biri dolaysız olarak kendi karşıtına bürünürken aynı zamanda her birisi (üretim ve tüketim) arasında aracı bir hareket meydana getirmektedir. Üretim, tüketimin aracı olurken onun maddi unsurlarını yaratır, bunlar olmadan üretim olayı olmaz. Keza tüketim de ürünlere uğrunda üretildiği özneyi sağlamakla üretimin aracısı olmakta. Ürün en yüksek tamamlayıcısını ancak tüketimde bulmaktadır. Üretimin tüketimle, tüketiminde üretimle uyuştuğu dolaysız birlik, ikisinin temelde birbirinden ayrı olmalarına engel değildir. Çünkü doğada (yaşamda) hiçbir şey ayrı, ayrı meydana gelmemekte, her şey diğerlerini etkiler ve diğerlerini etkisi altına alır.
***
İnsan evladı doğayla ilişki kurmak için zorunlu olarak birbiriyle ilişkiye geçer, üretim bunların temelini oluşturur. Üretmek için doğayı değişikliğe uğratırken kendilerini de değiştirir. Yani üretim hiçbir zaman bireysel olarak gerçekleştirilememiş, daima toplumsal içerik dayanışmasında var olmuştur. Bu nedenle, insanlar arasında ki kurulan ilişki zorunlu üretim ilişkisidir, toplumsal yapı bu değişiklikle biçimlenir. İnsan evladı, üretim maddi altyapı işiyle uğraşırken belirli düşünceler edinir, kurallar, töreler, dinler ve ideolojiler yaratır. Üretimle belirlenmiş olan bu duygu düşünce ve maneviyat üst yapı kurumlarıyla doğayı, kendilerini ve birbirlerini değiştirirler.
Tarih gösteriyor ki biz insanların ürettiklerinin ve üretim biçimlerinin tarihidir. İnsanın toplumsal varlık olarak var olmasıyla içlerinden bir bölümü üretim araçlarını ellerine geçirerek diğerlerini üretimden yoksun bırakmıştır. Böylece üretim araçlarına sahip olanlar, üretim araçlarından yoksun bıraktıklarını kendi işletmelerinde kendilerinin belirlediği ücretle çalıştırırken kendilerini de zahmetli üretim işinden kurtarmış oluyorlar. İçinde yaşamımızı idame ettiğimiz sistemde üretici ve tüketici olarak sadece üretici ve sadece tüketiciden kurulu bir toplum oluşturuldu. Yani üretim araçlarının sahipleri üretim araçlarından yoksun olanların emek güçlerini satın alarak üretim birimlerinde emekçi kitlelere üretim yaptırmaya başlayarak günümüze kadar toplumsal sistemlerin önemli temel taşını koymuşlardır.
Üretim aletlerini ellerinde bulunduranlar toplumsal ilişkilerde üretilen ve tüketilen malların değişimi ya da satışlarında elde edilen gelirle diğer ihtiyaçlarını karşılamaya başladı. Üretilen mal ya da yapılan hizmetlerin sonunda sağlanan gelir ile tüketim arasında dengesizlik var olmaya başladı. Üretim ve tüketim arasında dengesizlik yani gelir ile tüketim arasındaki denge açılmaya başlar, böylece elde edilen gelirden daha azı tüketilir oldu. Gelirin fazla olduğundaysa harcayacak yer bulamadığı için tüketim artışı durmasa bile yavaşlar. Gelirin artışıyla tüketimin artışı, emeğin üretkenliğinin artışına bağlıdır. Emeğin üretkenliğinin artmasıyla gelir ve dolayısıyla tüketim artarken, üretim ve tüketim arasındaki dengesizlik, kâr hırsı, rekabet, aşırı üretim ve yetersiz tüketim sistemin sinir uçlarındaki periyodik kriz noktalarını oluşturdu.
Bireysel üretim ilişkilerinin en modern(!) biçimi üretim aletlerinin en modern biçimlerini yaratıp bireylerin varlığını öne çıkarmıştır. Kapitalizm bireyciliği daha da kristalize ederken tüketimi hızlandırmıştır, yani tüketici toplum yaratılmıştır. Aslında (para) sermayenin atıl konumundan üretken sermayeye dönüşü sistem çarkının devamı için meta satın alınmasıdır. Tüketimin kendisi ancak üretken tüketim olduğu sürece sermaye çevrimine dâhil olur.
Böylece tüketilen metalar aracılığıyla aslında üretilen artı-değerdir. Bu üretimden çok farklı olduğu gibi üreticinin varlığını amaç edinen meta üretiminden çok farklıdır. Çünkü makine ve başkaca hiçbir üretim aracı yani mal bu artı-değeri üretemez; artı-değer sağlayan tek şey insandır. Artık-değer üretimi kapitalizmin temel üretim biçiminin yasasıdır. Yani kapitalizmin insan emeğini ucuz almayla ve bunu devam ettirdiği sürece ayakta kalmaya devam eder.
II. BÖLÜM
KOOPERATİF
Kooperatif, “çıkarları ortak olan birey ya da toplulukların sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasına ya da ortak bir mesleğin yürütülmesine ilişkin hakların eşit olduğu ve sağlanan kazançların yalnız ortaklar arasında katkıları oranında eşit bölüşüldüğü ekonomik bir girişimdir.”
Evet, kooperatif ekonomik bir girişimdir; kapitalist üretim ilişkisine muhalif olmayıp onu iyileştirme araçlarından biridir. Yukarıda belirtmiş olduğum gibi birey ya da toplulukların çıkarlarını gözetirken özel sektörün varlığını inkâr etmiyor ama tekelleşmeye tröstleşmeye karşı çıkmakta. Yani sistem içinde ama sistemi iyileştirme temelinde muhaliftir. Kooperatif, ekonomik olarak kapitalist ilişkilerin gelişip tekelci ilişkilerin rüşeym halindeyken vahşi barbar ilişkilerinin başat olduğu dönemde emeğin sermayeye, işçilerin, sanatkârların kapitalistlere karşı olduğu, yani bilimsel sınıf değerleri bağlamında partileşmeden önceki dönemin örgütlülüğünü belirtir. O koşullarda emeğin sermayeye, işçilerin kapitalistlere (burjuvaziye) karşı zayıf durumda olmalarının nedeni sosyal yaşam hakları için aralarında birleşme olanaklarında yoksun bulunmalarıydı. İşçiler, küçük üreticiler, zanaatkârlar, az topraklı ve topraksız tarım çalışanları hem sosyal hem de ekonomik yönden acınacak kötü bir duruma düşmüşlerdi. Özellikle 19,y.y. Avrupa’sında yaşanan toplumsal ilişkiler, ekonomik, sosyal, politik, felsefi ve ideolojik değerler temelinde beslenip biçimlenmiştir.
19.y.y. Avrupa’sın da toplum ekonomik, sanayi, teknik, kültürel arayış ve değişiklikler hızla aranmaya başlayıp yaşamı alt/üst etmişti. Bu hızla sanayi devrimi tüm sosyal dengeleri ters/düz eder; toplumsal sorunlar ayyuka çıkarken, mevcut toplumsal yaşam ilişkilerine ve değerlere karşı tepkiler doğurup yeni toplumsal değerlerin biçimlenmesi yanında bilimsel maddi değerleri de doğurmuştur. İşçilerin ve toplumun temelde bilimsel toplumcu değerleri ve onun örgütlülüğü ile kooperatifçilik, sistem dışı değil, sistem içi bir ekonomik çıkıştır. Kısacası, kooperatif konumu ve konusu ne olursa olsun bulunduğu mevcut sistemi iyileştirmeye yarayan bir ekonomik kuruluştur.
Kooperatifçilik ilkin İngiltere de Robert Owen tarafından yaşama geçirilirdi. Günümüze gelene kadar bu işin öncülüğünü yapan İngiltere tüketim, Fransa üretim Almanya ise kredi kooperatifçiliğinin öncülüğünü yapmıştır. Aynı yıllarda Osmanlı devletinde ise Mithat Paşa öncülüğünde “memleket sandıkları” adıyla kredi kooperatifçiliği Balkanlarda yaşama geçirildi.
Her kuruluş gibi kooperatif içinde öncülere, girişimcilere ve kuruculara, ihtiyaç vardır. Kurucular belli bir toplumsal değerleri olduğu gibi çıkarları da vardır. Özellikle ekonomik temelde ki kuruluşlar için kurucuların işbirliğinin amaçları, dayanışma değil bireysel yararlar sağlamaya yöneliktir. İşbirliği grubunun, grupsal çıkarını gözetiyor olması bireysel çıkarın, ancak dayanışma özgülünde önce grup çıkarının üretilip gözetilmesi ve sonra onun da bölüşülerek bireylere aktarılması söz konusudur. Yani ister politik ister ekonomik bağlamda olsun örgütlülük küçük bir grubun önderliğinde örgütlenir. Kurucular (öncü) grubun küçük veya büyük olması grup içinde yer alanların sayısına değil, ondan önemlisi, aralarında ki ilişki ve etkileşimlerin niteliğine bağlıdır. Ekonomik açıdan işbirliği yapanların kendi çıkarları için kooperatifçiliğe girmesinde çıkarları olduğundandır. Yani, çözüm ortak işbirliğinde, keramet de dayanışmada aranır. Fakat işbirliği grubunun sağlayacağı ortak çıkar, belirlenen bireysel çıkarların gerçekleşmesine hizmet ettiği sürece katılımcılar tarafından ilgi çeker, aksi halde işbirliğine duyulan ilgi ve katılım azalır ya da kurucular içinde bile tamamen sona erer.
İçinde bulunduğumuz sistemin toplumsal yapısının ekonomi/politik tarihin de kooperatifçilik önemli bir göreve sahip olduğu gibi başlı başına bir güçtür. Bunda belirleyici olan kurucu kişi ya da grupların nitelikleridir. Sorunların azalması ya da giderilmesi bu kişi ya da toplulukların sorumluluğundadır. Sorunlar ya burada çözülür ya da burada başlar, yani başlangıcın veya bitimin kaynakları burasıdır. Kooperatifin seçilmiş yöneticileri sahip oldukları yönetsel otorite gücünün avantaj olarak kullanarak süreç içinde kendini( kişi ya da grubun) ortaklardan (üyelerden) bağımsız olmak ve hele onlara rağmen hareket etmeye çalışır ki kendisinde olmayan meziyetleri varmış gibi kullanmaya çalışır.(Maskara adlı yazıma bakın.) Oysa yönetimi “emanet alanlar” ortaklar için ve ortaklar adına hareket etmek zorunda olup, onların ilgi ve çıkarlarını gözetmekten başka bir şeye sahip değildir.
Ekonomi bir bilimdir, toplumsal yaşamın maddi ve manevi biçimlenmesine yön ve biçim verir. Oysa devlet yapısı gereği seçilmiş ve atanmış “emanetçilerin” vurdumduymaz, dar kafalı, bağnaz, üstlerine yalakalık yapan bürokratların elindedir. Onlar için bilim değil, mistikçilik, koruyuculuk, gizliliğe körü körüne bağlılığa ve otoriteye boyun eğmektir. Bürokrasi için bilime ihtiyaç yoktur. Çünkü onun bilimsel olmaktan başka kaygıları vardır. Bu temelde ekonomik ve politik kurumlarda demokratik ve bürokratikleşme eğilimi arasında müthiş çekişme ve çatışma vardır. Kooperatif de var olan bu toplumsal ilişkinin bir parçası olduğundan bu sorunları yaşar; bu nedenle kooperatifler küçük ekonomik paylarla bir araya getirilerek oluşturulur. Bir araya gelenlerin hizipçi ve bireysel (egoist) mantığı şayet emanetçi yöneticilerin uygulamalarında ağırlıktaysa, kooperatif kuruluş sürecinde bitmeye mahkûmdur.
Kooperatifçilik var olan sistemin içinde küçük üretici ya da tüketicilerin bir araya gelerek oluşturduğu ekonomik bir birlikteliktir. Piyasaya hâkim olan şirketler ve tekeller küçük üreticilerin bir araya gelmesini istemediği gibi tüketicilerin örgütlenmesini de istemez. Bir yanda büyük şirket ve tekellerin baskısı, bir yanda emanetçi yöneticilerin çekilmez hale gelen kaprisleri bencillikleri nedeniyle kooperatifçilik hep hüsranla bitmiştir. Yine de sistem içinde sisteme muhalif küçük üretici ve tüketicilerin ekonomik dayanışması kooperatifçilik temelinde gerçekleşir.
Not: Bu yazıda görüş, eleştiri ve önerilerini aldığım değerli kadim dostlarımdan başta Adnan, Bilal, Levent olmak hepsine teşekkür ederim.
Alıntı ve kaynaklar:
1 . K.Marx, “Kapital” 1.c. ve 2.c.
2.Z.G.Mülayim “Kooperatifçilik”.
emek.org.tr