Filmdeki hikaye örgüsü o kadar güçlüydü ki, filmden çıkınca Savcı Emre’nin tedirginliği üzerime sinmişti.
Tema olarak pek de yabancısı olmadığımız yerlerde dolaşıyor olması, kesinlikle tekrar hissi vermedi. Bu konular da genelde köy edebiyatında işlenir, yer yer Fakir Baykurt’un ya da Yaşar Kemal’in bir romanının içinde gezindiğim hissini de uyandırdı.
İçinde barındırdığı gerilim atmosferi ise, Emin Alper’in çok başarılı bir şekilde yansıttığı bir üslup-janr diyebilirim. Keza “Abluka” ve “Tepe’nin Ardı” filmleri de günümüz otoritesi ve muhafazakar popülizmine çok sıkı bir cevap olarak yansımıştı.
Kurak Günler, tüm bunlara ek olarak güncel ve evrensel olan homofobi’yi de linç kültürünü de, Anadolu’daki iktidar ilişkilerinin merkezine çok başarılı bir şekilde sırıtmadan koyuyor.
Hakikatin ne olduğu konusunu, bugünden baktığımızda manipüle edilen yığınlar üzerinden ele alması ve metaforik olarak kocaman bir obruğu seçmesi de, filmin en başarılı tarafıydı sanırım. Koca bir obruk gözümüzün önünde, tartışılmaz bir gerçek olarak duruyor, görüyoruz ama köklerinin varabileceği yerlerden korkuyoruz… Sonunda hem mağdur hem de fail o obruğun devasalığında yerlerini, yönlerini bulmaya çalışıyor.
Barındırdığı temalar o kadar fazla ve güçlüydü ki, hiçbir saniyesinde sadece değinip geçilmemişti. Özellikle açılış sahnesindeki domuz avı, linç kültürünün uzun yıllar belleğimde kalacak türden bir versiyonu oldu.
Filmin omurgası, (gösterdikleri kadar) “bilinemezlik” üzerine inşa edilirken, sadece Savcı Emre’nin kişisel hikayesini biraz daha işlese miydi acaba diye düşündürdü bana.
Velhasıl iyi ki sinema var, iyi ki Emin Alper gibi direngen, güçlü yönetmenler, senaristler var.
Var olsunlar!
Ocak 2023 – Firuzköy/istanbul
Olcay KARAY