MELİH CEVDET ANDAY’IN GİZLİ EMİR’İ / Olcay KARAY 

Yerelden Evrensele Faşizmin Analizi
Gizli Emir, ismi belirsiz bir şehirde ve zaman diliminde uygulanan “sıkıyönetim” politikalarını eleştiren bir olağanüstü hal veya bir distopya romanı. İçinde barındırdığı akıl dışı bürokrasinin niteliğini anlamak için Kafka’nın Şato ve Dava romanlarıyla da benzerliklerini kavramak gerekli… S.Beckett’in Godot’yu Beklerken oyunu ile de benzerlik kurmak mümkün.

Olcay KARAY’ın Panzehir Dergi’de yayınlanan MELİH CEVDET ANDAY’IN GİZLİ EMİR’İ  başlıklı değerlendirmesini paylaşıyoruz.

“Sessizlik, kocaman bir gök taşı gibi oturmuştu kentin üstüne; bu yüzden şaşkına dönen insanlar birbirlerinin yüzlerine bakıyorlar, uyuyan bir canavarı uyandırmaktan korkarmışçasına ayaklarının ucuna basarak yürüyorlardı sanki.”(S.5)

Melih Cevdet Anday edebiyat tarihimizde ünlü şiir akımı “Garip” ile tanınır. Kısaca bu akım, Ankara Lisesi’nde tanıştığı arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rıfat ile giriştikleri, o güne kadar kabul görmüş biçime ve içeriğe karşı, şiiri şairanelikten ayıran bilinçli bir tepki idi. Kısa zamanda okuyuculardan karşılık bulan akımın ismi “Bunlar ne garip şiirler, böyle şiir olur mu” diye gelen eleştirilere, yine bilinçli bir tepki olarak konuldu. O günlerde çıkardıkları ilk şiir kitaplarının ismi de yine Garip ismini almıştı.

Şiir dışında deneme, roman, tiyatro oyunları ile neredeyse edebiyatın her türünde yazan, hala günümüzde okunan ve özellikle romanlarıyla sadece kendi döneminde değil, döneminin de çok ilerisinde olan bir düşünce insanıydı Melih Cevdet. Bu yazının konusu olan Gizli Emir romanı da, benim gözümde en özel kitaplarındandır. Ayrıca entelektüel ve aydın kimliğine atıfta bulunurken, dönemin sol-sosyalist entelijansiyasının (Sovyet bloku veya üçüncü dünyacı) ideolojik tavır alışlarına her zaman mesafeli oluşunu da eklemek gerekli. Keza gezi notlarından bunu anlamak mümkün. Bunu da nevi şahsına münhasır bir karakteri olması açısından önemli buluyorum. Her şeye rağmen Batı ve modernizme olan inancı onu Kemalizm’in oldurmaya çalıştığı “Çağdaş Uygarlık” düzeyine erişilmesi anlamındaki “teorik” diskuruna yakınlaştırmıştı. Fakat burada ne kadar Kemalist olduğunun derecesini saptayacak durumda değilim. Sadece Melih Cevdet’in her şartta hümanizme ve insancıllığa olan inancı, yaşadığı ve dünyadaki zulümlere ses çıkarabilme iradesini sağlamıştı denebilir. Tavır alışındaki düşünsel eksiklere şerh düşmekle birlikte, burada yakın zamanda Agos Gazetesi’nde okuduğum Soykırım ve Sol: Melih Cevdet Anday’ın Tedirgin Yüzleşmesi makalesini öneririm. (Yine burada ‘dünyanın vicdanı’ olarak bilinen yazar Eduardo Galeano ile benzeştiğini de söylemek istiyorum.)

Yerelden Evrensele Faşizmin Analizi

Gizli Emir, ismi belirsiz bir şehirde ve zaman diliminde uygulanan “sıkıyönetim” politikalarını eleştiren bir olağanüstü hal veya bir distopya romanı. İçinde barındırdığı akıl dışı bürokrasinin niteliğini anlamak için Kafka’nın Şato ve Dava romanlarıyla da benzerliklerini kavramak gerekli. “Beklenen” bir atmosfer olması sebebiyle de S.Beckett’in Godot’yu Beklerken oyunu ile de benzerlik kurmak mümkün.

Devletin bir kurumu olan “Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Teşkilatı” tarafından uygulanan despot rejim. Nereye gideceğini bilemeyen insanların kendi iradeleri dışında, kurtarıcıları olarak yarattıkları bir iradeden gelecek gizli emri bekleyişleri ve çoğu yerde absürt nitelikteki atmosfer, kitabın her yerinde keskin bir zeka ile çok güçlü bir şekilde anlatılıyor. Temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı bir şehirde (ülkede) “olağanüstü” yetkilere bulanmış olan teşkilatın, yaşamın her alanını zapt etme hevesine düşünsel dünyalar da giriyor. Anday’ın yarattığı yazar, doktor, heykeltıraş, aktör, mütercim gibi aydın tipolojileri ve onların sorumluluk alma hevesiyle mücadele etmeye çalışmalarıyla, başarısız sayılabilecek bir direnme halini alıyor roman.

Burada, mevcut politikaların eleştirisi dışında yazarın dönemin ruhuna ve anlayışına da hakkaniyetli bir eleştiri getirdiğini de görmek mümkün.

Keza yukarıda, dönemin ideolojik tavır alışlarından bahsettiğim gibi kolaylıkla 9 Mart 1972’de ordu içinde örgütlenen “sol cunta”nın bir kurtarıcı olarak görülmesi ve “bekleyelim, hele bir başarsınlar” motivasyonu, fikir ve pratikteki önderlerin ataletten yoksun oluşları bir eleştiri olarak okunabilir. Kitap 1969 yılında çıkmış olsa da, o dönemin atmosferine fazlasıyla hâkim.

Kitap AYOT’un niteliğine ve işleyişine ilişkin ipuçlarını verirken birçok yan kurguyla da metni zenginleştiriyor.

Bunların en önemlilerinde biri, devlet destekli olduğu su götürmez bir gerçek olan paramiliter yapılar. Kendilerini Baykuşlar, Atmacalar ve Yengeçler gibi isimler ile tanımlayıp, şehirde ne kadar muhalif damar varsa (sergi, tiyatro, sinema) basıp, yakıp yıkıyorlar. Tabii devlet yine “kontrol edemiyoruz” diyerek işin içinden sıyrılıyor. Anday distopyayı yaratmakta oldukça mahir olduğu içindir ki, dışarıdan bir gözle yaptığı analizlerde okuru, çoğu yerde karakterlere de odaklanmayı, onların korku, endişe ve öfkelerine yakın yerde tutmayı da biliyor.

Faşizmin Kitle Ruhu

Romanda AYOT’a dair en çarpıcı cümlelerden biri de şu.

“Teşkilatımız, çok şükür ki, akıl- dışı bir yöntemle işlemektedir.”

Bu alıntı, kitabın absürt niteliğine dair de çok önemli bir ipucu veriyor. Ayrıca yola “özgürlük” parolası ile çıkan birçok siyasal iradenin de, içinde barındırdığı faşizm nüvelerinin zaman içinde salt ”eyleme gücü” ile kalabalıkları manipüle ederek aldığı hali göstermesi açısından önemli. Akla yatkın olmayan her olgu, her despot rejimin elinde, tam itaatin pratikte sağlanması için çok önemli bir keşif çünkü. Bunu sağlayanlar günün birinde romanda olduğu gibi şu sözleri sarfettiğinde de, kitleyi yöntemlerine ikna edebiliyorlar.

“Dikkat ! Dikkat ! Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Genel Direktörlüğünden bildirilmiştir: Kentte sokağa çıkma yasağı konmuştur. Yarından başlayarak uygulanacak bu yasağa göre, doğum tarihleri tek sayılı olanlar, tek sayılı günlerde, doğum tarihi çift sayılı olanlar çift sayılı günlerde sokağa çıkabilecektir.” (S.134)

“Bir yerlerde patlayan bombanın sesi, hoparlörde konuşan adamın sesini kısa bir süre bastırdı. Sonra ses yeniden duyuldu : “… evlerinde bulunan kitapları bir gün içinde Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Genel Direktörlüğüne teslim edeceklerdir. Yeni bir bildiriye kadar kentte kitap okumak yasaktır.” (S.134)

Toplumdaki bütün kesimleri otokontrole zorlayan, disipliner mekanizmaları benimsemiş devletler, tarih boyu hüküm süremeyen fakat izleri hala içimize işlemiş, onulmaz yaralar açmış birer yaşam düşmanı organizasyondan başka bir şey değildi elbet.

Yine kitaptan bir alıntı ile bu bölümü bağlamak istiyorum.

“Benim burada bulunmamla bulunmamam arasında bir ayrım olamaz. AYOT her zaman, her yerde vardır. Bunu bilmek yetmeli size.” (S.152)

Teslimiyetçiliğin İzleri

Romanın çok boyutlu niteliklerinden birisi de yarattığı karakterlerin iç dünyaları. Yaşadıkları korkutucu atmosferde gizli emri beklemenin saçmalık olduğunu ve mücadele edilmesi gerektiğini savunanlar kadar Nigar gibi, Macit’e olan aşkının ağırlığını yaşadığı ortamda dile getiremeyip aşağılık kompleksine gark olarak kendini cezalandırmak isteyen, bedel ödeme arzusuyla yanıp tutuşan bir karakter de var. Bu arzusunu da, geneleve gidip orada çalışmak istemeye kadar götürüyor. İktidarın istediği insan tipi olan öz benliğine düşman, “yaşamsız” birer yaşam formuna dönüştürülmesi söz konusu. (Burada yazarın gözündeki genelev algısı tartışmaya açık olabilir.)

Absürdizm sanat akımının, özellikle ikinci dünya savaşı sonrası dünyanın uğradığı yıkıma bir tepki olarak doğduğu, genel kabul gören bir anlayış olduğundan, burada çizilen kadın tipolojisi dönemin ruhuna ve kitaptaki duyguya fazlasıyla uygun. Burada akıl dışılığa ve absürt temanın özgürleştirici niteliğine de şerh düşmek gerekiyor. Romanda ele alınış biçimi, genel itibariyle faşizm için kullanışlı bir aparat sadece.

Gizli Emir, Melih Cevdet’in algısı, zekâsı ve kabiliyeti ile yerelden yola çıkarak, bence evrenseli de yakalayan bir fikir romanı.

Döneminin çok ilerisinde olduğunu düşündüğüm kavrayışı, çağdaşları arasında beni hep en çok etkileyen özelliği olmuştur. Son olarak, umarım bir gün bu romanın etkileyici bir sahne uyarlaması yapılır. Ki benim yaşamımdaki arzularımdan birisi de bu.

Olcay KARAY – 19/05/2025

 

İlgini çekebilecek diğer içerikler