Akademisyenler barış için attıkları imzaları savundu

Barış Akademisyenleri, mahkeme duruşmalarında tarihi savunmalar yapıyor. Akademisyenler savunmalarında barış konusundaki duyarlılıklarını ve özlemlerini tekrar dile getirdi. Farklı farklı mahkeme salonlarında “yargılanan” akademisyenler, imzalarının arkasında olduğunu açıklıyor. Ne olmuştu? 1128 akademisyen, 10 Ocak 2016’da “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi” adına “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi yayınladı. Bildiri, ülkemizde yaşanan Kürt sorunu ve bunun barışçıl ve […]

Barış Akademisyenleri, mahkeme duruşmalarında tarihi savunmalar yapıyor. Akademisyenler savunmalarında barış konusundaki duyarlılıklarını ve özlemlerini tekrar dile getirdi. Farklı farklı mahkeme salonlarında “yargılanan” akademisyenler, imzalarının arkasında olduğunu açıklıyor.

Ne olmuştu?

1128 akademisyen, 10 Ocak 2016’da “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi” adına “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi yayınladı. Bildiri, ülkemizde yaşanan Kürt sorunu ve bunun barışçıl ve demokratik yollardan çözümüne dair akademisyenlerin talebini içeriyordu. Daha sonra imzacı akademisyen sayısı 2212’ye ulaştı.

Akademisyenler üzerinde baskı kurularak soruşturmalar açıldı, tehdit alanlar, işlerinden çıkarılanlar ve gözaltına alınanlar oldu. Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya ve Doç. Dr. Kıvanç Ersoy 15 Mayıs 2016’da, yurtdışında olan Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı ise Türkiye’ye döndüğünde 31 Mart 2016’da “örgüt propagandası” suçlamasıyla tutuklandı. Dört akademisyen 22 Nisan 2016’da serbest bırakıldı.

OHAL ilanından sonra çıkan KHK’lar ile bildiriye imza atan 380 akademisyen görevinden ihraç edildi. Vakıf üniversitelerinde çalışan onlarca akademisyenin de görevlerine son verildi.

Açılan davalarda akademisyenler değişik ağır ceza mahkemelerinde “yargılanmaya” başlandı. Bu davalar tarihsel öneme sahiptir. Ülkemizde yaşanan sorunlar karşısında duyarlılığını kaybetmeyen ve sorunların çözümü için tavır alan, düşünce açıklayan akademisyenlerin onurlu tavrı, saygı ile karşılanmaktadır. Suskun ve biat etmiş üniversite değil eleştiren, konuşan ve yol gösteren üniversite konusunda, akademisyenler tarihsel bir rol oynamaktadırlar. Aslında yargılama tam da bu nedenle yapılmaktadır.

Ağır Ceza Mahkemelerinde Aralık ayı duruşmaları önemli bir kısmı sona erdi.5 Aralık günü başlayan ve ay içinde süren duruşmalardan başka 26 Aralık günü bir duruşma daha yapılacaktır.

İstanbul ve Galatasaray üniversitelerinden yedi akademisyenin davalarının ikinci duruşmaları 21 Aralık 2017 günü görüldü. Davaların birleştirilmesi ve beraat talepleri reddedildi. Bir sonraki duruşmalar ise Nisan 2018 ayında yapılacak.

Prof. İbrahim Kaboğlu, yargılandığı bu davada yaptığı savunmasını, sekiz bölüm içeren 44 sayfa halinde mahkeme heyetine verdi. Kaboğlu hukuk, iddianame, barış bildirisi, ülke sorunları vb konuları içeren savunmasında mahkemeye ve yöneticilere ders verdi.

Akademisyenler savunmalarında barış ve ifade özgürlüğü temelinde imza attıklarını ifade ederek eylemlerini savundular. bianet muhabiri Tansu Pişkin’in haberinden aktararak mahkemede yapılan savunmalardan bazı bölümleri yayınlıyoruz.

Galatasaray Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Nazlı Ökten:

“Askeri yöntemler bütün dünya için günü kurtarıcı politikalar üretir. Sosyal bilimci olarak işimizin gereği korkmadan düşünmek ve gerekirse otoritelere de  fikirlerimizi söylemektir.

“Bu bildiriye destek vermem sadece düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Özellikle çözüm sürecinin başlamasıyla uyanan umutların aynı şekilde barış için umutlara vesile olması amacıyla imza attım.”

GSÜ’den öğretim görevlisi Zübeyde Gaye Çankaya. Çankaya-Eksen savunmasını mahkemeye yazılı olarak sunarken sözlü olarak da özetle ifade etti:

“Çatışmaların sürdüğü illerde yaşanan sivil can kayıpları o dönem bende derin kaygılar oluşturmuştu. Barış süreciyle umutlansam da tekrar ölüm haberleri gelince barışa olan inancım azaldı. O bildiriyi bu endişeyle, ölümlerin son bulması, barışa çağrı olması ve acilen bir şey yapabilme isteğiyle imzaladım. Benim için bu metin, söz konusu çatışma ortamının durdurulmasına yönelik bazı uygulamaların uzun ve kısa vadede ortaya çıkaracağı hasarı durdurması içindi.

“Taraf olarak sadece devlete çağrı yapılmasını bir sorun olarak görmedim. Bu ülkenin bir vatandaşı ve akademisyeni olarak sesimi bu ülkenin yetkililerine duyurmam gerektiğini düşündüğüm için onlara seslendim. Üniversitede verdiğim derslerde düşünmenin ve düşündüğünü özgürce söylemenin temeline sık sık vurgu yapan bir akademisyen olarak kendi ülkemde sürmekte olan çatışmaların durmasına yönelik yaptığım çağrıyı suç olarak görmüyorum.

“Sivil ölümlerin, hele hele bir anne olarak çocuk ölümlerinin haberini alarak bundan endişe duymam çok normaldir. Adımın terörle ilgili bir suçla anılmasını kabul etmiyorum.”

İstanbul Üniversitesi’nden araştırma görevlisi Sezen Çilengir

“Bildirinin imzalandığı dönem bölgede yaşananları medyadan görerek öğrenmiştim” diyerek başladı. Savunmasında Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) ve İnsan Hakları Derneği’nin Kürt illerinde sokağa çıkma yasakları olduğu dönemde hazırladıkları raporları sundu.

“Hangi siyasal odağa seslenmeliydik?”

“Uzun zamandır bu savaş onamının sayılara indirgenen hali insanlık adına zaten çok üzücüdür. Bu dönemde kısıtlı haber olanaklanna rağmen bu bölgede yaşayan sivil halkın ölümüne dair gelen haberlerin günbegün artması ve yaşadıkları zorlukların en temel insan haklarını tehdit eder noktaya gelmesi ise sadece bilim insanlarında değil eminim toplumun pek çok kesimininde barışın tesis edilmesi noktasında harekete geçme isteği uyandırmıştır.

“Öncelikle, bu ülkenin bir yurttaşı ve akademisyeni olarak kalıcı barışın tesis edilmesi ve bölgede bu süreçte zarara uğrayan sivil yurttaşların ihtiyaçlarının karşılanması için mevcut siyasal iktidardan başka hangi odağa seslenmiş olmanın beklendiğini bilemiyorum. Aynı şekilde barışın şiddet sarmalını içeren hiç bir biçimi ya da yoruma açık yanı yoktur. Böylesi bir suçlama, tamamen bu imzanın özüne aykırı düşmektedir.

“Barış hala haklı bir talep”

“Burada bizlerden değil, bizlerin kanında duş almak isteyenlerden, yerel ve ulusal gazetelerde boy boy fotoğraflarımızla, isimlerimizle bizleri hedef gösterenlerden hesap soruluyor olmalıydı.

“İddianamede ‘Bu suça ortak olmayacağız’ metninin sürekli olarak ‘tarihi perspektif ve konjonktürel bir yaklaşımla’ incelenmesi dikte ediliyor. Ama sanıyorum savcılığın bunu, sadece ve sadece barış talebi etrafında bir araya gelmiş 1128 akademisyen ile yapamayacağı çok açıktır.

“Eğer konu ‘tarihi perspektif ve konjonktürel yaklaşım’ ise, ziyadesiyle çözüm süreci devam ederken hükümet yetkililerinin kamuoyunda sıkça paylaştıkları görüşlerinin neden suç unsuru taşımadığı, yaşadığımız keyfi süreci de açıkça gösteriyor. Sonuç olarak tekrarlamam gerekirse ben iddianamede kurulan yapay bağlantıları ve suçlamaları kabul etmiyorum ve tüm bu keyfi hukuksuzluğa karşı ‘bu suça ortak olmayacağız’ metnindeki barış talebinin hala haklı bir talep olduğunu düşünüyorum.”

Mahkeme başkanı, Prof. Dr. Şahika Yüksel’e “Rafta beraat kalmadı” lafını size demiştim, değil mi? Ne olacak bu basının hali” diye sordu. Yüksel “Evet bendim ama bu vesileyle bizim ne yaşadığımızı anlamışsınızdır, basında bizimle ilgili çok şey söylediler. Empati kurmanız bu meseleyle sağlanmıştır” diye cevap verdi ve savunmasına geçti:

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden emekli, Prof. Dr. Şahika Yüksel, yedi sayfalık savunmasında özetle şunları söyledi:

“Ben ‘savunma’ yapmıyorum. Ben 2016 Ocak’ında kendi yaşadıklarımı bir hekim ve insan olarak size açıklayarak, ifade etmek istiyorum. Savaş, tecrit, işkence sağlığı ve ruh sağlığını bozar, hastalıklara yol açar. En iyi panzehir barıştır. İnsanlar ve hayvanlar barış ortamında gelişir ve doğa barış durumunda tahrip edilmez.

“Görmezden gelmenin bedeli çok ağır olurdu”

“Temel hakların sınırlanması, tecrit konusunda kendi kişisel, uçuk ve romantik düşüncelerimden söz etmiyorum. Uluslararası Hastalık Sınıflamaları Rehberi’nde (DSM-5) Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) tanımında ifade edildiği gibi ben sadece başkalarının travmalarını da düşünmüyorum. Ben de diğer Türkiyeli vatandaşlar gibi bu travmatik deneyimlerin her gün tanığıydım. Sosyal medya dahil görsel ve yazılı basından olayların tanığı olarak ben de şiddete maruz kalıyordum. Bunun karşısında sessiz kalarak görmemiş gibi yapabilir veya barış talebinde bulunabilirdim. Görmezden gelmenin bedeli çok ağır olurdu. Kendimi sahtekar ve yalancı olarak görürdüm.

“İnsanların temel ihtiyaçlarına ulaşmasına engel olduğunu düşündüğüm uzun süren sokağa çıkma yasakları, kadınların, çocukların, yaşlı insanların öldürülmesine dair yaygın gazete ve sosyal medya haberleri ve hatta savaş zamanlarında bile insanın kutsalı olması gereken cenazelerin sokaklarda günlerce kalıp, yakınlarının kurda kuşa yem olmasın diye pencereden köpeklere taş attıklarını anlattıkları haberleri okumam sonucunda derin bir üzüntüyle bir an önce barış talebiyle bu metni imzaladım.”

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden emekli, Prof. Dr. Ayşe RezanTuncay, savunmasına 40 yıldır doktorluk yaptığını sivil halkın öldürülmesinden etkilendiğini ve kalıcı bir barış istediğini söyleyerek başladı:

“İnsanın yaşatılmasına, iyileştirilmesine odaklanan bir mesleğe olmamadan kaynaklı  Güneydoğu’da yaşananlara sessiz kalamazdım. Medyada izlemiş olduğum insan hakları ihlallerinin tespit edilip sorumluların cezalandırılmasını istedim. Ülkede yaşananlara sessiz kalmam mümkün değildir. Toplumsal olaylar karşısında çözüme ve barışa katkı kapsamında hazırlanmış bu metni imzaladım. Düşünde ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.

“Herhangi birinden talimat almadım. Metin hiçbir şekilde şiddet içermiyor. Bir akademisyen ve vatandaş olarak çözüm olmasını istiyorum ve benim buradaki muhattabım devlet. Ben barış talep eden bir akademisyen olarak beraatimi talep ediyorum

İstanbul Üniversitesi’nden Araştırma Görevlisi Aslı Aydemir. Savunmasını yazılı olarak sunan Aydemir sözlü olarak özetini de yaptı.

“Faili ben olmasam bile bir Türk olarak yaşananlardan suçluluk duyuyorum

“Ben sosyal psikoloji üzerine doktora yapan bir araştırma görevlisiyim. Bildiriyi neden imzaladığını anlatarak savunmama başlayacağım. 1990 doğumluyum. Doğudan habersiz büyüdüm. 90’larda aklımda kalan asker, polis ölümleri ve Uğur Dündar’ın fırınlarda böcek bulmasıydı. Bir Türk olarak bölge kentlerinde yaşananlardan bihaber büyüdüm.

“Bildiklerim dışında yaşanmışlıklar olduğunu öğrendim değişen çevrem ve bilgi edindiğim kaynakların genişlemesiyle. Faili ben olmasam bile bir Türk olarak yaşananlardan suçluluk ve utanç duyuyorum. Sosyal psikoloji gruplar arası affetmeyi kolaylaştırarak, toplumsal barışı inşa etmeyi, utanç ve suçluluk duygularını çalışır. Çözüm süreci de buna vesile olacağı için önemliydi. Toplumsal barış adına ümit vericiydi.

“Çatışmasızlık koşullarında toplumsal barış ve eşitliği içeren pozitif barış için çaba sarf edebiliriz. İmzaladığımız metin de bu anlamda oldukça önemlidir. Barış inşaası için. O dönemki koşullar oldukça şiddet dolu ve travmatikti. Aralık ayında durumu belgeleyen rapor olması sosyal medya aracılığıyla bu bilgiye ulaştık. Bildiri barış çabası, dileği, talebi ve çağrısı içermektedir. Eşitlik duygusu olan bir insan olarak akademisyen olmasaydım da bildiriye imza atardım.

“Sosyal psikolojinin sunduğu bilgiler de beni imza atmaya itmiştir. Kimsenin çağrısına uyarak ya da herhangi bir örgütün talimatıyla bu metni imzalamadım. Geleceğe daha fazla travma taşınmasın diye eşitlik arzusuyla imza attım. Savcının isnat ettiği suçlama, bildiri suç unsurlarını taşımamaktadır. İsnat edilen suçlama kabul edilemezdir. Bu suçlamayı kabul etmiyorum. Sadece barıştan yana olduğumu belirterek beraatımı talep ediyorum.”

.

emek.org.tr

İlgini çekebilecek diğer içerikler