Toplumsal cinsiyet rollerinin, yakın zaman toplumsal ilişkilerinde değişimler geçirdiğini gözlemliyoruz. Kadın sorunu, kadının toplumsal yeri ve biçilen roller, kadın-erkek ilişkileri konularındaki egemen anlayışlar ve değerler sistemi; dini-İslami anlayışlarla şekillendirilerek toplumsal cinsiyet rolleri ve olguları güncelleniyor.
Bu kesinlikle insanlık dışına çıkış yolunda önemli adımlar atılması anlamındadır. Çünkü köleleştirme, sömürü ve aşağılama; tüm bireyler ve hem kadın hem de erkekler açısından böyledir.
Neoliberal ekonomi politikalarıyla toplumsal cinsiyet rolleri toplumsal yaşamda devam ettiriliyor. İşçi kadının daha fazla sömürülmesi, işsizliğin artması, taciz ve tecavüzün engellenememesi, türbanlı kadın ve ev kadını rolünün öne çıkması; bu durum toplumsal cinsiyet ilişkilerinin erkek egemen değerlerle ele alındığı anlamına da geliyor. Farklı etnik kökene sahip kadınlar ve tüm insanlar, farklı inançlara sahip kadınlar ve tüm insanlar Sünni-İslam anlayışlarla baskılanıyor. AKP nin aile, kadın, erkek, çocuklar gibi olgular üzerinden yeni politikalar ve uygulamalara yönelmesi nedeniyle toplumda kültürel olarak da değişimler ve çatışmalar yaşanıyor.
Turbanın yaygınlaşması ve kadın sanatçılar üzerinde yaşanan baskılar; örneğin 2019 – 8 Mart Taksim mitingi yasağı ve ezan tartışmalarıyla kadın sorunları ve kadın isyanı veya Flormar kadın işçileri hak mücadelesi ve direnişi bir şekilde baskılanmaya, devlet ve toplumsal şiddet tehdidiyle susturulmak istenmektedir.
8 Mart 2019 Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla avcılar Kültür Sanat Derneğinde bir etkinlik düzenlendi. Etkinlikte Toplumsal Cinsiyet sorunları üzerine tartışmalar yapıldı, şiirler okundu, belgesel film izlendi. Kadınların yaşadığı sorunlar konu edilerek, ne yapılması gerektiğine örneğin örgütlenme konusuna ilişkin öneriler de oldu.
Etkinlik panelinde sunulan “Toplumsal cinsiyet rolleri ve kadın sorunu” başlıklı metni, öğretici ve aydınlatıcı olması nedeniyle izleyicilerimize aktarıyoruz.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!
Toplumsal cinsiyet rolleri ve kadın
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle biz de “Toplumsal cinsiyet rolleri ve kadın “ başlığı altında ve bazı yönleriyle konuyu araştırdık ve bunu değerlendirmeye çalışacağız.
Kadın sorunu değişik anlayışlarla ve amaçlarla ele alınıp değerlendirilebilir. Sorunu algılama ve kavramaya bağlı olarak, elbette toplumsal kaygıları ve önermeleri de içeren biçimiyle tartışmak mümkündür.
Ancak hangi içerik ve düzeyde ele alırsak alalım, kadın sorununu bireysel ve toplumsal yönleriyle birlikte geçirdiği tarihsel evrimden söz ederiz. Bununla birlikte “kadının kurtuluşu” diye bir toplumsal sorunumuz var diyorsak; bir şekilde de kadınların ya da tüm ezilenlerin örgütlenme ve mücadelesinden de söz etmemiz gerekecektir.
Bu konunun gelip sıkıştığı nokta anlamında iki olgudan da söz etmeliyiz. Ya mevcut toplumsal ilişkiler içerisinde kalınarak neoliberal politikaların iyileştirilmesi, reformize edilmesi ama kapitalizm sınırları içinde kalma önerilecektir. Ya da kapitalist neoliberal politikaların reddedilerek ve kapitalizm dışı bir toplumsal sistem önererek toplumsal cinsiyet rollerini reddederek onu yerine oturtacağız.
Elbette bu yöntem ve yönelişler, kendi içinde örgütlenme ve mücadele anlamı da taşıyor.
Yani toplumsal cinsiyet ve kadın sorunu bilimsel araştırma ve önermelerle ele alınırken toplumsal mücadeleyle bir düzeyden de olsa bağlantılı olmak zorundadır. Hangi anlayışı ve önermeyi ifade edersek edelim, toplumsal cinsiyet rollerini eleştirmek ve kadının kurtuluşuyla ilgili sistem içi veya sistem dışına kaçan, dayanışma ve mücadele hakkında da bir şey söylenmek ya da yapılmak durumundadır. En azından günümüzde kapitalizm ve neoliberal toplumsal politikaları kadın toplumsallığını, kadın bedenini ve kadın emeğini hangi noktalara taşıdığının bilincine varılması ve buradan hareketle mücadele önerilerini yapılarak toplumsal pratiğinin yaratılmasına bakmak gerekiyor.
Bir başka konuya daha dikkat çekmek gerekiyor. Kadın hareketleri mücadele sürdürürken; kadın mücadelesinde, saldırıların ve eşitsizliğin karşısında olan ve kadın özgürlüğünden yana tutum alan erkekler ve örgütlerle birleşik mücadele üretilmesi de önemlidir.
Bunu işaret ettikten sonra bir iki cümleyle de olsa kullandığımız kavramları açıklamakta fayda var. “Kadın sorunu” dediğimizde kadın cinsinin tarihsel ve toplumsal olarak yaşadığı cinsiyet, ulusal, sınıfsal ve kültürel baskı ve sorunların tümünü içeriyor. “Erkek egemen” kavramıyla da, yine tarihsel geçmişiyle günümüze taşınan erkek cinsiyet kültürünün toplumsal hakimiyeti kastediliyor. Tartışması yapılan “toplumsal cinsiyet rolleri ve olgusu” nitelemesi ise, egemen toplumsal sistemin artı erkek egemen motifleriyle belirlediği, kadın ve erkeğin ve bireylerin; üstlendirilen cinsiyet rolleri açısından toplumsal yaşamda konumlanışlarını ifade ediyor.
Kadın bedeni ve kadın emeği açısından dünden bugüne yaşanan zulümleri biliyoruz. Ataerkil toplumsal düzene geçildikten sonra bu temelde toplumsal sistemlerin yaşandığından söz edebiliriz. Yani köleci toplumsal sistemde ya da feodal toplumsal sistemde veya kapitalist toplumsal sistemde emekçi kadın ve erkekler, eşitsiz koşullarda ve baskılayıcı normlar altında yaşadı. Bundan zararlı çıkan ve toplumsal konumunda sömürü, ezilme, baskı ve şiddet görme anlamında esasta kadın ve LGBTI emekçiler oldu.
Feodal döneme ilişkin bir bilgi var, paylaşalım. Avrupa’da ve sanırım Asya toplumlarında, “ilk gece hakkı” diye bir şey var. Yani feodal bey, evlenen kadının ilk gecesinde kendisiyle birlikte olmasını dayatıyor. Bu davranışın sınıfsal yanı ve erkek egemen toplumsal cinsiyet yanı var. Feodal Bey bu davranışıyla egemen sınıf gücünü göstererek “ben egemenim her şey benimdir” mesajını eylemiyle veriyor. Yine kadın ve erkek ve tabii ki toplumun tümü, aşağılanarak onlara köle muamelesi yapıyor. Taciz ve tecavüz, şiddet ve aşağılama olguları bu tarihsel travmada yaşanıyor.
Toplumsal cinsiyet rollerinin yaratılması ve sürdürülmesi
Kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliklerin sorumlusu kimdir? Cinsiyet olayı veya doğa mıdır? Hayır, onlar sorumlu değildir. Toplumsal yaşamda karşılaştığımız ve eleştirdiğimiz sınıfsal, ırksal ve grupsal eşitsizlikler; insanlığın toplumsal sistemleri tarafından üretilmiştir. Ve dolayısıyla da bunlar eleştirilebilir ve hem de değiştirilebilir şeylerdir.
Bu konuda değerli bir bilgi var aktaralım. Feminist akademisyen Maria Mies “Cinsiyete Dayalı işbölümünün Toplumsal Kökenleri” isimli çalışmasında,
“Erkek-lik ve dişi-lik biyolojik veriler değil daha ziyade uzun tarihsel bir sürecin sonucudur. Her bir tarihsel devirde erkek- lik ve dişi-lik farklı tanımlanır; tanım her devrin başlıca üretim biçimine bağlıdır…
Bundan dolayı, kadınlar ve erkekler kendi vücutları ile farklı nitelikte ilişkiler geliştirir. Böylece anasoylu toplumlarda dişi- lik, tüm üretkenliğin toplumsal modeli, hayatın üretiminde esas aktif ilke olarak yorumlanmıştı. Tüm kadınlar ‘anne’ olarak tanımlanmıştı. Fakat o zamanlar ‘anne’nin farklı bir anlamı vardı.
Kapitalist koşullar altında tüm kadınlar toplumsal olarak, ev kadını diye tanımlandı (tüm erkekler de ekmeği kazanan) ve analık bu ev kadınlığı sendromunun ayrılmaz bir parçası haline geldi.
Dişiliğin anasoylu ve modern tanımları arasındaki fark, modern tanımdan tüm aktif, yaratıcı, üretken (yani insani) niteliklerin çıkartılmış olmasıdır.” Buradan hareketle de “Toplum, kadın ve erkekleri eril ve dişil varlıklara nasıl dönüştürüyor?” sorusu sorulabilir ve “Bu, aile ve toplum içinde süregelen, bir toplumsallaşma ya da toplumsal cinsiyetin ve buna uygun düşünce ve davranışların benimsetilmesi süreci üzerinden gerçekleşir” yanıtı verilebilir…diyor.
Ve örneğin yeni doğan bebek sadece cinsiyetiyle değil ama toplumsal cinsiyet rolleri bilinciyleyle büyütülmeye başlanır. Erkek bebek kutsanır ve yüceltilirken kız bebekler hakim erkek egemen kültür etkisiyle açık veya gizli, ama sessiz karşılanarak aşağılanır… Çünkü o kültürde, erkek bebek üretim ilişkileri açısından, soyun devamı ve toplumsal kariyer için değerlidir…
Bu durum elbette toplumsal üretim ilişkileri ve sistem bağlantılıdır. Yani toplumsal sistem, sınıfsal egemenlik ve üretim ilişkilerinde kadına nasıl bir değer veriyorsa, ona göre de toplumsal cinsiyet rolünü üretir.
Bebeklikten sonra toplumsal cinsiyet rolleri ile büyüyen kadın ve erkekler, öğretildiği kültürel-ideolojik değerler üzerinden yetiştirilir ve toplumsal yaşamda yerini alır, elbetteki öngörülen rollerini oynayarak…
İncelendiğinde anlıyoruz ki “toplumsal cinsiyet rolleri”, egemenlik biçiminin ifadesinden başka bir şey değildir. Egemen cinsiyet anlamında erkek egemenliğini içerirken, toplumsal sistem olarak bundan yarar sağlayan, onu sistem egemenliği çıkarları doğrultusunda besleyip güçlendiren de tarihsel sürecinde kapitalizm oldu.
Biraz daha güncele uygun ifade edecek olursak, günümüz de de neoliberal kapitalist politikalar bunu daha da ağırlaştırarak kadın emeğini daha rafine sömürmekte, eve hapsetmektedir. Kadın bedeninden rant elde eden, kadın yaşamını sosyalleşmekten uzak tutan ve insanlıktan çıkararak köleleştiren bir yaklaşım söz konusudur. Erkek grubu da bu politikalardan nasibini almakla beraber egemen cinsiyet anlayışından dolayı en azından daha rahat koşullarda yaşama olanağı bulabilmektedir. Ama özgür olmayan ve aşağılanmış bir rahatlık!
Örneğin neoliberal politikalar, özelleştirmeler sonucunda kadın emeğini işsiz bırakabilmekte, eşitsiz koşullarda çalışma rejimi uygulamalarıyla sınıfsal sömürüyü artırmaktadır. Kadının sosyalleşmesini geriye atarak örneğin demokratik “sosyal devlet” kazanımlarını yok etmektedir. Çalışma süresinin uzaması, ücretlerin düşüklüğü ve işsizlik, kreş ve emzirme haklarının suiistimal edilmesi, ev kadını dayatması, üreme konusunda kadının yalnızlaştırılması, vb yaşanmaktadır.
Bunların tümü baskıya dayalı erkek egemen cinsiyetçiliği içeren toplumsal cinsiyet olgularının geliştirilerek toplum ve tabi ki kadın zararına uygulanması demektir.
Bunlardan yola çıkarak şu tespiti yapabiliriz: Kadın emeğini sömüren ve kadını metalaştıran kapitalist toplumsal ilişkiler, bunun üzerine püskürtülen gerici toplumsal değerler sistemi ve erkek egemen anlayış, işte insanlıktan sapmış bu üçlemenin yarattığı mevcut toplumsal cinsiyet olgusu; kadınların insanca koşullarda eşit ve özgür yaşamasına engeldir!
Kapitalizm ve son dönemde de neoliberalizm, kadın emeği ve bedeni üzerinde kurduğu hakimiyetle, onu yoğun bir sömürüye tabi tutarak köleleştirmekte ve insanlıktan çıkarmaktadır. Toplumsal cinsiyet olgusu ve dayatılan roller; baskı, şiddet, taciz, sömürü diye ifade ettiğimiz şeylerle birlikte daha görünür oldu, kurumsal işleyişlerle de daha sistematik ve yerleşik uygulamalar hale getirildi.
Buradan oluşan bilinçle de “toplumsal cinsiyet rollerini reddediyoruz” diyerek toplumsal dayanışma ve mücadele içerisinde yer almalıyız.
“TOPLUMSAL CİNSİYET” diyoruz ya, bu kavram biraz daha aydınlansın istiyoruz.
Cinsiyet ve Toplumsal cinsiyet kavramlarını karşılaştırmalı aktaralım.
“TOPLUMSAL CİNSİYET” isimli çalışmasında Hindistanlı kadın araştırmacı KAMLA BHASIN şöyle diyor:
“ CİNSİYET:
~ Cinsiyet doğaldır.
~ Cinsiyet biyolojiktir.
~ Cinsel organlardaki görünür farklılıklara ve buna bağlı olarak üreme işlevindeki farklılıklara işaret eder.
~ Cinsiyet değişmez, her yerde aynıdır.
TOPLUMSAL CİNSİYET:
~ Toplumsal cinsiyet sosyo-kültüreldir, insan icadıdır,
~ Toplumsal cinsiyet sosyo-kültüreldir, eril ve dişi niteliklere, davranış modellerine, rollere, sorumluluk- lara vs. işaret eder.
~ Toplumsal cinsiyet değişkendir. Zamana, kültüre hatta aileye göre değişir.
~ Toplumsal cinsiyet değiştirilebilir.”
Kamla Bhasın’dan devam ediyoruz.
Toplumsal cinsiyet rollerini içeren normlar nelerdir?
Toplumsal cinsiyet rollerini belirleyen toplumsal sistem, – ki kapitalizm ve son dönem neoliberalizmdir- toplumsal grupların ve bireylerin güncel yaşamlarını belirleyicidir. Feodal toplumdan kapitalizme sarkan erkek egemen anlayış e uygulamalar kapsamında, belirli normları şu başlıklarla ifade edebiliriz. Kadın ve erkeğin karakteristik özellikleri şöyle tayin edilir:
1- Nitelikler:
Kadınlar zayıf ve naziktir, yumuşak başlı ve itaatkardır, ev kadınıdır ve çocuk ve yaşlı bakıcısıdır. Bu özellikleri korunup geliştirilmelidir. Erkekler ise güçlü, özgüvenli, mantıklı, rekabetçi olmalıdır.
2- Roller ve sorumluluklar:
Erkekler ev halkının reisi, ekmeği kazanan, mülkiyetin sahibi ve yöneticisi, siyasette, dinde, iş ve meslek hayatında aktif yer alandır. Kadınlardan çocuk doğurmaları ve yetiştirmeleri, hasta ve yaşlılara bakmaları, tüm ev işini yapmaları vs. beklenir ve kadınlar bu doğrultuda eğitilir. Bu ise kadınların eğitimlerini ya da eğitim eksikliğini, istihdam için hazırlıklarını, istihdamlarının doğasını vs. belirliyor.
Bu tespitlerde kadın mücadelesi ve demokratik kazanımlarla çok az olumlu gelişmeler oldu diyebiliriz. Ancak özü aynı kaldı. Evde yaşlı bakanlara para veriliyor! Gibi…
Burada toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl belirlendiği konusunda Ruth Hartley in tespitlerinden aktarmalıyız. Aslında sosyolojik olarak bizlerin yabancısı olmadığı bu tespitler, belki de birçoğumuzun hayatında birer travma olarak mevcuttur.
Ruth Hartley’e göre cinsiyetçi toplumsallaşma; aşağıda sırasıyla açıklanan dört süreç üzerinden, yani “manipülasyon”, “yönlendirme”, “sözel tanılar” ve “etkinlik teşhiri” aracılığıyla gerçekleşir. Bu dört sürecin hepsi de normal olarak cinsiyete göre farklılık gösterir ve hepsi çocuğun doğumundan itibaren toplum- sallaşmasının özellikleridir.
Manipülasyon ya da şekillendirme: Erkek çocuklara en başından itibaren güçlü ve bağımsız varlıklarmış gibi davranıldığı tespit edilmiştir. Bazı kültürlerde anneler, kız bebeklerinin saçlarını titizlikle süsler, onları dişi] bir tarzda giydirir ve ne kadar güzel olduklarını söylerler. Erken çocukluk döneminde yaşanan bu fiziksel deneyimler, kız ve erkek çocukların öz-algılarının şekillenmesinde çok önemlidir.
Yönlendirme, erkek ve kız çocukların dikkatlerini nesnelere ya da nesnelerin özelliklerine yönlendirmeyi içerir. Buna örnek, kız çocuklara oynamaları için oyuncak bebeklerin ya da kap kacağın verilmesi, erkek çocukların ise silahla, araba ve uçakla oynamaya teşvik edilmesidir. Güney Asya’da işçi sınıfı evlerinde kız çocuklar oyuncak kap kacakla oynamaz, onlar gerçek tencere ve tavaları yıkamaya, gerçek evleri temizlemeye, çok küçük olmalarına rağmen gerçek bebeklere bakmaya başlatılırlar; erkek çocuklar ise ya okula ya da ev dışında çalışmaya yollanır. Bu farklı tutumlar nedeniyle kız ve erkek çocukların ilgileri, farklı noktalara yönlendirilir, böylece onlar da farklı yetenekler, tutumlar, amaçlar ve hayaller geliştirir. Belirli nesnelere aşinalık, tercihlerini de yönlendirir.
Sözel tanılar, hitaplar da kız ve erkek çocuklar için farklıdır. Örneğin genellikle kız çocuklara “Ne kadar da güzel görünüyorsun” derken, erkek çocuğa “Büyük ve güçlü görünüyorsun,” deriz. Araştırmalar bu tür sözlerin, kız ve erkek çocukların, kadınların ve erkeklerin öz- benliğini yapılandırdığını göstermektedir. Çocuklar kendilerini dişi ya da erkek olarak düşün- meyi, dolayısıyla diğer dişi ya da erkeklerle özdeşleştirmeyi öğrenirler. Aile üyeleri toplumsal cinsiyet rollerinin özelliklerini çok küçük çocuklara bile konuşma tarzıyla sürekli aktarır ve her bir çocuğa verilen önemi de ifade ederler.
Etkinlik ve teşhir. Hem kız hem de erkek çocuklar, çok küçük yaşlardan itibaren, geleneksel eril ve dişil eylemlerle karşı karşıya kalır. Kız çocuklardan günlük ev işleri için annelerine yardımcı olmaları, erkek çocuklardan da dışarıdaki işler için babalarına eşlik etmeleri istenir. Cinslerin tümüyle birbirlerinden ayrıldığı toplumlarda, kız ve erkek çocuklar iki ayrı mekanda yaşarlar ve çok farklı faaliyetlerin etkisi altın- da kalırlar. Bu süreçler dolayısıyla çocuklar, eril ve dişil olmanın anlamını özümserler ve çoğu kez bunları farkında olmadan içselleştirirler
Kız ve erkek çocuklar arasındaki farklılıktan yetiştirilişin sorumlu olduğu yeterince açıktır.
Burası tamam da “Cinsiyetçi rollere uymama cesareti gösteren kadınlara oluyor acaba?”
Yani itiraz eden, hakkını arayan, iş isteyen, direniş ve gösteri yapan, taciz ve tecavüzü açıklayan, anne, baba, kardeş ya da eşin cinsiyetçi dayatmalarına karşı gelindiğinde ne oluyor?
Yanıtları galiba hepimiz gayet iyi biliyoruz. Baskılar ve zulüm cesaretimizi kırmaın karamsarlık yaratmasın, mücadele bu… İşte bu yanıtlar dahi toplumsal cinsiyet olgusunun yaşamımıza nasıl müdahale ettiğinin bir boyutu değil midir?
Tarihte ve bireysel yaşamımızda örnekleri çoktur. Daha dün İzmir’de 8 Mart için gösteri yapmak isteyen kadın ve LGBTI ler saldırıya uğradı, göz yaşartıcı gaz sıkıldı ve plastik mermi sıkıldı, gösteri hakkını kullandıkları için göz altına alındılar.
Cinsiyetçi yaklaşımlar yaşamın her alanında mevcuttur. Yaşadığımız mekanlarda, kullandığımız dilde, çalıştığımız meslek türlerinde, dini inançlarda her yerde karşılaşırız.
Burası tamam, peki toplumsal cinsiyet yaklaşımlardan ne zaman ve nasıl kurtulacağız? Kadının kurtuluşu nasıl olacaktır?
Yanıtlar vererek tartışabiliriz. Örneğin feminizm ve demokratik kadın hareketinin veya sosyalist toplumsal kurtuluş hareketinin yükseltilmesi gibi ana akımlar bunu kendi dillerince yanıtlıyor.
Kısaca belirtelim ki iki toplumsal hareket de emperyalist-kapitalist toplumsal sisteme ve onun yarattığı toplumsal cinsiyet rollerine birlikte karşı çıkmak durumundadır. Bunun nasıl olacağını ise tartışmak durumundayız.
Devletsiz, ailesiz, özel mülkiyetsiz, sınıfsız ve toplumsal cinsiyetsiz, fakat aynı zamanda da ezilenlere özgürlük ve eşitlik sağlayan bir ütopyanın peşine birlikte düşebiliriz!
Emperyalist-kapitalist toplumsal ilişkilerin beslediği erkek egemen toplumsal cinsiyet rolleri, tarihin çöplüğüne gönderme kavgasını önemseyebiliriz.
Kadınlar, erkekler ve LGBTI ler; işte bu sömürü ve baskı düzenine karşı birlikte örgütlenerek mücadele yükseltmelidir.
İnsanız, özgür ve eşit olmalıyız!
Dinlediğiniz için Teşekkür ediyoruz (AKSD etkinliği sunum metni)
emek.org.tr