Türk-İş’te yaşananlar ve Kumlu’nun istifası

Türk-İş, Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketinde çok önemli yeri ve toplumsal işlevleri bulunan konfederatif sendikal yapıdır. Farklı sektörlerde “örgütlü” 35 sendikadan oluşan birliktir. Azalan üye sayısı ve düşürülen “itibar”ıyla (ki güven duyulmayan, işbirlikçi-sarı sendika diye tarif etmek, esasta doğru olanıdır) ve işçi sınıfı sorunlarında sermaye sınıfı güçleri ve politikaları yanında yer almasıyla tanınır. Türk-İş […]

Türk-İş, Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketinde çok önemli yeri ve toplumsal işlevleri bulunan konfederatif sendikal yapıdır. Farklı sektörlerde “örgütlü” 35 sendikadan oluşan birliktir. Azalan üye sayısı ve düşürülen “itibar”ıyla (ki güven duyulmayan, işbirlikçi-sarı sendika diye tarif etmek, esasta doğru olanıdır) ve işçi sınıfı sorunlarında sermaye sınıfı güçleri ve politikaları yanında yer almasıyla tanınır.

Türk-İş ve  M.Kumlu istifa olayı, Türk-İş’teki sendikal çürüme ve bunalımın göstergesidir. Aynı zamanda işçi sınıfı hareketine egemen olan bir ölü toprağı ve sendikal hareketin yaşadığı krizin de dönemsel fotoğrafıdır.

Türk-İş’i böylesine sert ve köşeli tanımlamalarla işaret etmeyi özellikle tercih ediyoruz. Olayı,Türkiye işçi sınıfı ve emek dostları aynı zamanda da uluslararası emek ve işçi hareketini kucaklayan geniş bir yelpazede değerlendiriyoruz.Sınıfsal konumlanışla bağlantılı bütünlüklü ideolojik-politik bir çerçevede Türk-İş’i; işçi sınıfı sendikal hareketinde “uzlaşmacı ve uyumlu sarı sendikacılıkla işçi sınıfına ihanet” içeren noktada durduğunu ve işlevlendirildiğini vurgulamaktayız.

Buna ihtiyaç var mıdır? Evet. Emek dostları ve işçi sınıfının sendikalı-sendikasız, örgütlü ya da örgütsüz tüm kesimleri, Türk-iş’in nasıl bir sendikal kurum olduğunu, işlev ve içeriğinin ne olduğunun bilinmesi gereklidir. Teşhir edilmesi ve karşı tutumlar alınması, emek çıkarları açısından da çok önemlidir.

Türk-İş toplumsal yaşamımızda ve sınıf hareketinin sönümlenmesinde üstlendiği tarihsel rolünü oynamaya devam ediyor.

Bunda işçi sınıfının bizzat kendi sorumluluğu önemli olmakla, birlikte emekten yana özellikle sol-politik güçlerin; sendikal harekete ve işçi sınıfı mücadelesine yaklaşımları ve etkinlik boyutlarının payı çoktur.

Bilinen bir tespit/çıkarım olması anlamında burada yineleyelim. Ulusal ve uluslararası sermaye güçleri, siyasal iktidar ve devletin birçok iktisadi, sosyal, siyasi vb kurumları; Türk-İş’ te her zaman etkindir veya belirleyici olmuştur.

Hangi dönemi incelersek inceleyelim; güdümlenmiş bir konfederasyon varlığı kolaylıkla algılanabilir bir durumdur. Burjuva sınıf güçleri ve hükümetler tarafından yönlendirilmiş, susturulmuş ve etkisizleştirilmiştir. Bürokratik kurumsal işleyiş ve yönetim anlayışıyla, sınıf mücadelesinde atıl tutulan bir Türk-İş tablosu görürüz. Bu anlamda örnektir; Tes-İş Genel Başkanlığı ve konfederasyon başkanlığı görevleriyle Kumlu, burjuvaziye ve desteklendiği hükümete çok iyi hizmetler sunmuştur. Çatısı altında bağladığı işçi sınıfının sosyal, ekonomik ve siyasi çıkarlarına zarar veren yerde durmuştur. TOBB başkanı Hisarcıklıoğlu’yla gerçekleştirilen ünlü “gizli protokol” ile 30’dan az işçi çalıştırılan işyerlerindeki işçilerin birçok hak kaybına neden olan Kumlu ve Türk-İş değil midir? Bu kanun maddesi patronları çok sevindirmiş ve rahatlatmıştır.

Elbette Türk-İş konfederal yapısı içindeki işçi sınıfının, tarihsel geçmişinde yer alan, klasik Türk-İş yönetimi iradesini kırarak meydanlara ve mücadele alanlarına çıkma örneklerini asla unutamayız. Onurlu mücadele dönemleri ve tutumları reddedilemezdir.

Ancak özellikle AKP hükümeti yıllarında daha da belirgin olan bir şey vardır. O da, Türk-İş denildiğinde sarı sendikacılık, güvenilmeyen sendikal yapılar, yolsuzluklar, işçi bürokrasisi ve bürokratik oyunların egemen olduğu bir sendikal hareket fotoğrafı söz konusudur.

Türk-İş yönetimi, ‘Uzlaşmacılığın ve uyumlu sendikacılığın’ da ötesinde işçi sınıfının konfederal kurumsal yapısının, işlevsizleştirlerek sermaye güçlerine yedeklenmesinde çok başarılıdır. Böylelikle işçi sınıfı hareketi ve sendikal hareket, Türk-İş yapısı üzerinden; burjuvazinin, sermaye devletinin ve hükümetin toplumsal politikalarına, özellikle çalışma yaşamı politikalarına ve emek dünyası haklarına yönelik saldırılarına ses çıkartamamış, hatta zaman zaman da açıktan onaylamıştır. Egemenlerin, önemli dönemeçleri rahatlıkla ama sömürü ve zulmü artırarak geçmelerine ciddi katkılar vermiştir. Ve olası direnişleri de kırmıştır.

Bu özelliği ile Türk-İş bağlamında konfederal yapının, tüm potansiyel ve reel güçlerinin kapitalist sisteme yedeklenmesi olayı;  işçi sınıfında ve tüm kamuoyunda yerleşen egemen bir anlayış ve görüntüdür.

Türk-İş bünyesinde yer alan ve bu olumsuzluklara bulaşmayan, hatta bunların giderilmesi için mücadele etmeyi tercih eden sendikalar ve yönetimleri, direnen işçi grupları kuşkusuz vardır. Örneğin bir umut uyandıran ama söylem ve iddialarını da gerçekleştiremeyen, Sendikal Güç Birliği Platformu ve onu oluşturan sendikalar bu çerçevede görülebilir.

Bu ve çoğaltılabilecek yönleriyle, Kumlu’nun Türk-İş Genel Başkanlığından istifa ettirilme olayı ardından izlediğimiz gelişmeler, işçi sınıfının ve sendikal hareketin içerisinde bulunduğu bataklığı ve çürümenin özel göstergeleridir.

Dikkat edilirse, istifa ve yeni yönetim belirlenmesinde on binlerce üye işçinin, temsilcilerin, işçi komitelerinin veya direniş sürdüren herhangi bir işçi grubunun ya da örneğin muhalif SGBP’nin önerileri ve katılımı yoktur. Bürokratik bir etkinlik olarak, konfedrasyon yönetimi ve politikaları belirlenmeye devam etmektedir.

Medyada yer aldı, hükümet ve cemaat bağlantıları gölgesinde kalan ayak oyunları; konuşulabilen-tartışılabilen temel konulardandır.

Kısmen de olsa bazı sendika yönetimlerinde ve yazar-çizer aydın tartışmalarında; özelleştirmeler, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi yasası, taşeron tasarıları, uzun sürelere yayılarak etkisizleştirilen grev ve direnişler karşısında sessizlik, öte yandan da Kürt sorunu bağlantılı olaylar, Suriye olayı, kadına şiddet vb toplumsal konularda Kumlu’nun ve dolayısıyla Türk-İş’in konfederasyon olarak sermaye ve hükümet yanlısı yönleri kısmen eleştirel-teşhir temelinde dillendirildi.

Türk-İş merkezi yönetsel ekibinin örneğin Tes-İş, Türk Metal-İş, Yol-İş gibi sendikal yapıların yolsuzlukları, delege belirleme yöntemlerindeki sahtekarlıklar unutulacak şeyler değildir. Sendikacıların mal varlıkları ile yarattıkları “hırsız sendikacı” tiplemesinde Türk-İş konfederasyon ve bazı sendika yöneticilerinin rolü çok büyüktür.

İşçi sınıfının özellikle Türk-İş üyesi işçilerin, bu tartışmalarda ismi dahi geçmiyor. Olup bitenler bir avuç sendika bürokratı arasında ve dar yönetim koridorlarında yaşanmaktadır. Yabancılaşmanın ve bürokratikleşmenin etkisiyle istenen bir sonuçtur bu…

Kısacası Türk-İş Konfederasyonu, işçi sınıfı hareketine ve sendikal anlayışa çok büyük zararlar verdi ve bu tarihsel işlevine de devam ediyor.

Türk-İş Yönetim Kurulunun, sarı sendikalar grubunun ne mal olduğu bellidir. Bunların karşısında yer alan sendikaların, politik yapıların suskunluk ve hareketsizliği ise, ayrı bir sorun ve tartışma konusudur. Türk-İş gibi bir yapılanma ve kurumsallık karşısında, bizim ne yaptığımız ve yapacağımız da o kadar önemlidir. Herkes kendi sorumluluk payını görmeli, yeni görevlerdeki misyonunu iyi kavramalıdır.

Basın açıklamaları ve sözel-eleştirel yaklaşımların dışına çok çıkamayan toplumsal pratiğimizi, eleştirel temelde gözden geçirmeliyiz.

Burjuvazi, böylesi bir sendikal birliği istediği gibi elinde oynatmakta ve konudaki algı yönetiminde de başarılı olmaktadır.

Dayatılanın dışında durmayı başarmak; onurlu ve önemli bir erdemdir. Alternatifini üretmek ise bunların üzerinden gelen bir sorumluluk gereğidir.

Bu bağlamda,Türk-İş’teki gelişmeyi ve tabloyu kabul etmeyen işçilerin, sendikaların ve sendikal yönetimlerin önünde ve omuzlarında; tarihsel bir görev ve sorumluluk yükü bulunmaktadır.

Konu, birkaç sözcükle geçiştirilemeyecek kadar yoğun ve boyutludur. İnsanca koşullarda çalışmak ve yaşamak temelinde; işçi sınıfının ve devrimci sınıf hareketinin, demokratik toplumsal yaşamda belirleyici olması anlamında harekete geçmesi ve geçirilmesi kaçınılmazdır. Bu anlamda işçi, politik yapı, sendika ve sendikal kadrolar gibi özneler; artık sarı-yandaş sendikalara eleştirel yüklenirken, yeni bir anlayış ve pratik bütünlüğü ile ortaya çıkmalıdır.

Sendikaların, sendikal hareketin, sınıf hareketinin emeği ve ezilenleri temel alan politik yapıların; bütünlüklü olarak kendisini, koşullarını ve dinamik potansiyellerini sorgulayarak somut toplumsal koşullara uygun yenilenmiş anlayışlar, program, örgütlenme ve mücadele tarzlarıyla yeni bir rotaya girmesi artık kaçınılmazdır.

Türk-İş, bu anlamda yeniden sözkonusu asıl belirleyici aktörler tarafından ele alınmalıdır. Türk-İş burjuva sarı sendikacılık kulvarına kesinlikle terk edilmemelidir.

Çözüm, işçilerin yeniden kendi sınıfsal çıkarları ekseninde bilinçlenerek ve örgütlenerek kurumsal yapılarına sahip çıkmalarından geçiyor.

Esneklik ve taşeronlaşma, temel bir çalışma ve yaşam tarzı olarak dayatılmaktadır. Bugün Türk-İş gibi yapılar  bu sistemde tamamlayıcı görevlerle işlevli ve ne yazık ki etkindir.

Dolayısıyla sorumluluklar anlamında, sendikal hareketin yeniden örgütlenme ve mücadele olanaklarını zenginleştirmek görevi, hepimizin önündedir.

Emek.org.tr

İlgini çekebilecek diğer içerikler