İHD: KİTAP SINIRLAMASI İLE İLGİLİ TESPİTLERİMİZ

Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F tipi Cezaevlerinde 2013 yılı Ocak ayı başında alınan idari kararlarla mahpusların hücrelerinde bulundurabileceği kitap ve süreli yayınlar kişi başı 10 adetle sınırlandırılmış, fotokopi ile çoğaltılmış ve bilgisayar çıktısı yazıların kurumlara alınmayacağı, 60 gün içinde elden çıkartılmayan basılı materyallerin hücrelerden alınacağı mahpuslara bildirilmişti.

insan-haklari-dernegi-ihd

BASINA VE KAMUOYUNA

TEKİRDAĞ 1 VE 2 NO’LU F TİPİ CEZAEVLERİNDEKİ ON KİTAP SINIRLAMASI VE

BİLGİYE ULAŞIMA YÖNELİK YASAKLAMALAR İLE İLGİLİ TESPİTLERİMİZ, GÖRÜŞLERİMİZ

25.03.2013

Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F tipi Cezaevlerinde 2013 yılı Ocak ayı başında alınan idari kararlarla mahpusların hücrelerinde bulundurabileceği kitap ve süreli yayınlar kişi başı 10 adetle sınırlandırılmış, fotokopi ile çoğaltılmış ve bilgisayar çıktısı yazıların kurumlara alınmayacağı, 60 gün içinde elden çıkartılmayan basılı materyallerin hücrelerden alınacağı mahpuslara bildirilmişti.

Önceki hafta Tekirdağ İnfaz Hakimliği’ne yapılan itirazın reddedilmesi üzerine de Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı beklenmeden 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde on adedin üzerindeki yayınlar ve mahpusların el yazısı notları zorla toplanmış, vermek istemeyen bazı mahpuslara zor kullanılmıştı.

Bu gelişmeler üzerine İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi olarak yetkililer ve mahpuslarla görüşmek üzere 22.03.2013 tarihinde Tekirdağ’a gittik.

TekirdağCumhuriyet Başsavcısı Fevzi BÜYÜKTÜMTÜRK, F tipi Cezaevleri SavcısıMehmet Nadir YAĞCI, 1 No’lu F Tipi Cezaevi Müdürü Rahmi GÜNEN, 2 No’lu F Tipi Cezaevi Müdürü Osman DEMİREL ve her iki cezaevinden bazı mahpuslarla görüşmeler yaptık.

Öncelikle bizimle samimi bir görüşme gerçekleştiren ve kurum müdürleri ile bir araya gelme talebimizi kabul eden Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcısı Fevzi BÜYÜKTÜMTÜRK’ün demokratik kurumlarla kurmuş olduğu ilişkiyi olumlu bulduğumuzu ifade etmek istiyoruz.

Kurum müdürleri, cezaevleri savcısı ve mahpuslarla yaptığımız görüşmeler sonucunda mahpusların on adet kitap sınırlanmasına, kitap ve süreli yayın dışındaki düşünce içeren yazıların yasaklanmasına karşı çıktıkları, el yazısı notlarına el konulmasını kabul etmeyeceklerini, yetkililerin de güvenlik ve aramalarda kolaylıkyarattığı gerekçeleriyle sınırlama ve yasağı savunduğunu tespit ettik. Yetkililer mahpuslara yapılan yazılı bildirimin aksine kitapların ailelere veya yayınevlerine gönderilmesini istemeyeceklerini, cezaevinde depolara konulacak kitapların mevcutların iadesi halinde sayı sınırlaması kapsamında haftada bir kez mahpuslara verileceğini belirtmişlerdir.

Yetkililer on kitap içinde her türlü sözlük gibi başvuru kitaplarının, yabancı dil eğitim materyallerinin de dahil olduğunu, mahpusların mensup oldukları dine ait yayınların ise sınırlama dışı bulunduğunu ifade ederken kitap, dergi vb. dışındaki yayınların içeriğinin kontrolünün zor olması nedeniyle bu materyallere yönelik yasaklamayı da savundular.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi olarak yaptığımız görüşmeler ve değerlendirmeler sonrasında cezaevi idareleri tarafından getirilmek istenen kısıtlama ve yasakları insan hakları ve evrensel hukuk ilkeleri açısından kabul edilebilir bulmadığımızı, haklı hiçbir yanı olamayacak bu uygulamanın mahpuslara yönelik sistematik baskı ve tecrit politikasının bir parçası olmaktan başka bir anlam taşıyamayacağını ifade etmek istiyoruz.

Kitap ve diğer yayınların gerek içerdiği bilgiler gerekse de fiziksel özellikleri nedeniyle ne cezaevlerinde ne başka yerlerde güvenliği tehdit edici, zararlı olarak değerlendirilmeleri insanlığın gelmiş olduğu aşamada mümkün değildir. Mahpusları, en değerli varlıkları olan kitapları ellerinden alınacağı için açlık grevi yapmak durumunda bırakmak, herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir konudur. Cezaevi idarelerinin ve alınan kararın sahibi ya da onaylayıcısı olarak sorumluluğu bulunan bakanlığın yüzyıllar önce aşılmış olması gereken yasakçı bir anlayış içinde bulunduğu düşüncesindeyiz.

Araştırma yapan, yazı yazan, her türlü nedenle bilgiye ulaşmak isteyen, başka bir dili öğrenme çabası içinde olan, duygusal nedenlerle şiir, öykü gibi yazıları bulundurma ihtiyacı duyan, mahpus olsun olmasın, her bireyin sayı sınırlaması olmaksızın kitap ve diğer eserlere sahip olma hakkı bulunmaktadır. Kaldı ki bu sınırlama ve devamında yol açacağı engellemenin mahpuslar açısından önem taşıyan yanı, mahkemelerde yapacakları savunmaları için okumaları gereken kitap ve diğer basılı eserlere ve daha da önemlisi savunmaları için hazırladıkları el yazısı notlarına bir daha geri verilmemek üzere el konulmasıdır. Bu durum yalnızca bilgiye ulaşım hakkı açısından bir sorun teşkil etmemekte, aynı zamanda savunma ve adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır.

Aynı şekilde kitap ya da süreli yayınlar biçiminde basılmamış ancak çeşitli şekillerde dolaşıma sokulan yazıların da bilgiye ulaşma ve düşünce özgürlüğü temelinde değerlendirileceği tartışmasızdır.

Kitaba sahip olmak, yani onu sürekli olarak elinin altında ya da derhal ulaşabileceği bir yerde bulundurabilmek temel bir insan hakkıdır. Bu gerçeği ifade etmek zorunluluğunda bulunmaktan, bu noktaya kadar gerilemiş olmaktan dolayı şaşkınlık içinde bulunduğumuzu ifade etmek isteriz.

Kitap ya da başka yazılı eserlerin fiziksel varlıkları nedeniyle güvenlik tehlikesi doğurması mümkün değildir. Kaldı ki mahpuslar araştırma vd. nedenlerden dolayı ihtiyaç duydukları eserlerin dışındaki yazılı materyallerin istenildiklerinde verilmek kaydıyla hücrelerinden çıkartılmasına da karşı görünmemektedir. Tersine bu durumun özellikle çok küçük olan tekli hücrelerde kalanlar için kimi zaman bir ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. Ancak 10 adetle getirilen sınırlamanın bir hak ihlali olduğunu da ifade etmektedirler.

Ulusal mevzuata baktığımızda kitap sınırlamasına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı bu uygulamanın yasal, Anayasal bir dayanağı bulunmadığı gibi bu konuya dair çıkarılmış herhangi bir tüzük, genelge vb. mevzuat bulunmamaktadır. Getirilen kısıtlama ve yasaklar tamamen cezaevi idaresinin takdir yetkisini kötüye kullanmasından kaynaklı keyfi bir uygulamadır. Cezaevi idaresi tarafından kısıtlamaya dayanak yapılmak istenen Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 01.04.2009 tarihli kararında da on adetlik bir sınırlama söz konusu değildir. Kaldı ki 2009’da verilmiş olmasına rağmen, yıllar sonra ve bu şekilde uygulamaya konulmaya çalışılan söz konusu karar sadece hücrelerde bulundurulacak kitap sayısının sınırsız olacağı yönünde bir hükmün mevzuatta bulunmadığını belirtmektedir.

Yasak bir yana Ceza İnfaz Tüzüğü’nün 43/1-j maddesinde hapishanelerdeki eğitim kurullarının görevleri arasında “Kitap okumayı özendirici çalışmalar yapmak” bulunmaktadır.

Uluslararası sözleşme, bildirge ve metinlerde ise kitaba, her türlü yazılı yayına ve bilgiye erişimin mahpuslar ve başka bireyler için sınırlandırılabileceği yönünde bir hüküm doğaldır ki yoktur.

Her iki cezaevinde mahpuslara bildirilen kısıtlama ve yasak kararında dini kitapların hariç tutulması da düşünce özgürlüğüne yaklaşımdaki çifte standardı ortaya koyan bir tavırdır. Bu durum yetkililerin sayıca fazla olan kitapların aramalarda sorun teşkil ettiği düşüncesiyle, kitapların içindeki notların örgütsel doküman olup olmadığının incelenmesi vb. konularda güvenlik zafiyeti yaşanacağı biçimindeki açıklamalarıyla da çelişmektedir. Dini inançlarla felsefi düşüncelerin, ideolojik yaklaşımların karşı karşıya getirilmesi, birinin diğerine üstün kılınmasını tartışma konusu yapmak dahi kabul edilemez bir tutumken dinsel bilginin serbest bırakılması, felsefi ve bilimsel düşüncelerin kısıtlanması ülkemizde özgürlükler ve haklara yönelik tehdidin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu göstermesi bakımından çarpıcıdır.

Görüşmelerimiz sırasında bizi ürküten, insan hakları ve özgürlüklerin kavranmasında ne kadar geri bir noktada bulunduğumuzu gösteren bir diğer husus da sürekli olarak bu cezaevlerinin yüksek güvenlikli cezaevleri olduğu ve her şeyden önce insanın değil güvenliğin geldiği yönündeki ısrarlı ifadeler olmuştur. Bu ifadeler şüphesiz onu söyleyenlerden çok sistemin yaklaşımını ortaya koymakta, bu anlayışın daha derinlerde bulunduğunu göstermektedir.

Sorunun demokratik bir kurumla, bir sivil toplum örgütü ile tartışılması ne kadar olumlu ve umut yaratıcı olsa da görüşme sırasında kitaba ve bilgiye ulaşma ile ilgili en temel taleplerin dikkate alınmaması, önce insan yerine önce güvenlik anlayışının öne sürülmesi 12 Eylül darbesi ile pekiştirilen baskıcı cumhuriyet geleneğinde özlü bir değişikliğin yaşanmadığını göstermesi nedeniyle can sıkıcıdır.

Maalesef insan hakları savunucuları 21. yy.da hala kitapları savunmak zorunda bırakılmaktadır. Ne yazık ki kitaplar 12 Eylül askeri darbe dönemini çağrıştıran bir şekilde bir tehlike olarak görülmektedir. Tüzükte belirtildiği gibi kitap okuma teşvik edileceğine 10 kitaptan fazlasına sahip olan mahpuslar şiddet, dayak tehdidiyle bu kitaplarından ayrılmaya zorlanmaktadır.

İHD İstanbul Şubesi olarak konuyla ilgili, objektif gözlem kaygısıyla taraflarla görüştük, tartıştık ve anlamaya çalıştık. Sonuçta yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi kitap sınırlamasının ve bilgiye ulaşımda getirilen yasaklamaların temel hak ve özgürlükler bağlamında açıklamasının mümkün olamayacağı sonucuna vardık. Farklı bir sonuca varmanın mümkün olamayacağı düşüncesindeyiz.

Fiziksel özellikleri nedeniyle kitapların ve diğer yayınların bir güvenlik tehdidi oluşturması mümkün değildir. Yasak bizce kağıda değil, içerdiği bilgiye, bu bilginin birey, somutta mahpus bireyler için, sahip olduğu anlama ve önemedir.Hedeflenen güvenliğin sağlanması değil, hücreye geçişle yetinilmeyen tecritin, hazır bekletilenlerden seçilen bir halka ile bir derece daha ağırlaştırılmasıdır. Zira tecrit, yani soyutlama egemenlik sağlamanın, egemenlerin güvenliğinin en kolay yoludur. Bu noktada insan hakları savunucularının bir grubun diğeri üzerinde egemenlik kurmasına, salt güvenlikçi bakışa şiddetle karşı durduğunu bir kez daha ifade etmek isteriz.

Somut durumda kendi çıkarını esas alan güvenlikçi mantık hiçbir güvenlik ihtiyacının el sürme hakkı bulunmadığı dokunulmaz haklara el uzatmakta, kitabı dahi sınırlamayı düşünebilmektedir. Bu tutum salt güvenlikçi mantığın çarpık anlayışını, temel hak ve özgürlüklere yönelik tehdidi yüzlerce sayfadan çok daha iyi ortaya koyan iyi bir örnek ama aynı zamanda sadece mahpuslar için değil tüm insanlık için ciddi bir tehdittir.

Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F Tipi Cezaevleri’nde kitap ve diğer bilgi kaynaklarına yönelik kısıtlama ve yasakta ısrarın istenmeyen olumsuz sonuçlara yol açması ise daha somut ve yakın bir tehlike olarak karşımızda durmaktadır. Ziyareti gerçekleştirdiğimiz gün Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nin kitap sınırlamasıyla ilgili olarak da infaz hakimliğinin red kararı verdiğini öğrendik. Dolayısıyla yakın bir tarihte Tekirdağ1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kitapların zorla alınmak istenmesinin mahpusların tepkisine yol açması muhtemeldir. Adalet Bakanlığı’nın TBMM’ye soru önergesi verilerek gündeme getirilen kitap yasağına karşı atacağı somut adımlarla sorun kısa sürede aşılabilir.  Aksi takdirde Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde ve ileride başkaca cezaevlerinde idareyle mahpuslar arasında ciddi sorunların yaşanması, kitaplarını vermek istemeyen mahpuslara yönelik hukuk dışı ve keyfi uygulamaların gündeme gelmesi söz konusu olabilir. Bu konuda yaşanacak hak ihlallerinden ötürü, hiçbir insani, hukuki açıklaması bulunmayan bu yasakları uygulamaya koyan yetkililerin sorumlu olacağını özellikle belirtme gereği duyuyoruz.

Koğuşlardan alınıp hücrelerdeki tecritte yaşamak zorunda bırakılan ve bununla da yetinilmeyerek sürekli kısıtlamalar ve yasaklarla karşı karşıya bırakılan mahpusların bilgiye ulaşım hakkından dahi uzak tutulması sistem açısından da iyi bir tercih, anlatılabilir bir durum değildir.

Adalet Bakanlığı’nı ve ilgili tüm yetkilileri getirilen kısıtlama ve yasağın anlam ve sonuçlarını bir kez daha değerlendirmeye, “önce güvenlik”ten “önce insan” anlayışına geçmeye çağırıyoruz. Önce insan demek güvenlikle çelişmediği gibi güvenliği getirebilecek olan da sadece budur.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

İSTANBUL ŞUBESİ

İlgini çekebilecek diğer içerikler