2 Temmuz 1993’te, aydın ve sanatçılarımıza karşı gerçekleştirilen Sivas katliamı… Devlet güvenlik güçlerinin 8 saat boyunca hiçbir şey yapmadan izlediği katliam… Katliamda en küçüğü 12 yaşında olmak üzere, çoğunluğu çocuk ve genç 35 kişi yakılarak öldürüldü. Aranan katiller için zaman aşımı kuralı uygulandı.
İnsanlık suçlarında zaman aşımı olamaz!
2 Temmuz 1993 Sivas katliamı… Gericilerin İslami sloganlar atarak yaktığı, aralarında 12 yaşındaki çocuk ve gençlerin, sanatçılarımızın bulunduğu 35 insan… Saygıyla anıyoruz.
15 bin kişilik kalabalıktan sadece 160 kişi göz altına alındı. Sanık sayısının sürekli düştüğü mahkemede 33 kişi idam cezasına, 14 kişi 15 yıla kadar değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan 15 sanık ise firar etti. 13 Mart 2012’de mahkeme hala aranmakta olan firari sanıklar lehine zaman aşımı kararı aldı.
Yargı Sivas’ta işlenen insanlık utancı gerici eylemin altında kaldı. Firari katiller için zaman aşımı kararı alması ne demek? İnsanlık suçlarından zaman aşımı olamayacağını anlayamamış yargı mekanizması adaleti sağlayamadı.
Soner Yalçın’ın yazısı Madımak ’ta çocuklarını kaybeden anne ve babanın ölümden dönüş ve yaşadıkları acıyı anlatıyor.
İzleyicilerimizle bu yazıyı paylaşıyor, yakılan insanlarımızı anıyoruz.
Sivas katliamı unutulmaz! Unutmayacağız!
LÜTFİYE AYDIN
2 Temmuz 1993 olaylarında yani Madımak vahşetinde yanmadan önce kendini aşağı atarak kurtaran ve hafızasını kaybetmiş bir edebiyat öğretmeni.
Madımak Oteli’nin 109 ve 110 numaralı odaların pencerelerinden karşı binaya geçiş vardı. Buradan kaçan 31 kişi kurtuldu. Kendini eşiyle birlikte otelin boşluğuna atan yazar Lütfiye Aydın’ın trajik hikâyesi bugün hâlâ sürüyor…
Alevler giderek yükseliyor.
Herkes çığlık çığlığa can derdinde.
Lütfiye Aydın yangından kurtulmak için, eşi Avukat Cafer Can Aydın’la kendini otelin apartman boşluğuna bırakıyor.
Dumandan göz gözü görmüyor. Bağırıyorlar, bağırıyorlar.
Güçleri bitiyor. Dumandan zehirlenip bayılıyorlar…
İtfaiye araçları otele ulaşmak istiyor. Göstericiler, araçların tekerleklerinin önüne yatarak engellemek istiyor.
Polis havaya ateş açıyor.
Yangın söndürme çalışmaları nihayet başlayabiliyor.
İtfaiye yangını söndürürken, otel boşluğunun üzerindeki camlar patlıyor; kızgın camlar, yerde baygın yatan Lütfiye Aydın’ın üzerine yağmur gibi yağıyor…
Gece 01.00. Yangın tamamen söndürülüyor.
Otelden 35 ölü çıkarılıyor.
Duvar dibinde olduğu için camların pek değmediği Cafer Can Aydın kendine gelir gibi oluyor. Güçlükle dışarı çıkıyor. Bir polis onu görüyor, şaşırıyor, “Başka yaşayanlar var mı?” diyor.
Eşi Lütfiye Aydın’ın adını söylüyor, bayılıyor.
Otel hâlâ tütüyor.
Ve otelden en son Lütfiye Aydın çıkarılıyor…
Lütfiye Aydın morgda.
Polis, Lütfiye Aydın’ın öldüğünü düşünüyor. Bir kamyonetin arkasına koyup hastane morguna kaldırıyor.
Cafer Can eşinin öldüğüne inanamıyor. Sabaha karşı morga gidiyor güç bela.
Doktordan rica ediyor; son kez bakması için. Doktor “Sivri bir şey var mı?” diye soruyor. Kalemini veriyor. Kalem Lütfiye Aydın’ın ayağına batırılıyor. Tepki veriyor; yaşıyor…
Aradan birkaç saniye geçiyor, Lütfiye Aydın sayıklıyor: “Ce… Ce”
Eşi tamamlıyor: “Ceren… Ceren…”
Ceren kızlarının adı.
Cafer Can hem kızının adını “Ceren, Ceren” diye tekrarlıyor, hem de haykıra haykıra ağlıyor.
Lütfiye Aydın kurtulmuştu. Ama bu kurtuluş hiç de kolay olmayacaktı…
GATA Yanık Merkezi…
Lütfiye Aydın’ın vücudu ağır derecede yanıktı.
Önce Sivas’ta tedavi görüyor; daha sonra Ankara’da GATA Yanık Merkezi’nde.
Olaydan üç gün sonra 5 Temmuz günü gözünü GATA Yanık Merkezi’nde açıyor.
Ne güzel tesadüf; 5 Temmuz kızları Ceren’in doğum günüydü; 17’yi dolduruyordu.
O gün, 35 gün sürecek zorlu tedavi sürecine başlıyor doktorlar. Ölü derileri tek tek soyuluyor. Yatağı bir küvet oluyor.
Konuşmakta zorlanıyor. En yakınlarını dahi tanıyamıyor.
Cumhuriyet pazar bulmacası çözme alışkanlığı vardı. Hastanedeyken sürekli “Bana bulmacamı getirin.” diyor. Nedense bir türlü getirilmiyor bulmaca. Sonunda bir gün getiriyorlar. Dünyalar onun oluyor. Kalemi eline alıyor ve öylece kalakalıyor. O da ne; harfler birbirine giriyor. Zorluyor zorluyor olmuyor. Okuyamıyor.
Gazeteyi neden getirmediklerini anlıyor…
Odadan çıkmıyor.
Aylar sonra hastaneden taburcu oluyor.
Evine gelir gelmez, odasının perdelerini kapattırıyor. Günlerce çıkmadan o karanlık odada tek başına yaşıyor.
Eşi ve kızının büyük çabasıyla, günlerce verdikleri mücadele sonunda hayata dönüyor.
Edebiyat öğretmeni, yazar Lütfiye Aydın, okuma yazmayı yeniden öğreniyor.
Zamanla; odasından, evinden çıkmaya başlıyor. Sokakta, haline bakıp soranlara, “Trafik kazası geçirdim.” diyor. Yalan söylemiyor aslında; çünkü öyle biliyor. Ne Sivas’ı ne Madımak Oteli’ni, ne de yangını hatırlıyor.
Bir gün odasından katıla katıla ağlama sesi geliyor.
Anımsıyor tüm olup biteni…
Hemen bir daktilo istiyor; yazmak istiyor. Yazarsa belki arkadaşlarını, gencecik çocukları geri getireceğini düşünüyor. Oturup yazmaya başlıyor. Sekiz saat sürüyor yazması; yarım sayfa ancak yazabiliyor.
Pes etmiyor. Yazmayı bırakmıyor.
Lütfiye Aydın, bugün zor yazıyor ve güçlükle konuşuyor
Onun için Madımak yangını hâlâ sürüyor.
Ya sizin için…
1 Temmuz 2007- SONER YALÇIN
Emek.org.tr