Raci Tetik işkencelerden değil, ailesini depremde kaybetmesinden, kendisini devletin büyütmesinden bahsetti. Baktım, deprem ve yetimlik dışında bir insanilik göremedim.
Nakledilir ki Cebrail-i Emin üç gündür hiçbir şey vahyetmemişti. Peygamber sahabeye dönerek “Ya ashaplarım! Diliyorum ki biriniz bir güzel hikâye veya bir macera söyleyiniz. Biraz onunla meşgul olayım. İnşallah kardeşim Cebrail gelsin ve vahiy getirsin.”
Ashap arasında bulunan Abdulvahap, ayağa kalkarak Diyar-ı Rum’u anlattı. Havasının güzelliğini, suyunun bereketini naklettikten sonra, sıra insanlarını anlatmaya geldiğinde “İnsanları garip dostudurlar ama kâfirdirler” diyerek onlara hidayet diledi. İşte ondan sonra gelen vahiyde müjdelenen kişi Mamak Zindanı’nın eteklerine kurulu olan dağa adını veren Hüseyin Gazi’dir. Ehli Beyt soyundan olanların makamlarına dönük vandallıktan nasibini alınca da türbesi gitmiş, adı yadigâr kalmıştır.
İmanı, cunta imanı
Mamak Zindanı’na komutan edilen Raci Tetik, kışın ayazı demeden, yazın sıcağı demeden bu türbenin kalıntılarına kadar yarı çıplak koşar gelirdi. Hidayetten nasipsiz oluşundan mıdır yoksa ‘tarihi ve sosyal şartların zaruri sonucu’ndan mıdır bilinmez, sağcı solcu demeden insanları ‘cunta imanı’na dahil etmeye çalışırdı.
Raci Tetik, kendisini dinlememiz için hazırlanan salona girdiğinde o heybeti gitmiş, koltuk değnekleriyle ayakta zor duran bir canlıya dönüşmüştü.
Komisyon Başkanı Nimet Baş, sunuş konuşmasını yaptıktan sonra, komisyon üyesi olup da gelmeye gerek gören iki üyeyi, beni ve MHP İstanbul Milletvekili Atilla Kaya’yı tanıtmaya başladı. Sıra bana geldiğinde Tetik, “Onu tanıdım” dedi.
Kaldığı Askeri Bakım Merkezi’nden birileri “O kılıksız olana dikkat et, o hem Mamak’ta yatmış hem de Apo’nun vekilidir. Seni sıkıştırıp kızdıracaktır. Kısa cevaplar ver, lafı uzatma” diye tembihlemişler. Bu tembihi tutmayacağını anlamıştım. Netekim, “Zaten adam olsan diğer insanlar gibi giyinirdin. Bak kravatın bile yok. Halktan biri gibi giyinmişsin. Üstelik bıyıklarından da belli” deyiverdi. Bunu söylerken o kadar bağırdı ki Nimet Baş müdahale etmek zorunda kaldı.
Komisyonda eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü de dinlemiştik. Askerlik demişti Özkök, bir ölme ve öldürme eğitimidir özünde… Üstelik biz bunu ‘seve seve’ yapmaları için bir sürü şey yaparız. Onlara şıkırtılı üniformalar giydirilmesi de bu yüzdendir.
Bundan tam otuz yıl önce bugünlerde, Mamak Zindanı’ndaki tutsaklara tek tip üniformalar giydirilmek istendiği için açlık grevi yapılıyordu. Giydirilmek istenen üniformaların tek şıkırtısı, insanda sadece ölmek isteği uyandıracak kadar iğrenç oluşuydu. Raci Tetik’e haddini hatırlatarak başlayıp bu kılıksızlık takıntısından mülhem o açlık grevindeki insanların üzerine saldırttığı köpekleri ve katledilen İlhan Erdost ile Mustafa Yalçın’ı anlatmasını istedim. Ettiği hakaretler için de kendisini mahkemeye vereceğimi söyledim. Benim kuyruk acım olduğunu, bu yüzden böyle sorular sorduğumu söyleyerek ne yaptıysa yönetmeliklere uygun olarak yaptığını söyledi. Üstelik daha ileri giderek evladı bile olsa aynı şeyleri yapmakta tereddüt etmeyeceğini söyledi.
Sertifikalı zalim
Kulakları ağır işitiyordu. Bunun için yerimden kalkıp yanına yöneldiğimde tedirgin oldu. Sakin olmasını, sadece sesimi duyurmak için yakınına geldiğimi söyledim, “Zaten mert birine benziyorsun” dedi. İdama götürülen Levon Ekmekçiyan’a, Erdal Eren’e, Mustafa Pehlivanoğlu’na, Necdet Adalı’ya atılan tekmeleri sordum ki Ekmekçiyan hariç hepsi Ankara ’da kabir komşusudur. “Ben hiç odamdan çıkmadım” dedi…
Olan bitenden hiçbir şey anlamamıştı. O kadar anlamamıştı ki kendisine Kenan Evren , İsmail Hakkı Karadayı ve Recep Ergun tarafından verilen kol saati sertifikasını, hediye edilen televizyonun belgesini ve takdirnamelerini getirmişti. “Sana bunları verenlerin birçoğu yargılanıyor” dedim… “Ben televizyonu itirafçılar koğuşuna hediye ettim” dedi…
Meşhur ‘Mamak Kafesi’ni sordum, “Kapınıza bitişikti ve oradaki çığlıklar dış nizamiyeden duyuluyordu” dedim, “Duymadım” dedi. Atilla Kaya meşhur işkencehane C-5’i sordu, “Kapattırdım” dedi.
Türküsünü dinle teğmenini tanı
Kıbrıs savaşında görev yapıp yapmadığını sordum, “Yaptım” dedi… Kimseyi öldürüp öldürmediğini sorduğumda “Ben niye öldüreyim, emrimin altında bir sürü asker vardı, komutan sevk ve idare eder” dedi.. Bize Mamak’ta böyle anlatmazdı oysa…
Bu hikâyeye kendimi asla katmak istemiyordum. Belki içine bir canlının asla sokulamayacağından dolayı ‘tabutluk’ adı verilen hücreler için ya da yakınlarımızın gözü önünde bize, bizim gözümüz önünde yakınlarımıza yaptığı işkenceler için bir kez “üzgünüm” deseyde, bu haliyle insanlığın gani vicdanına havale edebilirdim. Onun komutanlığı sırasında Mamak Zindanı’ndan 31 bin kişi gelip geçmiş, sadece 3-4 bin kişi ceza almıştı. Bunların çoğu sağlığını, umutlarını, gençliklerini kurban etmişlerdi. Bütün bunlardan bir üzüntü yaşayıp yaşamadığını sordum. “Asla!” dedi.
Burada söyleyeceklerinden dolayı başına iş gelebileceğini ima etti…
Yeni gelen teğmenlere içki içirip sarhoş ederek türkü söylettiğini ve söylediği türkülere göre sağcı mı solcu mu olduğunu anlayarak tedbir aldığını ve devletçilikten başka hiçbir eğilime izin vermediğini gururla anlattı.
Özel Harp Dairesi’nden de bu yüzden çıktığını çünkü irtibatlı olduğu insanın ofisinde Atatürk tablosu yerine Türkeş’in fotoğrafını görünce kızdığını söyledi.
Bu kızgın mizacından dolayı 22 kez görev yerinin değiştiğini ve kendisine Özel Harp Dairesi’nin bilinen isimlerinden Sabri Yirmibeşoğlu’nun sahip çıktığını anlattı.
Şu anda da kendisine tedavi için kadınlık hormonu ‘östrojen’ verildiğini söyleyip Başkan Nimet Baş’ı işaret ederek “Sizin gibiyim” dedi.
Daha bunun gibi onlarca soru sorup tarihe bu zulümleri şerh ettikten sonra, ondan ‘Ata’nın Türk ordusuna değişmeyen mesajı’nı hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Hatırlamıyormuş. “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman Türk ordusu” diye devam eden hitabeyi ezbere okudum ve bunu dayak zoruyla her gün okuttuklarını hatırlattım, önce sustu, sonra “Bravo, iyi aklınızda kalmış” dedi.
Bir ara gözleri daldı ve anasını, babasını, kardeşçiğini Erzincan depreminde kaybettiğini ve devletin kendisini önce Darüşşafaka’ya, sonra da askeri okula aldığını anlattı. Bu yüzden sağcı-solcu demeden devlete karşı gelen herkesi disipline sokmak istediğini söyledi. Tek ‘insani’ an da bundan ibaretti…
Sevgili okur, hikâyenin iyisine vahiy dileyen peygamberler bile muhtaçtır.
Bu hikâyelerden bir ortak iyilik çıkmasının iki şartı vardır. Birincisi, bu araştırma yaygınlaşmalı ve bir yüzleşme ile hakikatleri araştırma eylemine dönüşmelidir.
İkincisi ve en önemlisi, şu sıralar kendisi için bir şey dilemeyip sadece doğuştan sahip olduğu hakları isteyen ve barış dileyen binlerce insan yine zindanlarda ve yine bedenlerini açlığa, ölüme yatırmış durumdalar.
Yarın yeni komisyonlar kurulacaktır, bugün açlık grevine ve barış iradesine kör ve sağır kesilenler çağrılıp hesabı sorulacaktır. O gün “duymadım, bilmiyordum, hatırlamıyordum” diyeceklere şimdiden duyuruyorum. Dünün açlık grevleri ile bugün yapılan arasındaki fark, sadece milletvekillerinin de grevde olması değildir. Artık onlarca çocuk tutsak da bedenini açlığa yatırmıştır. Siz bayram edeceksiniz, onlar kurban olacak ve yarın duymadık diyeceksiniz. Hukuksuz ve gayri insani tecridin yanlarına kâr kalacağını düşünenler Raci Tetik’e bakabilirler.
Ben baktım, deprem ve yetimlikten başka hiçbir insanilik göremedim..
Sırrı Süreyya Önder
Kaynak: Radikal