YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Bizler, fabrikada, tarlada, evde, okulda, sokakta, işyerinde hayatı her gün yeniden yaratan emekçi kadınlarız. Pamukta, tütünde, çayda tarım işçisi, 12 saat bant başında işyerinde, 24 saat evde işçiyiz. Dünyadaki zenginliğin 2/3’ünü üretirken çocuklarına açlığı emziren, dünyanın yoksullarının %70’iyiz.

Bizler, fabrikada, tarlada, evde, okulda, sokakta, işyerinde hayatı her gün yeniden yaratan emekçi kadınlarız. Pamukta, tütünde, çayda tarım işçisi, 12 saat bant başında işyerinde, 24 saat evde işçiyiz. Dünyadaki zenginliğin 2/3’ünü üretirken çocuklarına açlığı emziren, dünyanın yoksullarının %70’iyiz.

Tarihten bugüne sömürü, şiddet, tecavüz ve aşağılanmanın en ağırını kapitalist sistemde yaşıyoruz.

Patronun kar hırsı sonucu Bursa’da yanarak can veren, İstanbul’da bir eşya gibi panelvanla işe taşınırken sel sularına kapılarak ölen, İş Kazası İstatistiklerinde dahi yok sayılan emekçi kadınlarız.

% 60’ımız güvencesiz, esnek, sendikasız işlerde, erkek emekçilerden daha düşük ücretlerle ve daha kötü koşullarda çalışmakta. Her 13 kadına karşılık 87 erkeğin iş yaşamına dâhil edildiği günümüzde emekçi kadınlar olarak üretim ve toplumsal yaşamın dışına itilmekteyiz.

Devletin üstlenmesi gereken hasta-yaşlı-çocuk bakımı gibi işler “kadın işi” olarak tariflenip sırtımıza yüklenmekte, yaşadığımız çifte sömürü görünmez kılınmaktadır.

Kapitalist sistem ve ataerkil ahlak anlayışı bir yandan “evinin kadını”, “namus timsali”, “tüketici kitle” olmamızı vaaz ederken diğer yandan her yıl 4 milyon kadın dünyanın zenginlerine cinsel köle olarak pazarlanmakta, bedenimiz sermayenin pazarlama aracı olarak ambalaj kâğıdına dönüştürülmektedir.

Krizini ucuz emek ve genişleyen bir işgücü havuzuyla aşmaya çalışan kapitalist sistem, dayattığı beden ve doğum politikaları ile biz kadınları aile-ev-çocuk üçgenine hapsetmektedir. “3 çocuk doğurun” çağrıları yapılmakta, kürtaj ve sezaryen yasağı gündeme getirilmekte, çözülen aileyi diriltmek için Aile Ombudsmanlığı uygulaması ile boşanmalar zorlaştırılmakta, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Aile İrşat Büroları kurulmaktadır.  

“İyi eş, evinin kadını, kutsal anne, bakıcı” rollerini yerine getirmeyi reddeden, hayır diyenlerimiz ise en yakınlarındaki erkekler olan babaları, eşleri, sevgilileri ve erkek kardeşlerinden şiddet görmekte, devlet toplumsal sorunların yarattığı öfke ve sıkışmışlığın aile içi patlamalarla, erkeğin kadına yönelik şiddeti biçiminde açığa çıkmasını teşvik etmekte, topraklarımızda her gün 5 kadın işlenen cinayetlerde hayatını kaybetmektedir.

Kapitalist devlet ve hukuk sistemi, tacize, tecavüze indirimli cezalar uygulamakta, kılık kıyafetten tahrik ölçümleri yapmakta, ailesindeki erkeklerden şiddet gören kadınları kolluk kuvvetleri potansiyel katillerine teslim etmekte, 6411 sayılı Denetimli Serbestlik Yasası ile kadına şiddet uygulamış erkeklere devlet affı çıkartılmaktadır.

Dünyada sürmekte olan emperyalist çatışma ve bölgesel yağma savaşlarında emekçi kadınlar katliam, göç ve tecavüz saldırıları ile karşı karşıyadır. Irak’ta, Bosna’da kadın bedeninin “ülkenin namusu” ile özdeşleştirilip yüz binlerce kadına işgal güçleri tarafından tecavüz edilmesi hafızalarımızda hala tazedir. Suriye’deki kirli savaştan kaçan kadınların 650’si Türkiye’deki mülteci kamplarında tecavüze uğramıştır. Savaşa bağlı göç nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalmış ailelerin karşı karşıya kaldığı sorunlar da kadınların omzuna binmektedir.

Sömürü, cinsiyetçi işbölümü, ev ve bakım işleri, taciz, tecavüz ve kadın cinayetleri kader değildir!

Hayatımızı kuşatan tüm bu sorunlar, özel mülkiyet ve sınıflı toplumlarla birlikte oluşmuş ve derinleşerek günümüze taşınmıştır. Sınıflı toplumlar, kadın-erkek insanı toplumsal cinsiyet rollerinin esareti altına alınmış, emekçi kadınlar, egemen sınıflar ve devletin sömürü ve şiddetinin yanı sıra ezilen erkeğin, kutsal (!) ailenin ve ataerkil toplumsal yapının da baskı ve şiddetine uğramıştır.

Tüm yaşadığımız sorunlar biz kadınların toplumsal kurtuluş ve özgürlük mücadelesine katılmamızla, gücümüzü örgütlü hale getirmemizle, kurtuluşumuzu işçi ve emekçilerin, halkların, kadın-erkek insanın kurtuluş mücadelesiyle birleştirmemizle çözülecektir.

Şimdi, 8 Mart’ta gücümüzü gösterme ve taleplerimizi yükseltme zamanıdır.

8 Mart, Emperyalist savaşların kurbanı, patronların kulu kölesi, erkeklerin namusu olamayacağımızı haykıracağımız gündür.

8 Mart, Clara Zetkin’in, Rosa Luxemburg’un, Alexandr Kollontai’ın, Nadya Krupskaya’nın, Gerilla Tanya’nın, Didar Şensoy’un, Serpil Polat’ın, Sakine Cansız’ın açtığı yolda mücadele bayrağını yükselteceğimiz gündür. 

8 Mart çocuklarının cesetlerine bile hasret bırakılmış Cumartesi Anneleri ve çocuk yaşta toprağa verdikleri evlatları için gözyaşları eksilmeyen Roboski Anneleriyle aynı safta olduğumuzu haykıracağımız gündür.

8 Mart ordusu, polisi, hukuk kuralları ile kadınlara düşman olan kapitalist devlete coşkumuz, taleplerimiz, örgütlüğümüzle gücümüzü göstereceğimiz gündür.

8 Mart işyerlerinde sendika ve kreş hakkımız, 8 saatlik iş günü hakkımız, sokakta, evde toplumsal yaşamda şiddet, taciz ve tecavüze karşı verdiğimiz mücadeleyi taçlandıracağımız gündür.

Biz emekçi kadınlar savaşsız, sömürüsüz, adil, eşit, özgür bir dünya için alanlardayız. Bizler Kadının kurtuluşunun tüm ezilenlerin kurtuluşundan geçtiğini ve örgütlülüğün bir zorunluluk olduğunu biliyoruz. 8 Mart’larda verdiğimiz mücadeleyi yaşamın her alanına yayarak tüm emekçileri taleplerimizi haykırmak ve mücadeleyi yükseltmek için sadece bugün değil her gün alanlara çıkmaya çağırıyoruz.

Bizler özgür bir ülke insanca yaşam istiyoruz! Bunun için;

Sokağa, Eyleme, Örgütlenmeye, Özgürleşmeye!

 

 

İlgini çekebilecek diğer içerikler