Editörümüz Gizem Sürer’in THY 305 direnişçi işçilerinden Deniz Eralp ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.
Günlerden 29 Mayıs, bundan iki yıl kadar önce. Bir işkolu ve çalışanlarını düşünün…
Onlar ki ‘yüksek’ gelirleriyle, yaşam standartlarıyla eleştirilere maruz kalan ancak aileleri, çocukları ve sevdikleriyle çoğu zaman hatta en önemli günlerinde bile beraber olamayan, hayatlarıyla ilgili herhangi bir planlama yapamayanlar; yalnızlaşmalarına, robotlaşmalarına o günden başlayarak isyan ettiler. Onlar ki senelerdir sendikaları ile birlikte mücadele ederek elde ettikleri kazanımların üstü bir kalemde silinmesin diye yollara döküldüler. Onlar ki, ‘grev hakkımıza dokunursanız uçaklarınız yerde kalır’ dediler ve yaptılar. Son yılların en önemli işçi eylemlerinden birini gerçekleştirerek tarihe geçen THY işçilerinden bahsediyoruz. İki yıla yakın bir süre Atatürk Havalimanı önünü mesken eylemiş, sesini sınır dışına duyurmuş ama hükümetin operasyon hedefinden bir türlü çıkamamış ve talepleri yerine getirilmemiş THY işçileri bugünlerde basında ‘işlerine geri döndüler’ haberleri ile yer alıyor.
‘Peki durum hakikaten böyle mi?’ sorusunun cevabını, adı Türk Hava Yollarının işe alınmayacaklar listesinde yer alan 305 direnişçisi Deniz Eralp’ ten aldık.
– Meseleyi biraz başından alırsak tabloyu daha net çizebiliriz diye düşünüyorum. Gelinen sürecin dönüm noktası olan 7-8 Aralık’ta gerçekleşen genel kurulu öncesi ve sonrasıyla nasıl değerlendiriyorsun?
7-8 Aralık tarihinde gerçekleşen genel kurulumuz öncesinde medyada, Bakan Binali Yıldırım’ın yeğeni Ömer Önder Haberdar’ın sendikamıza başkan adayı olacağını okumuştuk. AKP’ye yakınlığıyla bilinen THY çalışanlarının oluşturduğu Reform Hareketi’nin adayı olarak duymuştuk ismini fakat genel kurul günü adayın Haberdar değil Ali Kemal Tatlıbal olduğunu öğrendik. Aslında isim değişikliğinden başka hiçbir şey yoktu. Yine sendikacılıktan, işçi sınıfından bihaber biri bize başkan adayı diye servis edildi. Dünyanın en komik genel kurulunu yaşadık. Gereksiz şeylere itiraz eden sözde muhalif bir grup ve onların hiç konuşma bile yapmayan başkan adayları. Kimi seçeceğini, projesinin ne olduğunu bilmeyen ve bizden farklı bir otelde konaklatılan delege olarak atanmış insanlar, tek bir adamın el işaretiyle salonu terk etti gitti.
305 işçinin işe iade davalarında bizlerin aleyhine şahitlik eden bir adamı başkan olarak seçtiler, bunu başardılar en nihayetinde…
Hep söylüyorum, yeni sendika yönetimi şirket tarafından görevlendirilmiş ve resmen ’hadi gidin biraz sendikacılık oynayın’ denmiş. Tatlıbal, kendi isteğiyle sendika başkanlığına aday olduğunu söylüyor tabi bu hiçbir şekilde inandırıcı değil. Kendisinin de yüzüne ve kendi ekibindeki insanlara defalarca söyledim: ‘ Ben size güvenmiyorum. Siz şirket tarafından atanmış insanlarsınız, emir kulusunuz. Sadece şirketin ihtiyacı olan imzanın yetkisine sahip insanlarsınız ve ben size güvenmiyorum.’ Her seferinde bu sözleri söylememe rağmen, ‘yok bize güveneceksiniz, biz her şeyi yapacağız’ dediler. Hani madem sendikacılık yapıyorsunuz önce bir işçileri tanıyın. Biz onları ne 29 Mayıs sürecinde gördük, ne grev boyunca gördük. Zaten greve çıkmayan insanlar şu anda sendikacılık oynuyor. Ortaya karışık bir şekilde görevlendirilmiş, atanmış bir yönetim kurulu.
Atilay Ayçin başkanlığındaki Hava-iş Sendikası yönetimine yöneltilen çeşitli eleştiriler var. Bunlardan biri de genel kurul öncesinde AKP’nin grubuna karşı, diğer muhaliflerle ittifak yapmalıydı şeklindeydi.
Evet, Atilay Ayçin’in 24 yıl boyunca o koltukta kalması sorgulanabilir. Bu tecrübelerle sabit bir şeydir. Bir insan defalarca aynı konumda duruyorsa bir yeni kan, yeni bir soluk olması gerekir. Ama geçmişe baktığımızda bu kadar işçi haklarını savunan, samimi olan kimse yok. Geçmişlerine baktığımızda sürekli işverenle bir araya gelen kişileri görüyoruz. Benim kendi yaşadığım tecrübeler var. Ben direnişe katılıyorum, haksızlığa uğramışız. Bunu bütün dünyaya anlatıyoruz, insanlar hak veriyor. Bahadır Altan gidip bizi İTF’e (Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu) şikayet ediyor. İTF’ten gelen yanıt ise ‘biz dünyanın her yerinde işçilere destek verirken ilk defa işçiye destek olmayın diye bir mektup aldık’ şeklinde. Bu nasıl bir hak savunuculuğudur?
Ayrıca bir başka olay, grev alanında biz 24 saat orada beklerken ben Emek Meclisi’ndeki bir sürü kişinin gecenin bir vaktinde çok rahat içeriye girip çıktığını görüyorum. Ne oluyor, neler dönüyor ne tür pazarlıklar yapıyorsunuz? Bahadır Altan keza öyle… 24 yıllık dediğimiz o başkan hiçbir yere giremezken, bizimle konuşamazken, bu insanlar elini kolunu sallayıp her yere girip çıkabiliyorlardı.
– Bu delege seçimlerine nasıl yansıdı sence?
Çok net söylüyorum. Atilay Ayçin bu isimlerle bir araya gelse satmış olurdu sınıfını. Çok doğru bir seçim yaptığını düşünüyorum. İttifak yapmaması AKP’ye teslim etmek falan değil, kim olursa olsun çok farklı bir sonuç olmayacaktı. Bu isimleri senelerce sendikayı yaralamak için kullanmışlar. Ama şimdi sahtesini değil orijinalini bulmuş oldular.
– Yeni sendika yönetimini nasıl tarifliyorsun?
Sarı sendika! başka bir tarife gerek yok. Çok net bir şekilde, emir kuluyuz diyen insanlar. Ellerindeki tek koz olan grev sürecini, hiç kimseye sormadan açıklama yapmadan imzalayan insanlar. İlk göreve geldikleri gün Ali Kemal Tatlıbal, ‘Atilay Ayçin’in yolundan gideceğim, işinize grevinize saygı duyuyorum, hak mücadelesi ve ekmek kavgası veriyorsunuz bunu anlıyorum’ dedi. Bir grup direnişçi ve grevci arkadaşımla kendisiyle görüştüğümüzde ses kaydı yapmıştık ve bunu kendisinin onayını alarak yaptık. Bize, ‘Adım Ali Kemal Tatlıbal. Açlık, fakirlik nedir bilirim. Anadolu çocuğuyum edebiyatı’ yapıyordu.
Sonra grevi bitirdi ve bir daha kendisini doğru düzgün görmedik. Odasının kapısı hep kapalı, yanında korumalarla geziyordu, yanında çalışanları bizleri içeri almıyordu, sürekli bir toplantıdaydı ve bizle asla muhatap olmuyordu. Atilay Ayçin zamanında sendika bizim evimizdi, kapı kapanmazdı. Şimdi ise durum tam tersi.
– Yönetim grevin bitirildiği gün çadırda bir açıklama yapmıştı. O açıklamayı ve grevin bitirilişini nasıl değerlendiriyorsun?
Deniz Eralp: Bizler neye imza attıklarını bilmiyorduk ki. Çıktılar geldiler, grev bitti dediler, pankartı söktü başkan. ‘Gelin açıklama yapın’ dedik. Zorla çadırın içine girdiler, 2-3 cümle kurdular ve ‘hemen gitmemiz lazım çok işimiz var’ diyip gittiler. O gün çadırı söktüler. 305 işçiyi işe aldırdıklarını, TİS maddelerinin çok güzel olduğunu söylediler ama öğrendik ki durum tam tersi. Bir de sürekli utanmadan THY işvereni ile çok iyi ilişkilerinin olduğunu vurguluyorlar. Ertesi gün sendikada biz işçiler olarak toplandık. İçeride bir sürü tanımadığımız insan bize dövecekmiş gibi bakıyorlardı, sendikanın içi dışı polis. Hesap sorduk, sorguladık üzerimize adamları yürüdü. Neredeyse kavga çıkacaktı. İşçinin sorduğu soruya şiddetle cevap veren bir topluluk işte. Biz her zaman ısrarla söyledik, ‘Bizlere sormadan sakın hiç bir şeye imza atmayın’ dedik. Defalarca bizi oyaladılar, farklı taktikler geliştirdiler. ‘Bugün git yarın gel’ dediler. İmzaladılar ve hiç bir şeye müdahale etmediler.
– O iyi ilişkilerine zarar gelmesin de…
Deniz Eralp: Gelmiş canım, olmaz mı? Esasında 305’ten işe alınmayacakların listesi 15 kişiden ibaretmiş. Sözüm ona çok direnmişler, ilişkileri de bozulmaya başlamış. O kadar güzel direndiler ki liste 15 iken 24 kişiye çıktı. ‘İmzaladık ama şerh düşerek imzaladık’ diyorlar. Soruyoruz peki bu şerh nedir? İmzaladıktan sonra şerhin hukuken hiçbir anlamı yok. Bu sefer yine bir oyalamacaya başvurup ‘aa biz sözler aldık ama’ diyorlar. İşleri, umut tacirliği bunların. Pek çok arkadaşımın mahkemesi olumlu sonuçlandı, hukuk onaylamış, Avrupa Birliği İlerleme Raporunda söylenmiş, hükümet grev yasağından vazgeçmiş, çalışma bakanlığının müfettişleri onaylamış yaptığımız şeyin demokratik bir hakkın kullanımı olduğunu. Belgeler ortada, biz meşru ve haklı bir zemindeyiz. Sonra gelip bize ‘sizi işe aldık daha ne istiyorsunuz’ dercesine tavır sergiliyorlar. İyi de biz bunun için direnmedik. Bu bizlere bahşedilen bir lütuf değil. Sen şuanda herkesi ilk kez işe alınmış gibi işe başlatıyorsun. Nerede o zaman haksızlığa uğramış insanların kaldığı yerden itibarlarının yeniden getirilmesi? Zaten 24 kişinin işe geri alınmamasına ses çıkarmıyorsun.
– İki aylık bir oyalama sürecinin sonunda seninle birlikte 23 THY işçisine, disiplin suçu işledikleri gerekçesiyle hayır denildi…
Deniz Eralp: Ben hakkımı aradım. Bana yaşatmış oldukları bu muameleyi eleştirdim. Küfür etmeme gerek yok, dediğim gibi şiddetle ve küfürle hiçbir şeyin hallolmayacağını bilirim. Ama evet küfürden daha ağır gelebilecek şeyler söylemiş olabilirim. Kimse kusuruma bakmasın. Bu benim hayatım ve benim hayatımla oynandı… Her türlü hukuksuzluğa başvuran bir yönetim var karşımda. Yasa dışı eylemci diye hayatımızı kaydırmak üzere neredeyse. Gururumuzla, ekmeğimizle oynamış bu insanlara karşı ben her yerde savunurum. Bu benim en doğal hakkımdır. Ben her yerde konuştum herhalde bu yüzden benimle yıldızlarının barışmayacağını düşünüyorlar. Bu onlar için küfürden bile daha ağırdı çünkü teşhir ettim kendilerini. Kusura bakmasınlar ama bundan çekinen bir yönetim yok zaten. Yaptık, ettik diyen bir yönetim var.
23 kişi içinde benim de yaptığım gibi sendika temsilciliği yapanlar var, emekliliği hak edenler var içlerinde, hepsini aynı kefeye koyuyor disiplin suçu diye. İkinci bir etiket daha yapıyor, ‘Ahlaksızca tavırları var’ diyerek. Listede tanımadığım insanlar da var, ne grevde ne sendikada gördüğüm ne de başka bir yerde denk geldiğim. Bu isimlerden bazılarının Hamdi Topçu’nun şahsına sosyal medyadan özel maillerden hakarete varan şeyleri söylediklerini iddia ediyorlar. Bununla ilgili bir kanıt olsaydı Hamdi Topçu’nun bunu çoktan açıklayacağını düşünüyorum. Ayrıca mahkemede şahitlerini gönderdiği zaman bizim elimizde kayıtlar var diye mahkemeye sunduğu belgelerde, videolarda olurdu bu. Ya da şahsi olarak dava açardı. Onun elinde bir sürü imkanlar var. Ben şöyle diyorum, 305’e yaptıklarını bugün 24’e yapıyorlar.
– İşe dönüşü onaylananları nasıl bir süreç bekliyor? İşe dönüş şartlarını biraz daha açabilir misin? THY’ye geri dönenler farklı engeller ile karşılaşabilir mi?
Tamamen sıfırdan başlatacaklar. Sıfır kıdem vs. yeni işe alınan biri gibi.
Tabi ki de. Evveliyatı yok, böyle bir insanın geçmişi yok. Genel başkan yardımcısı şöyle söyledi: ‘Arkadaşlar her şeyiniz sıfırlanıyor, yani cezalarınız da sıfırlanıyor’ Hepimizi dosyaları kabarık insanlar gibi kabul ediyorlar. Zaten sen kötüsün, yasadışı iş yaptın gibi. İşveren ağzıyla konuşuyor. Hakaret bu!
– Sence bu arkadaşları işe almama ihtimalleri de var mı?
İlk günden beri hiç güvenmediğimi söylüyorum sendikaya ve bu yönetime. Eski yönetim önceden bizim arkamızdaydı şimdi o da yok. THY zaten bizi işten çıkarmıştı. İş güvencesi gibi bir şey söz konusu değil THY’de. ‘Sizleri işe döndürdük aman ha dikkatli olun bundan sonra’ diye cümle kuran biri sendikacı olabilir mi? Uyaracaksan bir sendikacı olarak yönetimi uyarırsın. Bir madde koyarsın önlem altına almak için. İşe alım şartı diyorlar, mesela duruşunuzu bile beğenmedik diyebilirler. İnsanların zaten stresli bir yaşantısı oldu sağlık konusunda da rapor verebilirler. Gümüş tepsiyle sundular THY işçilerini, eti sizin kemiği bizim gibisinden. Daha ne söylenebilir ki?
Sevindiğim noktalar da var ama. İşe dönmek isteyen birçok arkadaşım vardı, üniformayı giymek isteyen. Onlar adına seviniyorum. Onlar için bir kazanımdır. Bu da sendika yönetiminden değil bizim direnişimizden kaynaklanan bir kazanım. Çok az bir kazanım var hatta cezalandırma, intikam duygusuyla hareket etme var. Sevindirici bulduğum yönler çok az. Bunun bedeli bu kadar ağır olmamalıydı.
– Sizler, iki yıl süren direniş boyunca sık sık manipülasyona maruz kaldınız. Şimdi de ortada kazanım diye sunulan bir paket var ama bu paketin içi boş. Aksine kayıplarla, olumsuz şartlarla uçuş gerçekleştirilmeye çalışılacak. Yine verdikleri demeçler ile süreciniz farklı yansıtılıyor, senin cevaben söyleyeceğin bir şeyler var mı?
Zaten ülkemizde insanlar basına artık güvenmiyor. Gezi sürecinden sonra zaten bunu herkes medyanın yandaş olduğunu gördü. Ülkede adalet sistemine güvenilmiyor. Doğruları insanlar görüyorlar artık. Antipropagandaya falan belli bir kesim inanır çünkü onların ellerinde güçler var. Ama artık kimse ana akım medyayı dikkate almıyor. İnsanlar artık sorgulamayı öğrendi. Pek çok insan 305 işe alındı fakat sadece öyle olmadığını biliyoruz diyor. Onlar kullansınlar medyalarını ama ortada doğrular, gerçekler var. Bu yüzden başaramıyorlar çarpıtmayı, başaramayacaklar da.
– Sen Ankara’daki tüm yaşamını bırakmış, kendini işe dönüş mücadelesine adamış, yalnızca kendin için değil herkes için mücadele etmiş birisin. Fakat işe alınacaklar listesinde ismin yok. Bir yandan bu şartları düşündüğümüz zaman ‘bu şartlarda uçacaksam uçmam daha iyi’ gibi bir tercih noktasına da sürüklenebilir insanlar. Sen bundan sonra ne yapacaksın? Hayatına nasıl bir Deniz olarak devam edeceksin?
Bundan sonra hayat tabi ki devam ediyor. Ama hayatın her alanında zaten direniş var. Bu ülkede görülen her haksızlık, hukuksuzluk karşısında mücadele verilmesi gerekiyor. Bundan sonra da ben arkadaşlarımı hiçbir şekilde yalnız bırakmam. Hatta hiçbir şekilde bizi umursamayıp hala çalışan insanlara ben elimden ne geliyorsa bildiklerimi anlatmaya, onların sesi olmaya devam ederim. Bu listede olmasaydım içeride mücadele edecektim. Benim için, Deniz Eralp için farketmiyormuş aslında içeride veya dışarıda olmak. Onun haricinde bir direnişçi olarak konuşacak olursam evet beni çok iyi tanımışlar, onlar ne kadar cezalandırdıklarını düşünseler de beni onurlandırmışlar. Anlatabilmişim kendimi, bizi, yaptığımızı, direnişimizi. Kara liste diyorlar ama onur listesi olmuş bu yaptıkları. Bizi onurlandırdılar, teşekkür ediyorum kendilerine.
– Onurlu THY direnişiniz için şahsınızda 305 direnişçilerine ve söyleşi için de size Emek.org.tr adına çok teşekkür ediyorum.
Emek.org.tr
09.02.2014