SERMAYE VE EMEK GÜÇLERİNİN BİR MÜCADELE ALANI: TAŞERON SİSTEMİ (1)

AKP hükümeti 2012 yılı sonu, 2013 yılı başında “sorunları çözeceğiz” iddiasıyla, taşeron sistemi tartışmasını yoğunlaştırarak; konuyu çalışma yaşamı gündeminin ön sıralarına taşıdı. “Taşeron işçilerinin sorunlarını çözeceğiz” iddiasında bulunan hükümetin aslında öyle bir niyeti bulunmadığını biliyoruz. Hem sermaye güçleri hem de emek güçleri açısından açıktır ki, AKP yeni taşeron politikaları ve hukukunu geliştirerek, sermaye güçlerinin ve […]

AKP hükümeti 2012 yılı sonu, 2013 yılı başında “sorunları çözeceğiz” iddiasıyla, taşeron sistemi tartışmasını yoğunlaştırarak; konuyu çalışma yaşamı gündeminin ön sıralarına taşıdı.

“Taşeron işçilerinin sorunlarını çözeceğiz” iddiasında bulunan hükümetin aslında öyle bir niyeti bulunmadığını biliyoruz.

Hem sermaye güçleri hem de emek güçleri açısından açıktır ki, AKP yeni taşeron politikaları ve hukukunu geliştirerek, sermaye güçlerinin ve kapitalist sistemin taleplerini karşılamak amacındadır.

Çalışma yaşamında başlı başına bir problem alanı olan taşeron sistemini, emek cephesinin tüm unsurları incelemekte, tartışmakta ve tavırlar geliştirmektedir.

Bu durum sadece ulusal düzeyde değil uluslar arası boyutlarıyla da işçi sınıfının gündemindedir.

Biz de bu tartışmalara ve tavır belirlemelere katkıda bulunma amacıyla yazı dizisini yayınlıyoruz.

Emperyalist-kapitalist üretim ilişkileri kapsamında “esnek üretim tarzı-modeli” bağlantılı gelişen “taşeron sistemi” kavramlarını tanımlayarak başlamak istiyoruz.

“Taşeron sistemi”, “taşeron işvereni”, “taşeron işçi” kavramları ne anlama gelmektedir? Taşeron sisteminin dönemsel kapitalist üretim ilişkileri içerisinde yeri ve etkileri nelerdir? Açıklayalım.

Öncelikle taşeron sistemi ile esnek üretim model bağlantısına dikkat çekmeliyiz. Taşeronluk, esnek üretim süreci ve anlayışıyla birlikte daha fazla yaygınlaşmıştır. Emperyalist-kapitalist sistemde “kar oranlarının düşüş eğiliminin’’ artmasıyla da tetiklenen sistem krizleri karşısında geliştirilen “esnek modelin’’ bir uygulama alanı ve yöntemidir. Taşeronlar, küçük ve orta büyüklükte/ölçekli işletmelerdir. Taşeronluk, sistem işleyişi kapsamında büyük işletmelere, ulusal ve uluslar arası kapsamlarda esnek uygulama zeminleri sağlar. Düşük maliyetli üretim dışında işçilerin çalışma koşullarını, çalışma sürelerini, ücretlerini ve sosyal güvenlik haklarını, iş güvencesini, toplu pazarlık haklarını, sendikal örgütlenme hak ve yapılarını olumsuz etkilemektedir.

Taşeron sistemi; bir iş ilişkisi ve işe bağlı üretim tarzıdır. Bir işyerinin, “bazı işlerini” ya da asıl üretim işlerinin “bir kısmını” başka bir şirkete veya şirketlere yaptırmasıdır. “Bazı işler’’ veya “asıl üretimlerinin bir kısmı” ifadesinden de; o işletmenin üretmediği/yapmadığı işler veya üretiminin önemli bir kısmı anlaşılmalıdır. Bu üretimin ‘pazar sistemi kapsamı’ değişken olabiliyor. Yani ulusal pazarla sınırlı veya uluslararası pazar sisteminde olabilir. Sonuçta bu durumla asıl işyerinin ve işverenin; üretim ve istihdam konularında işçiye ve iş hukuku bağlamındaki, sorumluluk ve yüklerinin daha da daraltılarak, alt işverenin/taşerona üstlendirildiği söylenebilir. Bu daralmada da genellikle; düşük maliyetli üretim, ucuz işgücü kullanımı, sınırlandırılmış sosyal haklara dayalı iş ilişkilerini içermektedir.

Türkiye uygulaması ve hukuk sisteminde taşeronluk olgusu örneğin “müteahhitlik” nitelenmesinden başlayarak, hukukta ve uygulamada da kullanıldığı üzere “taşeron veya alt işverenlik” diye ifade edilmektedir. Diğer ülkelerde, geçici işçi sağlayan kuruluşlar için “taşeron” veya “işçi tedarikçisi” tanımı kullanılmaktadır.

Dolayısıyla taşeron/alt işveren; büyük ölçekli şirketlerin daha küçük ölçekli işlerini yapan, onun sorumluluklarını üstlenen işverendir.

Taşeron işçiliği; bu işleri yapan işyerlerinde çalışan emekçilerdir. Uzun süreli çalışanlar olabildiği gibi, kiralama şirketlerinin denetiminde çalıştırılanlar da taşeron işçisi diye anılmaktadır. Uluslar arası uygulamada “taşeron işçiliği”, kiralık işçi sağlayan büroların/şirketlerin işçisi olarak tanımlanıyor. Göze çarpan en önemli özellikleri düşük ücret almaları, sosyal haklardan yoksun oluşları, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında çok sorun yaşamaları, sürekli istihdam edilmeleri de söz konusu olmadığından iş güvencelerinin bulunmamasıdır.

Taşeron işçisinin sendikal örgütlenme ve mücadele içinde olması, fiilen yasaktır. Yakın geçmişte AKP hükümeti, çıkardığı bir yasa ile küçük ve orta ölçekli işletmelerde sendikal örgütlenmeyi ve hakları kırma amaçlı bir düzenleme yaptı. Yani hükümet eliyle yürürlüğe giren yasa ile birlikte işçi sayısı 30’un altında olan işyerlerinde sendikal tazminat davası ve işe iade davası açılmasının önü kesilmiş oldu. Bu hamle, sendikal yapılanmayı taşeronda bitirmekten başka bir anlam taşımamaktadır.

Taşeron sistemi veya “alt işverenlik” sisteminde temel bir amaç ve işleyiş anlayışı vardır. Büyük ölçekli üretim komplekslerinde işin bazı kısımları dışarıda –fason olarak- ürettirilmektedir. Böylelikle maliyet unsuru anlamında, işçilik ve hammadde girdileri daha ucuza getirilir. Aynı zamanda kitlesel üretim söz konusu olduğundan, işçilerin denetimi sorunu nedeniyle “sarı sendikacılık” geliştirilerek, sistemde işverenler ve devlet karşısında sorun yaratmayan “ılımlı sendikalar” üretiliyordu.

İşçilere sunulan çalışma ve yaşama koşulları taşeron sisteminde çok daha kötüdür. “Taşeron kölelik demektir” nitelemesi bunu anlatmaktadır. Ücretler ve örneğin çalışma sürelerinin esnekliği konuları; kazanılmış demokratik işçi haklarını dahi yok edici niteliktedir. Beslenme, barınma, sağlık, eğitim vb yaşamsal konularda, işçilere çok geri-ilkel koşullar dayatılmaktadır.

Dünya ve Türkiye örneklerinde, taşeron sistemi ortaya çıkışından bu yana, özellikle “esnek üretim” sürecinin birçok saha ve evrelerinde giderek “taşeronluk – alt işverenlik sistemi” veya “fason üretim” daha çok tercih edilir olmaktadır.

Gelinen aşamada, devlet ve hükümet organları da taşeron sistem politikalarının savunucusu ve uygulayıcısı konumuna gelmiştir.

Büyük ölçekli şirketler yani “asıl işveren”, asıl işyerinde yapabileceği üretimi, parçalayarak başka işverenlere – taşeronlara- aktararak daha az maliyetle aynı sonucu elde edebilmektedir. Çünkü bu tarzda:

a- Üretim hızlıdır.

b- İşçilik maliyeti ucuzdur.

c- Hammadde ucuzdur.

d- Asıl işveren birçok toplumsal ve hukuki sorunla uğraşmaktan ve sorumluluklardan kurtulmuştur.

e- İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanı çok sorunludur. Kural dışı çalışma nedeniyle meslek hastalıkları yaygındır. İş kazaları sonucu işçilerin bedenen ve psikolojik yönlerden darbelerin aldığı, “iş cinayetleri” dediğimiz ölümlü iş kazaları her geçen gün daha fazla yaşanmaktadır. Ve bu olgularda, asıl işverenlerin sorumluluk payı giderek azaltılmaktadır.

f- İşçilerin örgütlü güç olma hali çok zayıflatılmış, sendikalar ‘’mücadeleci” emek örgütleri işlevinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır.

g- Ucuz yedek işgücü çok fazladır ve “işsizlik korkusu” çok önemli bir sosyal-psikolojik etken, emekçileri baskılayan unsur halinde çalışma yaşamında yerleşik hale gelmiştir.

h- Toplumsal üretimde birçok sosyal, ekonomik, psikolojik ve siyasal açılardan, işçilerin kendi çıkarlarına uygun sınıf davranışları sergilemesinde de sorun yaşanması ve bunun yaygınlaşması da artık gündemdedir.

Türkiye’nin kapitalist toplumsal yaşamındaki taşeronluk sistemi, yine de sermeye güçlerinin arzuladığı ölçü ve çerçevelerde değildir. Durumun sermaye güçleri lehine gözden geçirilmesi ve bütünlüklü olarak sistemin bu cephesinin yeniden düzenlenmesi gündemleştirilmeye çalışılmaktadır. Özelleştirme furyasında elde edilen önemli başarılardan sonra, kamu ve özel sektörde pürüzlerin giderilmesine de ihtiyaç vardır. “Ulusal İstihdam Stratejisi” planları çerçevesinde taşeron sistemi de ele alınacaktır. Bu noktada, AKP hükümetinin taşeron sisteminde önemli dönüşümleri gerçekleştirerek, temel taşları yeniden düzenleyebileceği bir sürece girdiğimizi de vurgulamakta fayda var.

Türkiye’de taşeronluk sistemin, “esnek üretimin’’ önemli bir enstrümanı olarak geliştirilmesi ülkemizde yenidir. Öyle ki iş hukuku denilen, çalışma yaşamının yazılı ve yazılı olmayan kuralları artık “gereğinden fazla işçileri korumakta” ve dolayısıyla sermayenin talepleri doğrultusunda yeniden ele alınarak düzenlenmesi ihtiyacı çok açıktan ifade edilmektedir. Bu olgu sadece sermaye kurumları olan şirketler ve toplumsal örgütler tarafından değil, hükümet tarafından da dile getirilmekte; raporlar hazırlanmakta ve konuyu gündemde tutan çalışmalar sürdürülmektedir. “Kıdem tazminatı fonu”, “bölgesel asgari ücret”, “özel istihdam büroları” gibi temel dönüşüm konuları yanı sıra “taşeron –alt işverenlik-“sisteminde de yeni düzenleme amacı taşıyan hazırlıklar başlamıştır.

Anımsatalım, 2010 yılında sermaye sınıfı temsilcilerince, taşeron sisteminde anlayış ve davranış değişikliği isteyen raporlar yayınlanmıştı. TÜSİAD, MÜSİAD ve TİSK gibi işveren kurumları üzerinden patronlar, taşeron-alt işverenlik yasal düzenlemeleri ve uygulamaları konularında, sermeye çıkarları doğrultusunda yeni düzenlemeleri açıkça talep etmişlerdir.

AKP, 2012 yılı sonunda bu yönde çalışmalarını hızlandırarak gündemi yönetmeye çalışmıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın düzenlediği; işçi konfederasyonlarının, işveren temsilcilerinin ve kamu adına da hükümetin yer aldığı (2012 Aralık Ankara) toplantıda; taşeron sistemini patronlar lehine yeniden düzenleyeceklerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı kendi ağzıyla açıklamıştır. Bu tür kamuoyu oluşturma ve hazırlama adımları kısa aralıklarla tekrarlanmaktadır. Mart 2013 ortalarında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, yine medyada konuyu tartışmakta ve açıktan ne yapacaklarını ilan etmektedir.

Taşeron sistemi konusunda anlayış ve uygulamalar açısından Türkiye’de yeni bir sürece girildiği açıktır. Kamu veya özel sektörde bazı işlerin, işletme dışı küçük işletmelere yaptırılması çerçevesini çok aşan bir anlayış ile karşı karşıyayız artık. Sermaye taşeron sistemini esnek üretimin bir devamı olarak yerleştirerek geliştirmeyi planlamıştır. Taşeron sistemine yönelik olası planlama, ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’ ana başlığı altında yeni yönelim ve düzenlemenin önemli bir ayağı olarak düşünülmektedir.

Elbette başta DİSK olmak üzere emekten yana bir çok sendika, siyasi parti ve dernek de bu gelişmeler karşısında tavrını açıklamıştır. Gelinen noktada önemli olan sorulardan biri şudur: KESK’e ve TÜRK-İŞ’ e bağlı birçok sendika, emek ve meslek örgütleri yani işçi sınıfı güçleri bu yaşananlar karşısında tavır geliştirebilecek midir, geliştirecekse sokağa taşıyabilecek midir?

Güncel süreçte meydana gelen gelişmelerden de anlaşılmaktadır ki, bu konuda sınıf çelişkileri derinleştikçe mücadele yoğunlaşacaktır.

Ancak işçi sınıfının ve öncü kesimlerinin, bunu karşılayabilecek bilinç ve örgütsel donanım yeteneği tartışmalı bir noktadadır. İşçi sınıfı, sendikalar ve emekten yana politik yapılarının bütünlüklü tutumlarında önemli gerilikler ve zaafiyetler söz konusudur. Anlayışlar ve örgütlenme düzeyleri bağlamında aşılması gereken bir dizi sorun bulunmaktadır.

Yine de yetersiz de olsa sessiz kalınmamış, tavırlar geliştirilebilmiştir. Örneğin 2013 yılı Ocak ayında sendikalar, birçok sektörde çalışan taşeron işçi ile birlikte yaşanan hak gasplarına ve iş cinayetlerinin artmasına düzenlediği yürüyüş ve mitinglerle tepki göstermiştir. Bununla birlikte üretimden gelen gücün kullanılması, iş yavaşlatma, dayanışma grevi veya genel grev kalkışmaları yönleriyle de zayıf kalınmıştır.

Ancak tüm bunlar, tarihsel saldırının önünde elbette önemlidir ve değerli anlamlar taşımaktadır.

Fakat işçi sınıfının mevcut mücadele ve örgütlenme düzeyi, kapsamlı saldırılar ve kayıplar karşısında bir barikat olabilecek midir?

Asıl sorun buradadır ve bu anlamda görev ve sorumluluklar hem yoğun ve hem de çoktur. İşçi sınıfı ekonomik, demokratik ve elbette politik kurumsal yapılarını; bütünselliği çerçevesinde örgütlenme ve mücadele yeteneklerini geliştirmek zorundadır.

Emek.org.tr

İlgini çekebilecek diğer içerikler