Yeni YÖK Yasa Taslağı Ne Anlam İfade Ediyor?
6 Kasım 1981 yılında Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’ün kurulmasının üzerinden 32 yıl geçti.
12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından üniversitelerin yapısı, sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde yeniden düzenlendi.
Sermayenin ihtiyaçlarına uygun biçimde üniversitelerin yeniden şekillendirilmesi ve neoliberal politikaların üniversite ayağının örülmesinde etkin bir rol biçilmiş olan YÖK kuruldu. YÖK, dünya üniversitelerinde eşi benzeri görülmemiş baskılardan, üniversitelerden keyfi biçimde atılmalardan, soruşturmalardan, tutuklamalardan, bilimin, bilim etiğinin ayaklar altına alınarak üniversitelerin karakollara çevrilmesinden başka bir şey ifade etmemekteydi.
YÖK, hala aynı işlevini üniversitelerde sürdürmeye devam ediyor. Bilime, toplumsal sorunlara duyarlı olan üniversitenin her bireyinin üniversitelerden ekarte edilmesi için elinden geleni ardına koymayan, AR-GE’lerle üniversitelerin piyasaya bağımlı hale getirilmesini sağlayan, özel üniversiteleri pıtrak gibi çoğaltan, kampüsleri özel güvenliklerin ve polislerin ‘eğitim alanı’ haline getiren YÖK, AKP hükümeti için ‘bulunmaz nimet’ özelliğini taşımaya devam ediyor. Ve bu nedenledir ki ‘demokratikleşme’ nidaları altında baskı kurumlarının devamlılığını sağlamak ve onları bu içerikten koparmadan, yeniden dönüştürerek baskıyı boyutlandırmak amacıyla son haftalarda Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nı gündemimize soktular.
Geçmişten günümüze kadar tüm iktidarların ağzından düşürmedikleri “globalleşme”, “global dünya”, “küresel piyasa” gibi toplumun bilinç altına işlenen kavramlar; piyasaya açılma politikalarının, müdahalenin ve gelişmenin temelini oluşturmaktadır. Hedefini 2023’e kadar özel üniversitelerin önündeki engelleri kaldırmak, AR-GE bütçesini büyüterek dünyanın sayılı ülkeleri arasına girerek “muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” ve 200’ü aşkın özel üniversite kurmak olarak belirleyen AKP, üniversitelerin bilim yuvası olması dışında her şeye benzetilmesi için düğmeye basmış durumdadır.
Sermaye güçleri ve AKP hükümetinin, gündemimize soktuğu yeni YÖK Yasa Tasarısı da üniversite kapılarının, sermayeye ardına kadar açılmasının önemli köşe taşlarından birini oluşturuyor. Aslında bu tarz ve benzeri tasarılar, geçmişte de kendisini farklı isimler ve oluşumlarda göstermişti. 2003 yılında YÖK’ün ismen kaldırılarak yerine Yüksek Eşgüdüm Kurumu’nun (YEK) kurulması ve birazdan değineceğimiz Yeni YÖK Yasa Tasarısının benzeri bir tasarı; üniversitelerde sermayenin ve hükümetin daha fazla denetimini arttırması, üniversite dışı bileşenlerin üniversitelerde söz sahibi haline getirilmesi gibi konularla gündeme getirilmişti. Ancak gençlik hareketinin gösterdiği birleşik-kitlesel-militan duruş, bu saldırganlığı boşa çıkarmış ve YÖK-YEK tartışması bir süreliğine de olsa düzen cephesinden rafa kaldırılmıştı.
O günlerden bugüne dek uzanan zaman diliminde üniversitelerde örgütlü mücadele yürüten ve YÖK’e, üniversitelerdeki piyasalaşmaya karşı duran tüm unsurlar etkisizleştirilmeye, denetim altına alınmaya çalışıldı. Polis-idare-sivil faşist işbirliği ile saldırılar, soruşturmalar, tutuklamalar her zamankinden daha fazla arttırılarak adeta bir cendereye sokulan üniversitelerin yapısı ortadadır.
Bugün sadece üniversiteler değil, ülkenin her köşesinin açık hava hapishanesine çevrildiği, toplumsal sorunlara duyarlı olan ve örgütlü mücadele yürüten üniversite öğrencilerinden Kürt siyasetçilere, gazetecilerden sendikacılara ve avukatlara değin tüm kesimlerin kitlesel biçimde ‘toplama kamplarına’ atıldığı, neredeyse tüm halk katmanlarına faşist baskı ve şiddetin uygulandığı bir coğrafyada yaşıyoruz.
Baskıların ve tutuklamaların artarak yoğunlaştığı bir dönemde sahte ‘demokratikleşiyoruz’ söylemiyle gündeme gelen “Yeni YÖK Yasa Tasarısı”nın ne olduğu, neyi amaçladığı ve neye hizmet edeceği üzerine bir tartışma açmak ve tasarıya karşı çözüm yollarını ve alternatiflerini de ortaya koymak, bunun yanında piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillenen bu tasarının yırtılıp atılmasını sağlayacak birleşik-kitlesel-militan bir öğrenci hareketinin yaratılması sorununu gündemleştirmek ve tüm bu gelişmelerle ilgili mücadele olanaklarını yaratmak ve zenginleştirmek gerekliliği açıktır.
Yeni YÖK Yasa Tasarısı Neler Getiriyor?
Son 3 aylık zaman dilimi içinde kamuoyunda gündemine gelen Yeni YÖK Yasa Tasarısı, üniversite yönetimlerinden seçimlere ve üniversite personelinin durumuna uzanan bir yelpazede; YÖK’ün ‘hantal’ yapısını yeniden düzenlemek, özel ve yabancı üniversitelerin önündeki tüm engelleri kaldırmak ve sermayenin üniversite yönetimine doğrudan müdahil olduğu bir içerik ile şekillendiriliyor.
Tasarının, üniversite bileşenlerinin gündemine getirilmemesi için yine elden ne gelirse yapılmaya çalışılıyor. 2012 yılının sonunda yayınlanan taslak üzerinden birkaç üniversiteye ‘sessizce’ giden YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya, birçok sermaye grubu ve özellikle Gülen cemaatine yakın yayın organını da ziyaret ederek görüşlerini almıştı.
Üniversite bileşenlerinin örgütlü veya örgütsüz tüm unsurlarının görüş, öneri ve eleştirilerine kapalı bir tarzda yeni yasa tasarısı hazırlandı.
Geçtiğimiz günlerde güncellenerek Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderilen bu tasarıda göze çarpan ilk şey, YÖK’ün adının başına ‘T’ konularak “Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu” (TYK) olarak değiştirilmesidir. Buna göre ‘Üniversitelerarası Kurul ve Rektörler Konseyi kaldırılarak’ yerine “Rektörler Kurulu” getiriliyor. Kurulması düşünülen TYK’nın yapısal organlarının seçimine, eski YÖK yasasında Cumhurbaşkanı, üniversiteler ve Bakanlar Kurulu’ndan oluşan mekanizmaya TBMM’de ekleniyor. Yani AKP hükümeti, YÖK’ü tam anlamıyla kendi kadrolarıyla düzenlemenin taşlarını döşemiş oluyor. Güncellenen son taslağa göre, Türkiye Yükseköğretim Kurumu (TYK)’nın en yetkili organı olan Genel Kurul üyelerinin 7’si Cumhurbaşkanı, 7’si ‘Rektörler Kurulu’, 7’si de “üst düzey kamu kuruluşu temsilcileri” arasından Bakanlar Kurulu tarafından seçilmesi öngörülüyor. Bu bileşenlerin içinde geçen ve Bakanlar Kurulu’nca seçilecek olan üst düzey kamu kuruluşu temsilcilerinin Diyanet İşleri Başkanı, Emniyet Müdürü gibi unsurlardan oluşması, üniversiteler üzerinde doğrudan söz hakkı sahibi olacak kişilerin kimlerden oluşacağını dair şimdiden belirtiler veriyor.
Üniversite Konseyleri: “Sermayenin Üniversitelerdeki Ultra Gücü”
Devlet üniversitelerinde ise üniversite konseyleri oluşturularak üniversiteyle ilgili temel kararların, bu kurul tarafından alınması öngörülüyor. Üniversite Konseyi, YÖK’ün tavsiyesi ve Bakanlar Kurulu kararı ile kurulabilecek.
Tasarıda, konseyin amaç ve işleyişi şöyle ifade ediliyor: “Üniversite Konseyi, rektör ve dekanları seçer ve atar; üniversite stratejik planını ve performans programını onaylar; üniversite yatırım programını karara bağlar; üniversite adına kamulaştırmaya, gayrimenkul satın alınmasına ve üniversitenin mülkiyetindeki gayrimenkuller üzerinde üçüncü kişiler lehine ayni hak tesisine karar verir; öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde belirler; sözleşmeli öğretim elemanlarına ve idari personele yapılacak ücret ve diğer ödemeleri belirler; senatonun ve üniversite yönetim kurulunun bazı kararlarını onaylar.”
Buna göre konsey bileşenleri, açıktan patronların üniversitelerde söz sahibi olduğu kurumlar haline getiriliyor. Bileşen, Bakanlar Kurulu’nca 2, YÖK tarafından 1, üniversite senatosu tarafından da 6 kişi ile oluşturuluyor. Bu 9 kişinin de en az biri üniversiteye bağış yapan patronlardan ya da mezunlar derneğinden olmak üzere 3 üye seçebilecek. Yani sermayenin, yasal olarak devlet üniversitelerinde söz sahibi olabilmesinin önü bu yasa ile açılmış olacak. Böylece Üniversite Konseyi aracılığıyla yüksek öğretimin piyasalaştırılmasının hızlanmasını ve üniversitelerde bilim olgusunun ayaklar altına alınarak artı-değer üretmeye odaklı kurumlar haline getirilmesinin önü açılacaktır. Üniversitelerin ticarileşmesi sonucunda birbirleriyle neredeyse yarış yapan rektörleri göz önüne alırsak, üniversite konseyleri aracılığı ile ticarileşmenin daha da derinleşmesi ve üniversitelerde sermayenin karını artıracak her şeyin önünün açılması sağlanacaktır.
Sermaye güçlerinin kimi organsal ve kurumsal unsurlar aracılığıyla, üniversite yönetiminde direkt söz ve yetki hakkı yaratılmış olmaktadır. Üniversitelerin ticarileştirmenin uzağında ve özellikle kapitalist piyasa işleyişi dışında kurgulanması gerekirken; tam da bunun aksinin yasalaştırılmak istenmesi kabul edilemez bir olaydır. Üniversite yönetimi olgusu, taslakta bahsedildiği gibi daha demokratik ve katılımcı işleyişin hakim kılındığı bir yönetim biçimini ifade etmiyor. Üniversite bileşenlerinin söz, yetki ve karar hakkını ağzına bile almayarak yürüyen bu tasarı, üniversite yönetiminin üniversite dışı bileşenleri de içine alarak ultra birer güç haline getirilmesini sağlayacak. Yani üniversite bileşenlerine dönük ekonomik ve siyasal baskıların, şiddetin daha fazla artacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Yine taslağa göre rektörlük seçimleri kaldırılıyor. Rektör belirleme görevi ‘’Üniversite Konseyi’ne’’ devrediliyor. Peki bu ne anlama gelmektedir?
Geçtiğimiz döneme kadar yapılan rektör atamaları, YÖK tarafından, adayların aldığı oya bakılmaksızın belirlenmesi ve buna Cumhurbaşkanı’nın onay vermesi yöntemiyle yapılmaktaydı. Üniversitelerde öğrencilerin görüşü alınmadan, üniversite dışı kurumlarla, göstermelik bile diyemeyeceğimiz seçim ve atama olayları yaşanıyordu.Yeni yasa taslağı göstermelik olarak yapılan bu seçimlerin de kaldırılarak Üniversite Konseyi’ne doğrudan atama yetkisinin verilmesini öngörüyor. Böylece ‘göstermelik demokrasi’ de tam anlamıyla rafa kaldırılmış olacak.
Konsey olmayan üniversitelerde ise, rektör ataması için YÖK bünyesinde ‘Rektör Adaylarını Belirleme Komisyonu’ kurulması öngörülüyor. Rektör seçiminin ise ‘’Rektör Adaylarını Belirleme Komisyonu’nun’’ belirlediği üç aday arasından komisyon tarafından yapılacağı öngörülüyor. Bu komisyon içerisinde ise YÖK’ten, üniversite senatosundan üyelerin ve üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi veren şirket temsilcisinin ya da üniversiteye en çok bağışta bulunan şahsın bulunacağı öneriliyor.
Yani tasarıyla, rektörün belirlenmesi sürecinde yaşanan anti-demokratik işleyişin daha da derinleşmesi söz konusudur. Hem üniversite öğrencilerinin hem üniversitenin diğer bileşenlerinin en doğal hakkı olan söz, yetki ve karar verme hakkından ucundan ya da yakınından geçilmiyor.
YÖK Başkanı Çetinsaya’nın geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda, üniversite öğrencilerine yönetimde söz, yetki ve karar hakkının verilmesinin üniversite yönetiminde karışıklıklara yol açacağı yönündeki açıklamaları; geniş katılımcılığı engelleyen ve yok sayan, beslendiği anti-demokratik zihniyetin yansımasından başka bir şey değildir.
Bir diğer önemli konu da öğretim elemanları ve çalışanların ücret ve ödemelerini belirleme konusunda bu kurumun tam yetkili kılınmasıdır.
Tasarıya göre, konseyin önemli görevlerinden birisi de “sözleşmeli öğretim elemanlarına ve idari personele yapılacak ücret ve diğer ödemeleri belirlemek” olacak. Böylece kadrolu öğretim üyelerinin yerine sözleşmeli öğretim elemanları alınacak. Böylece ucuz ve güvencesiz çalışma koşulları, akademik personele dayatılacak.
Taslağın son bölümünde ise akademisyenler için ‘esnek çalışma modellerinin benimsenmesi’ hedefi vurgulanıyor. Yani üniversitedeki çalışma koşulları, piyasa çalışma koşullarına göre yeniden şekillendirilerek öğretim elemanlarının sömürülmesinin önü açılmış olacaktır. ‘Performansa ve verimliliğe’ dayalı bir çalışma mantığının oturtulması, bilim insanlarının niteliğini ilerletmek bir yana meta olgusuna dayalı bir sistemin oluşmasıyla daha da geriletilecek. Bu durum bugün orta öğretim aşamasında dershanelerde, özel eğitim kurumlarında yaşanan güvencesiz çalışma koşullarından farklı bir durumu ifade etmiyor.
Har(a)çlar, “Öğrenci Katkı Payı” ile Geri Geliyor.
Konsey amaçları çerçevesinde gözden kaçmayan bir diğer husus da tasarıda geçen “öğrenim ücretleri Yüksek Öğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde belirlenir” ibaresidir.
Ayrıca taslağın 72. maddesinde yer alan “Yükseköğretim kurumlarının cari giderlerinin finansmanına devlet ve öğrenci tarafından katkı yapılır. Öğrenci tarafından yapılacak katkı ise öğrenci katkı payı olarak adlandırılır” tanımı ile har(a)çlar, en kısa zamanda ‘öğrenim katkı payı’ ismiyle kapımızı yeniden çalacak.
Yani geçtiğimiz yıl harçlarının kaldırılmasının siyasi manevradan başka bir şey olmadığı ve bu durumun yeni tasarı ile doğrudan ilişkili olduğunu söylemek mümkün.
Tasarıda YÖK’ün temel işlevi olan, değişmeyen ve önümüzdeki yıllarda da değişmeyecek tek şey, üniversitelerde söz, eylem ve örgütlenme hakkına dönük çok yönlü baskı ve şiddetin devam etmesidir. Kurulduğu günden bu yana on binlerce öğrencinin üniversiteden atılmasının, uzaklaştırılmasının temel dayanağı olan disiplin yönetmeliği, geçtiğimiz Ağustos ayı içinde bir takım değişikliklere uğratılarak “üniversitelerde siyaset yapmanın önü açıldı” tantanasıyla kitlelere yutturulmaya çalışılmıştı. Siyasi parti üyesi bir öğrencinin partisinin propagandasının yapmasının suç sayılmadığı, ancak bildiri ve afiş benzeri materyalin kullanabilmenin suç sayıldığı disiplin yönetmeliğindeki anti-demokratik maddelere ilişkin herhangi bir çalışma bulunmuyor ‘maalesef’! Taslağın 78. maddesinde de izinsiz afiş asmak gibi nedenlerle üniversite öğrencilerine ceza verilebileceği belirtiliyor.
… … …
Toparlarsak, yeni YÖK yasa tasarısında, YÖK yerine isim değişikliği ile oluşturulacak olan Türk Yüksek Öğretim Kurumu (TYK), üniversite konseyi üzerinde denetleyici bir rol oynayacaktır. Yani YÖK’ün konseyler üzerinde denetleyici bir rol üstlenmesini müteakip her üniversitenin başında Demokles’in kılıcı gibi sallanan, üniversitelerde baskı ve şiddeti hızlandırarak seriye bağlatan, ülkenin her üniversitesine yayılmış, nur topu gibi YÖK’çüklerimiz olacak.
Özel Üniversiteler: ‘Üniversitede sınıfsal katmana göre eğitim hakkı’
İstanbul başta olmak üzere, özel üniversitelerin birçok ilde açılarak, eğitimde işletmeciliğin hız kazanmasıyla birlikte artık en ücra mahallelerde bile karşılaşabildiğimiz özel üniversitelerin kurulabilmelerinin önündeki yasal engellerin kaldırılması yeni YÖK Yasa Taslağı’nda en önemli hedefler arasında. Taslağa göre, sermayenin ihtiyaçlarına uygun biçimde üniversiteler, ‘devlet yükseköğretim kurumu’, ‘vakıf yüksek öğretim kurumu’ ve ‘özel yüksek öğretim kurumu’ olarak ayrılıyor. Böylece özel üniversiteler, gerçek statüsünü elde ederek rezidans tipi üniversite olmaya doğru çok önemli bir adım atmış da oluyor. Ama arkasında bilimsel ve nitelikli eğitimden, akademiden uzak üniversiteler bırakarak.
Sermayenin özel üniversite açmadaki yaşadığı yasal zorluklar sebebiyle açılan vakıf üniversitelerinin de özel üniversiteye dönüşebilmesinin zeminleri de yaratılmış oluyor. Ayrıca yabancı yükseköğretim kurumlarının ülkede faaliyet gösterebilmesinin de önü açılıyor. Taslakta yer alan “Yabancı yüksek öğretim kurumlarının Türkiye’de fakülte, enstitü, meslek yüksek okulu açabilmesine YÖK’ün teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile izin verilebilir” maddesi, başka ülkelerin üniversitelerinin de öğrenciler üzerinden artı-değer yaratmasının yolunu açmış olacak.
Ayrıca Türkiye üniversitelerinin de başka ülkelerde üniversite ve vakıf açabilmesinin önü de bu taslak ile açılmış oluyor. Böylece üniversiteyi yeni kazanan bir öğrencinin hayatında ‘öğrenci avcıları’ önemli bir yer edinecek. Yani Yeni YÖK Yasa Taslağı, yükseköğretimde özelleştirmenin derinleşmesi ve kurumsallaşması, Türkiye’de eğitimin de uluslararası piyasaya entegre edilmesinde önemli bir dayanak olacaktır.
Taslağı Ancak Sokağın Gücü Durdurabilir!
Eğitimin neoliberal politikaların kontrolüne girmesi, uzun yıllardır sermayenin hayallerini süslemiş, ama bu pembe hayaller, gençlik hareketlerinin YÖK’e ve eğitimin ticarileştirilmesine karşı yükselttiği birleşik-kitlesel-militan mücadele hattı karşısında tuzla buz edilmişti. Gösterilen direnç, sermayenin uzun yıllar yükseköğretimde tam anlamıyla yapmak istediği dönüşümü engellemekteydi. Bugün ise bu taslak, sermayenin, ticarileşmenin üniversiteye açılmasının bir aracı olacaktır.
Önümüzdeki günler, özellikle Türkiye devrimci gençlik hareketleri için bu taslağın raflara kaldırılması doğrultusunda önemli bir sınav niteliği de taşıyor. Özellikle ODTÜ’de gösterilen devrimci irade, İstanbul üniversitelerinde ve birçok taşra üniversitelerinde meydana gelen boykotlar, kitlesel yürüyüşler ve basın açıklamaları, anti-faşist eylemler YÖK’e tokat gibi bir cevap vermektedir. Her zamanki gibi baskı aygıtları, çok yoğun biçimde üniversite hareketi üzerine soruşturmalarla, tutuklamalarla, faşist saldırılarla, operasyonlarla yüklenmektedir. Saldırganlığı boşa düşürebilecek irade ve dinamizme sahip olan gençlik hareketleri, YÖK’e de, TYK’ya da gereken cevabı sokakta verecektir.
Üniversitenin ticarileşmesi yolunda çok yönlü bir saldırganlığı ifade eden bu taslak, parasız, bilimsel, eşit ve özgürlükçü bir eğitimi hedefleyen bir mücadele hattı ve bütünlüklü bir program ile durdurulabilecektir.
Emek.org.tr