Eğitim-Sen, YÖK tarafından hazırlanan Yeni Yükseköğretim Yasa Tasarısını değerlendirdi. Yeni yasa tasarınısının AKP’nin bütünlüklü programının üniersite ayağı olduğunu dile getiren Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, ‘YÖK tarafından hazırlanan yeni yükseköğretim yasa tasarısının, üniversitelerin 4+4+4’üdür’ dedi.
Ünsal Yıldız tarafından yapılan açıklamada üniversitelerin özgür-bilimsel-demokratik kurumlar olması gerektiği fakat yeni yasanın bu özellikleri içerisinde barındırmadığını; aksine üniversiteleri ticarethane, öğrenciyi müşteri, kamu emekçilerini ücretli köle olarak gören anlayışın son adımı olduğunu belirtti.
‘Nasıl Bir Yükseköğretim’ istediğimize ilişkin yapılan çalışmalarında sürdürdüğünü ifade etti.
Genel Başkanımız Ünsal Yıldız‘ın açıklama metni:
YÖK`ün “Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru” Başlıklı Metni Haklarımıza Yönelecek Saldırıların Çerçeve Metnidir!
Bilindiği üzere YÖK, “Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru” başlığıyla, adeta yeni bir yasa taslağının gerekçesi niteliğinde belge olan, bir metin yayımladı. Yaklaşık 30 yıldır, YÖK`ün kaldırılması ve yükseköğretim hizmeti alanının kamusal, parasız, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü ve nitelikli biçimde yeniden yapılandırılması üzerinde ısrarımıza karşılık, metin içerisinde bu taleplere değil, beklendiği gibi piyasacı-muhafazakar ve otoriter düzenlemelere yer verildiği görülmektedir.
“Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru” Başlıklı Metin Yayımlanmadan Önce Nasıl Bir Süreç İzlendi?
YÖK`ün ve yükseköğretim hizmeti alanının yeniden yapılandırılmak istenmesi, karşımıza bugün çıkarılmış bir konu değildir. 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasası çıkarıldığı 1981 yılından bugüne, değişen şartlara göre bir dizi değişikliklere konu olmuştur. Özellikle 1990`lı yıllarla birlikte “yükseköğretimde reform” çalışmaları hız kazanmış ve birçok yeni düzenleme gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen tüm değişiklikler her geçen gün yükseköğretimin bilimsel özgürlükten, eşitlikçi ve demokratik yönetimden uzaklaşmasına, artan ölçüde piyasa ilişkilerine teslim olmasına yol açmıştır.
AKP ile birlikte YÖK, “Yükseköğretimi Yeniden Yapılandırma Çalışmalarını” 2011`de rektörler toplantısı ve bakanlık ile önde gelen kurum temsilcileri toplantılarıyla sürdürmüş, Haziran 2012`de ise Gebze-TÜBİTAK`ta bir toplantı daha yapmıştır. Ayrıca Kalkınma Bakanlığı, “onuncu kalkınma planı” çerçevesinde “Yükseköğretim Sisteminin Yapılandırılması” başlığıyla 5-6 Eylül 2012 tarihlerinde bir toplantı daha gerçekleştirmiştir. Son olarak “”Yeni Bir Yüksek Öğretim Yasasına Doğru” başlıklı metni yayımlayarak, yasa çalışmalarının ana dayanağı olarak;
1. Çeşitlilik
2. Kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik
3. Performans değerlendirmesi ve rekabet
4. Mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı
5. Kalite güvencesi
ilkelerini kamuoyuna sunmuştur.
Bu çalışmaların, “yönetişim” mantığıyla sözde demokratik bir yöntemle yapıldığı söylense de çoğu zaman kapalı kapılar ardında, YÖK`ün istediği muhataplarla gerçekleştirilmiştir. Sendikalar ise kimi zaman toplantılara çağrılmış ve bu toplantılarda sadece YÖK tarafından belirlenen bir başlıkta görüş bildirmek zorunda bırakılarak alınan kararı meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla YÖK`ün önderliğinde yürütülen bu süreç, tam da YÖK`e yakışır biçimde demokratik olmayan ve tepeden inme bir tarzla yönetilmiştir ve yönetilmeye de devam edilmektedir. Açıkça ifade etmek gerekirse, son zamanlarda yapılan “Yükseköğretimi Yeniden Yapılandırma” çalışmalarıyla, bugüne kadarki yükseköğretimi piyasa ilişkileriyle donatma, kadrolaşma, niteliksizleştirme ve otoriter yapılanmayı pekiştirme politikalarında son adım atılmak istenmektedir.
YÖK`ün Üniversiteler Üzerindeki İktidarı Sabit Kalsın, Sadece Adı Değişsin!
Metinde öne çıkan başlıklar çalışma yaşamımızdan, akademik özgürlüğe kadar üniversitelerin nasıl dönüştürülmek istendiğini bizlere göstermektedir. Örneğin, YÖK`ün adı “Türkiye Yükseköğretim Kurumu” şeklinde değiştirilsin, denilmektedir. Halbuki isim değişikliği hiçbir şey ifade etmemekte, YÖK, üniversitelerin, sermayenin ve siyasal iktidarların ihtiyaçlarına göre bilgi ve iş gücü üretmelerini sağlayacak, üniversiteleri disipline edecek, merkezi ve güçlü bir iktidarı ifade etmeyi sürdürmektedir. YÖK bugün, üniversiteler sermayenin talep ettiklerini tam anlamıyla karşılayabilsin diye yeni bir forma sokulmak istenmektedir. Bu yönde atılan adımlar aynı zamanda AKP`nin tüm resmi kurumlara anlayış ve kadrolar anlamında yerleşerek kendi kontrol mekanizmalarını kuvvetlendirmesi çabasının bir parçasıdır. Bir zamanlar asker postalı olarak tariflenen YÖK bugün yeni ihtiyaçlara cevap veren bir baskı aygıtı olarak yeniden şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Bunun demokratikleşme olarak sunulması ise tam bir göz boyama çalışmasıdır.
“Çeşitlilik” Denilerek Üniversiteler Arasındaki Nitelik Farkı Meşrulaştırılmak İsteniyor!
“Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru” başlıklı metin incelendiğinde devlet ve vakıf üniversitelerine ilaveten; şirket statüsünde“özel üniversiteler” kurulabilmesi ve “yabancı yükseköğretim kurumlarının” Türkiye`de fakülte enstitü ve meslek yüksek okulu açabilmesinin planlandığı görülmektedir. Türkiye`de bugün itibariyle 166 üniversite bulunmaktadır. Bu kadar çok üniversitenin açılmasıyla birlikte üniversiteler arası fiziksel donanım, alt yapı ve nitelik farkının derinleşmesi ciddi bir sorunken, bu sorunları çözmek yerine yeni üniversitelerin kurulmasının önerilmesindeki amaç bellidir. Yükseköğretim hizmeti alanına şirketlerin kök salmasını sağlamak ve yabancı üniversitelere bu alanı açarak üniversiteler arası “rekabeti” pekiştirmektir. Böylelikle devlet üniversitelerinde yönetim mantığından istihdam ilişkilerine kadar “işletmeciliğin” esas haline gelmesi noktasında yeni basınç alanları oluşturulmak istenmektedir.
Yükseköğretim kurumlarının statüleri başlığında öne çıkarılan bir başka konu ise “kurumsallaşmış” ve “kurumsallaşmakta olan”üniversite ayrımına gidilmesidir. Bu ayrım, “çeşitlilik” amacı adı altında, bazı yükseköğretim kurumlarının üniversite niteliğinde olmadığının en açık ilanıdır. Sadece bilinenin ilan edilmesi değil, üniversiteler arasındaki eşitsizliklerin, meşrulaştırılması gibi bir amaç da taşımaktadır. Bu amaç, yine metin içerisinde gerçekleştirilen bir ayrımla pekiştirilmek istenmektedir. Özetlemek gerekirse üniversitelerin yoğunlaşma alanlarına göre “araştırma”, “eğitim” ve “toplumsal hizmet” şeklinde üç farklı alanda hizmet üretmeye odaklanması önerilmektedir. Eğitim, araştırma ve toplumsal hizmet alanlarından birinde üniversitelerin yoğunlaşmasını önermek, “üniversite” ve “kamu hizmeti” kavramlarından bihaber olunduğunun en açık ifadesidir. Çünkü araştırma yapmayan, eğitim hizmeti üretmeyen ve bu hizmetleri toplumsallaştırmayan bir kurumun üniversite olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Burada yapılmak istenen, üniversiteleri belirli sektörlerin hizmetine sunmak olduğu açıktır. Bu ayrıştırmayı, üniversiteleri sertifika dağıtan kurumlar haline getirmenin bir adımı olarak görmek gereklidir. Dolayısıyla gerçekleştirilmek istenen çeşitlilik değil, tam aksine yükseköğretimi parçalama, metalaştırma ve piyasa koşullarında homojenleştirmedir.
Kavramların İçi Boşaltılmaya Devam Ediliyor!
Kurumsal Özerklik Üniversite Yönetimine İldeki En Fazla Vergi Verenin Katılması Değildir!
Kavramların çağrışım güçlerinden beslenen YÖK, kurumsal özerkliği sulandırarak üniversite yönetimlerini, üniversite bileşenlerine değil, işletmeci zihniyetlerinden şüphe duyulmayacak kişilere açmayı önermektedir. Bilinmelidir ki üniversitelerin özerkliğinden kasıt, ilk elde sermaye ve siyasal iktidardan özerkliği ifade etmektedir. Dolayısıyla üniversitenin yönetim organları üniversite bileşenlerinin şekli katılımlarına değil, üniversite bileşenlerinin belirleyeceği temsilcilere açık olmalıdır. Oysa YÖK, üniversite bileşenlerinin üniversite yönetimlerinde seçme ve seçilme hakkını kullanması talebini hayata geçirmek yerine, üniversitenin bulunduğu ilde en fazla vergi veren kişinin, üniversiteyi yönetmesi önerilen “üniversite konseylerinde” yer alması gibi önerileri ciddiye alan bir yaklaşım sergilemiştir. Bunun açık anlamı üniversiteyi, kendi bileşenlerinden korumaktır. Bu zihniyet 12 Eylül zihniyetinin devamını temsil etmektedir. Kaldı ki “Türkiye Yükseköğretim Kurulu”nun yönetsel yapısının büyük ölçüde siyasal iktidarlarca şekillendirilmesi önerisi de bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir yaklaşımdır.
Hesap Verebilirlik: Kime ve Nasıl?
Üniversitenin yönetimini, kendi bileşenlerine kapatma önerisi getiren YÖK, üniversitelerin istediği koşulları sağlaması için ajanslar tarafından denetlenmesini ve onlara hesap vermesini öngörüyor. Unutulmamalıdır ki kamu hizmetleri, kamu yararı amacıyla örgütlenen hizmetlerdir. Dolayısıyla demokratik, hukuksal ve içsel denetim süreçleri yerine denetimin dışsallaştırılmak istenmesi ile “rekabet”, “performans denetimi” gibi süreçlerin daha etkili olmasını hedeflemektedir. Kaldı ki kamu üniversitelerinin “paralı olması” ve “gelir getirici etkinliklere yönelmesi” biçimindeki yaklaşım, artık üniversitelerden ziyade bilgi satan işletmelerden bahsedilmesi gerekliliğini bizlere öğütlemektedir. Bu denetimler de, üniversitelerin şirketleşmesi hedefi doğrultusunda ne kadar yol aldığını ölçmeye yarayacaktır.
“Performans Değerlendirmesi” Güvencesizlik, Bilim Özgürlüğünün Ortadan Kaldırılması ve İşletmecilik Rekabeti Yaratır!
Metin içerisinde sıkça karşılaştığımız rekabet ve performans denetimi kavramları üniversite içerisinde, üniversiteler arasında ve uluslararası alandaki gelişmenin itici gücü olarak tanımlanmaktadır.
Bilindiği üzere Üniversiteler 5018 sayılı kanunla özel bütçeli sayılmış ve performans esaslı bütçelemeye geçmiştir. Ayrıca, her bir akademik etkinliği metalaştırdığı gibi üniversiteler üzerindeki denetimi de performans üzerinden yapmaktadır. Bu bütçeleme tarzı bugünkü haliyle toplumsal hizmetleri nitelikli bir şekilde üretmek yerine üniversiteleri piyasa koşullarına tutsak, “kar zarar” hesabı güden, niteliksiz üretim yapan bir işletmeye çevirmektedir.
Yükseköğretim alanındaki her kurumun adeta bir işletme olarak örgütlenmek istenmesi, beraberinde “girdi”, “süreç” ve “çıktı” odaklı bir denetim sistemini getirecektir. Performans değerlendirme ilkesinin akademik faaliyetlerden idari işlere kadar personelin ilgili amir ya da amirler tarafından değerlendirmeleriyle oluşan puanlama ve denetim sistemini getireceği, dolayısıyla iş güvencesini ortadan kaldıracağı, rotasyon olarak ifade edilen sürgüne yol açacağı bilinmektedir.
Özellikle güvencesiz çalıştırılmanın zemin taşları olan performans denetim sistemiyle birlikte idari ve teknik personelin haklarına yönelen saldırılar, esnek ve güvencesiz istihdamda emekçileri eşitleme peşinde olan AKP`nin yol haritasına tamı tamına uyarak akademisyenleri de içine almaktadır. Öne çıkan önerilere baktığımızda iş güvencesini kaldırmaya dönük ifadeler hemen göze çarpmaktadır. Bunlar;
· “Akademik kadrolar için norm kadrolar belirlenmesi, norm kadro olmadan unvan verilmemesi,
· Yardımcı doçentlerin tümünün, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması,
· Akademik unvanların üniversitelerde boş olan kadrolara göre verilmesi; kadro olmadan doçent unvanı verilmemesi; akademik unvanların ilgili üniversite tarafından verilmesi,
· Akademik personel için tam gün kalıcı kadrolar dışında esnek çalışma modelinin benimsenmesi.”
olarak metinde belirtilmiştir.
Eğitim Sen olarak tekrar altını çiziyoruz: Birçok üniversitede “asistan kıyımı” yapılmak istenirken, üniversiteler taşeronlaşmaya mahkum edilmişken, idari ve teknik personelin özlük ve sosyal hakları gasp edilip angarya işlere zorlanırken getirilen bu değişiklikle adeta güvencesiz ve düzensiz çalışma üniversitelerde kurumsallaşmaktadır. Unutulmamalıdır ki, iş güvencesi akademik özgürlüğün, akademik özgürlük ise üniversitenin olmazsa olmaz, temel ve kurucu koşuludur. İş güvencesinin ve dolayısıyla akademik özgürlüğün tahrip edildiği bir kuruma üniversite nitelemesinde bulunmanın imkanı yoktur.
Mali Esneklik Kurumsal Özerkliği Değil, İşletmeciliği Güçlendirecektir!
“Finansal esnekliğin” ve “çok kaynaklı gelir yapısının” günümüzde yükseköğretim kurumlarının özerkliğini tamamladığı ileri sürülmektedir. Bu bağlamda yükseköğretim kurumlarının mali kaynaklarının çeşitlenmesi, genel anlamda da harcamalarının finansmanının piyasa kuralları çerçevesinde sağlanması öngörülmektedir. Üniversitelerin kendi bölgesinden ve mezunlarından katkı alması ve uluslararası projeler üreterek kaynak sağlamaları temel hedef haline getirilmiştir. Bir taraftan harçların kaldırıldığı söylenirken diğer taraftan YÖK, üniversitelerin kendi öğrenim ücretlerini belirlemesini önermektedir. Üniversiteler işletme değildir ve üretim süreçleri ile üretilen hizmetlerin topluma sunuluşu metalaşma mantığı içinde ticari amaçlı olmamalıdır.
Kalite Güvencesi Müşterileştirmenin, İşletmeciliğin ve Güvencesiz İstihdamın Korunmasıdır!
Hizmetlerin niteliğinden ziyade kalitesine odaklanma mantığı bu süreçte de kendisini göstermiş ve “kalite”, metnin temel kavramlarından birisi haline getirilmiştir. YÖK`ün rekabetçi bir ortamın oluşumuna katkıda bulunacak bir kalite ve akreditasyon sistemi geliştirmesi ve bugüne kadar olduğu gibi sadece “girdi kontrolü” değil, “süreç ve çıktı kontrolü” de yapmasının öngörülmesi, üniversiteler üzerindeki baskı ve denetime yeni boyutların eklenerek artacağı açıktır. YÖK kaldırılmak bir yana, üniversitelerin faaliyetlerinin denetleyeceği ve bunu yaparken de ulusal, uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından hazırlanan raporlardan yararlanılacağı belirtilmektedir. YÖK`ün gerektiğinde üniversite hakkında “yol gösterici, düzeltici, iyileştirici, kısıtlayıcı veya faaliyet iznini kaldırıcı” önlemler alabileceği bildirilmekte, bunun için “Yükseköğretim Kalite Koordinatörlüğü” kurulması önerilmektedir.
Kamu hizmetlerinde kalite değil, nitelik temel amaç olmalıdır. Hizmetin gerektirdiği niteliğe odaklanmayan “kalite” yaklaşımı, “en kaliteli” vakıf üniversitelerinde sıkça görüldüğü üzere akademisyenlerin, üniversite çalışanlarının işten çıkarılması ve akademik özgürlüklerin yok edilmesine kadar çeşitli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Örneğin YÖK`e göre “kaliteli akademisyen”in “ne” ürettiği değil, “ne kadar” ürettiği önemli hale gelmekte, akademik yayınların niteliğinden ziyade sayısı dikkate alınır hale gelmektedir.
Özgür Bilim, Demokratik – Özgür Üniversite ve Güvenceli Çalışma İstiyoruz!
Türkiye`nin dünya ölçeğinde artan rekabete uyum zorunluluğu üzerinden yükseköğretimde gerçekleştirilmesi istenen değişiklikler, yükseköğretimi tamamen kapitalizmin pragmatik mantığı üzerinden biçimlendirecek niteliktedir. Yükseköğretim kurumlarının kar-zarar analizleri ile hareket eden kapitalist işletmeye, öğrencilerin müşteriye ve kamu çalışanlarının güvencesiz ve esnek çalışma koşullarında ücretli kölelere dönüşmesi süreci tamamlanmış olacaktır. Bu dönüşümler eğitim hizmetinin metalaşmasına neden olmaktadır ki bu, sendikamızın temsil ettiği eğitim emekçilerinin çalışma koşullarını ve emekçi çocuklarının eğitim haklarını olumsuz olarak etkileyecek bir dizi değişimi içermektedir. Tüm bu değişimler genel olarak eğitimin içeriğinin dönüşmesine, bilimsel özgürlüğün, kurumsal özerkliğin ve demokratik işleyişin tamamen ortadan kalkmasını ve bu yapıyı pekiştirmeyi hedeflemektedir.
Sendikamız Eğitim Sen bugüne ve geleceğe ilişkin sorumlulukları çerçevesinde bilimden ve emekten yana olan tavrını ortaya koyacaktır. Özgür bilim, demokratik-özgür üniversite ve güvenceli çalışma ilkeleri çerçevesinde; insan, toplum ve doğa yarına üniversite mücadelesini sürdürmeye devam edecektir.
Emek.org.tr