AKP diktatörlüğünün zulmünden nasibini alan iş kollarından biri de bilindiği gibi havacılık sektörü oldu. AKP’nin hedefinde, Türkiye’deki yegane sendikalı havayolu işçileri olan biz THY çalışanları ve onların sendikası Hava-İş vardı.
18 ay süren toplu iş sözleşmesi sürecinin uzlaşmazlıkla sonuçlanmasının ardından Hava-İş grev kararı almak üzereyken, AKP havacılık sektöründe grev yasağını jet hızıyla yasalaştırdı. Bu yasanın mecliste görüşüleceği gün, 29 Mayıs günü, Hava-İş’in Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’nde düzenlediği basın açıklamasına, aralarında kendilerini bekleyen bu hak kaybına karşı tepki olarak uçuşuna gitmeyen kabin personeli, aynı şekilde iş bırakan Teknik A.Ş. çalışanları ve o gün boş gününü orada geçirmeyi tercih eden personelin bulunduğu yaklaşık 3500 kişi katıldı. Yarım gün süren eylem sonucunda 200’ü aşkın sefer iptal oldu. Ancak, olanca arsızlığını takınmış AKP hükümeti tarafından, THY yönetiminin talebi doğrultusunda AKP’li vekil Metin Külünk eliyle meclise taşınan grev yasağı yasalaştırıldı. Bir çırpıda geçen yasa 3 gün sonra resmi gazetede yerini aldı ve Hava-İş artık grev hakkı olmayan bir sendika haline getirildi. Bu durumdan en çok yara alan şüphesiz THY işçileri oldu, çünkü grev hakkı elinden alınan işçiler, hayati önem taşıyan havacılık kurallarının ve iş koşullarının belirlenmesinde THY’nin insafına mahkum bırakıldılar.
THY, bu tepkinin hemen ardından korkutma/sindirme politikasının gereğini yaparak ağırlıklı olarak 29 Mayıs ve 4 Haziran tarihlerinde 300 civarında işçisini tazminat vermeden işten çıkardı. Üstelik fesih bildirimlerini aşağılayıcı bir şekilde kısa mesaj ve e-posta yoluyla yaparak gücünü, otoritesini ve korkusuzluğunu ilan etti. İşten çıkarılanlar arasında o gün doktor raporu alanlar, uçuşundan gelenler, o gece uçuşuna gidecek olanlar, eylem sonrasında 4 gün daha uçurulanlar, 15 Ankara personeli, hatta eylem sırasında uçuşunda ya da yatıda olanlar bulunuyor. Bunların içinde Los Angeles’tayken iş akdi feshedilen ve uçaktan indirilmek istenen, bununla da kalınmayıp halen çalışmakta olan eşinin personel bilgi sisteminde 29 Mayıs’ta öldü gösterilen ve her nasılsa ölü ölü uçuşuna gönderilen Meltem Akdağ’ın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Bu süreçte yaşanan bunun gibi tuhaf onlarca işten atılma vakasını şirket yöneticilerinin beceriksizliği olarak yorumlamak mümkün olsa da, aslında bu garipliklerin arkasında, gerek halen çalışan gerekse atılan işçiler arasında huzursuzluk ve korku yaratma, bizleri hem birbirimize hem de sendikaya karşı kışkırtma ve dolayısıyla yalnızlaştırma, yarattığı bu korku sayesinde de biat ettirme ve böylece de sermayenin yaptırımlarını sorgusuz sualsiz ve tepkisizce kabul ettirme gibi amaçlar yatmaktadır. THY, bu süreçte, elinin altındaki medyayı da en iyi şekilde kullanmış, halihazırda ahlaki açıdan kirletilmiş bir imajla hafızalara yerleştirilen biz hostesleri, gerek “kusursuz” görünümümüz, gerekse aldığımız maaşla ön plana çıkarıp çalışanlar açısından her şeyin “yolunda” olduğu izlenimini yaratarak bizler üzerinde uygulayacağı her türlü baskıyı da önceden meşrulaştırmıştır.
Stresli ve sağlık açısından tehlikeli koşullarla mücadele halinde çalışan biz havacılık işçilerini 158 gündür direnmeye iten sebepler arasında öncelikle anayasaya ve insan haklarına aykırı bir biçimde elimizden alınan grev hakkımızı geri almak ve işimize geri dönmek isteğimiz olsa da bizler THY’de işçi olmanın kabul edilemez koşullarına dikkat çekmek ve sermaye tarafından kasıtlı olarak yaratılan bilgi kirliliğine son vererek kamuoyu oluşturmak için de oradayız. Biliyoruz ki biz orada bulunarak başta Türkiye’deki olmak üzere bütün işçi sınıfının mücadelesine katkı koymaktayız.
Bizim sektörde kabin personeli genel olarak işçi sınıfının bir bireyi olduğunun farkında olmayan, çünkü iyi para kazanan, dünyayı gezen, süslenen püslenen ve standardın üzerinde bir yaşam süren bir toplamdan oluşur. Saatlerce yaptığı mesailer, bel-boyun-sırt-bacak-ayak ağrıları, uymak zorunda olduğu askeriyeyi aratmayan disiplin, şirketinin kural ihlalleri ve hak kayıpları, bu “iyi” yaşam standardı ile kusursuz biçimde dengelenmiştir. Söz konusu, yeterli siyasi bilince sahip olmayan çünkü gazete dahi okumayan bu çalışan topluluğu olunca, işverenin bölünme yaratma konusunda zorluk çekmediğini söylemek mümkün. Ne var ki, bu sektördeki dayanışma problemini, işçi profiline olduğu kadar iş koşullarına bakarak da değerlendirmek gerekir. Hiyerarşinin vazgeçilmez prensip olarak benimsendiği ve kabin memurlarının birbirini formlarla “değerlendirdiği”, çoğu zaman birbirinin kuyusunu kazmaya yönelik yorumlar ve raporların havada uçuştuğu bu iş ortamında rekabetin önü açılmakta ve aynı işi yapan bireyler arasında bölünmeye ve çıkar çatışmasına sebep olunmaktadır. Bunun yanı sıra, kabin memurları her uçuşta farklı kişilerle ekip oluşturmakta ve çalışan sayısının çokluğu nedeniyle çoğu zaman ilk kez karşılaşan kişiler, tanışmanın hemen sonrasında uçuşa gitmektedir. Durum böyle olunca yoğun iş temposunun da etkisiyle bir gün önce birlikte uçtuğunuz kişinin ismini de yüzünü de hatırlayamıyorsunuz. Burada şöyle bir sıkıntı doğuyor: Yeni tanıştığınız iş arkadaşlarınızla uçuşa gidiyorsunuz ve uçuşunuz boyunca iletişim kuruyor ve sohbet ediyorsunuz, ancak konuştuğunuz konular karşınızdaki insanı henüz tanımış olmanızdan ve onu muhtemelen bir daha görmeyeceğinizden dolayı belli bir derinlikte tıkanıyor ve samimiyetsizleşiyorsunuz. Her uçuşta kurduğunuz daha doğrusu kurmak zorunda bırakıldığınız bu tarz yüzeysel ilişkiler sizi güvensizliğe ve kalabalık içinde yalnızlaşmaya kadar götürebiliyor. Böylece toplumsallaşmanızın önü kesiliyor ve tamamen birey olarak ve bireysel çıkarlarınız doğrultusunda hareket ediyorsunuz. Tüm bu yaşadıklarımız şüphesiz işverenin bilinçli olarak uyguladığı yöntemlerden bazılarıdır. Bunlar, havacılık işçilerini bilinçlendirmek ve örgütlemekle yükümlü Hava-İş sendikasının bu konuda neden yetersiz kaldığını kısmen açıklasa da, hem 29 Mayıs’a kadar, hem de sonrasında sendikanın bugüne dek bu uğurda yaptığı faaliyetleri de – imkanlarının kasıtlı ve sürekli olarak sınırlandırıldığını da göz önüne alarak – ayrıca sorgulamak bu gelinen süreci anlamada faydalı olabilir.
Haklarımızı ve işimizi geri almak için başlattığımız mücadelenin ilk meyvesini geçtiğimiz günlerde aldık. Havacılıkta grev yasağını ortadan kaldıran ama ne yazık ki aynı zamanda sendikal haklara ve sendikalara darbe vuran toplu iş ilişkileri yasası meclisten geçti. Bu yasayı incelediğimizde sendikaların işçilere değil, patronlara hizmet eder hale getirildiğini ve örgütlenmenin önüne bir dizi engelin daha konulduğunu görmekteyiz. Bu yüzden sevincimiz buruk. Havacılık çalışanlarına grev hakkını yeniden kazandıran hiç şüphesiz bizlerin kararlı ve inatçı direnişi oldu. Bizler yaklaşık 5 aydır, sonunda kazanan taraf olacağımızdan emin bir şekilde mücadele ettik ve duruşumuzdan asla ödün vermedik. Grev yasağının kaldırılması, hükümetin yaptığı ayıbın ve yanlışın farkına vardığını gösterdi ve bu da aynı ayıbı ve yanlışı yapan THY’nin de bizleri geri almak için bir adım atması gerektiğini göstermektedir. Gerek yurt içinde gerek yurt dışında kamuoyundan, sendikalardan, sivil toplum kuruluşlarından, Uluslararası Çalışma Örgütü’nden (ILO), Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu’ndan (ITF) ve medyadan aldığımız desteğin de bu yasağın kaldırılmasında rolü büyük. Hükümet bu baskı sonucu yaptığı yanlıştan döndüyse, THY de fazla vakit kaybetmemeli ve itibarını zedeleyen bu yanlışından bir an önce dönmeli ve yok yere işten çıkardığı işçilerini işe geri almalıdır.
THY ELİNDEN GELENİ ARDINA KOYMUYOR!
THY yönetimi, 29 Mayıs’la başlayan bu süreçte üzerine düşeni yaptı ve hem direniş başlatan işçiler hem de halen çalışmakta olan personel üzerinde korku ve baskıyı artırmak için kolları sıvadı.
Yönetim, işten attığı işçilerden bazılarını birkaç gün içinde arayıp onlara işe geri alındıklarını tebliğ ederek bizlerde bir kafa karışıklığı yaratmayı ve böylece de havalimanındaki direnişi daha başlamadan kırmayı hedefledi. Gelgelelim bu arkadaşlardan bazıları halen uçuyor olsa da, bazıları birkaç gün uçtuktan sonra tekrar işten çıkarıldılar.
Direniş başladıktan kısa bir süre sonra havalimanında eylem yasağı girişiminde bulunulduğunu da hatırlatmak gerekir. Yasak hayata geçirilemedi, ancak gazetelerde bu haberi okuyan vatandaşın bu eylemin artık sonlandırıldığı fikrine kapılıvereceği ve böylece kamuoyunun ilgisini bizden uzaklaştıracakları aşikardı.
THY’nin direnişi kırmaya yönelik girişimlerine medya da tüm gücüyle aracılık etti. Medyada bizlerin kanunsuz grev yaparak yasa dışı bir eylemde bulunduğumuzu öne süren işveren, böylece bu iş ve bu sektördeki işçilerin çalışma koşulları hakkında hiçbir fikri olmayan vatandaşı dahi bizlere karşı kışkırtmayı başardı.
Çıkan haberlere göre şirket iptal olan seferlerden dolayı uğradığı 2 milyon dolarlık zararı işten attığı personeline ödetecekmiş. Evet, bu kadar ileri gidebildiler gerçekten! Ancak bunun hemen ardından, THY’nin Suriye’ye, Irak’a, Bosna Hersek Havayolları’na (ve kim bilir bilinmeyen daha başka nerelere ve kimlere!) milyon dolarları hibe ettiği ve şirket, doğru planlama yapılmayarak beceriksizce yönetildiği, yeni hatlar açılırken kapasite analizi değil birilerinin menfaati ve siyasi birtakım durumlar gözetildiği için son 10 yılda (maliye bakanının açıklamasına göre) 50 milyon doların heba olduğu gibi haberler de ortaya çıktı.
Tıpkı 400 milyon dolarlık uçak satın alıp zam yağmuruna tuttuğu milletin cebine gözünü diken başbakan gibi, THY de vatandaşın parasını siyasi amaçlar uğruna ona buna peşkeş çekmekle yetinmeyip kodamanlara sunduğu hizmette de sınır tanımadı. Kendisinden daha büyük bir konforla uçuş yapan var mı yok mu bunu yerinde kontrol etmek istediğini söyleyen Hayrünnisa Hanım’ın, THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu ile birlikte 2 saat boyunca gezerken mest olduğu THY CIP Salonu’nun tadilatına da 3 milyon dolar harcandığını ve bu salonda 5 yıldızlı otelleri aratmayacak konforun sunulduğunu da belirtmek gerekir.
Bütün bu harcamalar hesapsızca, birilerini memnun etmek uğruna yapılırken THY, işçilerinin hakkını araması sonucu 2 milyon dolar zarar ettiği safsatasına kim itibar eder?
Havacılık haberleri yapan internet sitelerinin bu süreçte yayınladığı haberlere baktığımızda bu sitelerin kimin menfaatlerini gözettiğini ortaya seren net bir tablo gözümüze çarpar. Bu sitelerde her gün, THY’nin nur topu gibi yeni hatlar ve rotalar açtığını, Avrupa’daki “gurur verici” derecelerini, yolcularının ne kadar memnun ve müteşekkir olduğunu, Kotil’in yeni mezun pilotlarla verdiği mutluluk ve gurur pozlarını ve daha nice benzer haber ve fotoğrafları görür ve okursunuz. Bunlar, THY’nin böylesi bir süreç yaşanmamışçasına hiçbir yara almadan yoluna devam ettiğini göstermeyi; dolayısıyla hak hukuk peşinde koşmanın haksızlığı yapanı değil, yalnızca hakkını arayanı zarara uğrattığını ve bu yüzden, mücadele etmenin, başkaldırmanın, bir şeyleri değiştirmeye çalışmanın nafileliğini, çünkü “ideal” olanın bu olduğunu bize dayatmayı amaçlamaktadır.
Bizler işten atıldıktan bir süre sonra 29 Mayıs Birliği adında bir grup ortaya çıkmıştı. Çok geçmeden bu grubun Gökkuşakçılarca kurulduğunu öğrendik. Bunlar, yaptıkları basın açıklamaları ile, grev hakkını işçiden gasp eden AKP ve işveren işbirliğinden ziyade Hava-iş’i karşılarına aldılar ve aynı anda da hak mücadelesi veren biz işçilerin direnişini kırmaya teşebbüs etmiş oldular. Kurdukları internet sitesinde ve patronlara hizmet eden medyaya verdikleri açıklamalarda bütün bu olanların faturasını Hava-iş’e kesmişler ancak asıl düşmanın kim olduğunu görmezden gelmişlerdir. 22 Eylül’de Taksim THY acentesi önünde yaptığımız oturma eylemi sırasında bir kadının yanımıza kadar gelip “Siz AKP’den ne istiyorsunuz?” diye bağırarak elindeki kahveyi önümüze fırlatması ve tam da bu esnada her nasılsa gökkuşakçıların da orada olay çıkarması tesadüf olarak açıklanamasa gerek. Onlar gerçekten işçinin yanında olsalardı, bu onurlu direnişi baltalamaya çalışmazlardı.
İşverenin, direniş sürerken içeride, yani halen çalışanlar arasında da bize karşı sürdürdüğü operasyonlardan bahsedebiliriz. Bu operasyonları, korkutma, sindirme ve biat ettirme politikalarının gereği olarak uyguladıkları malum. Yolcu memnuniyeti adına personelinin işini zorlaştıran saçma sapan onlarca karara ve şirket içi duyuruya imzasını atan, bulunduğu yere aslında nasıl geldiği şirkette herkesçe bilinen Kabin Hizmetleri Başkanı Emine Hanım; her hafta simit-çay günleri düzenleyerek ve uçuşa gidiyor olduğu halde uçuştan gelmiş gibi görünen yani yorgunluktan bütün enerjisi tükenmiş arkadaşlarımıza küfür edercesine ve sahte gülümsemesini takınıp “Nasılsınız?” diye sorarak sevimli olduğunu sanıyor ama yanılıyor.
İşçilere TİS imzalandıktan sonra ödemesi gereken farkların bir kısmını sendika üyesi olup olmadığına bakmaksızın imza öncesinde “avans” olarak dağıtan işveren, böyle çalkantılı ve huzursuz bir dönemde sevgili personeline aklı sıra lütufta bulunarak onların gönlünü kazanacağını ummuştur. Bu arada, sendika üyesi olmayan arkadaşlarımıza da TİS farkı ödemelerini yaparak ve bir sonraki ay bu parayı maaşlarından keserek ne kadar ustaca yönetildiğini kanıtlayan THY, 29 Mayıs’ta yasa dışı eyleme katıldığı gerekçesiyle işten attığı bir arkadaşımızın – başvuru formunda neden işten atıldığını yazmış olmasına rağmen (!) – iş başvurusunu kabul edip kendisini mülakata çağırarak ne kadar ciddi bir şirket olduğunu da ortaya koymuştur.
Bu süreçte bilinen 305 kişinin dışında, halen her hafta onlarca kişi işten atılmakta, emekli edilmekte ya da istifa etmekte. Bunlardan biri şirket içi e-posta ortamında yazdıkları nedeniyle şirketin “prestijini” zedelemek gerekçesiyle işten atılan bir arkadaşımızdır.
Şu anda THY’de çalışan personeli tanımlamak için en uygun kelime “huzursuz” olurdu. Herkes limitlerde uçuşlar yapıyor, garip ve kurallara aykırı planlamalar had safhada, nişanlanacak arkadaşlarımızın mazeret izinleri verilmiyor, kimse birbirine eskisi gibi selam vermiyor, ilişkiler daha da yüzeyselleşmiş durumda… kısacası herkes mutsuz ve huzursuz, hem de bu şirketin daha önce şahit olmadığı kadar. Demokratik hakkını kullanarak e-posta ortamında soru soran ve fikrini dile getiren bir personelini işten atarken hasar gören prestijini gerekçe göstermekten imtina etmeyen bu şirket, itibarını böyle, bu huzursuz ve mutsuz personelle mi koruyacağını düşünüyor? Aynı şekilde, bu işe yıllarını vermiş onca teknisyenin işten çıkarılması ile deneyimli personel eksikliği doğmuş, teknisyenlerin iş yükü 2-3 kat artırılmıştır. Ağır koşullarda çalışmaya zorlanan teknisyenlere, teknik bakımsızlıktan veya arızadan ötürü uçamayacak durumda olan uçakların uçabileceklerine dair onay vermeleri yönünde şirket tarafından baskı yapılmaktadır. Prestijini korumayı başarsa bile, THY’nin bu şekilde uçuş emniyetini riske attığı gözden kaçırılmamalıdır. THY, böyle gayri ciddi, böyle beceriksiz ve böyle fütursuz davranmaya devam ederse ne yazık ki kazalar kaçınılmazdır.
EMEKÇİ VE KADIN DÜŞMANI AKP İSTİFA ETMELİDİR!
AKP politikalarıyla, kendisine gitgide daha çok seçmen ve kol kola olduğu sermayeye de daha çok ucuz emek gücü yaratmak arzusunda ve bunu, toplumda başta ekonomik olmak üzere her yönden baskı kurarak başarmaya çalışıyor. Dayattığı yeni eğitim sistemiyle küçücük çocukların beyinlerine girmeyi, onları aptal ve dünyadan bihaber bireyler haline getirmeyi amaçlıyor; kendinden olmayanı hapishanelere doldurmakta ise bir beis görmüyor!
Kürt sorununda olduğu gibi dış politikada da duvara toslayan, Uluslararası Kadınlar Tenis Turnuvası’nın (WTA) Sinan Erdem Spor Salonu’ndaki ödül töreninde AKP’li vekilleri ıslıklarla yuhalayan binlerce sporseveri “terörist” ilan eden ve son olarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamak için Ulus’ta bir araya gelen yüz binlerce insanı “marjinal gruplar” olarak tanımlayan yine AKP olmuştur.
AKP’nin hışmından belki de en çok kadınlar etkileniyor. Bu hükümet kürtaj ve sezeryan yasağını (ve muhtemelen yakında doğum kontrol yöntemlerinin de yasaklanmasını!) gündeme getirerek ve kadınların en az üç çocuk doğurmaları gerektiği gibi açıklamalarla kadını doğurgan bir varlıktan ibaret olarak gören bir zihniyeti topluma dayatmaya çalışıyor, böylece bir yandan sermayeye ucuz iş gücü temin etmeyi, diğer yandan da kadınların evlerinin hanımı olmalarını hedefliyor, kadını değersizleştiriyor ve toplumsal yaşamın dışına itiyor. Böylece kocalarına ve sermayeye bağımlı olmalarını öngörüyor.
Bu politikaların ve esas olarak kapitalizmin kadınlar üzerindeki tecellisini belki de en belirgin haliyle Türk Hava Yolları şirketinde görmekteyiz. Bir kadın için THY’de kabin görevlisi olarak çalışmanın ön ve en önemli koşullardan biri – “yukarılarda” tanıdığınızın olmasının dışında – “güzel” olmaktır. Kendine bakan, giyimine kuşamına dikkat eden, her daim makyaj yapan ve “güleryüzlü” biri olmanız henüz işe başvurduğunuzda ve eğitimdeyken sizden beklenmektedir. İşe başladığınızda da örneğin makyajsız, ojesiz kesinlikle uçuşa gidemezsiniz. Uçakta bir yolcu size kartvizitini verdiğinde onu geri çeviremez, kartı yırtıp atacaksanız bile bunu yolcunun önünde yapamazsınız. Çünkü bu, yolcuyu rencide edecek ve yolcu memnuniyeti ilkesiyle çakışacaktır. Burada sizin rencide olmanız görüldüğü gibi şirketin umrunda değildir. Sizden güzel ve bakımlı olmanızın istenmesi hizmet sektörü çalışanı olarak doğal karşılanabilir ancak şirketin bu konuda fazlasıyla titiz bir kontrol mekanizmasına sahip olması dikkat çekicidir. Bu “kusursuz” görünümünüzle aslında her şeyin yolunda olduğu imajını da vermeniz hedeflenmektedir ki mesela günün birinde grev hakkınız filan elinizden alındığında vereceğiniz tepki kamuoyunda nankörlük olarak tanımlanabilsin ve şirket de işin içinden çıkmayı başarabilsin.
Emek sömürüsüne dayandığı için mecburen zenginleri ihya ederken yoksulları doğduklarına pişman eden ve dünyayı yiyip bitiren kapitalizme ve onun Türkiye’deki vahşi temsilcisi AKP’ye karşı işçi sınıfının örgütlü mücadelesine olan inancımız tamdır. Cumhuriyetimize göz dikip kendi diktatörlüğünü sürdüren AKP’ye karşı mücadele için işçi sınıfının beklediği her saniye kayıptır. Bugün THY işçilerinin başına gelenler, AKP’nin ne kadar arsız ve faşizan olabildiğinin ve gelecekte de bizleri ne tür uygulamaların beklediğinin en açık göstergesidir. Kapitalistler dişlerini geçirdikleri işçinin öfkesinden korkmalıdırlar ve emekçiler bu dişleri törpülemek yerine kapitalizmi yıkıp işçi sınıfının iktidar olduğu yeni düzenlerini inşa etmelidirler.
Atatürk Havalimanı’ndaki direnişimize devam ederken gün boyunca attığımız sloganlarımızla, Teknik A.Ş.’den atılan arkadaşlarımızın bestelediği şarkılarla, halaylarla, horonlarla coşkumuzu ve inadımızı paylaşıyoruz. Uçuştan önce ve uçuştan sonra, hatta boş günlerinde yanımıza gelerek bize destek veren arkadaşlarımızın sayısı her geçen gün artmakta ve mücadelemiz güçlenmektedir. Bizden çalınan grev hakkımızı nasıl aldıysak, işimizi de geri alacağız. Bizlerden köle olmamızı isteyen bu düzene karşı birleşerek mücadele ettiğimiz takdirde güzel günler hiç uzakta değildir. Biz, bu kararlılıkla 158. günümüze kadar geldik, iş başı yapana dek orada olacağız. ZAFER DİRENEN EMEKÇİNİN OLACAK!
İşten çıkarılan THY emekçisi
Emek.org.tr