Sağlık

Aile hekimlerinin grevi 6 Aralık’a kadar sürecek.

Sağlık örgütleri, 1 Kasım 2024’te yürürlüğe giren ve ‘eziyet yönetmeliği’ olarak niteledikleri Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ne karşı iş bıraktı. Eylem 6 Aralık’a kadar sürecek.

Aile Hekimleri 2-6 Aralık’ta grevdeler. Yönetmeliğin ve TBMM ne sunulan yasa teklifinin birçok sorunu da beraberinde getireceğine dikkat çeken aile hekimleri açıklaması şöyle:

Bizler 1. basamakta her gün emek veren hekimler, sağlık çalışanları ve onların örgütleri olarak halkın sağlık hakkına erişimini engelleyen, hekimlerin mesleki özerkliğini yok eden ve sağlık emekçilerinin iş ve gelir güvencesini ortadan kaldıran bu yönetmeliğin geri çekilmesini beklerken, TBMM’ye 25 Kasım 2024 günü bir kanun teklifi sunuldu. 28 Kasım’da komisyonda görüşülerek değişiklik yapılmaksızın Genel Kurula sevk edilen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile, 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanununun 5. maddesi ve 5510 sayılı kanunun 68. maddesinde değişiklikler yapılmaktadır.

Baştan söylemek istiyoruz; bu değişiklikler TBMM’de yasalaşacak olursa birinci basamak sağlık hizmetleri piyasa dinamiklerine tam olarak teslim edilecektir.

TBMM’ne sunulan yasa teklifi ile etkili ve güvenilir olduklarına ilişkin henüz yeterli bilimsel veriler bulunmayan geleneksel ve tamamlayıcı tıp (GETAT) uygulamaları aile hekimleri birimlerinde mesai dışında paralı olarak gerçekleştirilebilecek. Nitelikli ve görece daha yüksek maliyetli sağlık hizmetine erişim olanağı olmayan hasta grubunun, etkililiği belirsiz bu yöntemlere kamu eliyle yönlendirilmeleri, toplum sağlığına zarar verebilecek bu uygulamalara duyulan güveni yersiz bir biçimde artıracağı gibi, sosyal devlet ilkesine ve devletin sağlık hakkını koruma yükümlülüğüne aykırıdır. Hep söylediğimiz gibi halkın sağlığı için birinci basamakta bilimsel koruyucu tıp uygulamalarının yaygınlaştırılması gerekir, GETAT uygulamalarının değil.

Yine aynı yasa taslağı aile hekimliğinde ücretsiz olarak verilen raporları ücretli hale getirmektedir. Bu durum aile hekimi arkadaşlarımızı “parasıyla değil mi? Raporumu vermek zorundasın” diyen hastalarla karşı karşıya getirecektir. “Olmaz” demeyin daha kanun meclisten geçmeden bir arkadaşımız haksız rapor isteyen hasta tarafından darp edildi.

Bu yasa teklifi ile katkı katılım payı artırılmakta halk cebinden daha fazla ödeme yapmaya zorlanmaktadır.  Hasta eğer daha az katkı payı ödemek istiyorsa 2. ve 3. Basamak sağlık kuruluşuna aile hekimliğinden sevkle gitmesi gerekecektir. Ancak Eziyet Yönetmeliği 2. 3. Basamağa yaptığı sevklerden dolayı aile hekimini, gelirini keserek cezalandırmaktadır. Bu durumda sevk isteyen hasta ile hekimler yine karşı karşıya gelecektir. Sağlık Bakanlığı bizim de talep ettiğimiz sevk zincirini hastalarla hekimleri karşı karşıya getirerek, hekimlerin kazancı üzerinden kurmaya çalışmaktadır. Bunu kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz.

Sağlık Bakanlığını bir kez daha uyarıyoruz sorun yumağına dönüşmüş sağlık sistemini performansa dayalı, bilimsel yaklaşımdan uzak yönetmelikler ile düzeltemezsiniz.  Alanın öznesi olan bizlerin, hekimlerin ve sağlık emekçilerinin örgütlerinin yapılan değişikliklere yönelik görüşlerimizi ve önerilerimizi dikkate almayarak, yok sayarak ne halk sağlığını geliştirebilirsiniz ne de sağlık emekçilerinin sorunlarını çözebilirsiniz. Sağlıklı bir toplum, iyi çalışan bir sağlık sistemi için daha önce de dile getirdiğimiz beş talebimizin hayata geçirilmesi yeterlidir.

Buradan bir kere daha hatırlatıyoruz:

  1. Kamusal bir hizmet olan birinci basamak sağlık hizmetlerinin fiziki ve tıbbı donanımı ve aile sağlığı merkezleri kamu tarafından sağlanmalıdır.
  2. Halkımıza nitelikli bir sağlık hizmeti sunabilmemiz için yeterli zaman ve olanak sağlanmalıdır. Koruyucu sağlık hizmetlerinin öncelendiği ve ekip anlayışını gözeten bir sistem inşa edilinceye kadar Aile Sağlığı Merkezi sayısı hekim başına 2.000 nüfusu aşmayacak şekilde artırılmalıdır.
  3. Aile Hekimliği’nde güvencesiz ve kadrosuz istihdamı kabul etmiyoruz. Aile sağlığı merkezlerinde nüfus yapısına göre yeterli hemşire, ebe, teknisyen görevlendirilmeli, aşılama ve diğer koruyucu hekimlik uygulamaları desteklenmeli, geliştirilmelidir. Aile Hekimleri işveren olmamalıdır. Ebe ve hemşirelerin maaş ve teşvik ödeme kriterleri mesleki sorumluluklarının dışında kriterlerden oluşmakta iken Aile Sağlığı Merkezleri’nde çalışan ebe hemşirelerine ödenecek ücret Aile Hekiminin çalışma kriterleri ile değil kendi mesleki sorumluluklarına göre düzenlenmelidir. Aile Sağlığı Çalışanlarının Kanun değişikliği gerektiren tavan ücreti katsayısı artırılmalıdır.

4.Aile Sağlığı Merkezlerinde çalışan hekim, ebe, hemşire ve   sağlık emekçilerine   emekliliğe yansıyacak tek kalemden oluşan, insanca yaşamaya yetecek düzeyde, izin kullandıklarında, hastalandıklarında, çocuğu olduğunda veya ailesinden biri öldüğünde kesilmeyecek maaş ödenmelidir.

  1. Sağlıkta şiddeti artıracak düzenlemeler değil şiddetin önlenmesini sağlayacak etkin ve caydırıcı tedbirler alınmalı, etkili şiddet yasası çıkarılmalı ve sağlık çalışanlarının can güvenliği sağlanmalıdır.

Bizler halkın sağlık hakkını, mesleki özerkliğimizi, mesleğimizin onurunu, ekonomik ve özlük haklarımızı savunmaya devam edeceğimizi bir kez daha kararlılıkla vurguluyoruz. Eziyete dönüşen Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğinin iptalini ve mecliste sunulan yasa taslağının geri çekilmesini istiyoruz.

Bu taleplerimizin hayata geçmesi için 2-6 Aralık 2024 tarihleri arasında yapacağımız eylemler daha da önemli hale gelmektedir. Bu eylemlerimiz sadece sağlık emekçileri için değildir. Bizler meslek onurumuza sahip çıkarken, bilimsellikten uzak uygulamalara karşı dururken halkımızın sağlık hakkını da savunuyoruz.  Bu nedenle de bir hak olan sağlık için cebinden daha fazla para ödemek istemeyen, nitelikli sağlık hizmeti almak isteyen halkımızın da desteğini bekliyoruz. 2-6 Aralık 2024 tarihlerinde halkımızı ASM’ lerden hizmet almak için değil sağlık hakkına sahip çıkmak için alanlarda bizimle birlikte olmaya çağırıyoruz.

Grevi destekleyen hekim örgütleri:

Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF)

Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası (AHESEN)

Aile Sağlığı Çalışanları Ebe ve Hemşire Dernekleri Federasyonu (ASEF)

Birinci Basamak Sağlık Çalışanları Birlik ve Dayanışma Sendikası (BDS)

Genel Sağlık ve Sosyal Hizmet Kolu Kamu Çalışanları Sendikası (Genel Sağlık-İş)

Hekim Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Çalışanları Sendikası (Hekim Birliği)

Hekim ve Diğer Sağlık Çalışanları, Kamu Sağlık ve Sosyal Hizmetler Sendikası (HekimSen)

Hürriyetçi Sağlık ve Sosyal Hizmetler Çalışanları Sendikası (Hürriyetçi Sağlık Sen)

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES)

Tabip ve Diğer Sağlık Çalışanları Sağlık ve Sosyal Hizmetler Kamu Görevlileri Sendikası (Tabip-Sen)

Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği (TÜMRAD-DER)

Türk Tabipleri Birliği (TTB)

Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği (TAHUD)

Aile hekimlerinin haklı taleplerini destekliyoruz.

Emek.org.tr

Veteriner hekimler 1 günlük süreyle iş bıraktı: “Sağlıkta Şiddet Yasası” kapsamına alınmalıdır.

Emek.org.tr olarak biz de Veteriner hekimlerimizin haklı taleplerini ve eylemlerini destekliyoruz.

21 Ağustos Pazartesi TVHB Merkez Konseyi ve 56 Veteriner Hekim Odasıyla birlikte sağlıkta şiddeti gündeme getirmek amacıyla 1 günlük iş bırakma kararı alınmıştı. Ayrım gözetmeksizin mesleki dernekler, Vakıf, Dekanlar Konseyi, sendikalar ve mesleki basın resmi yazıyla dayanışma ve desteğe davet edildi.

Önceki gün yapılan açıklamayı da talepleri içermesi ve aydınlatıcı olması nedeniyle yayınlıyoruz.

Kamuoyuna ve Yetkililere Çağrımızdır!

Veteriner Hekimlere Şiddet,
Topluma ve Toplum Sağlığına Karşı Şiddettir.

Bugün buraya, eğitimini aldığımız ve bizim için kutsal olan mesleğimizi yaparken karşı karşıya kaldığımız ve artık tahammül edilemez noktaya gelen şiddeti kamuoyuyla paylaşmak ve yetkililere sesimizi duyurmak için toplandık. Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi ve 81 ilimizi temsil eden 56 Veteriner Hekim Odası’nın yöneticileri ve üyeleriyle birlikte eş zamanlı olarak, bütün ülkede bu basın açıklamasını kamuoyuyla paylaşmaktayız.

Veteriner hekimler koruyucu hekimlik hizmetleriyle salgınları önleyerek toplum sağlığını korurlar, hayvanların sağlıklı ve refah içinde yaşamasını sağlarlar, gıda denetimleri ile toplumun sağlıklı güvenilir gıda tüketmesini sağlarlar, hayvan varlığını koruyarak hem ülke ekonomisine hem de vatandaşların ekonomik hayvansal ürüne ulaşmasına katkıda bulunurlar. Ayrıca insan sağlığı ya da hayvan sağlığında kullanılan aşı ve ilaçların geliştirilme süreçlerinde aktif rol oynarlar. Görüldüğü üzere veteriner hekimlik mesleği toplum sağlığı, hayvan sağlığı ve çevre sağlığı açısından yaygın etkileri olabilecek risklerin bertaraf edilmesinde en büyük bariyerdir ve bu nedenle stratejik bir konumdadır. Tam da bu stratejik konumu nedeniyle veteriner hekimleri kendi çıkarları önünde risk görenler, geçmişte de bugün de şiddete başvurmaktalar, mesleğimizi değersizleştirmeye çalışmaktadırlar. Bu yaşananlar yeni değil, geçmişten başlayan, bugün artık dayanılmaz hale gelen bir süreçtir.

Bu şiddet;

Bazen kamu adına gıda denetimi yapan veteriner hekime,

Bazen çalıştığı kurumun eksiklerinden sorumlu tutulan belediyede çalışan veteriner hekime,

Bazen kâr kaygısıyla gözü dönmüş işletme veya hayvan sahiplerinin, halk sağlığına zararlı olan hayvansal ürünler için “tüketilemez” kararı veren işletme veteriner hekimine,

Bazen, mesleğinin gerektirdiği tüm bilimsel mesleki tedaviyi uygulanmasına rağmen tedaviyi beğenmeyen hasta yakını tarafından serbest veteriner hekime,

Bazen emeğinin karşılığı olan ücreti isteyen veteriner hekime,

Bazen aşı karşıtlarının ve sanal ortamdaki bilgi kirliliği nedeniyle ücra köylere aşı için giden kamu veteriner hekimine,

Bazen taciz olarak, tek hedefi 5 yıl eğitim aldığı mesleğini yapmaya çalışan kadın  meslektaşımıza,

Bazen hayvanları sömürmeyi meslek edinen ve rant kapısı haline getiren sözde hayvanseverler (gerçek hayvanseverleri tenzih ediyoruz) ve trolleri tarafından sosyal medya linçiyle veteriner hekimlere yönelik olarak ara vermeden devam ediyor.

Nitekim geçen yıl, tam da Dünya Veteriner Hekimler Günü’nden birkaç gün önce, Yozgat/Sorgun’da, mezbahadaki eti, “halk sağlığı için risklidir, tüketilemez” kararı veren meslektaşımız Veteriner Hekim Volkan Lale bıçaklanarak öldürülmüştür.

Temmuz 2023 tarihinde İzmir’de meslektaşımız Veteriner Hekim Caner Ülgen ilk müdahalesini ve sevkini yaptığı hastanın sonrasında kaybedilmesi üzerine 4 hasta yakını tarafından darp edilmiştir.

Ağustos 2023’te, Ankara’da mesleğini icra eden meslektaşımız Veteriner Hekim Ceren Eroğlu bir hasta yakını tarafından kedisinin tedavisi sürecinde hayatını kaybetmesi üzerine görevi başında saldırıya uğramıştır.

Biz biliyoruz ki iş güvencesi ve can güvenliği nedeniyle açıklanamayan daha onlarca şiddet örtbas edilmekte bizlere ve kamuoyuna yansımamaktadır.

Yaşanan bu şiddet, biz veteriner hekimleri artık yeter dedirtecek noktaya getirmiş, birçok meslektaşımız ya mesleğini bırakmış başka işlere yönelmiş ya da yurt dışına gitmeye başlamıştır.

Öncelikle kamuoyuna sesleniyoruz;

Unutmayınız; Salgınlar, antibiyotik direnci, hayvanlardan insanlara bulaşabilen zoonotik hastalıklar, sağlıklı ve güvenilir gıdaya erişim önümüzdeki yıllarda karşı karşıya kalacağımız en büyük sorunlardır. Veteriner hekimler tüm bu sorunların çözümü için zorlu bir akademik eğitim almış, çok farklı stratejik alanlarda görev yapan ve bu görevleri nedeniyle aynı zamanda halk sağlığının da garantisi olan bir mesleğin mensuplarıdır. Bu nedenle, veteriner hekime uygulanan şiddet aynı zamanda toplumun sağlık hakkına uygulanan bir şiddettir. Çünkü veteriner hekime yapılan şiddet, sağlıksız gıda, pahalı et ve süt, çocuklarımızda hayvansal protein eksikliği, Kuduz, Brusella, Tüberküloz, Şarbon, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi vb hayvanlardan insanlara geçebilen hastalıklar olarak halkımıza geri dönmektedir.

Başta Tarım ve Orman Bakanlığı olmak üzere tüm yetkililere sesleniyoruz;

Dünyayı bekleyen pandemiler, gıda krizi ve iklim krizi gibi sorunlar başta olmak üzere, risklerin bertaraf edilmesi, ülkemizin bu süreçleri en az zararla atlatması için alınacak tedbirlerin en başında, bu görevleri yapan veteriner hekimlerin can güvenliğinin ve iş güvencesi ile birlikte kamuda veteriner hekimlik otoritesinin güçlendirilmesi ve özlük haklarının iade edilmesi bulunmaktadır. Ancak, bizler linç ediliyor, darp ediliyor, daha ötesi öldürülüyoruz ve bizlerle birlikte aslında halk sağlığı da ölüyor.

Yaşanan süreç, biz veteriner hekimleri yıldırmış, bıktırmış ve artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Sağlık çalışanları için düzenlenen yıpranma payı, ek gösterge, maaş iyileştirmesi vb. tüm özlük hakları konularında ve Sağlıkta Şiddet Yasası’nda veteriner hekimler kapsam dışı bırakılmış ve dışlanmışlardır. Meslektaşlarımız büyük umutlarla başladıkları mesleklerini bırakmakta, özellikle genç meslektaşlarımız geleceklerini yurt dışında aramaktadırlar.  Veteriner hekimler, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda Sağlık Hizmetleri Sınıfında tanımlanmıştır, vakit kaybetmeden gereği yapılmalı, veteriner hekimliğin hangi alanında olursa olsun yaptıkları hizmetlerle kamu sağlığını koruyan tüm veteriner hekimler “Sağlıkta Şiddet Yasası” kapsamına alınmalıdır. Şiddeti oluşturan unsurlar ortadan kaldırılmalı, şiddet tavizsiz cezalandırılmalı, kanunlar ve bilimsel gerçekler önünde sağlık çalışanı olan veteriner hekimlere hakları iade edilmelidir.

Bugün, Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi ve 56 Veteriner Hekim Odasının eşzamanlı olarak sizlerle paylaştığı bu metindeki taleplerimizin, hukuken ve siyaseten de takipçisi olacağımızı bildirir, buraya gelerek bizlere destek veren meslek odası yöneticilerine, sendikalara, sivil toplum örgütlerine, öğrencilerimize-ailelerine, hasta sahiplerimize ve en önemlisi, birlikte güçlüyüz diyerek, muayenehane, poliklinik ve hastanelerini kapatan, iş bırakan, iş yavaşlatan, özetle mesleğine, meslektaşına ve meslek örgütlerine sahip çıkan, mekan ve zaman mefhumu  olmadan, yaşamını hayvan sağlığı ve refahı ile halk sağlığının korunmasına adayan tüm meslektaşlarımız ile basınımızın çok değerli emekçilerine teşekkür ederiz.

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

TVHB Merkez Konseyi ve 56 Veteriner Hekim Odası

emek.org.tr

Bugün grevde ikinci gün…

Sağlık emekçileri ve sendikal örgütleri, çalışma ve yaşam koşullarında yaşadıkları sorunlara karşı, çözüm önerileri ve haklı taleplerle iki gün sürecek grev eylemi başlattı.

Sağlık emekçileri Türkiye genelinde özlük haklarının ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için iş bıraktı.

Grevde sadece sağlık emekçilerinin değil halk sağlığı kapsamında halkın sağlık hakları da şu şekilde ifade edilerek talep oluşturuldu:

“Muayene, tedavide ve ilaçta hiçbir ad altında;  katkı, katılım payı, ilave ücret alınmasın. Sağlık hizmetleri ücretsiz olsun”

Toplu sözleşme döneminde olması nedeniyle çözülmeyen sorunları ve çözüm önerilerini gündeme getiren ve 21 sağlık meslek örgütünün oluşturduğu Sağlık ve Sosyal Hizmet Birlik ve Mücadele Platformuna (SABİM) bağlı sağlık emekçileri, birçok hastanede hastalar zarar görmeden grevini sürdürüyor.

 

21 sağlık meslek örgütü ve sendikalardan ortak tavır: 2 günlük grev.

Sağlıkta Birlik ve Mücadele Platformunda yer alan meslek örgütleri şunlar:

Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF), Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası (AHESEN), Anadolu Sağlık-Sen, Aile Sağlığı Çalışanları Ebe ve Hemşire Dernekleri Federasyonu (ASEF), Bağımsız Sağlık-Sen, Birlik Sağlık Sen, Birlik ve Dayanışma Sendikası, Genel Sağlık-İş, Hekim Birliği, Hekim-Sen, Hep-Sen, Hürriyetçi Sağlık Sen, Sahim-Sen, Sağlık Çalışanları Sendikası, Sağlıkçı Birliği Sendikası, Sağlık Hak-Sen, Sağlık Liyakat-Sen, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Tabip-Sen, Tüm Sağlık-Sen, Yeni Sendika.

DuvaR’ın dünkü haberine göre, Bilkent Şehir Hastanesi önünde toplanan sağlık çalışanları, pankart açıp slogan attı. Grup adına yapılan açıklamada, 1-2 Ağustos’ta ülke genelinde iş bırakma kararı alındığı hatırlatıldı. Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) da sağlık meslek örgütlerinin hakları ve talepleri için iş bırakma eylemi kapsamında Ankara İbni Sina Hastanesi önünde açıklama yapıldı. Eyleme KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik birlikte SES MYK üyelerinin katıldı.

Açıklamalarda, tırnak makasıyla AVM’lere dahi girilemeyen bir zamanda, sağlık çalışanlarının silahla polikliniğe girip ateş edebilen kişilerle iç içe oldukları ifade edildi.

Alım gücünün hızla azaldığı, beslenme, eğitim ve barınma ihtiyaçlarının karşılanmasında zorluk yaşandığı belirtilen açıklamada, fazla çalışma ücretinin yetersiz olduğu vurgulandı.

Toplu sözleşme görüşmelerine katılan yetkili sendikanın da eleştirildiği açıklamada, “Sendikal ikramiyenin barajlara bağlanmasını, yetkili sendika tarafından kullanılan ve ayrımcılığa yol açan ‘tabip dışı’ ifadesini kabul etmiyoruz.” ifadelerine yer verildi.

Sağlığın en temel hak ve sağlık hizmetlerinin ise bir ekip işi olduğu vurgulanan açıklamada:

“Ülkemizde oluşacak ideal sağlık sisteminin en büyük destekçisi olan bizler, hastalarımızın nitelikli tedavi olma, bakım alma ve iyileşme hakkını savunduğumuzun bilinmesini arzu ediyoruz. Pandemide, depremlerde ve her türlü zorlu şartlarda halkımıza ve hastalarımıza verdiğimiz fedakarca hizmetin unutulmamasını bekliyoruz. Nitelikli sağlık hizmeti için verilecek bu mücadelede sadece kendimiz için değil, hastalarımız için de mücadele ettiğimizin bilinciyle, tüm halkımızı yanımızda olmaya davet ediyoruz.” denildi.

KESK tarafından desteklenen ve SES üyelerinin de katıldığı Diyarbakır’daki grevde ve yapılan basın açıklamasında sağlık emekçilerinin talepleri, SES adına açıklamayı Şube Eşbaşkanı Yıldız Ok Orak tarafından şöyle sıralandı:

“1- Performans, ek ödeme, taban, teşvik değil, tüm sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine yoksulluk sınırı üzerinde emekliliğe yansıyan temel ücret istiyoruz. Bunun üzerine yapılan işin niteliği ve riski, eğitim durumu, hizmet yılı gibi kriterler eklenerek giydirilmiş ücretler belirlensin.

2- Grevli toplu sözleşmeli, özgür pazarlık hakkı içeren sendika yasası çıkarılsın,

3- Sağlık hizmetleri ağır ve tehlikeli işler kapsamındadır. Fiili hizmet süresi (yıpranma payı) yıllık 90 gün üzerinden tam olarak tüm emekçilere ödensin ve geçmiş yılları da kapsasın

4- Nöbet, icap ve fazla çalışma ücretleri 2 kat arttırılsın

5- Sağlık alanında çalışan tüm emekçiler “sağlık hizmetleri sınıfı”na alınsın

6- Üniversite hastanelerinde de çalışanlara tayin hakkı verilsin,

7- Sağlık emekçilerine yönelik şiddetin son bulması için “şiddet üreten sağlık sistemi” değişsin. Halk ve emekçiler yararına yeni bir sağlık sisteminin inşası için işkolu emekçileri ve halkın örgütlü yapılarının, hizmetin planlanmasından sunulmasına kadar karar alma mercilerinde yer alacağı mekanizmalar oluşturulsun.

8- Sağlık ve sosyal hizmetler alanında OECD ortalamasında kadrolu güvenceli personel istihdam edilerek, sözleşmeli tüm çalışanlar 657 4/a kapsamına alınsın.

9- Kamu sağlık hizmeti verilen ASM’lerde her türlü giderler devlet tarafından karşılansın,

10- Covid-19 gibi meslekle ilgili hastalıklar, illiyet bağı aranmadan sağlık kurumlarında çalışan tüm personel için meslek hastalığı sayılsın,

11- Haklarında kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan ihraç sağlık ve sosyal hizmet emekçileri derhal göreve başlatılsın

12- Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü personelinin özlük, mali ve sosyal haklarını, bir an önce Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğündeki emsali personellere eşitleyin, geçmiş hak kayıplarını acilen telafi edilsin. Sağlık Bakanlığı’nın diğer tüm personellerine sağlanan imkân ve haklardan aynı ve eşit derecede yararlandırılsın.

13- Muayene, tedavide ve ilaçta hiçbir ad altında;  katkı, katılım payı, ilave ücret alınmasın. Sağlık hizmetleri ücretsiz olsun.

14- Sosyal Hizmet alanında Ek ders, Asdep, 4/D veya sözleşmeli olarak çalışanların tamamı 4/A kadrosuna alınsın.

15- Sağlık ve Sosyal Hizmet alanında Hizmetli kadrosunda çalışanların tamamı, sınavsız bir şekilde Genel İdari Hizmetler sınıfına alınsın.”

Sağlık emekçilerinin, tüm emekçilere olan çağrısı ise şöyle:

“Tüm kaygılarınızı bir tarafa bırakın ve yöneticilerinin şatafat içinde yaşadığı yandaş sendikalardan vazgeçin. Tek kurtuluşumuz ve haklarımızı almanın yegâne yolu birlikte örgütlenmek ve mücadele etmektir.

Birlikte örgütlenirsek, birlikte kazanacağız!”

Emek.org.tr

 

Şişli Etfal Dayanışma platformu, İstanbul deprem riskine karşı Etfal hastanesi talebini yenileyerek etkinliklerini yoğunlaştırdı.

 

ETFAL HASTANESİ İÇİN KİTLESEL BASIN AÇIKLAMASINA KATILIM VE DESTEK ÇAĞRISI!

“Deprem kapıda, Etfal nerede! Depreme hastane, Şişli’ye Etfal lazım! Hastanemizi istiyoruz!”

İstanbul hastanelerinin depreme dayanıklı hale getirilmesi ve Şişli’den koparılan Şişli Etfal Hastanemizin 123 yıllık yerinde yeniden faaliyete geçmesi için 25 Mart Cumartesi, 15.00’te, Şişli Meydanı’ndayız.  Sesimizi enkaz altından değil bugün duyurmak istiyoruz!

“Deprem kapıda, Etfal nerede! Depreme hastane, Şişli’ye Etfal lazım! Hastanemizi istiyoruz!” demek için, Şişli Cami yanındaki Şişli Meydanı’nda kitlesel bir halk buluşması gerçekleştiriyoruz.

Sesimizi şimdi duyurmazsak yarın çok geç olacak. Haydi, siz de gelin, katılın, çevrenizi katılmaya teşvik edin. (Şişli Etfal Dayanışması)

Emek.org.tr

Halk sağlığı için tehlike kaynağı olan söküm işi durdurulmalıdır!

Tedavisi bulunmayan Akciğer kanser türü Mezotelyoma hastalığının neden olacak tonlarca asbest maddesi (taş pamuğu, kaya lifi), rant uğruna İzmir bölgesine taşınıyor.

Haberin duyulmasından sonra kamuoyunda tepkiler de hızla arttı. Tonlarca asbest ve zehirli maddeler içeren hurda savaş gemisi NAe Sao Paulo’nun, Aliağa’da sökümüne karşı tepkiler büyüyor.

İçinde tonlarca asbest ve toksik madde barındıran, Brezilya donanmasına ait Sao Paulo gemisi söküm işlemi Aliağa’da yapılması için gerekli onay, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından Sök Denizcilik adlı firmaya 30 Mayıs 2022’de verildi.

Sosyal medya hesabından tepki gösteren TTB açıklamasında:

” Halk sağlığı açısından büyük risk oluşturan geminin ülkemize sokulmaması için, TTB olarak her türlü bilimsel ve hukuksal mücadeleyi sürdüreceğimizi kamuoyuna saygı ile duyururuz.” denildi.

KANSER KAYNAĞI ASBEST NEDİR?

Tedavisi bulunmayan Akciğer kanser türü olan Mezotelyoma hastalığının nedeni asbest (taş pamuğu, kaya lifi) İzmir bölgesine taşınıyor.

Akademisyen Emre Gürcanlı “fotoğrafa dikkatle bakın, ince uzun, ipliksi lifler. Solunum yoluyla vücudunuza giriyor, akciğerinize saplanıyor. Mikro boyutta iğneler gibi düşünün. Akciğerinize saplandığını hissetmiyorsunuz, kimi zaman onlarca ama kimi zaman yalnızca bir tanesi saplanıyor. Bir tanesi bile yirmi yıl sonra sizi kanserden öldürebiliyor, belki yalnızca bir tanesi bile” diyor. Gürcenlı, “asbest maddesinin Dünyada sayısız ülkede yasaklandığını, Türkiye’de de 2010 yılında üretimi ve kullanımı yasaklanmıştır, neden zira asbestten korunmak hemen hemen imkansızdır.” İfade ederek açıklıyor.

Akademisyen Aslı Odman ile yapılan röportajda gemi ve asbest olayını değişik yönleriyle kamuoyu ile şu vurguyla, tonlarca asbest ve zehirli maddeler içeren NAe Sao Paulo adlı geminin yüzen bir tehlikeli atık olduğunu ifade ederek, “Bu haliyle ticarete konu olması kanun dışıdır” diyor.

Roportajdan takip ediyoruz.

Aslı Odman / Fotoğraf Hasret Gültekin Kozan

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Üyesi, Akademisyen, Sosyal Bilimci Aslı Odman “Neredeyse 60 yıllık bir savaş gemisinde nasıl tehlikeli malzemeler bulunduğuna dair sağlıklı bir kestirim yapmak tehlikeli madde envanteri (IHM) olmadan mümkün değil” dedi.

Alanda faaliyet gösteren uluslararası mücadele ağından haber gelir gelmez İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin yerelde ekoloji ve emek mücadelesi veren oluşumlara, sorumluluk taşıyan yerel belediyelere ve İzmir Büyükşehir Belediyesine, odalara haber verdiklerini söyleyen Odman, “O günden bugüne dek Aliağa’nın bu eşitsiz mübadele şartları altında dünyanın çöplüğü olmaması, 2016’dan beri tevdi edilen AB gemi söküm sertifikalarının üzerini örttüğü ekolojik yıkım, iş cinayetleri, usulsüz asbest bertarafı, emekçi hakkı ihlalleri hakkında ortak bir mücadelenin bir veçhesi, bir vakası olarak bu toksik askeri geminin üretildiği Fransa ve satıldığı Brezilya donanmalarının masraflarını ve sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini savunan bir kampanya örmeye çalışıyoruz” dedi.

“GEMİNİN BREZİLYA’DAN AYRILMASINA İZİN VERİLMEMELİ”

Tüm ülkelerin taraf olduğu Tehlikeli Atıkların Sınırlar Ötesi Taşınması ve Bertaraf Edilmesinin Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi’nin ihlali ve İzmir Protokolü’ne uygunsuzluğu üzerinden girişimlerde bulunduklarını anlatan Odman, “Fransa ve Brezilya Milli Savunma Bakanlarını, Avrupa Birliği Komisyonu Çevre Ajansını ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığını muhatap alan şekilde dahil olduk. Bu gemi yüzen bir tehlikeli atık ve bu haliyle ticarete konu olması kanun dışıdır ve kesinlikle, uçak gemisinin tehlikeli madde envanteri (IHM) tamamlanana ve açıklanana kadar Brezilya’dan ayrılmasına izin verilmemesi gerekir” diye konuştu.

“YAPILAN DENETİMLERDE ŞEFFAFLIK YOK”

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının soru ve usulsüzlüklere dair kanıtlara cevap vermek yerine “Radyoaktif madde bulunmaması” gerekçesi ile sökümü için onay vermesini eleştiren Odman şöyle devam etti: “Clemenceau’daki denetimlere dayanarak, São Paulo gemisinde yaklaşık 900 ton asbest ve asbest içeren malzeme, yüzlerce ton poliklorlu bifenil (PCB) içeren malzeme ve büyük miktarlarda toksik ağır metal içerdiğini çıkarsayabiliyoruz. Bunlardan bahis yok, tek bahis radyoaktivite. Ki bu vurgunun bana düşündürdüğü, zaten kılıf hazırlanmış. Ölçüm fon seviyesine uydurulacak, ki radyoaktivitede ‘fon seviyesi, makul dozaj’ zaten tartışmalı. Kara sularına girmeden önce yapılan denetimlerde şeffaflık yok. Radyoaktiviteyi öne sürerek, Aliağa’da hiçbir tersanenin bu gemiyi çevre ve sosyal olarak düzgün bir şekilde sökecek pratiğe sahip olmadığını gösteren onlarca iş cinayeti, üstü tamamen örtülen meslek hastalıkları salgını, kompoze çevre kirliliğinden yüksek kanser oranı yokmuş gibi oldubittiye getireceklerine dair haklı kanıtlara dayalı korkularımız var. Haziran sonunda bu temelli endişelerimize dair kanıtları Avrupa Birliği Çevre Komisyonunun AB gemi söküm mevzuatının revizyonu sürecinde açtığı açık çağrıya cevaben ilettik.”

ALİAĞA GEMİ SÖKÜMDEKİ ASBEST TEHLİKESİ

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının 20 Mayıs 2021’de TBMM’de verilen bir soru önergesine verdiği cevapta, Aliağa’da son beş yılda 714 geminin söküldüğü ve bunun sonucunda yaklaşık 250 tonu asbest olmak üzere, 74 bin 325 ton tehlikeli atığın bertaraf edildiği açıkladığını hatırlatan Odman, “São Paulo’nun gelmediği dönemde, Aliağa’da 2020 yılında 118 konteyner gemisi, petrol platformu, askeri gemi, kruvaziyer gemisi söküldü. Bu dönemde Aliağa’daki tersanelerde hepsinin büyük miktarlarda asbestle kontamine malzeme içermesi beklenen, çok sayıda askeri gemi, petrol ve gaz üniteleri ve Akdeniz’de faaliyet gösteren eski tip RoRo/yolcu gemileri de söküldüğü göz önüne alındığında, ifade edilen asbest miktarı gerçekçi görünüyor” diye konuştu.

“ORTAK VE YEREL BİR MÜCADELENİN TOHUMUNU ATMALIYIZ”

Bu vakaya dair ufak ve çarpıcı bir örnek daha olduğunun altını çizen Odman, “Gemiyi Türkiye’ye çekecek römorkörleri temin edecek diye beyan edilen aracı şirketin, merkezini Marshall Adaları gösteren, düzgün bir web sitesi bile olmayan Türkiye kökenli bir şirket olduğunu görüyoruz. Güçlüler arasında, biz bu ekokırım sisteminin mağdurları arasında olmayan bir ittifak var. São Paulo’da alan memnun satan memnun olmasın diyebilmek için gemi sökümü hakkında ortak ve yerel bir mücadelenin tohumunu atmamız elzem diye düşünüyorum. Bu mücadele São Paulo’nun, Aliağa’nın başına gelen en kötü şey olduğundan değil, bir noktada hayırı etkin bir şekilde örgütlemek ile ilgili bir kritik güç elde edebiliriz” dedi.

“İSTATİSTİKLERDE SIFIR AMA HER SENE 20 BİN İŞÇİ ÖLÜYOR”

2018 aralık ayında AB bandıralı gemiler için gemi sökümünde bir nevi akreditasyon olan liste uygulamasının başladığının altını çizen Odman, bu listedeki tersanelerin 8’inin Aliağa’da, 34’ünün AB’de, 1’inin de ABD’de bulunduğunu söyledi.

Bu standartların meslek hastalıklarının şeffaflığına vurgu yaptığını söyleyen Odman, “Bırakın gemi sökümünü, Türkiye’de hiçbir alanda meslek hastalığı tanısına, istisnalar dışında ölüm veya hastalıklara rastlamak olanaklı değil. Her sene en az 20 bine yakın çalışanın meslek hastalığından öldüğünü hesaplamamıza rağmen, 2013’ten beri resmi istatistiklerde hiç kimse ölmüyor gözüküyor. Gemi sökümünde asbest olmaması, en azından buna bağlı meslek hastalığı olmaması ise imkansız. Ama tanı sıfır, şeffaflık sıfır, hatta gemi söküm sanayicileri bununla övünebilecek kadar bu konu hakkında yükümlülüklerinden uzaklar. Söküm işlemi öncesinde boyaların sökülmesi, havuz dışı işlemler, denize karışma, tehlikeli malzemelerin bertarafı, iş cinayetleri konusunda da listeye alınma standartlarının sadece kağıt üstünde kaldığına, hayata geçmediğine inanıyoruz. Tehlikenin büyüklüğü ve tüm havzayı kapsadığı düşünülünce, bunlara dair kamuoyunda güven tesisi için bağımsız uzmanlardan oluşan bir heyet talep ediyoruz” dedi. (Kaynak. Evrensel/Ramis SAĞLAM haberi)

Emek.org.tr

Sağlık meslek örgütleri ve emek örgütleri COVİD19 salgınıyla ilgili uyarılar yapıyor.

Covid-19 aşısı yaptırmak isteyenler için, yeni hatırlatma dozu randevuları açıldı. Son yaptırdığı aşının üzerinden 6 ay geçenler için randevu e-nabız sistemine tanımlandı.

6 Temmuz 2022 günü yaptığı açıklamalarla İstanbul Tabip odası uyarmış ve önerilerini yapmıştı.

“COVID-19 aşılarının dünya genelinde eşitsiz dağılımı ve salgını kontrol etmeye yönelik halk sağlığı tedbirlerinin turizm gerekçesiyle hızla kaldırılmasının bir sonucu olarak öngörülmeyen bir “yaz dalgası”nın içerisine yol alıyoruz.” Açıklamada dünyadaki aşı uygulamalarındaki eşitsizliğe dikkat çekilerek şöyle denildi:

“Yüksek gelirli ülkelerde aşılanan nüfus oranı düşük gelirli ülkelere kıyasla 8,5 kat daha yüksek. Ülkeler arasındaki bu eşitsiz dağılım düşük gelirli ülkelerde yaşayan kişileri daha kırılgan hale getirirken, virüsün çoğalmasına bağlı yeni ve daha bulaşıcı varyantları var ediyor…

Ülkemizde ise iki doz aşı olma oranı sadece yüzde 62. Toplumsal bağışıklığa ulaşmak açısından yetersiz olan bu aşılanma oranı üçüncü, dördüncü ve beşinci aşılanmada ise daha da düşük seviyede (üç doz aşılanma oranı yüzde 33, dört ve beşinci dozlarda yüzde 11). Öte yandan saha gözlemlerimiz günlük aşılanma hızımızın hemen hemen durma noktasına ulaştığına işaret etmekte.”

İTO açıklamasında Tedbirler anlamında uyarılar yapılarak şunlar ifade edildi.

“Birey ve toplum sağlığı açısından salgını önlemek için uygulanması gereken halk sağlığı tedbirleri ise gerek yurtiçi gerekse sınır kapılarında turizm gelirleri düşünülerek çoktan iptal edildi. Ülke genelinde COVID-19 açısından uygulanan tedbirler sadece uygulamada ciddi ihlallere tanık olduğumuz sağlık kurumlarında maske takma zorunluluğu ve itinayla uygulanan canlı müzik yasağına indirgenmiş durumda.

Tüm bunların yanı sıra ülke genelinde COVID-19 verilerinin gecikmeli ve kısıtlı açıklanması ısrarla sürdürülmekte ve Sağlık Bakanlığı’nın konunun ciddiyetine uygun tutum geliştirmeyip sürekli “müsterih olunuz” açıklamalarına bağlı olarak solunumsal yakınmaları olan kişilerin PCR yaptırmama eğilimi bir kural haline dönüşmüş durumda.

Aşısız, önlemsiz ve testsiz biçimde yol aldığımız bu “yaz dalgası”nda çok az sayıda yapılsa da PCR testlerdeki pozitiflik oranının yüzde 30’lara ulaşması ve kısıtlı da olsa açıklanan veriler sayısını unuttuğumuz yeni bir dalganın “yükselen kolu”nda olduğumuzu ortaya koyuyor.

Sağlık Bakanlığı tarafından uzun zamandır il / bölge tabanlı veriler açıklanmamasına rağmen Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yapılan “Atık Sularda SARS-CoV-2 Analizleri” virüs yükünün İstanbul başta olmak üzere Antalya, Bursa, İzmir ve Muğla illerinde yoğun olduğuna işaret etmektedir.

İTO Önerileri:

“İstanbul Tabip Odası COVID-19 İzleme Kurulu olarak önerilerimiz şunlardır:

  1. İstanbul özelinde COVID-19 pandemisinin gelinen aşamasını değerlendirmek için İl Sağlık Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, üniversiteler ve ilgili meslek örgütlerinin – uzmanlık derneklerinin bir araya gelmesi sağlanmalıdır.
  2. COVID-19 verileri epidemiyoloji biliminin gereklerine uygun biçimde günlük olarak ülke, bölge, il ve ilçe tabanlı olarak açıklanmalıdır.
  3. Temaslı takibi için sistemin güncellenmelidir.
  4. Toplu taşıma gibi bireylerin zorunlu olarak kullandığı kamusal alanlarda maske zorunlu olmalıdır.
  5. Aşılama konusunda risk gruplarını, il genelindeki sosyoekonomik eşitsizlikleri, eksik aşılanmayı gidermeyi hedefleyen bir aşı kampanyası düzenlenmeli ve bu dönemde Omicron varyantına yönelik olarak etkili olduğu kanıtlanmış olan mRNA aşıları kullanılmalıdır.
  6. mRNA aşısının (Comirnaty) kullanım kolaylığına ulaşması açısından azami iki kişilik flakonlar biçimine dönüştürülmesi sağlanmalıdır.
  7. Omicron varyantına karşı geliştirilen yeni tip mRNA aşıları temin edilmelidir.
  8. Sonbahar döneminde beklenen yeni dalganın önlemleri açısından okullar eğitime başlamadan önce çocukların aşılanmasının tamamlanması için altı aydan büyük herkese aşı hakkı tanınmalıdır.
  9. Kamu hastanelerinde ücretsiz PCR ya da hızlı test erişim kolaylaştırılmalı ve bulaşmayı önlemek açısından test örnekleri sağlık kurumlarının yoğunluğundan ayrıştırılmış bölgelerde alınmalıdır.
  10. Riskli hasta gruplarının hastaneye yatışlarında ve majör ameliyat geçirecek olan kişilerin ameliyat öncesi dönemlerinde solunumsal yakınması olduğuna bakılmaksızın PCR ya da hızlı test incelemesi yapılmalıdır.
  11. Sağlık çalışanlarının sağlığı kapsamında çalışanlara yönelik semptom takibi ve gerektiğinde hızlı test ya da PCR incelemesi hayata geçirilmelidir.
  12. Ülke ve il genelinde yeterli sayıda randomize genomik analiz yapılarak baskın olan varyantın takibi yapılmalı ve sonuçlar kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
  13. SARS-CoV-2’ye karşı etkinliği kanıtlanmış Molnupiravir (Covinavir®) etken maddeli ilacın 65 yaş üstü, aşısız ve risk gruplarında kullanılması açısından toplumsal bilgilendirme yetkinleştirilmeli, geçmişte etkisiz ilaçların kullanılmasına bağlı olarak toplumun COVID-19 ilaçlarına karşı gelişmiş mesafesi giderilmelidir.
  14. SARS-CoV-2’ye etkinliği kanıtlanmış olan diğer antiviral ilaçların (Nirmatrelvir-Ritonavir ve Remdesivir) ücretsiz biçimde gereken olgulara ulaştırılmalıdır.“ İSTANBUL TABİP ODASI

Emek.org.tr

 

.

Emek.org.tr olarak, sağlık emekçilerinin haklı demokratik taleplerini ve eylemlerini destekliyoruz.

Aile hekimleri, sağlık meslek örgütlerinin katılımıyla “Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği”nin geri çekilmesi, özlük haklarının iyileştirilmesi talebiyle bugün ve 1 Temmuz Cuma günü tüm Türkiye’de iş bırakıyor.

55 bin kişinin iş bırakacağını ve söz konusu tarihlerde Türkiye genelindeki tüm aile sağlık merkezlerinin kapalı olacağını bildiren Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası (AHESEN) Genel Başkanı Gürsel Özer, “Hastanelerde randevu alamama, uzman bulamama gibi sıkıntıların yaşandığı bugünleri büyük kaosa dönüştürmemek için sizi sendikalar ve STK’larla son kez masaya oturmaya davet ediyoruz” dedi.

2 günlük iş bırakma eylemi öncesi açıklamalarda bulunan AHEF Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Taner Balbay, ödeme sözleşme yönetmeliğinin ceza yönetmeliği haline geldiğini ve aile hekimleri için tehdit ve baskı amacıyla kullanıldığını söyledi.

AHEF Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Taner Balbay ise yaptığı açıklamada “Hekimlerin demokratik haklarını kullanamaz hale geldiğini belirterek,” ceza yönetmeliği haline gelen ödeme sözleşme yönetmeliğinin geri çekilmesini” istedi.

Önemli bir talep olarak da “Aile sağlığı merkezlerinin giderlerinin karşılanması için verilen ödenek arttırılmalı. 7200 ek gösterge, özlük hakları ve ekonomik haklar verilmeli.” İfade ediliyor.

Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası (AHESEN) Başkanı Dr. Gürsel Özer yaptığı açıklamada “Bu defa sesimizin duyulmasını ve gereğinin yapılmasını bekliyoruz” dedi. İlgili yönetmelikte sağlık çalışanları açısından sıkıntılı maddelerin yer aldığını dile getiren Özer, “Öncelikli talebimiz, ‘ceza yönetmeliği’ olarak tanımladığımız ve 30 Haziran 2021’de yürürlüğe giren, haktan hukuktan nasibini almamış Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’nin iptal edilmesi. Ayrıca mesleğimizi içinde nefes alamaz hale getiren uzun çalışma süreleri, uğradığımız şiddet, yoksulluk sınırı altına gerileyen alım gücümüz ve mesleki değersizleşmeye dikkat çekmek amacıyla Ankara’ya gidiyoruz” dedi.

Yönetmelik hekimlere keyfi cezaların önünü açıyor

Yönetmelikte aile hekimlerine yönelik keyfi cezaların olduğunu vurgulayan AHESEN Başkanı Dr. Gürsel Özer “Bu yönetmelikte öyle cezalar var ki inanın akla, mantığa, bilime, hukuka asla uymayan cezalar var. Örneğin defteri yanlış doldurdunuz, cezaevine girebilirsiniz. Örneğin broşürü usulüne uygun asmadınız, ceza yiyebilirsiniz. Muallak ifadelerle dolu bir ceza yönetmeliği ve komik koşullar içeren; örneğin basına açıklama yaptığınızda 50 ceza puanı alırsınız. İkinci, üçüncü ceza puanında iş akdiniz sonlandırılır. Bu yönetmelikte, il sağlık müdürlerine, 150 puanı aştığınızda sözleşme feshi yetkisi veriliyor. Diyelim bir meslektaşımız ameliyat oldu, kaza geçirdi art arda dört nöbete gidemedi; sağlık raporu, kurul raporu olsa bile iş akdinin sonlandırılması gibi maddeleri içeriyor. Bu maddelerin hiçbiri kanunda yok.” Açıklamasında bulundu.

KESK SES açıklamasında haklar için mücadele kararlılığı vurgulandı

SES Merkez Yönetim Kurulu adına açıklama yapan Eş Genel Başkan Selma Atabey “Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği’ne karşı uzunca bir süredir eylem ve etkinlikler örgütlemekteyiz. Ceza yönetmeliğinin kaldırılmasını bir kez daha talep etmek ve bu eylemi daha görünür kılmak için 30 Haziran ve 1 Temmuz 2022 tarihlerinde tüm Türkiye’de şube/temsilciliklerimiz tarafından yapılacak iş bırakma dahil il/ilçe sağlık müdürlükleri önü başta olmak üzere alanlarda gerçekleştirilecek eylem ve etkinliklere sağlık emekçilerinin ve halkımızın desteğini bekliyoruz” diye konuştu.

KESK-SES AÇIKLAMASINDAN

“BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİ KÖTÜYE GİTMEKTE, SAĞLIK EMEKÇİLERİ DAHA FAZLA SÖMÜRÜLMEKTEDİR”

Sağlık alanının özelleştirmeci bir anlayışla dönüştürülmesi AKP hükümetleri döneminde hızlandırılmıştır. Sağlıkta dönüşüm programının en önemli başlıklarından biri, sağlık ocağı sistemine dayalı birinci basamak temel sağlık hizmetlerini aile hekimliği sistemine dönüştürmek olmuştur. Aile hekimliği sistemi ile dönüştürülen birinci basamak, toplum sağlığı açısından sürekli olarak sorunların birikmesine neden olurken aynı zamanda esnek ve performansa dayalı ücretlendirme sistemi ile de sağlık emekçilerine yönelik sömürüyü derinleştirmektedir. Gelinen aşamada birinci basamak sağlık hizmetleri kötüye gitmekte, sağlık emekçileri daha fazla sömürülmektedir.Aile hekimliği sistemi, iktidar tarafından, halkın ve hatta sağlık emekçilerinin büyük yararına olacakmış gibi anlatıldı. İktidar ve Bakanlık tarafından pembe tablolar çizilerek halk yanıltıldı. Her ailenin bir hekiminin olacağı, hasta ile hekim arasında güçlü bir bağ olacağı propagandası yapıldı. Oysa aile hekimliği sisteminde bugüne kadar yapılan değişiklikler ne toplum sağlığını öncelemiş ne de çalışanların memnuniyeti önemsemiştir.

“AİLE HEKİMLİĞİ ÇALIŞANLARININ STATÜSÜ KÖLELİK SİSTEMİNE TAŞINMIŞTIR

“Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği’nde bugüne kadar yapılan her değişiklikte geriye gidilmiş, hak kayıpları, hatta cezalandırmalar oluşturulmuştur. 30.06.2021 tarihinde yayınlanan yönetmelik ise sorunları çözmek bir tarafa daha da arttırmış, itiraz eden sağlık emekçilerini cezalandırmayı hedef almıştır. Yönetmelik değişikliği ile aile hekimliği çalışanlarının statüsü, il sağlık müdürlüklerine bağlı işçi noktasına getirilmiş, kölelik sistemine taşınmıştır. Aynı zamanda başta pandemi sürecinde olduğu gibi, toplum sağlığını ve sağlık çalışanlarının haklarını savunan, kamuoyunu bilgilendiren, görüş ve önerilerini, taleplerini basın ve sosyal medya aracılığıyla üç kez dile getiren aile sağlığı merkezi (ASM) sağlık çalışanlarının sözleşmelerinin feshedileceği yönetmelikte yer almıştır. Aile hekimliği uygulamasında iş güvencesi bu yönetmelikle sona ermiştir.”

AİLE HEKİMLİĞİ ÇALIŞANLARININ EN TEMEL İNSANİ HAKKI OLAN SAĞLIK İZNİNE GÖZ DİKİLMİŞTİR”

Yeni yönetmelik ile sözleşme yenilme ve fesih yetkisi il sağlık müdürlüklerine verilmiş olup, zaten iller arasında var olan uygulama farklılıkları kişilerin insafına bırakılmıştır. Açığa alma, sözleşme yenilememe gibi olağanüstü yetkiler, tüm hukuk kuralları çiğnenerek verilmiştir. Entegre aile hekimliği çalışanlarının en temel insani hakkı olan sağlık iznine göz dikilmiştir. ‘Çalışan hasta da olsa kanser de olsa kaza da geçirse raporlu da olsa beş nöbet tutamazsa sözleşmesi feshedilir’ denilmektedir. Aile sağlığı merkezinde çalışan diğer tüm sağlık emekçilerinin iş yükünü artıran, hemen bütün hizmetleri tek başına vermesine neden olan bu sistem, aynı zamanda bölge tabanlı olmaması nedeniyle hastalar açısından da pek çok soruna yol açmaktadır. Siyasi iktidarın ‘kervan yolda düzülür’ mantığının sonucu her gün değiştirilen mevzuat, kişilerin iş güvenliğinin ve iş güvencesinin olmaması, ekip anlayışının dağıtılmış olması pek çok başka problemi de beraberinde getirmiştir. Yap-boz tahtasına dönüştürülen sağlık hizmeti sunumu olumsuz yönde etkilemiştir.

“CEZA PUANINA BAĞLI SÖZLEŞME FESHİ CİDDİ BİR TEHDİT OLUŞTURMAKTADIR”

Sağlık emekçilerinin çalışma koşulları kötüleşmiş, iş güvencesi her yıl yenilenip yenilenmeyeceği belirsiz olan sözleşmeye dayalı istihdamla ortadan kalkmış, iş yükü ve şiddet tehdidi, bütün bunlara bağlı olarak da emekçiler açısından kendini değersiz hissetme duygusu artmıştır. Bireysel ve tek taraflı sözleşmelerle ücretlerin ve çalışma süresinin belirlenmesi ücret ve iş güvencesizliği yaratmaktadır. Ceza puanına bağlı sözleşme feshi ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Yine kamu dışı sağlık emekçisi istihdamı, bu kişilerin hemen her durumda işinden olma kaygısı yaşamasına sebep olmaktadır. Öyle ki hastalık ve doğum izni kullanmaktan bile imtina edilir hale gelinmiştir.

“TÜM GİDERLERİN, BİNA KİRALARININ VE EMEKÇİLERİN ÜCRETLERİNİN GENEL BÜTÇEDEN KARŞILANDIĞI KAMUSAL BİR ÖDEME SİTEMİNE DÖNÜLMELİDİR”

Ücretler giderek erimektedir. Ekonomik krizin kendini iyiden iyiye hissettirdiği günümüzde, kamuya ait olmayan ASM’lerin kiralarında dudak uçuklatan yükselmeler olmasının yanında sarf malzemelerde de yine enflasyon oranında artış söz konusuyken cari ödemelerdeki artış memur maaş zammıyla aynı oranda kalmakta, göreli olarak gelirlerde azalmaya yol açmaktadır. Dahası, cari ödemelerin sık sık geç ödenmesi/ödenmemesi sorunu da yaşanmaya başlanmıştır. Özel mülkler için talep edilen yüksek kira ücretleri, sağlık hizmeti sunumuna elverişsiz, personel dinlenme alanına sahip olmayan yerlerin kiralanmasına neden olmaktadır. Aile hekimleri, sağlık hizmetini yerine getirmekten çok sınırlı imkanlarla standart yakalamaya ve korumaya çalışan işletmecilere dönüştürülmektedir. Asgari ücrete yapılan zamla birlikte hekimlere biçilen işveren rolü de sorgulanmaya açılmış, hekimler hiç istemeseler de kendilerini böyle bir cenderenin içinde bulmuş durumdadır. Bu durumun somut sonucu, hekimlerin şu anda giderleri karşılayamadığı için işçi çıkarmayı bile tartışır hale getirilmesidir. Tüm giderlerin, bina kiralarının ve emekçilerin ücretlerinin genel bütçeden karşılandığı kamusal bir ödeme sitemine dönülmelidir.

“SON ÇIKARILAN CEZA YÖNETMELİĞİYLE BİRLİKTE ENTEGRE KURUM ÇALIŞANLARI ‘GEÇERLİ MAZARETLERİ OLSA BİLE’ İZİN KULLANAMAZ HALE GETİRİLMİŞLERDİR”

Çalışanlar, izin kullanımı konusunda sorun yaşamaktadır. Yerine başkasını bulma görevi aile sağlığı merkezi çalışanının kendi sorumluluğundan çıkarılmalı, en temel hak olan dinlenme hakkını kullanmak ücret kaybına neden olmamalıdır. İzin kullanımı ASM’lerin tümünde, ancak özellikle tek birimli olanlarda ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Bununla birlikte son çıkarılan ceza yönetmeliğiyle birlikte entegre kurum çalışanları, geçerli mazeretleri olsa bile izin kullanamaz hale getirilmişlerdir. İş yükünün büyük bir kısmını prosedürlerin tamamlanması oluşturmaktadır. Her türlü rapor düzenleme işinin ASM’lere verilmesi, iş yükü artışının yanında görev-yetki karmaşasına neden olmaktadır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi son çıkarılan ceza yönetmeliğinde getirilen yeni sorumluluklar, iş yükü altında ezilen ASM’lere ek yükler getirmektedir. Bir hekim ve bir aile sağlığı çalışanından ibaret olan ekip, her geçen gün yenisi eklenen görevlerin yükü altında ezilmektedir. İş yükü yoğunluğu nedeniyle koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgili görevlerin tümü aile sağlığı çalışanı tarafından yürütülmektedir. Görev tanımlarının net olmaması sağlık emekçilerinin meslekleri dışında çalıştırılmasına yol açmakta, mesleğin değersizleşmesine, az kişiyle çok işin kotarılmasına neden olmaktadır. Yine iş yükünün fazlalığı ve görev tanımlarındaki belirsizlikler çalışma barışını bozmakta, TSM ile ASM arasında, aile hekimi ile aile sağlığı çalışanı arasında gerilimlere sebep olmaktadır. Denetim gibi yönetsel işlemlerin eğitim değil cezalandırma temelli olması, cezaların iş güvencesini belirlemesi bu gerilimleri beslemektedir. Yanlıştan dönülmeli, birinci basamak alanı aşağıdaki önerilerimiz doğrultusunda yeniden düzenleyen adımlar atılmalıdır:

“TÜM SAĞLIK EMEKÇİLERİ KADROLU (4A) İSTİHDAM EDİLMELİ VE ÜCRETLENDİRMESİ DE EMEKLİLİĞE YANSIYACAK TEMEL ÜCRETLE OLMALIDIR”

Birinci basamak sağlık hizmetleri toplum yönelimli ve bölge tabanlı sunulmalıdır. Koruyucu sağlık hizmetlerinin tüm giderleri kamudan karşılanmalıdır. ASM giderleri cari hesaplar kaleminden değil bütçeden karşılanmalıdır. ASM’lerin tümü, uygun standartlarda ve donanımda kamu binası olarak yapılmalıdır. Mobil hizmetler için kamu tarafından uygun mekan temin edilmeli, kamu tarafından araç tahsisi yapılmalıdır. Yaz-boz tahtasına dönüşmüş olan mevzuat, sağlık emekçilerinin örgütlerinin katılımıyla yeniden düzenlenmelidir. Emekçilerin kadrolu, iş güvenceli istihdamı sağlanmalı, kamu dışı emekçiler kadroya alınmalıdır. Birinci basamak ekibi genişletilmeli, bölge ve nüfusun özelliklerine göre belirlenen sayıda sağlık emekçisi istihdam edilmelidir. Nüfus ve performansa dayalı ücretlendirme yerine emekliliğe yansıyacak temel ücret uygulaması hayata geçirilmelidir. Birinci basamak sağlık emekçilerinin taleplerine yönelik toplu sözleşme hazırlanmalı, tüm sağlık ve sosyal hizmet alanı için yapılan toplu iş sözleşmesinde birinci basamağa özgün yer verilmelidir. Denetim ve izlemelerin birincil amacı hizmet içi eğitim hedefi olmalıdır. Sağlık emekçilerinin karar mekanizmalarına katılımı sağlanmalıdır. Birinci basamak, gerektirdiği tüm hizmetleri sunabilecek genişlikte bir ekipten oluşmalı; tüm sağlık emekçileri kadrolu (4a) istihdam edilmeli ve ücretlendirmesi de emekliliğe yansıyacak temel ücretle olmalıdır. Çalışma koşulları ve ücretler toplu sözleşme ile belirlenmelidir.”

ACİL ÖNLEM ALINMAZSA BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİ YÜRÜTÜLEMEYECEK HALE GELECEKTİR”

Söz konusu yönetmeliğin geri çekilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için birinci basamakta çalışan sağlık emekçileri olarak defalarca iş bırakmıştık. O günden bu zamana ceza yönetmeliği geri çekilmemiştir. Aile hekimleri ve aile sağlığı çalışanları istifa etmeye ve birinci basmak sağlık hizmetlerinden çekilmeye başlamıştır. Acil önlem alınmazsa birinci basamak sağlık hizmetleri yürütülemeyecek hale gelecektir. Sorunlarımızın çözümü için üretimden gelen gücümüzü kullanmaktan başka çaremiz kalmadığı gibi bizim ve emeğimizin yok sayılmasına dayanacak gücümüz de kalmamıştır. Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği’ne karşı uzunca bir süredir eylem ve etkinlikler örgütlemekteyiz. Ceza yönetmeliğinin kaldırılmasını bir kez daha talep etmek ve bu eylemi daha görünür kılmak için 30 Haziran ve 1 Temmuz 2022 tarihinde tüm Türkiye’de şube/temsilciliklerimiz tarafından yapılacak iş bırakma dahil il/ilçe sağlık müdürlükleri önü başta olmak üzere alanlarda gerçekleştirilecek eylem ve etkinliklere sağlık emekçilerinin ve halkımızın desteğini bekliyoruz.”

Emek.org.tr

Geçen hafta 150’den fazla hasta yurttaşımız yaşamını yitirdi! TTB bakanlığı uyardı.

Pandemi koşullarında sağlık hakları ticarileştirilemez!

SGK, Sağlık Uygulama Tebliği’nde Yapılan Değişiklikle Pandeminin Bittiği Duyurdu. Ancak Pandemi Bitmedi, Devam Ediyor!

TTB yaptığı açıklama da bakanlığın bu uygulamasını hatalı buldu. TTB eleştiri ve taleplerini açıklayarak uyarılarda bullundu:

“Pandemi bakım ve yoğun bakım hizmeti” ücreti ödemelerini yürürlükten kaldırdı.

Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu’nun 20 Nisan 2022 tarihinde yapacakları toplantı, nedeni açıklanmadan bir hafta sonraya ertelenmiştir. Sağlık Uygulama Tebliği’nde yapılan değişiklikle de “pandemi bakım ve yoğun bakım hizmeti” ücreti ödemeleri yürürlükten kaldırılmıştır. COVID-19 nedeniyle hastaneye veya yoğun bakım servislerine yatırılan hastalar için Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) hastanelere pandemi süresince pandemi olgularına yönelik tedavilerde ödemesi durdurulmuştur. İlgili karar, 22 Nisan 2022 tarih ve 31816 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) her defasında dile getirdiği sağlığın temel bir hak olduğu ve alınıp satılamayacağı; pandemide ve aynı süreçte derinleşen ekonomik krizde çok daha iyi anlaşılmıştır. Özellikle salgında alevlenmelerin yaşandığı dönemlerde yurttaşlar, sağlık hizmeti alamama ile özel hastanelere yüksek miktarda ödeme yapma ikileminde kalmıştır. Böyle bir ortamda, gerekli tüm sağlık harcamalarının kamusal olarak karşılanması zaruridir. Denetleme konusunda sorunlar olsa da SGK’nin kamu ve özel sağlık kurumlarına yaptığı “pandemi bakım ve yoğun bakım hizmeti” ödemesi ve yurttaşlardan bu kapsamda ek bir ödeme alınmaması; sağlık hizmetlerine ulaşım sıkıntılarını bir miktar giderebilmiştir. Yapılan değişiklik, pandeminin bittiği algısını oluştururken, COVID-19 hastalarının sağlık hizmetlerine ulaşımıyla ilgili kaygıları da artırmaktadır.

Sağlık Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na kamuoyunu aydınlatması için aşağıdaki soruların ivedilikle yanıtlamasını istiyoruz:

COVID-19 hastaları için SGK tarafından kamu ve özellikle özel hastanelere ödenen pandemi bakım ücreti bundan sonra ne olacaktır?

Özel hastaneler pandemi bakım ücretini hastalardan mı alacaktır?

Özel hastanelerde yatan COVID-19 hastaları mağdur olacak mıdır?

Olabilecek mağduriyetler devlet tarafından karşılanacak mıdır?

Sağlık Bakanlığı; ertelenen Bilim Kurulu toplantısında muhtemelen artık maskesiz yaşama geçileceğinin açıklamasını yaparak pandeminin bittiğini ilan etmek istiyordu. Yayımlanan değişiklik ise bunu teyit etmektedir. Anlaşılan odur ki Sağlık Bakanlığı ve iktidarın gözünde artık pandemi bitmiştir. Oysaki daha geçtiğimiz hafta 150’den fazla insanımızı COVID-19 nedeniyle kaybettik. Halen her gün binlerce kişi COVID-19 tanısı almaktadır. Dünya Sağlık Örgütü de salgının bittiğine dair herhangi bir resmi açıklama henüz yapmamıştır. Hastanelerde servis veya yoğun bakımlarda tedavi gören binlerce hasta mevcuttur. Son alınan kararlar bir kez daha göstermektedir ki ekonomik ve siyasi kaygılar nedeniyle, bilim ve sağlık yine geri plana atılmıştır.

Sağlık Bakanlığı ve iktidar, bilimsel gerçekleri bir tarafa bırakarak ve gerçek dışı verilerle pandemiyi ve devamında aşılama sürecini yönet(e)memiş; bunların sonucunda yüz binlerce önlenebilir ölüm gerçekleşmiştir. Her koşulda toplum sağlığının öncelenmesini savunan TTB olarak Sağlık Bakanlığı, iktidar ve Bilim Kurulu’na birçok kez hatırlattığımız gibi bir kez daha hatırlatıyoruz: Pandemi ile ancak bilimsel ve şeffaf yöntemlerle mücadele edilir. 22.04.2022

Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu / Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

emek.org.tr

Hastaneye İl sağlık müdürlüğü mü yerleşiyor? Şişli Etfal Dayanışması, deprem riski nedeniyle boşaltılan hastane binalarına yönelik tadilat ihalesi açılmasını ‘çok manidar’ ve kabul edilemez buldu.

16 Nisan Cumartesi günü saat 18.00 de Mecidiyeköy Cevahir AVM önünde kitlesel eylem için, emek ve meslek örgütlerine, demokratik kurumlara ve halka çağrı yapıldı.

Bugünlerde Şişli Etfal Hastanesi binasının bir bölümüne yönelik, ofis kullanımı amaçlı tadilat amaçlı ihale açılması gündeme geldi ve hastanenin halka açık kamu sağlık hizmetinden uzak planlandığı iddialarını kuvvetlendirdi. Bunun üzerine Dayanışma platformu Cevahir AVM önünde ve daha sonrasında da eylemlilikler planladı. Dayanışma platformu yaptığı basın çağrısında Şişli etfal hastanesi konusunda ‘Halka yalan söylendiği’ ne dikkat çekildi. Platform basın davet metninde şunları açıkladı:

“Şişli Etfal Hastanesinin boşaltılarak taşınmasına gerekçe olarak sunulan “binaların depreme dayanıksız olduğu” açıklamalarının doğru olmadığı ortaya çıktı. Çürük denilen binalarda güçlendirme dahi yapılmadan altı katın ofise dönüştürülmesi için tadilat ihalesine çıkıldı. Binaya İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nün yerleşeceği iddia ediliyor.

Hastaneyi boşaltıp tasfiye ederek arazisine çökme niyetleri bu ihaleyle açığa çıktı. Halka yalan söylemişler.”

Bu durumu kabul etmeyen platform bileşenleri, 16 Nisan günü eylem yaparak tepkilerini ve taleplerini ortaya koyacak. Şişli halkını ve çevre ilçeler halkının da eyleme destek vererek katılımları isteniyor.

Emek.org.tr

COVİD19 Kabusunu yaşamaya devam edeceğiz!

Sağlık Bakanlığı tarafından “Açıklanan Kararlar, Daha Fazla Hastalık ve Ölüm Habercisidir”.

“HALK SAĞLIĞINI GÖZARDI EDEN, EKONOMİK KAYGILARI ÖNCELEYEN BİR POLİTİKA”

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Covid 19 ile mücadelede kısıtlamaların büyük ölçüde terk edileceğini, mücadelenin bireysel olarak sürdürülmeye devam edeceğini açıkladı. DSÖ’nün 11 Mart 2020’de ilan ettiği pandemi ilanının ardından getirilen maske zorunluluğu açık alanlarda kaldırılırken kapalı alanlarda havalandırma ve mesafe gibi şartlara göre uygulanacak. Ayrıca HES kodu zorunluluğu ilgili uygulama da sona erecek. Okullardaki durum da pozitif çıkanın izolasyona alınması şeklinde eğitim aksatılmadan devam edecek.

Türk Tabipleri Birliği (TTB), koronavirüs pandemisine yönelik önlemlerin gevşetilmesine tepki gösterdi.

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Meltem Günbeği ise kararların, mevcut sağlık politikalarına karşı yürütülen hak mücadelesinin önemini bir kez daha gösterdiğini vurguladı. Günbeği, hem sağlık çalışanlarını hem de toplumu sağlık hakkı mücadelesini yükseltmeye çağırdı.

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, kararlar bilimsel ölçütlere dayalı bir başarı doğrultusunda alınsaydı sevinebileceklerini fakat mevcut şartlarda kararların “ağır bir yenilgi ve pes ediş” anlamına geldiğini belirtti. İki yılda 300 bine yakın ölüm, ekonomik çöküş, korumasız bırakılan bireyin intihar yönelimi, eğitimsiz dönemler, 65 yaş üstü nüfusun korunmasız bırakılması gibi sorunları sıralayan Davutoğlu Şenol, kırılgan kesimlere ekonomik ve sosyal olarak büyük bir fatura çıkacağını kaydetti.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, “Sağlık Bakanlığı’nın aldığı kararlar ile yaşam hakkını ihlal ettiğini bir kere daha vurguluyor, Bilim Kurulu’nda yer alan üyeleri de mesleki ve kamusal sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz” dedi.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, dün yaptığı açıklamada koronavirüs salgınına yönelik tedbirle ilgili Bilim Kurulu’nda alınan son kararları açıklamıştı. Koca, açık havada maske takma zorunluluğuna ve HES Kodu uygulamasına son verildiğini duyurmuştu.

TTB, yaptığı bir açıklamayla tepki gösterdi. “Açıklanan Kararlar, Daha Fazla Hastalık ve Ölüm Habercisidir” başlıklı açıklamaya, Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı, üyeler Güçlü Yaman, Esin Davutoğlu Şenol, Levent Akyıldız Meltem Günbegi ve Oğuz Kılınç katıldı.

“HALK SAĞLIĞINI GÖZARDI EDEN, EKONOMİK KAYGILARI ÖNCELEYEN BİR POLİTİKA”

TTB’nin açıklamasını Şebnem Korur Fincancı okudu. Fincancı, şubat ayının, ölüm sayısı açısından 24 aydır süren pandeminin en kötü beşinci ayı olduğunu belirterek alınan yeni kararlara ilişkin şunları söyledi:

“Bilimsel dayanaktan yoksun, salgının ülkemizde verili gerçekliği ile bağdaşmayan düzenlemeler, algı yönetimini merkeze alan tutumunun yeni bir adımıdır. Bu adım, siyasi iradenin salgının başından bu yana halk sağlığını göz ardı eden, fakat ekonomik kaygıları önceleyen politikaların devamıdır.

Tamamlanmış aşı oranımız halen toplumsal bağışıklık için gereken düzeyden çok uzakta; bilimsel veriler ise maske, mesafe ve havalandırmanın hâlâ kritik önem taşıdığını göstermektedir. Yapılmakta olan PCR testlerinin pozitiflik oranları, âdeta kaçınılmaz olarak yapılması gerekenler dışında belli sayılara takılıp kalmış olunmasına ve tanısal/tarama amaçlı hızlı antijen testi gibi yöntemlerle desteklenmemesine rağmen oldukça yüksektir.

Açıklanan Kararlar, Daha Fazla Hastalık ve Ölüm Habercisidir!

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi ve Pandemi Çalışma Grubu, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından açıklanan yeni pandemi kararlarına ilişkin 3 Mart 2022 günü çevrimiçi bir basın toplantısı ile değerlendirdi.

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, kararlar bilimsel ölçütlere dayalı bir başarı doğrultusunda alınsaydı sevinebileceklerini fakat mevcut şartlarda kararların “ağır bir yenilgi ve pes ediş” anlamına geldiğini belirtti. İki yılda 300 bine yakın ölüm, ekonomik çöküş, korumasız bırakılan bireyin intihar yönelimi, eğitimsiz dönemler, 65 yaş üstü nüfusun korunmasız bırakılması gibi sorunları sıralayan Davutoğlu Şenol, kırılgan kesimlere ekonomik ve sosyal olarak büyük bir fatura çıkacağını kaydetti.

Güçlü Yaman, fazladan ölümler ve aşılama başlıklarında Türkiye ile dünyadaki farklı ülkeler arasında karşılaştırmalar yaptı. Yaman, Türkiye’nin yüksek ölüm sayıları ve düşük aşılama oranları ile bu kararları almasını eleştirdi.

Prof. Dr. Oğuz Kılınç, kararları “virüse serbest dolaşım hakkı” olarak niteledi. Kararlar açıklandığı sırada Bilim Kurulu üyelerinin yüksek korumalı maske kullanmasının ve tedbirleri kaldırılırken müzik yasağının sürmesinin ironi olduğunu kaydeden Kılınç, tam aşılı olmayan çok sayıda insanın yoğun bakımlarda olduğuna dikkat çekti, sorumluluğun karar vericilerde olduğunu ifade etti.

Dr. Levent Akyıldız, Sağlık Bakanı’nın “bireysel sorumluluk safhasına geçiş” vurgusunun kamu otoritesinin kendi yükümlülüğünden kurtulma çabası olduğunu dile getirdi. Sağlık çalışanlarının büyük bir yük ile karşı karşıya bırakılması, kapalı alanlara dönük herhangi bir havalandırma denetimi olmaması, güçlü bir aşılama teşviki yapılmaması gibi sorunları sıralayan Akyıldız, “Önümüzdeki gerçekliği bir gözümüzü kapadığımız için yok saymak, her can kaybı için sorumluluk doğuracaktır” diye konuştu.

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Meltem Günbeği ise kararların, mevcut sağlık politikalarına karşı yürütülen hak mücadelesinin önemini bir kez daha gösterdiğini vurguladı. Günbeği, hem sağlık çalışanlarını hem de toplumu sağlık hakkı mücadelesini yükseltmeye çağırdı.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı tarafından okunan açıklama şöyle:

Açıklanan Kararlar, Daha Fazla Hastalık ve Ölüm Habercisidir

Dün Sağlık Bakanı tarafından açıklanan kararları halk sağlığı bakımından kaygıyla karşılıyoruz. Bilimsel dayanaktan yoksun, salgının ülkemizde verili gerçekliği ile bağdaşmayan düzenlemeler; algı yönetimini merkeze alan tutumunun yeni bir adımıdır. Bu adım, siyasi iradenin salgının başından bu yana halk sağlığını göz ardı eden, fakat ekonomik kaygıları önceleyen politikaların devamıdır.

Geçtiğimiz ay içinde sadece resmî açıklamalara göre dahi COVID-19’dan 7029 kişi (günlük 251 kişi) hayatını kaybetti. Şubat ayı, ölüm sayısı açısından 24 aydır süren pandeminin en kötü beşinci ayı olurken, 2022 yılının ilk iki ayındaki ölümler 24 aylık pandemi ölümlerinin %13’üne; son altı aydaki ölümler ise %40’ına karşılık gelmektedir. Aynı şekilde, günlük aşılama sayılarında sürecin en düşük günlük aşılama sayılarını görüyoruz, aşılamayı teşvik için gerekli çabalardan ve kararlılıktan yoksun bir salgın yönetimi görev başındadır. Tamamlanmış aşı oranımız halen toplumsal bağışıklık için gereken düzeyden çok uzakta; bilimsel veriler ise maske, mesafe ve havalandırmanın hâlâ kritik önem taşıdığını göstermektedir. Yapılmakta olan PCR testlerinin pozitiflik oranları, âdeta kaçınılmaz olarak yapılması gerekenler dışında belli sayılara takılıp kalmış olunmasına ve tanısal/tarama amaçlı hızlı antijen testi gibi yöntemlerle desteklenmemesine rağmen oldukça yüksektir.

Semptomu olmayana test yapılmayacağı kararı ve kamusal alanların, toplu yaşam/kullanım alanlarının HES kodu dahil hiçbir ön tedbire gerek kalmaksızın kısıtlamalardan azade tutulması, hastalık dolaşımının sürmesi ve artması anlamı taşımaktadır. Yeterli aşı korumasına dahil olmayan ülkemizde kaç yurttaşımızın önlenebilir nitelikte ölümünün göze alınabildiği yanıtlanmalıdır. Bu koşullarda maskenin bireysel sorumluluğa terk edilmiş olması ve gerçek dışı bir rehavet yaratılmasını haklı kılabilir bir salgın kontrolüne sahip değiliz. Havalandırma konusunda yapılan açıklamada ise “iyi havalandırılan ortamlar”ın hangi yolla denetlenebileceği açık değildir. Daha önce yapılmamış denetimlerin nasıl sağlanabileceğine, belirlenebileceğine dair düzenleme; kontrol ve farkındalık konusunda somut herhangi bir adım atılmamışken sadece yurttaşın bunu nasıl belirleyebileceği de yanıtlanması gereken sorulardır.

Pandeminin ikinci yılında yorgunluğunu, yıkımını zorlu hayat koşullarıyla yaşayan yurttaşlarımız;  tükenme eşiğinde özveri ile çalışan hekimlerimiz ve sağlık emekçilerimiz yeni bir evreye adım atmış oldu. Bu evre; göstermelik söylemlerden dahi vazgeçilerek kamusal sorumluluğun alınmadığı ve halk sağlığının geri plana itildiği, salgın yönetiminin salt siyasi öncelikler ve tercihlerle belirlendiği bir aşamadır. Tüm yurttaşlarımızı salgının yeterli kontrolünün sağlanmamış olduğu bilgisiyle uyararak gerek kendileri ve sevdikleri gerek toplumsal bakımdan aşılarını tamamlamaya; maske, mesafe, havalandırma önlemlerinin kritik önemini koruduğu konusunda duyarlı, özenli ve dikkatli olmaya; bilime uygun adımlar atılması için taleplerini yükseltmeye davet ediyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın aldığı kararlar ile yaşam hakkını ihlal ettiğini bir kere daha vurguluyor, bilim kurulunda yer alan üyeleri de mesleki ve kamusal sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Emek.org.tr