BEDAŞ’ta 180 gündür sendikalarıyla birlikte direnen işçilerle, direnişin başlangıcından bu yana yaşananları, direnişin filizlendiği günleri, taşeron sistemin işçiye yansımasını,özcesi vaktiğimiz yettiğince direnişlerini konuştuk. BEDAŞ işçisi Umut Eskin, Enerji-Sen İstanbul Örgütlenme Uzmanı Ali Duman ve Enerji-Sen Adana Örgütlenme Uzmanı Süleyman Keskin sorularımızı yanıtladı.
Direnişinizin 180. gününü siz BEDAŞ direnişçileri bugün geride bırakıyorsunuz. İşe geri dönüş ile birlikte taşeronlaşmaya karşı yürüttüğünüz direnişinizde, önemli şeyler biriktirdiniz. 180 gün öncesinden bugüne yaşananları özetlemek adına geçirdiğiniz süreci anlatabilir misiniz?
Umut Eskin: Direnişimize 180 gün önce başladık. İlk olarak direkt işyerlerinde iş bıraktık, ardından çadırımızı kurduk. Bizler okuma servisinde çalışırken maaşlarımız sürekli geç yatırılıyordu, gününde ödenmiyordu. Sürekli kesintiler yapılmaktaydı. Ayrıca bölgelerde eleman eksikliğinden dolayı işçiler daha fazla çalıştırılıyor ve iş yükü artıyordu. ‘Hata’ adı altında maaşlarımızdan sürekli kesintiler yapılıyordu.
Ali Duman: İşçiler bunu önce sözlü ifade ederek bunlara son verilmesini talep ettiler. Taleplerimiz kabul görmeyince BEDAŞ Genel Müdürlüğü’ne dilekçeler verdik. Onlar da gerekli işlemleri yapmayınca, işçiler üye oldukları Enerji-Sen sendikası ile beraber direniş kararı aldılar. İşyerlerine sabahtan gidip maaşların yatımına kadar beklediler. Oturma eylemine dönüştü. Oturma eylemlerinin ikinci gününde maaşlar yatırıldı fakat bu sefer de onlar işçileri çalıştırmamaya başladılar. İşçileri çalıştırmak istemediklerini söylediler. Bu süreçten sonra da işçiler eylem kararı aldılar. Burada çadırlarını kurarak eylemlerini başlatmış oldular.
İşverenin bu süreçteki tavrını açmak gerekirse… Direniş öncesi, işçilerin sorunlara dönük herhangi bir adım ya da girişimi söz konusu oldu mu?
Umut Eskin: İşveren zaten çok uzun süreden beri bu sektördeydi. Dolayısıyla işçilerin sorunlarının farkındaydı. İşçiler sorunları defalarca bildirmesine rağmen hiç bir düzenleme, eksikliğin giderilmesi için hiç bir çabaları olmadı. Bu aynı şekilde işçilerin sömürülmesine devam anlamına geliyordu. Öyle de oldu, maaşlarda kesintilere, maaşların gününde değil de en az 10-15 gün sonra ödenmesine devam edildi. İş yüklerinin de sürekli olarak artmasına engel olmadılar, sendika ve işçiler, eleman eksikliği ve çalışma sürelerinin uzunluğunu defalarca dile getirmelerine rağmen.
180 gün süresince size yönelik bir baskı ile karşılaştınız mı? İşverenin direnişe öncülük eden işçilere baskısı malum, ancak içeride çalışmaya devam eden arkadaşlara sizlerin nezdinde psikolojik bir baskı atmosferi yaratılmaya çalışıldı mı? Bir de polisin çadıra dönük saldırı, tehdit içerikli baskısı ile karşılaştınız mı?
Umut Eskin: İşverenin özellikle sendikayı kabul etmeyip de işçi arkadaşlardan özellikle de hak arama mücadelesinde ön saflarda duran arkadaşları değil de, diğer işçi arkadaşlardan 17’sinin gelip işe başlamasını söylediler. Fakat en başından beri hepimizin sloganları zaten belliydi: Ya hep beraber, ya hiç birimiz. Bizimle ilgili olumsuzluklar yaratmaya, parçalamaya çalıştılar ancak başaramadılar.
Emniyetle ilgili kısmına gelince… Polislerin sözlü uyarıları, baskıları vardı, çok karşılaştık ancak birebir müdahale ile henüz karşılaşmadık. Çadırımıza dönük saldırılar, tehditler türlü türlüydü. Bizler bütün baskılara rağmen çadırımızı kurduk. Sözlü tehditlere rağmen direnişimizi sürdürüyoruz, sürdürmeye de devam edeceğiz.
Sendikanın örgütlenmesi, içeride çalışanların sendikal çalışmaları ve bu çalışmalara yaklaşımı nasıl?
Süleyman Keskin: Enerji-sen örgütlülüğü, enerji işkolunda aslında iki yıla yaklaşık süredir devam ediyor. Enerji işkolunda taşeronlaştırma denen şey çok yaygın ve ciddi vaziyetteydi. BEDAŞ’ ta ki kadrolu personel sayısı 300 civarındayken, taşeron sayısı 1400’ü buluyor. Bugüne kadar da taşeron işçilerine dair, TES-İŞ Sendikası’nın hiçbir girişimi olmamıştı. Biz o dönemde güvenceli iş, güvenli gelecek talebiyle BEDAŞ işçileri olarak taşeron işçileri içerisinde örgütlenmeye başladık ve çok direnişlere tanık olduk. Hatta birini örnek verecek olursak, davalarını kazanan 4 arkadaşımızın 4 kez işten atıldıklarını biliyorum, 1,5 yıl içerisinde. Dördü de direnişte iş başı yaptılar. Şimdi şunu gördüler, enerji işçileri arkadaşlarımız Enerji-Sen’in nasıl mücadele ederek, dişiyle tırnağıyla kazıyarak, sendika haline geldiğini gördüler. Enerji işçilerinin sahiplenmesiyle sendikanın örgütlülüğü de görünür oldu. Bu nedenle içeride çalışmaya devam eden arkadaşlarımız Enerji- Sen’i süreç içerisinde gördüler ve ne olduğunu iyi bilirler. Dediğim gibi okuma servisi, açma kesme servisindeki arkadaşlarımız arasında güzel bir bağ oluştu, farklı taşeron firmaları olmalarına rağmen bir aile olmayı becerebildik. İstanbul’daki okuma servisindeki arkadaşlarımızın sıkıntısı, açma kesme servisindeki sıkıntısı haline dönüştü. Beraber ortak eylemler örgütledik. Bu açıdan örgütlülüğümüz hem içeride hem dışarıda olumlu ve pozitif.
Taleplerinizi kısaca hatırlatır mısınız? 180 gündür BEDAŞ işçileri sürdükleri direniş ile hangi haklarını istiyor?
Ali Duman: 180. gününde bulunduğumuz bu direniş, 116 tane işçinin maaşlarının geç yatmasına karşı yaptıkları bir direniş değildi elbette. Sebeplerden birinin bu olmasıyla birlikte, işçi arkadaşların ciddi anlamda taşeron çalışma koşulları içerisinde geleceğe yönelik büyük kuşkuları vardı. Kendi geleceklerini, özellikle BEDAŞ ’n özelleştirilme sürecinde, taşeron sistem içerisinde ne yapacaklarını bilmiyordular. Çalışan işçilerin hepsi genç yaşta idi. Yaşı büyük olanların da çocuklarını nasıl okutacakları, evlerini nasıl geçindirecekleri, kendilerine nasıl bir gelecek kuracakları konusunda kaygıları var. Aslında planlayamadıkları için bir güvencesizlik hissiyatından dolayı bu örgütlenmeye giriştiler. Çok kısa bir süre içerisinde okuma, açma kesme süreçleri örgütlendi. Mesela İstanbul’daki okuma servisinde örgütlendikten 1 ay sonra direniş başladı. Bir araya gelip sorunlarını ortaklaştırdılar, maaşlarını geç yatması da bardağın son damlası oldu aslında. Bu direnişi başlattılar ve hiç geri atmadılar. Zaman zaman pazarlıklar oldu, fakat işçi arkadaşlar ‘ya hep beraber ya hiç birimiz’ dediler, ‘bir kişiyi bile vermeyiz’ dediler. Bu pazarlıkların bugüne kadar uzamasının bir sebebi de sendika ile alınan bu doğru tavırdır. Neticede talebimiz taşeron sistemde örgütlenmek ve bu da çok kolay değil. Beş şey istiyorsan ikisini alabiliyorsun, tekrardan yeni gelen bir taşeronla, yeni bir kuralsızlık ortaya çıkıyor. Ve yeniden baştan mücadele ediyorsun gibi oluyor. Fakat biz biliyoruz ki ve yaşayarak görüyoruz ki, bir şeyler biriktiriyoruz, bir şeyler tecrübe ediyoruz ve bunu gidiyoruz yeni örgütlendiğimiz yerlerde yaşama geçiriyoruz. Mesela bizden önce örgütlenen Dev Sağlık-iş gibi, LİMTER-iş gibi… Taşeronları örgütleyen sendikalardan aldığımız tecrübeler ile belki de biz 1,5 senede epey mesafe aldık. Bunları alıp başka yerlere taşıma gerekliliğinin de bilincindeyiz. Ayrıca üyeliğimizle gelen DİSK ile bu birliktelik, bizler için çok sevindirici oldu. Ortak platformla, özellikle bu taşeronlaştırmaya ve güvencesiz çalışmaya karşı mücadeleyi görünür kılabilecek projelere ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz.
UMUT ESKİN: ‘EN BÜYÜK TALEBİMİZ, TAŞERON SİSTEMİNİN ORTADAN KALKMASIDIR’
Umut Eskin: En büyük talebimiz bu taşeron sisteminin artık bir an önce ortadan kaldırılmasıdır. İşçilerin talepleri artık sadece işe dönüş ya da maaşlar değil, taşeronlaşmanın önüne bir an önce geçilmesine yönelik olmalıdır. İşçilerin ana işverende çalıştırılması, ana işverendeki haklarını tamamen verilmesi ve bu doğrultuda geleceksizlik ile ilgili kuşkularının giderilmesi ve bu yöndeki hareketlerinin baskılarla engellenmemesi. Taleplerimizin başında bunlar geliyor. Biz işçiler direnişlerimize başladığımızda bize işverenden gelen en büyük teklif sendikadan ayrılmamızdı. Sendikadan ayrılmamız halinde zaten hepimiz ilk gün iş başı yapacaktık. Fakat daha güvenli bir gelecek, daha güvenli yaşam için kitlesel sendikal hareketin her zaman işçilerin hayatındaki önemini bildiğimizden beraber hareket etmeyi, beraber planlamayı uygun gördük. Bunda da isteklerimizin bu son davalar doğrultusunda hemen hemen yerine getirildiğini, mahkemelerden çıkan genel sonuçların da ana işverene iade doğrultusunda olduğunu zaten görüyoruz. Bu uzun süren direnişimizin boşa geçmediğini ve çok verimli geçtiğini buralardan anlıyoruz. Bu da bizi sevindiriyor ve mücadelemizi daha da etkinleştirmemize katkı sağlıyor.
Biten ve devam eden davalar var bildiğimiz kadarıyla. Hem Adana’nın hem de İstanbul’un hukuki sürecine dair herhangi bir gelişme var mı?
‘DİRENİŞİN SONUCU NE OLURSA OLSUN BİZ KAZANDIK’
Süleyman Keskin: Ben Adana’daki direniştenim esasında. Oradan bahsetmek gerekirse biz direnişimizi orada 185. günde bitirdik. Çok sert, çetin geçen bir direniş oldu. Defalarca gözaltına alındık. Her gözaltında işçiler terörle mücadele şube birimlerinde tutuldular. Böylesi bir süreç yaşadık. Hukuksal olarak mahkeme işe iade kararını verdi. Hukuki sürecin takipçisiyiz ama en son yapılan görüşmelerde işverenin söylediği şey şu oldu: ‘Biz tazminatları ödeyeceğiz, ne gerekiyorsa yapacağız.’ Atılan işçiler çünkü tazminatsız atılmıştı. Bütün alacakların verileceği bir pozisyona gelindi. Adana’daki süreç bu, bilirkişi raporu da bir iki gün önce yapıldı, bunla ilgili de taşeron firma ve TEDAŞ muhtemelen itiraz edecek. Adana’ya dair şunu ekleyebiliriz. Taşerona karşı bir direniş yürüyor. Direnişler ile ilgili değerlendirme yapıldığında işçilerin iş başı yapması kazanım sayılır, yapamazlarsa kaybedilmiş sayılır. Adana direnişinin daha ikinci ayında biz şunu dedik, ‘direnişin sonu ne olursa olsun biz kazandık.’ Çukurova bölgesinde 1200 lira ortalama maaş ile çalışıyorlar, şirket çalışana bir bakıyorsun 1350 lira ceza kesiyor. 1 ay çalıştıktan sonra maaş alman gerekirken 150 lira borçlu çıkıyorsun. Hepimizin diyaloğu devam ediyor. Bizim en büyük kazanımımız emek mücadelesi ile karşılaşmış olmamız ve yüzümüzü emeğe dönmemiz. Hayatımızın geri kalanı da buradan devam ediyor. Şu an biz İstanbul’da olabiliriz ama Enerji-Sen örgütlenmesi, Adana’da devam ediyor, bu direnişi devam ettirenler taşeron işçi arkadaşlarımızdır.
Ali Duman: İstanbul için de yaklaşık iki hafta önce 2. duruşma gerçekleşti. Duruşmaların tamamı 3 bölümde yapılacak. Gelinen noktada sonuca varılmak üzere; tüm belgeler, bilirkişi raporları bizim lehimize açıklandı. Çalışma Bakanlığı müfettişleri tarafınca hazırlanan rapor çok iyi. Sadece hâkimin söylediği şuydu. Bizim 22’sinde gerçekleşecek muvazaa davamız var. Bu dava ile ortak karar verebilmek için, daha net bir işe dönüş kararı verebilmek için ertelediğini söyledi. 22’sinde muvazaa kararının gerçekleşmesi, ardından da işe dönüş davasının sonuçlanması bekliyoruz, olumlu bir sonuç bekliyoruz.
14 işçinin işe dönüşü ile ilgili bir karar çıktı bugün…
Ali Duman: Bu karar yine geçen sene bu zamanlarda yürütülen açma kesme bölümünde 14 arkadaşın işten çıkartılması ile başlayan yaklaşık 35 gün süren direnişin sonucu. BEDAŞ’ın çatısında pankart açarak görüşme gerçekleştirebilen 14 arkadaşımız işverene geri adım attırmıştı, o zaman açılan davalar devam ediyordu. Davayı asıl işverene açmıştık, bu da işçilerin lehine, işe iade kararı ile sonuçlandı.
Yaklaşık üç aydır sürdürdüğünüz direnişinize verilen desteği nasıl görüyorsunuz ve değerlendiriyorsunuz? Sendikaların, siyasi partilerin, emek dostlarının desteği sizce yeterli oldu mu?
Ali Duman: Aslında nesnel süreç biraz işçi mücadelelerinin çok geri planda kaldığı bir atmosferde geçtiği için çok aman aman bir destek var diyemeyiz, yok. Taksim’in göbeğinde, Türkiye’nin ve İstanbul’un merkezi gibi görülen bir yerde yürütülen direniş elbette ki dost, yoldaş sendikalarla; kurum ve kuruluşlarla; örgütlerle dayanışma içerisinde gidiyor. Fakat bir yandan gündemin bu kadar yoğun olması, açlık grevleri gibi daha üst gündem haline gelen bu tarz konulardan dolayı ilerici kurumların gündemlerinde biraz arka planda kaldık. Yine de şunu söylemek gerekir. Neredeyse, 29 kere cuma eylemi yaptık, tamamından bir şekilde destek gördük. Desteklerini sunan herkese de teşekkür ediyoruz.
Direnişinizi dışarıdan takip eden; basın, sendika, parti ve demokratik kitle örgütlerine bizim vesilemizle söylemek istediğiniz ya da iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Umut Eskin: Basının ne kadar etkili herkes tarafından bilinmekte çünkü direnişlerde en büyük silah kamuoyu oluşturmaktır. Bunun da en etkili yolu basındır. Basının daha fazla dile getirmesi ile beraber daha çok kamuoyu toplayacağımızdan, basının bize en büyük desteği bizi kamuoyuna taşımak olacaktır. Biz burada sadece kendimiz için bir direniş yürütmüyoruz. Biz bütün taşeronda çalışan insanların geleceklerini belirleyecek davadayız. Bu sebeple, bu sadece burada direnişe devam eden 116 işçinin, Enerji-Sen’in direniş mücadelesi değil, bütün işçi ve emekçi kesiminin, kitlesel bir direnişi haline gelmelidir. Bu konuda bize verecekleri bütün manevi destekleri bizi daha ileriye taşıyacak. Bu anlamda bizlerle olmalarını, yanımızda olmalarını bekliyoruz. Siyasi partilerden, derneklere kadar her kesim desteklerini bizden eksik etmesinler.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Umut Eskin: Sanırız Boğaziçi Köprüsü’nü kapatma eylemimizden bahsedemedik. Bizim her cuma günü yaptığımız rutin eylemlerin dışında köprü kesme eylemimiz oldu. Yine aynı şekilde BEDAŞ’a yürüme çabamız oldu, kapıya kadar geldiysek de içeri giremedik. Onca polisin içerisinde oraya girebilmek de bir ses getirdi, kamuoyu oluşturdu. Köprü eyleminde yasal hakkımızı aradığımızdan mahkemelerde yargılanıyoruz. Mahkemenin birinci duruşması oldu. Beraat bekliyoruz, biz hakkımızı aradık çünkü.
Süleyman Keskin: Adana’ya ilişkin bir şey aktarayım ben de. Adana’da direniş biteli bir ay oldu. Mesela dün bizlere telefon ile ulaştılar. Hala bize yaptığımız eylemlerle ilgili davalar açılıyor. Hakkımızda kaç tane dava açıldı, ben sayısını takip edemiyorum. Toplam kesilen para cezasının miktarı nedir, bilgimiz yok. Çok ilginç, ben İstanbul’a geldim, peşimden bir tane 250 liralık, bir tane 168 liralık para cezaları geldi. Bizlerle karşılıklı sürtüşme yaratma halleri devam ediyor.
Çok teşekkür ederiz, sorularımızı yanıtladığınız için.
Biz teşekkür ederiz.
Emek.org.tr