KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE GÜNÜ

25 Kasım kadına yönelik şiddetle mücadele gününde,dün birçok şehirde  ve alanlarda gösteriler, etkinlikler düzenlendi. İstanbul-Taksim de yapılan gösteride yürüyüşe izin verilmedi. Toplanan kitle tarafından kadına şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı eksenli baskılar protesto edildi. İstanbul-Taksim gösterisinde yürüyüş engellendi. (fotoğraf emekorgtr) İstanbul Avcılar Kültür Sanat derneğinde de bu kapsamda bir panel etkinliği düzenlendi. Panelde söz alan konuşmacılar, […]

25 Kasım kadına yönelik şiddetle mücadele gününde,dün birçok şehirde  ve alanlarda gösteriler, etkinlikler düzenlendi. İstanbul-Taksim de yapılan gösteride yürüyüşe izin verilmedi. Toplanan kitle tarafından kadına şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı eksenli baskılar protesto edildi.

İstanbul-Taksim gösterisinde yürüyüş engellendi. (fotoğraf emekorgtr)

İstanbul Avcılar Kültür Sanat derneğinde de bu kapsamda bir panel etkinliği düzenlendi. Panelde söz alan konuşmacılar, gerici ve baskıcı toplumsal cinsiyet rolleri ve yaygın yaşanan şiddet ve kadın cinayetleri konusunda düşünceleri açıklandı, izleyicilerle birlikte konunun birçok yönünü tartışılarak çözüm yolları konusunda da paylaşımlarda bulundular. Toplumda eğitim ve bilinçlenme, erkek egemen düşüncelerin etkileri ve kapitalist sistemin bunları nasıl kullandığı noktasından, kadın ve erkeklerin birlikte örgütlenme ve mücadele etmelerine kadar geniş bir yelpazede görüşler paylaşıldı.

Etkinliğe konuşmacı olarak katılan hukukçu avukat Fevzi Çelik, izlenimlerini ve konuşmasından kaleme aldığı yazısını paylaşıyoruz.

AVCILAR’DA KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE GÜNÜ ETKİNLİĞİ

24 Kasım Pazar günü Avcılar Kültür ve Sanat Derneği tarafından düzenlenen 25 Kasım Kadına yönelik şiddetle mücadele konulu etkinliğe konuşmacı olarak katıldım.

 

Avcılar Marmara caddesinden geçerken caddenin kalabalık oluşu dikkatimi çekti. Cadde trafiğe kapatılan bir caddeydi. Taksim ve İstiklal’i çağrıştırıyordu. Kaldırımlarda gençler gitarlar eşliğinde şarkı söylüyordu. Bir grup genç de Kürtçe müzikle dikkat çekiyordu. Haziran 2013 Gezi Parkı eylemleri nedeniyle yasaklanan Taksim, o dönemde atılan “Her yer Taksim” sloganı gerçek olmuş, Avcılar Merkezi de Taksim haline gelmişti. Halk, çözümünü bulmuş, “Taksim’e gelişimi engellersen, her yeri Taksim yaparım.” Demişti. Benzer şeyler diğer semtler için de söylenebilir. Beşiktaş ve Kadıköy çoktan Taksim haline geldiler.

Avcılar Kültür ve Sanat Derneği ara bir sokaktaydı. Bulmak oldukça zor oldu. Bir de bir binanın bodrum katındaydı. Kim bilir belki 17 Ağustos 1999 depreminin izlerini taşıyordur. Ne olursa olsun, kültür ve sanat için mekanın önemi yoktu. İçeri girer girmez bunu görmek mümkündü. Salon ikiye bölünmüştü. Bir bölümünde oturmak, çay içmek ve okumak için masa ve sandalyeler vardı. Siyah bir perde ile kapatılan bölüm tiyatro, panel ve toplantılara özgülenmişti. Konuşmacı olarak katılacağım toplantı da orada yapıldı. Sayıları değişse de 35-40’a yakın dikkatli izleyici vardı. Bir çoğu söz de aldı. Konuşmalara ve gün önemine çok önemli katkılar sundular. Deyim yerindeyse onlardan o kısa zaman içinde çok şeyler öğrendim. Birbirimizin öğretmeni olduk. Günün anlamına dair kısa bir film gösterimi de oldu.

“25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti’nde, Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden Clandestina Hareketi’nin öncülerinden olan Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşlerin sistem tarafından katledildiği tarihtir.  Mirabel kız kardeşlerin, diktatörlüğün askerleri tarafından, tecavüz edildikten sonra vahşi bir şekilde katledildikleri, utanç gününün  ve insanlık  ayıbının yıl dönümüdür. 1960 yılının 25 Kasımında, Dominik Cumhuriyeti’nin kuzey bölgesinde, bir uçurumun dibinde üç kadının cesedi bulunur. Bunlar Mirabel kardeşlerdir. Ertesi sabah gazetelerde bu ölümlerin bir kaza sonucu meydana geldiğini anlatan haberler çıkar. Ama gerçek göründüğü  gibi  değildir. Mirabel kardeşler, ülkelerinde siyasal özgürlük için kararlılıkla mücadele ederek Latin Amerika’daki Diktatör Rafael Leonidas Trujillo’ya meydan okur. Bu yüzden diktatörlük tarafından zulme uğrayarak pek çok kez hapsedilir ve en son olarak da 25 Kasım 1960 yılında arabalarından zorla indirilerek tecavüz ve işkenceyle katledilirler. Önce 1981’de Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda 25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele  ve Uluslararası  Dayanışma Günü” olarak kabul edilir. Daha sonra 1985 yılında, BM tarafından Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi İçin Uluslararası Mücadele Günü ilan edilir.1981 den bu yana dünyanın dört bir yanında kadınlar; toplumsal cinsi-yet eşitsizliğine, erkek şiddetine, tecavüze, tacize, savaşa, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı kadın dayanışmasını örüyor, seslerini yükseltiyorlar.”(www.emo.org.tr pdf)

Mirabel Kardeşlerin katledilmesinden bu güne 59 yıl geçti. Diktatörler, her yerde Suriye’de, Türkiye’de, Bolivya’da, Şengal’de, Kürdistan’da kadınları katletmeye devam ediyorlar. Rojava’yı işgal eden Türk devletinin denetimindeki güçlerin ilk işi burada mücadele eden kadınları katletmek oldu. Özgür Gelecek Partisi eş başkanı Hevrin Xelef işkence yapılarak öldürüldü. 25 Kasım’a günler kala kadının eşit temsilini sağlayan eş başkanlık sistemini suç sayan devletin polis ve savcıları, Ankara Gar Katliamında yakınlarını kaybeden Suruç belediye eş başkanını tutuklayıp yerine kayyum atadılar. Yönelim çok büyük, direniş de çok büyük. 25 Kasım mücadele eden Kadınların örgütlenmesi için çok önemli. Dünya’daki 25 Kasım eylemlerinin ana gündemi Kürt kadınının direnişi ile kendisini daha çok belli ediyor.

Hukukçu olmam nedeniyle Kadına yönelik şiddetle mücadele ile ilgili uluslararası sözleşme ve yasalardan bahsetmezsem olmazdı. 2011 yılında İstanbul’da toplanıp kararlaştırılıp imzaya atılan uluslararası sözleşme İstanbul sözleşmesi olarak adlandırıyor. Kadına yönelik şiddetin kapsamlı olarak ele alındığı sözleşmeye göre kadına yönelik şiddet, fiziksel, ekonomik, siyasal, psikolojik olabilir. Sözleşme bu konuda sözleşmeci devletlere önemli sorumluluklar yüklüyorsa da Türk devleti bu konuda çok sınırlı adımları attı. Sözleşmede ailenin ve kadının korunmasından söz edilmezken, kadına yönelik şiddetle ilgili çıkarılan yasa ruhunu “koruma” temelli bir düşünceye dayanıyor. Kadın “korunması” gereken bir varlık olarak görülüyor. Kadını eşit bir varlık olarak görmüyor. Korunması gereken bir varlık durumuna sokularak üstü örtülü olarak kadın bir anda öteki haline gelebiliyor. Siyasal, ekonomik, sosyal ve dinsel baskı aygıtları kadını ezmeye devam ediyor.

Konu, gözaltına alınan kadınlara yapılan işkenceye geldi. Ressam yazar Muzaffer Oruçoğlu’nun Mengene adlı romanında erkek militanları konuşturmak için kadın militanlara onların göz önünde yapılan işkenceye tanıklığını dile getirdim. 1972’de işkencelerin içinde dikkat çeken bir isim vardı. İsmi Ş.B.  Ş.B’nin ismi Kadınlara yönelik şiddeti engellemekle görevlendirilen polislerin eğitildikleri Polis okuluna verilmiş. Tıpkı, Van’da 33 köylüyü kurşuna dizem generalin isminin askeri kışlaya verilmesi gibi. Gerçekten ironik bir hal, işkenceci polisin ismini taşıyan bir okuldan mezun olan polis kadını şiddetten koruyacak.

Kadın da, ezilen de, dezavantajlı ancak örgütlenerek, birleşerek kendisini savunacak. Kadının mücadele gücü örgütlenme ile açığa çıkıyor. Öz savunması da bu örgütlemenin içindedir. Kadın mücadelesi ve dayanışması, intihar süsü verilip kapatılmak istenen Şule Çet ve Nadira Kadirova’nın katillerinin yargılanıp cezalandırılmasını sağlıyor. Mücadele azmi ve gücü bunu sağlıyor.

Toplantı, diğer konuşmacıların sunumuyla devam etti. İzleyiciler soru ve katkılarıyla toplantıya zenginlik kattılar. Her yönüyle iyi bir toplantı oldu.

Toplantıyı düzenleyen Avcılar Kültür ve Sanat Derneğine, diğer konuşmacı ve bizi izlemek için gelenlere teşekkürlerimi de buradan iletmek isterim. (Avukat Fevzi Çelik)

emek.org.tr

İlgini çekebilecek diğer içerikler