Kapitalist çalışma sağlığa zararlıdır

Öyle bir sistemde yaşıyoruz ki, işçiler olarak göz göre göre, bile-isteye, çoğumuz küfrede küfrede sağlığımızı geçim maddeleriyle değiştirecek şekilde çalışmak zorundayız. Bu değiş-tokuş, bu alış-veriş dünyasında yaşam enerjimizi patronların hizmetine sunuyor, karşılığında aldığımız hasarlara, yaşadığımız acılara rağmen hayatta kalmaya uğraşıyoruz. Bu ölünceye kadar böyle sürüp gidiyor. Ölüm kimi zaman henüz çalışırken vuruyor ve adı iş […]

Öyle bir sistemde yaşıyoruz ki, işçiler olarak göz göre göre, bile-isteye, çoğumuz küfrede küfrede sağlığımızı geçim maddeleriyle değiştirecek şekilde çalışmak zorundayız. Bu değiş-tokuş, bu alış-veriş dünyasında yaşam enerjimizi patronların hizmetine sunuyor, karşılığında aldığımız hasarlara, yaşadığımız acılara rağmen hayatta kalmaya uğraşıyoruz. Bu ölünceye kadar böyle sürüp gidiyor. Ölüm kimi zaman henüz çalışırken vuruyor ve adı iş cinayeti, iş kazası oluyor. Çalışma yara ve acılarının birikimli etkisi aslında bundan daha çok tespit edilmemiş meslek hastalıklarıyla, işten kaynaklı olduğu tespiti yapılmamış kalp krizleriyle, kanserlerle, çoğu zaman da emekli olunduğunda karşımıza çıkıyor. Türkiye’de kapitalist çalışma işçilerin örgütsüzlüğüyle dünyanın en gaddar, fütursuz, katil çalışma rejimlerinden birini kurmuş durumda.  Bir işçi denizi içerisinde yaşıyoruz, TÜİK’in son raporlarına göre çalışan sayısı 30 milyonu buldu. İstihdamın önemli bölümü de hizmet sektöründe; coğrafyamızda son on yılda neredeyse her yer plaza, her yer çağrı merkezi, her yer AVM’ye kesmiş durumda. İşçi sınıfının eğitim düzeyi giderek yükseliyor, üniversite mezunu işçilerin ve işsizlerin sayısı çığ gibi artıyor, işçi sınıfı giderek daha yoğun biçimde artık sadece çekiç değil klavye de kullanan, artık sadece mavi tulum değil, kravat ve topuklu ayakkabı da giyen bir sınıf haline geliyor. Ve bu devleşen, sürekli büyüyen ve yeni üyeler kazanan sınıf, örgütsüzlüğü içerisinde kapitalist çalışmaya karşı kendisini korumaya, fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü, emeğini savunmaya uğraşıyor.
Kasım ayında ‘Çalışmak Sağlığa Zararlıdır’ kitabı Türkçeye de çevrilmiş olan halk sağlıkçısı Annie Thébaud-Mony’nin katılımıyla İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin düzenlediği etkinliğe ağırlığını “beyaz yakalı” diye tabir edilen işçi kesimlerinin oluşturduğu 200 kişilik bir bilinçli kitle katılımı gerçekleşti. Plaza Eylem Platformu, BİÇDA, ÇMÇ vd. oluşumlar, kimi sendikal çevreler bu işçi kesimlerinin örgütlenmesi üzerine çalışmalarını yürütüyorlar. Son yıllarda tekil ya da grupsal birçok eylem ve etkinlik gerçekleşmeye başladı, ancak tüm bunların doruk noktasını oluşturan gelişme bilindiği üzere Gezi Direnişi oldu. Banka-plaza çalışanları iş saatlerinde filli eylemler koyarak işyerlerinde “Her yer Taksim her yer direniş!” sloganları attılar, yürüyüşler düzenlediler, AVM işgalleri gerçekleştirdiler. “Gündüz Clark Kent, Gece Süper(wo)man” misali iş çıkışlarında onbinlerce işçi kravatlarını ve topuklu ayakkabılarını çıkartarak Taksim metro çıkışlarında izdiham yaratacak şekilde direniş alanlarına aktılar, bir yudum özgürlüğün hazzını yaşadılar…
Peki, öyleyse neden artık çalışma yaşamına ilişkin paylaşım sitelerinde, bloglarda edilen anonim bireysel şikâyetlerin yerini bir örgütlenme başlangıcı olarak işyerlerinde işçi sağlığı ve güvenliği konusunda atılacak adımlar almasın? Çalışılan bankalar, plazalar, AVM’ler en ufak bir yangında yüzlerce ölüme sebebiyet verecek şekilde inşa edilmiş tabutlardır aslında, acil çıkış önlemleri yoktur, rutin bir iş denetiminde dahi bu yerlerin kapatılması gerekir, biz farkında değiliz. Zaten (“plaza sendromu” adı verilen bir duygu-durum bozukluğuna da sebep olan) insanlığa aykırı mekânlarda çalıştırılıyoruz ve bir de üstüne üstlük buralarda aşırı çalıştırılıyoruz (ortalama çalışma süreleri zorunlu fazla mesailerle yasal sınırın çok çok ötesindedir), yetmiyor şirket telefonları ve maillerle 7–24, ev-yol-uyku dâhil sürekli çalışmaya maruz bırakılıyoruz, üstüne üstlük üretilen artı değerin yüksekliğine karşın asgari ücret dolaylarında net ücretlerle sömürülüyoruz… Daha sayalım mı? Sayalım, bunları dökelim, bunları görünür kılalım, bunlara karşı mücadele etmek için örgütlenelim. “Zor abi, bizde olmaz”ın aşılması için küçük ama kararlı başlangıçlara ihtiyaç var. Kapitalist çalışmanın yarattığı acı, hasar ve yaralanmaları birbirimizle paylaşabileceğimiz bugün, işçi sağlığı mücadelesini yükselterek bir nebze olsun acılarımızı sağaltabileceğimiz ve ortadan kaldırabileceğimiz bir gelecek için bir ucundan başlayıp “bu daha başlangıç” diyerek, “mücadeleye devam” etmeliyiz.
Barış Gönülşen

İlgini çekebilecek diğer içerikler