Cumartesi gününü iş günü yapan sermaye güçleri, şimdi de Pazar gününe göz dikti.
İşçi sınıfının tarihsel kazanımlarından biri olan hafta sonu günlerinde “çalışmama-toplumsallaşma hakkı” Avrupa Fransa’sında saldırıyla karşı karşıya…
Ülkemizde de değişik gerekçelerle hafta sonu günlerinde çalışmayı yaygınlaştırmak amacıyla, patronlar değişik uygulama ve önerilerle Pazar gününe “göz dikmiş durumdalar.
Fransa’daki gözlem ve değerlendirmesiyle kaleme alan İstanbul İSİG meclis üyesi Nilgün Güngör’ün yazısını, sınıf bilinci açısından önemli gördüğümüzden yayınlıyoruz.
PAZAR: Çalışmayı ve tüketmeyi düşünmeden geçirilecek bir gün…
Nilgün Güngör
“İnsan kaynakları” havuzundan, siyasal geçmişi olmayan, düz teknokrat arka planına sahip, seçim sonuçları gibi kaygılardan arınmış bir neoliberal seçip paraşütle siyasal arenaya indir! “İş bitince” şansı varsa adı bile hatırlanmayacak tarzda sahne gerisine al! Kapitalizmin son 30 yıllık tarihi bile, sınıflar arasındaki güç dengesinde tarihsel değişiklikleri yapmak üzere namluya sürülmüş, böylesi “hızlı ve öfkeli”, tercihan da genç neoliberallerin başarı -pek azı da işçi hareketi eliyle çuvallama- öyküleriyle doludur. Şimdi işçi hareketi bunlardan bir yenisi ile Fransa’da karşı karşıya.
Pazar tatili bin 100 ölümün bedeliydi
İşçi sınıfının Fransa’da 1906 yılından bu yana sahip olduğu[1] Pazar günü çalışmamahakkı, yukardaki tarife uyan taze siyasetçi Ekonomi Bakanı Emmanuel Macron’un yasa teklifi ile ortadan kaldırılmak isteniyor. Yasalar uyarınca bayramlar öncesindeki 5 Pazar günü haricinde Pazar günleri kapalı olan mağaza ve süpermarketlerin açılması gündemde. Sarkozy döneminde nüfusu 1 milyonu geçen kentler ve turistik yerler (ki Fransa’nın en turistik bölgesi Paris) itibariyle ilk önemli kırılmaların gerçekleştiği tarihsel kazanımın kapısı bu kez daha kuvvetli zorlanıyor. Gerekçeler esasen o dönemdekileri de kapsamakla beraber toplumsal temel yaratmak bakımından daha güçlü: “Ailelerin tatil gününde alışveriş yapma hakkı var”, “İşsizliğin azaltılması ve tüketimin desteklenerek ekonomik canlanmanın sağlanması için bu adımın atılması zorunlu”. Sınıf hareketinin gitgide zayıf düşürüldüğü ülkede tekelci burjuvazinin siyasetçileri ideolojik vites takmayı da ihmal etmiyorlar. Macron’un teklifi, devlet başkanı Hollandetarafından “ilerleme ve özgürlük yasası” ilan edildi. Pazar çalışması konusu, tekelci burjuvazinin lanetli misyonlarını yerine getirme fonksiyonunu üstlenen işbaşındaki Sosyalist Parti içinde de süreklileşmiş gerilimin yeni bir unsuru haline geldi. Fransa’da 35 saatlik iş haftasının yürürlüğe girdiği 1997’de Çalışma Bakanı olan Martine Aubryyeni yasaya Fransız burjuva siyasetinin kamucu damarına ve toplumun neoliberalizmin boşa çıkardığı kodlarına seslenerek karşı çıktı. Aubry, “Nasıl bir toplumda yaşamak istiyoruz?” deoi, Pazar gününün kişisel ve kolektif yaşama ayrıldığını söyledi. Buna karşılık Çevre ve Enerji Bakanı Ségolène Royal, Aubry’ye “Sorumsuz sorumsuz konuşma” yanıtını yapıştırdı. Ama içlerinde belki en pervasızı, köpeksiz köyde değneksiz dolaşma sözünü hatırlatan Hollande. Hollande, işçi sınıfının 8 saatlik işgünü mücadelesine de, Sovyetler Birliği’ndeki “komünist Cumartesiler”e de omuz atarak, Pazar çalışmasına karşı olanlarla “Pazar sosyalistleri” diye dalga geçti. Pazar çalışmasının yeniden yasalaşmasına sınıf cephesinden öne sürülen itirazlar, burjuvazi tarafından, yanıtını içinde taşıyan bütün döngüsel önermelerde olduğu gibi şöyle karşılanmış oldu: “Ne yani, kriz, durağanlaşan ekonomi ve derin işsizlik koşullarında hiçbir şey yapmayalım mı?”
Faili meçhul “Çalışmak istiyoruz” bildirileri
“Ne yani, hiçbir şey yapmayalım mı?” “Bir şey” yaptınız ve yapıyorsunuz zaten! “Tembel”, “çalışmayı sevmez” ilan edilen Fransa işçi sınıfının üçte biri, Pazar günü çalışır durumda. İşçi semtlerinde faili meçhul tarzda “Çalışmak istiyoruz” bildirileri dağıtılıyor, patron güdümlü küçük gösteriler yapılıyor. Hafta sonuna evet anlamında “Yes Weekend” kampanyaları düzenleniyor. Yasağı kırmanın başını çeken Bricolage ve Leroy Merlin yapı hipermarketleri üzerinden “Çalışmak istiyoruz” propagandasına hız veriliyor. Pazar çalışmasının uygulandığı market zincirleri zaten mevcut. Bir diğer deyişle, atı alan Üsküdar’ı geçmiş zaten… “Ya çalışarak yaşamak, ya da savaşarak ölmek” sloganı gibi, “Tembellik Hakkı”nın da doğum yeri olan bu topraklarda, işçilerin dinlene dinlene çalışma/çalışmama/dinlenme hakkı kültüründen hala kopmamış olmaları neoliberal saldırının hedefine çakılmış durumda. Öyle ki, olayı haberleştiren Sabah gazetesinde dahi Pazar günü işyerlerinin kapalı olması “tuhaf gelenek” olarak niteleniyor.
Macron yasasına direnç muhtelif elbette: Çok bağırmasa da Katolik kilisesi yasağın kalkmasını içine sindirebilmiş değil. (Yine de fazla endişe etmelerine mahal yok: İncil’in “Meyveli olunuz ve çoğalınız” gibi hükümleri etkiyor!) 7/7 ve akşamları da geç saatlere kadar açık kalan Arap bakkallar gibi küçük işyerleri Pazar günü çifte yevmiye ödemekle karşı karşıya olacaklarından şimdiden ağlamaya başladılar. Tesadüfe bakınız ki, tam aynı dönemde Türkiye’de de bir grup AKP milletvekili AVM’lerin Pazar günü açılmaması ve diğer günler 20.30’da kapatılması yönünde yasa teklifi verdi. Küçük işyeri sahiplerinin çıkarlarını ifade eden bu teklif, Fransa’daki polemiklere de bağlayabileceğimiz şekilde karşılandı. Bakkallar deftere yazma dahil tüketici ile “yakın ilişkilerini” öne çıkarırken, bazıları da BİM ve A101 gibi son yılların zincir azmanlarından yakındı. Gümrük ve Ticaret Bakanı Canikli ise yasa teklifini “popülist bir yaklaşım” olarak değerlendirdi ve AVM ve organize perakendede 400 bin kişilik istihdam olduğuna, AVM’lerin toplam cirosununun yüzde 30’unu hafta sonu yaptığına, insanların işten çıkış saatleri itibariyle AVM’ye yetişemeyeceğine işaret etti. Ve tabii ekledi: “AVM’ler sadece alışveriş yapılan yer olmaktan çıktı, yaşam biçimi halini aldı. … Toplum artık bunu talep ediyor.”
Pazar tatilime dokunma!
Buna karşın sınıf örgütleri, sendikalar henüz sorunu işçi sınıfının bütününe bir mücadele talebi olarak yaymanın ve toplumsallaştırmanın çok gerisindeler. CGT gündemi politik bir sorun olarak görüyor ve Pazar günü çalışmamayı “sosyal serbesti, insanın kendisini geliştirmesi ve çalışma ritminden kopmanın bir unsuru” olarak değerlendiriyor. Ancak ne yasanın şiddetine ne de giderek güçlendirilen argümanlarına yönelik bir hareketlilik var. Yapılan son anketler Pazar çalışmasının tam da tekelci burjuvazinin öne sürdüğü argümanlar temelinde nüfusun yüzde 69’u tarafından desteklendiğini ve çifte yevmiye ödendiği takdirde yüzde 63’ünün Pazar günü çalışmayı tercih edeceğini söylüyor. Dolayısıyla burjuvazinin kolaylıkla göze alabileceği ortalama tepki ve itirazla, ya da Sosyalist Parti içindeki kanat savaşları vb ile sonuç alma ihtimali zayıf.
Bir zamanlar hafta tatili 2 gündü. Önce Cumartesi gitti, sonra sıra Pazar’a geldi. Çalışmanın yoğunluğu, temposu nedeniyle alışverişini bile haftanın diğer günleri yapamaz hale getirilen insanlar için tek istikamet Pazar günü haline geldi. Ama Pazar gitgide daha fazla pijama terlik, daha az sosyalleşmeye doğru seyretti. Şimdi ise ücretler düşüp işsizlik şiddetlendikçe, ister yarı zamanlı işlere hücum, ister fazla mesai biçiminde olsun, aşırı, güvencesiz çalışmayı kabullenmek, realize etmek işçiler için reelleşti.
İşçi sınıfının bin 100 evladını kurban verdiği maden katliamının ardından sabitlenen Pazar günü çalışmama hakkı, 21. yüzyılda “çalışmaktan özgürleşmeye” bu kadar yaklaştığımız toplumsal koşullarda gaspedilmekle karşı karşıya. Buna karşı en asgari olarak çalışma saatlerinin insanca yaşama ücretine saldırı vesilesi yapılmadan işçi sınıfı genelinde 6 saate düşürülmesi talebinin arkasında durmakla yükümlüyüz. Pazar gününü, ibadethanelerde uyuşturulmak, ihtiyaçlarımızın en asgarisini karşılayabildiğimiz, buna karşın neoliberal yaşam ve tüketim ideolojisinin zerkedildiği AVM’leri ailece doldurmak, çocuklarımızla aynı “Hello Kitty”lere hücum etmek… için istemiyoruz. Pazar tatili, çalışmaktan özgürleşme adımlarını attıkça belki gün olarak da değişecek, gereksizleşecek, ancak herkesin aynı gün/zaman diliminde çalışmama hakkına sahip olması, istediği ölçüde toplumsallaşabilmesi ihtiyacı elbette ki ortadan kalkmayacaktır. Bu yola kendi bayrağımızı çekebilmenin temel koşulu ise komünizme giden ve gelen yolları siyasal sınıf mücadelesi ekseninde kaynaştırabilmektir. İhtiyaçlarımızı karşılamak için çalışmak, gitgide daha fazla çalışmak zorunda olmanın, en temel olanlara ulaşmak için bile kredi kartlarımıza yüklenmenin, karşımıza duvar gibi dikilmiş “Daha fazla kazanmak için daha çok çalışın” çağrılarının, elimizde bir nebze bize kalmış olan son günün de kapitalistler tarafından geri alınmasının karşısına sınıfça dikilmeli; çalışmayı ve tüketmeyi düşünmeden geçireceğimiz günün savaşımını vermeliyiz.
[1] Aslında Sanayi Devrimi öncesinde, tabi dini sebeplerle, Pazar günü çalışılmıyordu. Fransız Devrimi sonrasında Napolyon rejimi altında Gregoryen takvim değiştirilerek hafta 7 günden 10 güne çıkarıldı. Burjuvalar, fırsattan istifade işçilerin haftalık tatil gününü gasp ettiler. Böylelikle, 1830’dan sonra işçilerin büyük bölümü haftanın 7 günü çalışır durumdaydı ve bu, toplumsal açıdan, işçi/toplum sağlığı açısından ağırlaşan sorunları açığa çıkarıyordu. Pazar gününün sırasıyla çocuklar, çıraklar ve kadınlar olmak üzere tatil olmaya başlaması 20. yüzyılın başında ulaşılan bir sonuç oldu. Pazar günü çalışmanın yasaklanması ise, Avrupa’nın (ve uzun süre dünyanın) en büyük iş katliamından sonra gerçekleşti. Kuzey Fransa’nın Courrières madeninde yaşanan grizu patlamasında üçte biri 18 yaşından küçük bin 100 işçi öldü. Katliamın ardından işçilere Pazar günü çalışmama hakkı tanındı.
26.12.2014
Emek.org tr / guvenlicalisma.org