Emperyalist Üretim İlişkilerinde Esnek Üretim ve Taşeron Sistemi – 1

Taşeron sistemi; emperyalist-kapitalist sosyo-ekonomik yapıda, “Esnek üretim ilişkileri” ana yönelimi altında, üretim ilişkilerinin ve emeğin üretime katılım süreçlerinin yeniden düzenlenmesidir. Bu konuda hemen hemen tüm ülkelerde yönelim ve uygulamalar anlamında önemli mesafeler de alınmıştır. Tarihsel evrimini de göz ardı etmeden, emperyalist kapitalist sistemin yapısal özelliği olarak; emperyalizmin yeni dönemi de diyebileceğimiz güncel süreçte, “taşeron sistemi” […]

Taşeron sistemi; emperyalist-kapitalist sosyo-ekonomik yapıda, “Esnek üretim ilişkileri” ana yönelimi altında, üretim ilişkilerinin ve emeğin üretime katılım süreçlerinin yeniden düzenlenmesidir.

Bu konuda hemen hemen tüm ülkelerde yönelim ve uygulamalar anlamında önemli mesafeler de alınmıştır.

Tarihsel evrimini de göz ardı etmeden, emperyalist kapitalist sistemin yapısal özelliği olarak; emperyalizmin yeni dönemi de diyebileceğimiz güncel süreçte, “taşeron sistemi” toplumsal yaşamda yerleşik hale gelmiştir.  

“Taşeron tarzı” 1980 li yıllarla birlikte farklı çelişkiler ve ilişkilerle gelişen emperyalist-kapitalist sistemin genel ve belirli tarzı olarak da kabul görmektedir. Yani artık sistem içi çelişkiler ve ilişkiler ve toplumsal güçlerin dağılımı, farklı bir yetkinleşmeyle karşımızdadır. Sonuçta “taşeron sistemi”, “esnek üretim ilişkilerinin yapılanmasında önemli bir işleve sahiptir.

Kısa da olsa işaret ettiğimiz bu temel olgu, emperyalist-kapitalist sistemin ana karakterini ve temel bir yönelimini ifade etmektedir. Bu durum kavranmadan, “taşeron sistemi” anlaşılamaz. Bu olgu sistemin evriminin ve dinamiklerinin açığa çıkardığı bir nesnelliktir. Dolayısıyla evrimin içerik ve kapsamlarını, çelişki ve ilişkilerini de kavramak durumundayız.

1970 li yılarda sistemin krizleriyle birlikte “kar oranlarında ve verimlilik oranlarında“ önemli düşüşler gerçekleşmiştir. Elbette bunlar tartışılabilir konulardır. Ancak sistem krizleri ve buralardan çıkış yolları arama ve bulma bütünselliğinde; Fordist tarzdan uzaklaşma ve yerine “esnek üretim ilişkileri” kavramıyla dillendirilen olgular, özellikle çalışma yaşamının tüm evrelerinde gerçekleşmiştir.

Taşeronluk elbette 30-40 yıllık bir geçmişten daha fazlasına sahiptir. Bizi ilgilendiren özellikle 2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrasında, savaş olanaklarının tükenmesiyle devam eden krizlerin etkileriyle, çalışma yaşamını -hemen tüm yönleriyle- özellikle emekçiler aleyhine bozma hamleleridir.

Taşeron sisteminin belirleyici birkaç özelliğinden burada kısaca söz etmek gerekiyor:

-Emek kaynaklı maliyetleri düşürmek, emek girdi maliyetini en asgari düzeyde tutmak.

-Üretim sürecinin küçük parçalara bölünerek ve dolayısıyla ‘verimliliğin’ artırılarak “büyük ölçekli” olmaktan kaynaklı maliyetlerden kurtulmak. (Örneğin; işletme küçük ölçekli olunca sağlık, eğitim, donanım sağlama vb işveren sorumlulukları düşmektedir.)

-“Sosyal devlet” olayını sona erdirerek; kamu iktisadi kaynakların ve faaliyetlerin özelleştirilerek ve taşeronlaştırarak, sermayeye yeni pazar ve ilişkiler alanı sunmak.

-İşçilerin sendikal örgütlülük hallerinin daraltılarak ve giderek minimuma indirilerek, dayanışma içine girmelerini ve birlikte hareket etmelerini, dolayısıyla emekçilerin haklarını genişletme mücadelesi veya kendi sınıfsal iktidar ve rejimleri temelinde mücadele vermesini engellemek. (Hatta sistemi reformize eden mücadelelere dahi tahammül yoktur artık.) Hatta iyice cesaretli davranan sermaye güçleri, örneğin kim sektörlerde “grev yasağı” olgusunu da yasal ve pratikte uygulamayı genişletebilmektedir.

Bu temel olgular, sistem bütününde ortak payda olsa da, ülkeler bazında özgün koşullarından dolayı farklılıklar da içerebilmektedir.

Ancak sonuçta gelinen noktada “vahşi kapitalizm” yeniden dünya emekçi halklarının yaşamında varoluşunun içeriğini-barbarlığını dayatmaktadır.

Araştırmalarımızın ilerleyen aşamalarında diğer ülkelerde işçi ve emekçilerin yaşadığı insanlık dışı koşulları ve çalışma ortamlarını göreceğiz. Bu durum yani insanlık dışı çalışma ve yaşama koşulları; özellikle bizim gibi yeni-sömürge ülkelerde katlanarak artmaktadır. Bunu vurgulayalım.

Burada kısaca Türkiye’de “taşeronluk sistemi”nin temel özelliklerine vurgu yapmak istiyoruz.

Türkiye’de taşeronlaşma özelikle 1980’lerde başlar. Ucuz işgücü kullanma temel amaçtır. Dolayısıyla üretim süreçlerindeki işçiden ve üretimin “yük oluşturan” maliyetlerinden kaynaklı “maliyetlerin düşürülmesi” esas olmuştur.

Kamu veya özel sektör, bu temel dürtüyle taşeronlaşmayı yaşamaktadır. “İşçiyi ucuzlatmak” dolayısıyla onu pahalı/maliyetli hale getiren “sendikal ıve örgütlü olarak bir arada olmayı” sona erdiremese de minimum çizgiye çekerek “sarılaştırmak” veya halk deyişiyle “yandaş sendika ve üyeleri” haline getirmek; stratejik bir içerik ve boyut kazanarak yaşanmaktadır.

2012 yılı ortalarında kamu ve özel sektör payları olarak, ortalama 850.000 taşeron işçisinden söz edilmektedir.

Yani diğer bir ifadeyle; asgari ücretli, iş gününde ortalama 8-10-12 saat çalışan, sosyal haklardan yoksun, sendikasızlaştırılarak örgütsüzleştirilen, kültürel boyutuyla da gericiliğin kuşattığı ve etkilediği/yedeklediği binlerce emekçi…

Taşeron sisteminde bir dizi hukuksal ve soysal vb sorun yaşanırken, sistemin tıkanan sorun noktalarını uluslar arası deneyimlerden de yararlanarak, yasal/hukuksal sistemi de egemen sınıflar lehine düzenleme çalışmaları içine girilmiştir. Örneğin AKP Hükümetinin gündeminde bulunan,”Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı” bu eksendedir.

Taşeron sisteminin yaşandığı her yerde sendikasızlaş-tır-ma söz konusudur. Bu olumsuz noktayı aşmaya çalışan sendikalar elbette vardır.

Dolayısıyla anlıyoruz ki taşeron sistemi; emperyalist sistemin “postfordizm”, “esnek üretim” “esnek çalışma” veya “yalın üretim” kavramları ana şemsiyesi altında, çalışma ve toplumsal yaşamımıza soktuğu bir yeni kölelik tarzıdır. Emekçilere dayatılan bir yaşam tarzı olması sebebiyle; sosyal, siyasal ve kültürel çerçeveleri de bulunmaktadır.

Sendikaların ve sendikal çalışmaların gerileyerek tıkanıklıklar yaşadığı toplumsal sürecimizde,  sendikal örgütlenme ve mücadele yaşamsal bir önemle işçilerin önüne gelmektedir. Sendika, dernek, kültür-sanat kurumsallıkları evet bu tarzların tümü, yeniden ve yeniden kararlılıkla üretilmelidir. Bunun toplumsal kurtuluş mücadelesiyle içiçeliği  ise açık ve anlaşılır bir olgudur.

Örgütlenme ve mücadeleyi; birlik, inanç ve kararlılıkla yükseltmekten başka çare kalmamıştır.

Emek.org.tr

İlgini çekebilecek diğer içerikler