ADNAN ALİN adnan.alin@acikgazete.com – 27-07-2011
AKP hükümeti “Yaptıklarımız yapacaklarımızın…” diye söze başladı ve aslında, kimler için neler yapacaklarını da programlarında deklare ettiler Ulusal İstihdam Stratejisi kapsamında, yoğunlaşan tartışmalarla birlikte çalışma yaşamı aktörlerinin ve özellikle tüm emekçileri n dikkatini verdiği konu oldu “Kıdem Tazminatı” olayı.
Tatile girmeden TBMM gündemine alınan ama ertelenen sendikalar mevzuatıyla ilgili tasarılar vardı.
Hükümetin, tüm sermeye sınıfı kesimlerinin desteğiyle; çalışma yaşamını ve hukukunu yeniden düzenleme, emekçileri ve sermeye sınıfının bulundukları mevzileri, sermeye lehine genişletme amacıyla saldırılarını ve hak gasplarını artırmayı planladığını ve ciddi adımlar atacağını bu yazıda birlikte ele alacağız.
Emekçi sınıf kesimlerine yönelik çok yönlü saldırı dalgası yükseliyor
Yeni düzenlemeler kapıda: Emekçi sınıfın kazanımlarına ve sendikalara yönelik saldırı planı
TBMM tatile girmeden hemen önce, (kamuoyuna çok da duyurulmada) hükümetin Meclis gündemine getirdiği sendikalar yasa taslağı vardı ve bu taslak sessizce geri çekildi.
Seçimlerden önce kısmen tartışılmıştı. Meclis tatiline beş kala sürprizi olarak sendikalara ve emekçilere karşı bir kap-kaç yapılacaktı. Ama ne oldu da bu tasarı geri çekildi?
Belirtelim ki Kürt sorunu toplumsal gündemin önemli, sürekli sorunuydu, ekonomik bir kriz dalgası korkusu da tartışılmaktaydı ve hükümet programında da çok önemli ‘yeniden yapılanmalar’ ön görülmekteydi…
Ancak toplumsal yaşamın tozu-dumanı içerisinde, işte bu yasa tasarısı sessizce ertelendi…
Hükümetler önemli bir direniş veya ciddi bir sorun olduğunda böyle davranır, yasa tasarılarını geri alırdı… Ama bir direniş de yoktu henüz. Bir oyun mu tezgahlanıyordu? Kapalı kapılar arkası pazarlığı olabilir miydi?
Tasarı, sendikaların ve çalışma yaşamının bazı yönleriyle yeniden düzenlenmesini ama emekçilerin aleyhine düzenlemeleri içeriyordu. İş kolları sayısı azaltılacak, noter işlemi kalkacak, işkolu değil meslek sendikacılığı başlayacak, barajlar kaldırılacak (veya indirilecek), işyerinde birden fazla sendika olabilecek…
Fakat öte yandan ciddi bir sorun da vardı.
Çalışma Bakanlığı, sendikaların gerçek üye sayılarını açıklama sürecindeydi ve bir türlü bu üye sayıları açıklanmıyordu… Zaten açıklansa kıyamet kopacaktı. Birçok sendikanın yetki sorunu doğacaktı. Yani bu tasarı yasalaştığında; üye sayıları yeni yasal düzene uymadığından örneğin TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ konfederasyonları zayıflayacak veya kapanacak, birçok sendika gerçek üye sayılarıyla yasal %10 ülke barajını da aşamadığından “yetkisiz olacak” ve yasal meşruiyetini kaybedeceklerdi. Sarı sendikalar ve şişirme üye sayılarıyla varlık sürdüren sendikalar yok olacaktı.
Bu bir kaos demekti ve işçilerin örneğin sarı sendikaların da sermayenin denetiminden kurtulması anlamındaydı.
İşçi sınıfı yeni bir sendikalaşma mücadelesi sürecine girecekti. Bu uyuyan devin uyandırılması demekti !
İşte bu tasarı geri çekildi. Üstelik bu, üçüncü kez yapılan bir ertelemedir.
Hükümet o esnada Türk-İş, Hak-İş ve işveren temsilcileriyle görüşmüştü. Bu oyun tezgahlanıyor, bunun kokusu da yakında çıkacaktır…
Ağustos ayında bu konular toplumsal gündeme girecek ve ortalık bir hayli ısınacaktır. … … …
Kıdem Tazminatı olayı; fon tasarısı, kim için ne anlama geliyor?
Emekçilerin Kıdem Tazminatı hakkını, sermeyenin ve devletin kullanacağı bir “fon”a, emekçiler açısından ise bu hakkı “kuşa çevirmek” niyetindeler. (Fon şeklinde olunca kuşa çevirmenin ve amaç dışı yerlere uçurmanın örneklerini, Tasarruf Teşvik Fonu, Konut Edindirme yardımlaşma Fonu, İşsizlik fonu gibi ünlü fon oyunlarını emekçiler de iyi biliyor, işverenler ve hükümetler de gayet iyi biliyorlar.
aa-) Emekçi sınıf açısından bakıyoruz. Hepimiz biliyoruz ” kıdem tazminatı” çalışma yaşamımızda; işçi-emekçi sınıfının ve sermeye sınıfının literatüründe, 37 yıl önceden fiilen yerleşiktir. Biz emekçiler için iyi, sermaye sınıfı için kötüdür…
Kıdem tazminatı “kazanılmış çok doğal bir hak” olarak ve işveren tarafından ‘istenmeyerek’de olsa 13. ay ücreti gibi ödenen, emekçinin çok çok önemli ücret türlerinden biridir. Çalışanın işinden kolay çıkarılmasının önünde ciddi-mali bir engeldir. İş güvencesi sağlamasının yanısıra emekçi, işinden ayrıldığında birikmiş toplu para-ücret anlamındadır ve gerçekten de bu, hayati önemdedir.
Onca yıl çalıştıktan sonra yaşamımızı kısmen de olsa yeniden düzenleyeceğimiz, kimi yaşamsal hayallerimizi bağladığımız parasal bir kaynaktır. Emekçi için vazgeçilmezdir yani…
bb-) İşveren içinse etinden-canından koparılan bir parça gibidir kıdem tazminatı. Çok gereksiz bir yük, gözlerinin önünde büyüyen ve ağızlarını sulandıran, önemli bir sermeye birikimidir. Öyle ki hükümet programında dahi “işletmelerimizin üzerinde ödeme baskısı oluşturan”, “işverenin rekabet gücünü zayıflatan bir engel” olarak tanımlanmakta ve bu düzeyden hedefe alınmaktadır.
cc-) Kavga, sadece Türkiye sermaye sınıfları ile tüm emekçi sınıfı arasında değildir. Taraflardan birini hem de baskın/hegemonik bir güce de işaret edelim. Bu güç emperyalist tekellerdir ve onların kurumları İMF ve Dünya Bankasıdır. Onlar ülkelerin ucuz iş gücü cenneti olmasını çok isterler.
Yıllardan bugüne sarkan “kıdem tazminatı” öyküsünü, uluslararası emperyalist kurumların örneğin İMF tarafından ülkemize dayatılan programlarında görebiliriz. Büyük bir iştah ve ısrarla “Easyhire-Easy fire” (Kolay Al-Kolay Çıkar) prensibiyle, programatik bir süreklilik çerçevesinde; kıdem tazminatı hakkını kaldırarak, onu da kucaklayan ve hakkı kuşa çeviren işveren yanlısı “esnek çalışma şartlarını” dayatırlar.
Hükümetler veya sermaye sınıfı örgütleri, sürekli ve üstelik açık açık bu politikayı savunmaktadırlar.
Bu temel yönleriyle adeta bir ateş topu olan kıdem tazminatı hakkını kaldırmaya veya fona çevirmeye kim cesaret edebilir ki? Elbette uluslararası sermaye, ülkedeki işbirlikçileri sermaye-işverenler ve onları destekleyen devlet-hükümetlerin bu niyet ve olası sağlanacak değişimden toplumsal ve tarihsel çıkarları bulunmaktadır.
Sınıf çıkarları açısından, bu kazanıma ulaşmak için her türlü oyunu oynayıp baskı oluşturmaya niyetlidirler.
… … …
Bu kapsamda, sermaye sınıfının desteklediği AKP hükümet programında şu konular çok önemlidir:
– İşverenlerin yükünü ve yükümlülüklerini azaltmak için kıdem tazminatını kaldırarak, “fon’laştırmak”,
-Ucuz işgücü ve düşük ücretler standardında esnek “bölgesel asgari ücret uygulamasına geçmek”,
“Özel istihdam büroları” aracılığıyla da ucuz, kiralık ve sendikasız yedek işçi ordusunu hazır etmek.
Bu konularda değişim sağlamak, tarihsel-toplumsal boyutlarıyla da onların tatlı hayalleridir.
Sermeyenin değişik kesimleri bu yönelimi hararetle desteklediler. TOBB Başkanı R.Hisarcıklıoğlu kurulmuş zemberek gibi, sermaye ve patronlar adına öne fırlayarak heyecanla ve kararlılıkla fon tasarımını desteklediğini açıklamıştır.
Hükümet ise bir uyutma çalımı denedi, tansiyonu yoklamak temelinde “gündemimizde değil” dedi.
İşçi ve emekçilerden, sendikalardan ve politik yapılarından ise, yoğun itirazlar ve grev tehdidiyle dolu sesler yükseldi. Gösterilerle tavır almalar, birkaç gün içinde gelişmeye başladı…
Hatta tartışmaların gündem oluşturması üzerine hükümet ve sermeye çevreleri de açıklamalarla tartışmalara müdahil oldular. TÜSİAD başkanı ile basın karşısına geçen Başbakan yardımcısı Ali Babacan hükümetin “gündemimizde değil” sözünü bir anlamda da yalanlayarak: “Bizim kıdem tazminatı fonuyla ilgili çalışmamız mutlaka çalışanların haklarını koruyacak bir bazda oluşacaktır. Çalışanların haklarını korurken işveren üzerindeki yükleri de daha makul, daha sürdürülebilir, daha öngörülebilir bir çerçeveye oturtmaktır” açıklamasını yaptı.
Kıdem tazminatı olayını emek dünyasının kazanılmış haklarına yapılan saldırının önemli bir ayağı olarak görmek gerekiyor.
Bu yaklaşımın temelinde emek kesimine nasıl bir çalışma ve yaşama koşulları düşünüldüğü vardır.
Hükümet, programında “İşçilerimizin büyük çoğunluğunun alamadığı, işletmelerimizin üzerinde ödeme baskısı oluşturan, çalışma hayatının en önemli sorun alanlarının başında gelen kıdem tazminatı sorununu kazanılmış hakları koruyan ve bütün işçilerin kıdem tazminatlarını garanti altına alan bir fon teşkil etmek suretiyle, sosyal taraflarla istişare içinde çözeceğiz.” demiştir.
Uygulamada sorun varsa ki bu emekçiden kaynaklanmaz; kıdem tazminat birikiminin ve hakkının ‘fon’ lanmadan çözülebilir olduğu, nedense akıllarına hiç gelmez ve bunu tercih de etmezler. Örneğin ödeme yap(a)mayan işverene kefil olsun emekçinin kıdem tazminatına devlet güvence versin ve sıkıntı olduğunda ödesin, sonra işverenden nasıl olsa alır. Olamaz mı ?
Son yıllarda “sosyal devlet ve uygulamaları ” olgusunu tüketme içerikli saldırılar bu durumların temelini oluşturmaktadır. Özünde uluslararası veya ulusal ölçeklerde, sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet vardır. Onların emekçilere karşı yasal ve meşru yükümlülüklerini azaltmak ve süreçte eritmek, gerekirse kazanılmış bir dizi hakkın yok edilmesini gerçekleştirmek sınıf egemenliği evriminde çok önemlidir.
Emperyalist kurumların ve sermayenin desteğine de sahip AKP hükümetinin bu projesi önemli bir saldırı dalgasının parçasıdır. Kıdem tazminatına yönelik saldırı tasarımı; egemen sınıfların hegemonik yapılanmasına çok yönlü hizmette bulunacak bir tasarımdır.
Yerli müfrezeden patronlar ve hükümet, bu işe ciddi ciddi soyunmuştur.
Dikkat edilirse hükümet programı yeniden yapılandırma hamlelerini; kazanılmış toplumsal hakların budanması, demokratik taleplerin susturulması, sömürünün yoğunlaştırılması ve sermaye kesimlerine rahat hareket edebilecekleri rantiye alanları açma üzerine kurmuştur. Toplumsal yaşamda anti-demokratik içerik ve uygulamalar onlar için vazgeçilmezdir, baskı ve susturma temelli baskıları yaygınlaştırma ve faşist uygulamaları tırmandırma esas alınmaktadır.
Emekçi sınıfı ve demokratik güçlerin önünde ise tarihsel sorumluluğu büyük bir mücadele süreci vardır.
Sendikalar, partiler ve sosyal-politik yapılanmalara çok önemli sorumluluklar düşüyor.
Şimdiden örneğin sendikaların “ kıdem tazminatı fonuna hayır! ” eksenli tutumları genişletmek, sahip çıkmak ve aktif mücadele için sınıf güçlerini uyanık ve diri tutmak doğru yaklaşım olacaktır.
Bu, aynı zamanda dibe vurmuş, çok gerilemiş sendikal hareket ve demokratik toplumsal muhalefetin kendine gelmesi için mücadele sahasına çıkış anlamındadır.
Emekçilerin, sendikaların, devrimci-demokratik ve sosyalist, tüm emek güçlerinin güncel yaşamda önlerine gelen hayati önemdeki bu konu, geleceğin nasıl örüleceğine ilişkinde anlayış ve tutumları da açığa çıkaracak içeriktedir.
Sermaye sınıfı ve güçleri tarafından, bir kavga ilanı yapılmıştır. Bu bir blöf ya da bir nabız yoklama değildir.
Emekçi sınıf güçleri açısından bu kavgadan geri durulmaz, durulamaz. Tarihsel ve toplumsal boyutlarıyla çok anlamlı ve önemlidir. Emekçiler dünyasının tüm unsurları olarak; birlik ve dayanışmayla; ama hepimiz üzerimize düşen sorumluluk ve görevlerimizin gereğini yapmalıyız.