Kıdem tazminatı olgusu, emek ve sermaye güçlerinin tarihsel bir kavga sahasıdır. Çalışma yaşamında önemli bir ekonomik ve demokratik hak ve mevzii anlamında, kazanan emekçiler olmuştur.
Ancak yaşadığımız süreçte Kıdem tazminatı hakkı ve maddi kazanımları saldırıya uğratılmak isteniyor.
Birçok konuda olduğu gibi Kıdem Tazminatı hakkı ve uygulamasına yönelik, “fonlaştırma” yöntemiyle içeriğini değiştirme tasarısı gündemdedir. İkinci adım ise sermaye açısından yük ve işçi sınıfına verilmiş bir taviz olan kıdem tazminatının yok edilmesidir.
Kıdem tazminatı hakkı ve uygulaması sıradan bir hak ve kazanım değildir. Sermaye güçlerinin bu önemli kazanımı yok etmeye yönelik saldırısı da kazanılmış haklara yönelik sistemli saldırıların halkalarından biri olup sıradan değerlendirilebilecek bir hak gaspı değildir.
Kıdem tazminatı ülkesel – lokal boyutu da içeren uluslararası düzlemde emperyalist-kapitalist ilişkiler çerçevesinde, sermaye güçleri açısından tahammül edilemeyen, geriletilmesi hatta yok edilmesi gözüyle bakılan bir toplumsal olgudur.
Konu, neo-liberal politikalarla ve “sosyal devlet” olgusunun yok edilmesi adımlarıyla da yakından ilişkilidir. Özellikle sadece çalışma yaşamının değil, genelde toplumsal yaşamın emperyalist-kapitalist egemen güçler lehine “esnekleştirilmesi” kapsamında ele alındığında taşlar yerine oturmakta ve gerçek anlamlar açığa çıkmaktadır. Anımsanacaktır, İMF gibi emperyalist kurumların “Easyhire-Easy fire” (Kolay Al-Kolay Çıkar) prensibiyle, programatik bir süreklilik çerçevesinde; kıdem tazminatı hakkını kaldırarak, onu da kucaklayan ve hakkı kuşa çeviren işveren yanlısı “esnek çalışma şartlarını” dayatmaları bilinen bir hikayedir.
Öz itibariyle işçi ve emekçi; çok çalışacak, karşılığında az isteyecek ve her şeye boyun eğecek, insanlıktan da çıkacak…
Dikkat edilirse emekçilerin örgütlü dirençleri olmasa, emeğini satarak geçinen herkese “asgari ücretle” çalışmak ve yaşamak layık görülmektedir. Açlık veya yoksulluk sınırını “aşan” her ücret ve sosyal haklar sistemi, sermeye egemenliğine zarardır, yüktür, dayanılmazdır sonuçta da zaten gereksizdir…
Sistemin öngördüğü kölelik koşullarında çalışma ve yaşama tasarımı; “kıdem tazminatı hakkı” nı da bir hak olmaktan çıkararak lüks olarak görmekte ve göstermektedir artık.
Kıdem tazminatı olgusu, egemenlerin ekonomik ve siyasi kurumları tarafından sürekli tartışma gündeminde tutulmaktadır. Ülkemizde ortalama üç-dört yılda bir tartışmaya açılarak onun gereksizliği, uygulama sorunları vb gerekçeleriyle geri noktalara hatta son dönemde olduğu gibi “işverene yük olduğundan fonlaştırılması gerekir” yöntemiyle, içerik ve işlevi boşaltılmaya kalkışılmaktadır. Özellikle işverenin kıdem tazminatı yükümlülükleri kaldırılarak, işçinin kolaylıkla işten çıkarılması ve dayatılan koşullarda çalıştırılmasının önü açılacaktır. Dahası “fonlaşan” kıdem tazminatı hakkı, özel sermaye şirketlerine devredilerek, kullanılacak ucuz sermaye kaynağı da üretilmiş olacaktır.
“Kıdem tazminatı birçok ülkeye göre çok yüksektir”, ”işveren açsından yük olduğundan istihdam sorunu yaratmaktadır” açıklamaları yapılırken, istenen durum aslında bu hakkın tarihin çöplüğüne gönderilmesi, hatta “fonlaştırılırsa sermayenin kullanabileceği kaynak” formatına dönüştürülmesi anlamına gelmektedir.
Toplum tartışma içerisine çekilerek konunun birçok yönü hakkında ilgili çevrelerin katkıları alınır. İMF, OECD, DB gibi emperyalist kurumların dayatmaları gündemdedir. Hatta sarı sendikalardan da alınacak “fonlaştırmanın yararlarına dikkat çekilmesi” uyarıları da aslında konuyu tepkiyle karşılayan emek güçlerinin susturulmasına yöneliktir.
Türk-İş konfederasyonunda kıdem tazminatı fonunun “tartışmaya değer görülmesi”, aslında, Türk-İşin kıdem tazminatına yönelecek saldırının grev nedeni sayılacağı” söyleminin de ne kadar boş olduğunu açığa vurmaktadır.
İstisnasız tüm sermeye güçleri ve işbirlikçileri, kıdem tazminatı hakkının “fonlaştırılması” ile parasal hakların ulaşılamayacak kadar zor yerlerde tutulmasını istemektedirler. İşin özünde bu vardır.
Sermeye güçlerinin sınıfsal iktidar bütünlüğünde bir dizi krizlerine rağmen (iktisaden ve siyaseten çok güçlü olduklarını yine de belirtmek gerekir) bu dönemde kıdem tazminatı hakkıyla işçiye hayati önemde ‘yüksek bir ödeme’ yapması, ve sosyal güvenceleri tanıması; gerçekten de çok zorlarına gitmektedir. Tahammülsüzlüklerini ise açıkça ifade ediyorlar.
Karşımızda hırslarıyla insanlıktan çıkmış, emekçilere “mezarda emeklilik” öngören egemen güçler var. “Kiralık işçilik” ve “bölgesel ücret” uygulamalarını planlayan, çalışma sürelerini uzatan ve asgari ücret ötesini kesinlikle kabullenmeyen kapitalistler için “kıdem tazminatı” gibi “gereksiz bir yük” gerçekten zor dayanılır bir olgudur.
Uluslar arası emperyalist sermaye desteğini ve resmi devlet gücünü de elinde tutan egemen sınıflar, saldırı dozunu artırmaktadır. Kürt Sorunu ve çatışmaları, Alevi ayrımcılığı, eğitim ve sağlık politikalarındaki değişim vb gündem yoğunluğu içinde dengelerin sunduğu ilk fırsatta darbe vurmaya hazırlanmaktadırlar.
Kıdem Tazminatı olgusunu; teknik düzeyde tartışmak, hesap-kitap içine girmek, ‘şöyle veya böyle olursa’ gibi sahte bir gündemle oyalanmak, kesinlikle onların güdümünde olmak anlamına geliyor. Çalışma Bakanı ağzından “hak kayıpları yoktur” derken, başka bir yerde de neleri yok edeceklerini anlatarak, emekçileri ve emek güçlerini açıktan yalanlarla uyutmaya çalışmaktadır. Bunlar elbette teşhir edilecektir.
Açıktır ve nettir. Emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinde emeğin sömürülmesi ve dayatılan çalışma ve yaşam koşulları kabullenilmez noktadadır. Kıdem tazminatı hakkı da “fonlaştırılarak” emekçinin “emekliliğin güvencesi olan 13. ücret”i başka bir şeye dönüştürülecektir.
Kıdem Tazminatına yönelik daraltma hamlesi ve “fonlaştırma planı”, özünde vahşi kapitalizm çağına dönüşü de anımsatan, emek dünyasının kazanılmış haklarını budamayı ve giderek yok etmeyi sistemleştiren tarihsel bir tasarımın önemli bir parçasıdır.
Emekçi sınıflar ve emek güçleri buna kesinlikle izin vermemelidir. Bu nedenle, egemen sınıfların bu yönelişine karşı çıkanların sağlayacakları mücadele birlikteliği, bu kavgada çok önemli bir mevzi anlamındadır.
Parçalı tutumlar içinde olsalar da, KESK, DİSK ve TÜRK-İŞ’ teki birçok sendika ve meslek örgütlerinin deklare ettikleri anlayış ve tutumları, aynı kanalda toplamak gibi tarihsel bir sorumluluk herkesin omuzlarındadır. Sendikaların mücadele birliği; sınıf gücünün değişik ve yeni örgütlülüklere yönelmesinin de önünü açabilecek, bu konuda olumlu yaklaşımlar içinde olanların bir araya gelmelerini de hızlandıracaktır. Buna ihtiyaç olduğu, hepimiz tarafından gayet iyi bilinmektedir.
Emek dünyasını oluşturan diğer asli bir unsurun, yani politik yapıların da örneğin “kıdem tazminatı” eksenli birlikteliklerle sınıfın ekonomik-sendikal yapılarıyla birlikte talepler üreterek ortak duruşlar geliştirmesine çok değer verilmelidir. Bu konuda geri/atıl duruşlardan kurtulma zamanı da gelmiştir.
Günceldeki tartışma ve önerilerde bu durumun algılandığı ancak pratik eksiklikler yaşandığı da bir gerçekliktir.
Sözün özü; tüm emek güçleri birlikle ve birlikte direnmenin ve kazanımlara ulaşmanın zeminlerini-araçlarını üretmek zorundadırlar. Kazanılmış demokratik haklara yönelik saldırılara karşı, bütünlüklü yaklaşımlar kaçınılmazdır. Bu tarihsel kavgada, emekten yana her kesime önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir.
Ülkemiz ezilen ve sömürülen emekçileri, kelimenin içerdiği en geniş anlamıyla bir demokrasi mücadelesi sınavındadır.
Demokratik hak ve özgürlüklerimiz için, bugüne ve yarına ait umutlarımız için, başarma inanç ve kararlılığıyla mücadeleyi yükseltme zamanıdır.
Emek.org.tr / Eylül 2012