Egemenlerin ve AKP iktidarının Taksim yasağına karşın 1 Mayıs’ta emek ve melek örgütlerinin Taksim ısrarı devam ediyor. Bu mücadele günlerinde ücretli kölelik düzenini yıkarak yerine özgür ülke ve insanca bir yaşam isteyenler ile sömürü düzeninin devamını isteyenler arasındaki safları daha da netleştiriyor.
Bizde 1 Mayıs’ta Taksim kararı veren dört konfederasyona bağlı sendikalardan DİSK Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ile bir röportaj gerçekleştirdik. İşçi ve emekçilerin mücadele günü dolayısıyla örgütlenme çalışmalarını, taşeron düzenine ve son yasaya bakışlarını, sendikal haklara yönelik saldırılar ve sendikalaşma önündeki engelleri, sendikalar hareketin gerilemesini, işçi direnişleriyle dayanışmayı, uluslararası sendikal mücadeleyi, alan yasaklarını ve 1 Mayıs’ta Taksim kararını sorduk.
Taşımacılık işkoluna geçilmesiyle birlikte Nakliyat-İş olarak örgütlenme çalışmalarınız ne durumda?
Son birkaç yıldan beri, özellikle 6356 sayılı sendikalar ve TİS kanunundan sonra, sendikal örgütlenmeler önünde ciddi engeller konuldu. İş kolu barajı en bariz örnektir bu duruma. Geçmiş dönemden farklı olarak, aktif sigortalıların esas alınacağı farklı bir düzenleme içerisinde olunduğu için, bizim sendika olarak daha önce %10 barajını aşıyorken yeni yasada işkolu barajı sorunuyla karşı karşıya kaldık.
Bakanlık, mahkemelerin vermiş olduğu kararları da uygulamıyor. Bakanlık tamamen keyfi bir şekilde hareket ediyor.
Bizim önümüzdeki dönemde, yani yasa çıktıktan sonra ki dönemde, örgütlenme ve üye sayısında artışın belli düzeye ulaşması bizim için daha önemli bir hale geldi. Geçtiğimiz yıl kargo şirketlerinde çalışan işçilere yönelik bir kampanyamız oldu. Özellikle Yurtiçi Kargo, MNG Kargo başta olmak üzere çeşitli kargolarda örgütlenme çalışmaları başlattık. İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya’da örgütlenme çalışmalarımıza tekabül eden bildiriler dağıttık.
Geçen yıl aylarca devam eden Yurtiçi Kargo ve MNG Kargo’da direnişlerimiz oldu. Ayrıca Fransız Konsolosluğu’nu işgal eylemi yaptık. Bu işgal eyleminden dolayı yargılama hala devam ediyor. Şu an devam eden fiili bir direnişimiz yok fakat örgütlenme çalışmalarımız sürüyor… Son zamanlarda ise, PTT çalışanlarına yönelik örgütlenme çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Haber-İş Sendikası’nın işveren yanlısı politikalarına karşı da orada mücadele ediyoruz.
Taşeron düzeni ve özellikle AKP iktidarının “taşeron yasasına” dair görüşleriniz nelerdir?
Hükümetin somut bir adımı yok bu konuda. Tartışılan düzenlemeler var. Yani net bir taşeron taslağı yok. Başbakan’ın kısa açıklamaları var. Kamu sektöründe çalışan taşeron işçilerin kadroya alınması gibi…
Aslında burada yapılması istenen şey şu; sendikasız, örgütsüz, esnek bir çalışma modelini yürürlüğe koymak.
Çalışma Bakanlığı’nın yaptığı açıklamalar da bu yöndedir. Artık Kamu’da asli işler taşeron işçilerine yaptırılıyor. İş yasalarına aykırı hareket ediliyor. Çünkü asıl iş taşerona devredilemez. Çıkarılmak istenen yeni yasa ile asıl işveren olgusunun ortadan kaldırılıp taşeron sistemin daha baskın ve geri bir hal alması isteniyor. Bu sayede işveren mali yük altından kalkmış olacak. Yani tazminatsız, sosyal haklardan yoksun ve esnek bir çalışma biçimi yürürlüğe koyulmak isteniyor.
4857 sayılı iş kanununa göre işçilerin kıdem tazminatı hakkı var, yıllık ücretli izin hakları var, aslında tüm haklar diğer taşeron işçileri için de var. Ama 6 aylık ihale veriliyor taşeron şirketlere, 6 ayın sonunda farklı bir şirket ihaleyi aldığında işçilere yıllık izinlerini vermiyor. Bu sayede yıllık ücretli izinler de, kıdem tazminatı da tartışmalı bir durum haline gelmiş oluyor. Bu durum aslında AKP iktidarının işçiye bakış açısını gösteriyor.
Sendikal haklara yönelik saldırılar ve sendikalaşmanın önündeki engeller konusunda görüşleriniz ve bu konuda sendikalara ve meslek örgütlerine yönelik eleştirileriniz var mı?
Taşeron sistemin bugün yaygınlaşmasının nedenlerinden birisi de mevcut sendikal harekettir.
Zaten sermaye sınıfının ve AKP’nin isteği dikensiz gül bahçesi yaratmaktır. Yani sendikalar artık bir mücadele aracı olmaktan çıkıp, kendisini koruyan, iç yapısında koltuk derdi olan kurumlar haline geliyor. Taşeron şirketlerin hakim olduğu bölgelerde örgütlenmeyi gündemlerine almıyor.
Örneğin; İzmir’de belediyede çalışan 5000-6000 kişilik taşeron işçileri sendikasız çalışmaktadır. O bölgede Belediye-İş hakim olmasına rağmen işçiler sendikasız ve güvencesiz bir şekilde çalışıyor. Yani toparlarsak, taşeron sistem ve örgütsüzlük bunun yanında örgütsüzlüğün iş yerlerinde örgütlenmesi AKP’nin ve sermaye sınıfının bilinçli bir tercihidir.
Diğer taraftan, sendikaların yaptığı çalışmalar da yeterli değildir. Örgütlenme çalışmaları her şeyden önce istikrarlı bir şekilde mücadeleyi gerektirir. Bugün baktığımızda Türkiye’deki egemen sendikal anlayış, kendisini sınırlayan sarı sendikacı bir anlayıştır. Bu anlayış kendisini devrimci sendikal anlayış ile yenilemelidir. Bu da ancak fiili ve meşru mücadele yolundan geçer. Sendikalar ancak bu şekilde ayakta kalabilir.
Sendikal örgütlenme ve mücadele konusunda, günümüzde yaşanan gerilemelere karşı ne yapılabilir?
İşverenlerden bağımsız bir sınıf hareketinin gelişebilmesi, devrimci ve sosyalist güçlerin sınıfla bağlarının güçlü olmasıyla doğru orantılıdır. Yani devrimci hareketler ne kadar sınıf içerisinde etki yaratabilirlerse, bağımsız bir sınıf hareketinin de önünü açmış olurlar.
Şu anda sendikalar sınıfa yabancılaşmış durumdadır. Bunun da en önemli nedenlerinden biri sınıfın sendikayı kendi dışında bir kurum gibi görmesidir. Sınıf ve sendika arasındaki yabancılaşmayı kırmanın iki yolu vardır . İlki; sendika yöneticilerinin maaşlarının ortalama işçi ücretine indirilmesi, İkincisi; sendika aidatlarının elden toplanmasıdır. Fiili ve meşru mücadele önündeki yabancılaşma olgusu ancak bu tip yöntemlerle kırılabilir.
Bilindiği gibi yasalarda dayanışma grevi yasaktır. Ancak hakları için direnişe geçen işçilerle ve sendikalarla, dayanışma içinde olunması tutumu da vazgeçilmez bir olgudur. Direnişte olan diğer yerlerle nasıl bir dayanışma içindesiniz, bunu yeterli buluyor musunuz? Başka neler yapılabilir?
Türkiye’de direnişte olan yerler şu an kendi başına kalmış durumdadır. Yani burada bir yalnızlaşma söz konusu. Yapılan dayanışmalar bu bağlam bakıldığında sınırlı oluyor. Daha çok ziyaret havası taşıyor.
Son zamanlarda Yatağan İşçileri, militan bir şekilde özelleştirmeler karşısında mücadele veriyor. Fakat konfederasyonlar bu mücadele karşısında etkili bir dayanışma eylemi örgütleyemiyor. Bu durum birazda sendikal hareketin sınıfla ne kadar ilişki kurduğuyla ilgili bir şey.
İşçi sınıfının uluslar arası dayanışması ve örgütlenmesi konusuna nasıl bakıyorsunuz?
Sınıf hareketi ve sınıfın sendikal mücadelesinde Türkiye’de bir takım ayrımlar varsa, dünya çapında da aynı şekilde var. Sendikal mücadeleyi sömürüyü ortadan kaldırmak, ücretli köleliğin ortadan kaldırma mücadelesinin bir parçası olarak düşünmek gerekiyor. Bu düşüncenin dışında yapılan sendikacılığa sarı sendikacılık demek gerekiyor.
Dünya Sendikacılık Federasyonu, DSF, ücretli köleliğin ortadan kaldırılması noktasında dünya çapında örgütlenen, Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte güç kaybeden ama özellikle Latin Amerika ve Hindistan’da ücretli köleliğin kaldırılması noktasında bir sendikal anlayışı var. Bu sendikal hareketin dışında Avrupa sendikal hareketi ve diğer sendikal hareketler aslında kapitalizmin sonuçları ve sınırlarıyla kendisini sınırlayan bir mücadele anlayışı var.
Diğer taraftan taşımacılık ve metal işkolunda örnekler olduğu gibi uluslararası şirketin Türkiye’deki bir işletmesinde örgütlenme çalışmasına başlandığında uluslararası sendikal hareket ile dayanışarak, dayanışma eylemleri örgütleyerek bir sendikal örgütlenme gerçekleştiriliyor. Bu önemli bir olgudur. Fakat her şeyi de buna bağlamamak gerekir. Kendi gücüne ve iradesine dayanan, kendi meşruluğundan gücünü alan bağımsız örgütlenmeyi temel almak gerekir.
Sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da önemli gerilemeler var. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, işsizlik sigortası ve fonlarının sınırlandırılması, sosyal aklarının budanması… Eski Avrupa koşulları olmadığı gibi, sendikalar da eski hallerinde değiller.
1 Mayıs kutlama alanlarına yönelik hükümetin ısrarlı bir yasak uygulama politikaları var. Taksim, Kadıköy meydanları veya diğer şehirlerde de yasaklar hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce meydanlar üzerinde yapılan yoğun tartışma ve kavgalar neden önemlidir?
AKP iktidarı özellikle son gezi isyanıyla beraber alanlardan daha bir korkar hale geldi. Geçen sene de 1 Mayıs’ta Taksim’i kapattı ancak Gezi isyanında kazanıldı. 2014’de Taksim yasaklanmasının ardında duran sebepte Gezi isyanıdır. Taksim’in işçi sınıfının tarihsel mücadelesinden gelen tarihsel bir önemi olduğu için Taksim’de olmak gerekir. 1 Mayıs’ta Taksim’de, aynı şekilde Ankara’da Kızılay’da mücadele etmek gerekiyor.
Biz Nakliyat-İş olarak, İşçi sınıfının zulme ve sömürüye karşı, emperyalizme karşı bir isyanın haykırıldığı bir alan olduğu için, 77’de kontrgerilla provokasyonuyla katledilen 37 işçi ve emekçi arkadaşımızı anmak için 1 Mayıs’ta Taksim’de olacağız.
Taksim’deki yasağı kırmak, işçi sınıfının örgütlenmesi önündeki engellerinde kaldırılması açısından da ayrıca önemli olduğunu düşünüyoruz.
İlginiz ve yanıtlarınız için teşekkür ederiz.