Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısız ile kıdem tazminatının gaspı üzerine

Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısız ile kıdem tazminatının gaspı üzerine konuştuk… “Sendikalar tüm sınıfın çıkarlarını savunmalı” Yüzbinlerce işçinin toplu sözleşme hakkının gasp edildiği bir süreçte, sermaye hükümeti AKP ve sermaye örgütleri işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına el uzatıyor. Kıdem tazminatının fona devri, işçi ve emekçiler için büyük hak kayıplarına yol açacak. DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası […]

Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısız ile kıdem tazminatının gaspı üzerine konuştuk…

“Sendikalar tüm sınıfın çıkarlarını savunmalı”

Yüzbinlerce işçinin toplu sözleşme hakkının gasp edildiği bir süreçte, sermaye hükümeti AKP ve sermaye örgütleri işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına el uzatıyor. Kıdem tazminatının fona devri, işçi ve emekçiler için büyük hak kayıplarına yol açacak. DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası Toplu İş Sözleşmesi (TİS) Uzmanı İrfan Kaygısız, fona devrin işçiler açısından yol açacağı somut sonuçları ve sermayenin saldırılarına karşı yürütülmesi gereken mücadeleyi gazetemize değerlendirdi.

– Kıdem tazminatının fona devri ve gaspı uzunca bir süredir hükümet ve sermaye örgütlerinin gündeminde. Fona devir, işçi sınıfı ve emekçiler açısından nasıl somut sonuçlar yaratacak?

– Kıdem tazminatının fona devri üç ana çerçevede sonuç yaratacak. Bu sonuçlardan biri, kıdem tazminatından alınan gelirin azalması olacak. Bunu da iki temel yöntemle yapıyorlar. Birincisi, şu anda bir işçi 12 ay çalışıyor ve karşılığında 1 ay kıdem tazminatı alıyor. Bunun işverene maliyeti yüzde 8,33’e denk geliyor. Yüzde 8,33’ü yeni düzenlemeyle yüzde 4’e düşürüyorlar. Sermayenin burada 4,3’lük bir kârı var. İşçinin kayıplarından başladığımızda birinci aşamada yüzde 52 kaybı var. İşçinin ikinci bir kaybı daha var. İş Kanunu, “Kıdem tazminatı hesabında ücrete ilaveten işçiye sağlanmış olan para ve para ile ölçülmesi mümkün akdi ve kanundan doğan menfaatler de göz önünde tutulur” diyor. Bu ne demek? İşçi, yararlandığı hakların karşılığını her zaman para olarak alamayabiliyor. Bazı konularda da parasal olarak değil ayni olarak yararlanıyor. Bir de, işçinin parasal olarak karşılığını almadığı ama yararlandığı hemen hemen tüm işçiler için geçerli olan yol ve yemek ücretleri var. İşçi öğlen yemek yiyor, sabah-akşam da evine gitmek için servise biniyor. Bunların, parasal karşılığı işçinin kıdem tazminatı hesabına dahil ediliyor. Yeni sistemde, kıdem tazminatı karşılığı fona yapılacak kesinti prime esas kazanç üzerinden yatırılacağı (bordroda gözüken para üzerinden) için yol ve yemek gibi konular ya da işçi erzak, kömür gibi yardımlar alıyorsa bu yardımların parasal karşılığı kıdem tazminatı hesabında yer almayacak. Dolayısıyla bu iki yöntemle işçinin geliri azalıyor. Sadece yol ve yemek üzerinden bakıldığında bugün asgari ücretli bir işçinin, yediği yemeğin bedeli 4 TL, gittiği yolun bedeli ise 3 TL olarak hesaplanırsa kıdem tazminatı içerisindeki payı yüzde 16 olur. Bu tutar oldukça önemli. Bu nedenle, yüzde 52 oranında, 8,33’ten 4’e düşürülmesi nedeniyle kaybı var. Ama bunun dışında bir de bu hesaplama yöntemi nedeniyle kaybı var. Sonuç olarak, işçinin alacağı para yaklaşık olarak üçte bire düşüyor.

“Ölüm ve emeklilikte tazminat alınabilecek”

İkincisi ise, yeni sistemle birlikte kıdem tazminatından yararlanma koşulları değişiyor. Bugün itibariyle işçi 20’yi aşkın nedenle kıdem tazminatından yararlanabiliyor. Kıdem tazminatı, yalnızca işten atılması veya ölüm, emeklilik, kadın işçinin evlenmesi gibi çok bilinen nedenlerin dışında işçinin ücretinin düzenli ödenmemesi, işçinin tacize uğraması, patronların işçinin çalışma koşullarını işçinin aleyhine değiştirmesi gibi nedenlerle işçinin kıdem tazminatı alabilmesinin koşulları kaldırılıyor. İşçinin kıdem tazminatının tümünü alabilmesi iki koşula bağlanıyor: Ölüm ve emeklilik.

Bunun dışında, işçinin, parasının bir miktarını almasına dair düzenlemeler var. İşçi, 15 yıl ve 3600 işgününü tamamlarsa fonda biriken parasının yarısını alacak. Kalanın yarısını ise 5 bin işgünü çalıştıktan sonra alabilecek. Örneğin işçinin 100 lira kıdem tazminatı birikmişse ve 15 yıl 3600 işgününü doldurmuşsa işçi bu paranın 50 lirasını alabilecek. Kalan 50 lirasının yarısını ise 5 bin işgünü çalıştıktan sonra alabilecek. Tümünü ise ölüm ya da emeklilikte alacak.

Basında konut tartışmaları da yapılıyor. Bu tartışmalar komik ve yeni uygulamayı kamuoyunda meşrulaştırma amacıyla yapılan bir tartışmalardır. Kıdem tazminatının yarısını alan işçinin ne ev alması ne de bunu bankaya gösterip de karşılığ

ında kredi alması mümkün. Bu akıl MÜSİAD’ın aklıdır. MÜSİAD 1997 yılında “Kıdem Tazminatı Fonu Bir Model Önerisi” diye bir kitap çıkardı. O kitabı daha sonra, Çalışma Bakanı kendilerini ziyaret ettiğinde ona verdi. Orada, fon önerisinde bulunulduğunda işçilerin biriken paranın yüzde 40’ını konut ya da kooperatife üye olduklarında almaları, yüzde 10’unu da araba alınca almaları söylenmişti. Buradaki amaç da işçilerin birikimlerinin başka bir araçla sermayeye yeniden transferinin hedeflenmesiydi.

“İşten çıkarmalar kolaylaşacak”

Parasal gelir azaltma ve çalışma koşullarındaki değişiklikler dışında kıdem tazminatının fona devrinin iki temel fonksiyonu daha var. Biri, çalışma koşullarını düzenleyici fonksiyonu, diğeri ise işten çıkarmayı kolaylaştırıcı fonksiyonudur. Kıdem tazminatı için tam bir iş güvencesi denilemez ama işten çıkarmayı zorlaştırıcı bir yanı var. Toplu çıkışlarda, işyeri kapamalarının ya da taşınmalarının söz konusu olduğu durumlarda kıdem tazminatı bunu engelleyen ciddi bir işlev görüyor. Yüzlerce işçiyi işten çıkartacaksınız ve bunların bütün birikimlerini yasa gereği bir anda ve nakit olarak ödeyeceksiniz. İşverenler kolay kolay büyük bir nakit parayı ödememek ve bunu başka bir şekilde kullanmak amacıyla bundan vazgeçebiliyorlar ya da çıkarılacak işçi sayısını azaltabiliyorlar. Yeni durumda bu baskı ve engel ortadan kalkacağı için işten çıkarmalar çok kolay olacak. Patron, yüksek ücretli gördüğü işçiyi hemen işten çıkartabilecek ve yerine düşük ücretliyi alabilecek. Üretim sürecindeki denetim tümüyle sermayenin eline geçecek. Bu yüzden, kıdem tazminatının fona devri sadece parasal bir kayıp yaratmıyor, iş güvencesi açısından da olumsuz bir etkide bulunuyor.

Bir başka etkisi de, kıdem tazminatının işyerindeki esnekliği engelleyici fonksiyonu olmasıdır. İş Kanunu’nda çalışma koşullarıyla ilgili esaslı değişiklikler olursa işçi kıdem tazminatını alıp ayrılma hakkına sahip. Ancak yeni durumda kıdem tazminatı baskısı da ortadan kalkacağı için işveren istediği işçiyi, istediği yerde, istediği zamanda, istediği bölümde çalıştırabilecek. İşçi istemese bile yapabileceği hiçbir şey yok. Çıkıp evine geri dönecek. Ya da işveren üzerindeki “Bu işçilerin ayrılma hakkı var. Paraları düzenli ödeyeyim” baskısı da ortadan kalkacak. İşveren, ücretleri düzenli olarak ödemeyebilecek, istediği zaman verecek istemediği zaman vermeyecek. İşçiye, “begenmiyorsan çık git” diyecek.

“Çalışma koşulları güvencesiz hale geliyor”

İşyerinde sermayenin inisiyatifini çok güçlendiren, çalışma koşullarını istediği gibi ve tek taraflı düzenleyen bir durum var. Çalışma koşullarını daha güvencesiz bir hale getiriyor. Pratikte bunun ne kadar mümkün olduğu başka bir tartışma ama örgütlü, sendikalı işyerlerinde bu fonksiyon kullanılan bir fonksiyondur. Örgütsüz işyerleri açısından bakıldığında işçi “zaten ben bu hakkımı ne kadar kullanıyorum” diyebilir ama hukuksal kazanım ortadan kaldırılmak isteniyor. Örgütsüz işçiler açısından, bu hakkı kullanma iradesini ortadan kaldırıyor. Bu yüzden örgütsüz işçiler, “bu hakkımızı zaten kullanmıyoruz” dememeliler. Çünkü bu bütün alanlardaki güvencesizleştirme girişimlerinin parçası haline gelecek. Gelir azaltma, işten çıkarmanın kolaylaşması, çalışma koşullarının işçinin aleyhine düzenlenmesine kolaylık sağlaması bakımından kıdem tazminatı önemli bir işlev görüyor. Kıdem tazminatının içeriğine dair söylenen ve yeni olan şeylerden biri, işçi hesabındaki parayı görebilecek, ancak buna dair bir belge istediğinde bunun için ek para ödeyecek. İşçinin ilk defa kıdem tazminatının nemasından (gelirinden) vergi kesilecek. Bu da yeni uygulanan sistemlerden biridir. Hükümetin, üzerinde çalışıyoruz dediği bir ‘Avusturya modeli’ vardı. Benzer bir şey bu modelde de var.

Fon uygulamasından, işverenin parayı yatıracağı söyleniyor. Peki, yatırmazsa ne yapılacak? Hiçbir şey. Şu anda, patronlar parayı yatırmıyor, işçiler mağdur oluyor deniyor. Yeni sistemde patron parayı yatırmazsa yine hiçbir yaptırımı yok. Dün ödemeyen patron, bugün de ödememe hakkına sahip. İşçi, para fona yatırılırsa görecek, ama ya yatırmazsa? Dava açılacak.

Eskiden, kıdem tazminatı toplu alındığında bir sorun yaşanırsa dava açılabiliyordu. Şimdi, hesabına para yatmamışsa gidip işverene sürekli dava mı açacaksın? Her ay dava açmanın maliyeti 600-700 TL. Bir dönem kıdem tazminatını fona devretme gerekçelerinden biri olarak, açılan davaların çokluğundan bahsediyorlardı. Mahkemelerin iş yükünün çok arttığından ve fon oluşturulmasıyla davaların azalacağından bahsediliyordu. Şimdi ise tam tersi olacak.

Sermaye cephesi açısından bakıldığında, 8,33’lük payı yüzde 4’e düşürüyor dedik ama patronların İşsizlik Sigortası Fonu’na ödediği yüzde 2’yi de binde beşe düşürüyor. Dolayısıyla patronlar açısından bakıldığında 4,33’lük primi düşürerek, yüzde 1,5 işsizlik sigortası payını kesmeyerek var, ayni hakların kıdem tazminatı içerisinde yer almaması nedeniyle yaklaşık yüzde 1’lik bir “katkı” var. Toplamda bakıldığında herhangi bir patron, dün ödediğinin yüzde 10-15’i bir para ödeyecek. Patrona maliyeti 100 liradan 15 liraya düşecek. İşçinin alacağı para üçte bir oranında azalacak ama sermaye ve patronun bu işten kârı yüzde 85 belki de 90 oranında artacak.

Devlet bir uyanıklık daha yaptı. Kendisi de İşsizlik Sigortası Fonu’na yüzde 1 öderken kendi payını da yarı yarıya düşürdü. Bir taşla iki kuş vuruldu. İşsizlik Sigortası Fonu’na, yüzde 2 işveren, yüzde 1 devlet, yüzde 1 işçi olmak üzere toplam yüzde 4’lük kesinti yapılırken işçinin kesinti payında değişiklik yapılmadı. Devletin ödediği yüzde bir yarıya düşürüldü. İşverenin ödediği yüzde 2’den binde 5’e düşürüldü. İşsizlik Sigortası’nda biriken para da yarıya düşürülmüş oldu. Sermayedarlar buradan da bir kazanç elde etmiş durumdalar.

“Medya eliyle bu umut pompalanıyor”

– Medyada her gün kıdem tazminatıyla ilgili haberler yer alıyor. Bu haberlerle yapılan bombardıman neye hizmet ediyor?

– İşçilerin önemli bir kısmı kıdem tazminatı hakkından yararlanamıyor. İşçilerde şu anda, belki yararlanabilirim umudu var. Şu anda medya eliyle bu umut pompalanıyor. Bugün itibariyle kıdem tazminatı alamayan işçi “ya tazminat alırsam” diye bakıyor. “Bir ay bile çalışsam para yatacakmış. O fondan parayı alabilecekmişim” diye bakıyor. Bizim, onun bu umudunun gerçek olmadığını anlatmamız gerekiyor. O hesapta bir miktar para olacak ama o işçi o hesaba uzanamayacak. Bir cam fanusun arkasındaki bir para olacak ve asla o paraya ulaşamayacak. Dolayısıyla işçiler sermaye cephesi ve onun medyasından besleniyorlar. Medya bile ilk birkaç günkü söylemlerini daha sonra değiştirmek zorunda kaldı. İşçinin aleyhine de olan şeylerden söz etmeye başladılar. Çünkü tablo çok açık. İstediği kadar üstü örtülmek istensin hak gaspları ve kayıplarının bu kadar açık olduğu bir durumun üstünü çok fazla örtemezsiniz. Bakanların tepki göstermesinin nedeni, tasarının gerçek yüzünün ortaya çıkmasıdır. Tasarının meşruiyeti sorgulanır hale geldiği için kaygılandılar ve bu tartışmayı kapatmak istediler.

– Tam da bu dönemde TİS hakkını gasp eden uygulamalar gündemde. Sermayenin saldırı planları ve Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nın gündemde bulunması arasındaki ilişki nedir?

2009 yılında, 2821 ve 2822 sayılı yasalarda bir değişiklik gündemdeydi. Bu süreçte TİSK Başkanı bir açıklama yaptı. “Endüstriyel ilişkiler sistemi bir bütündür. Sendika kanunlarında yapılacak değişiklikle iş kanunlarında yapılacak değişiklikler eşzamanlı olarak ele alınmalıdır” dedi. İş Kanunu’nda yapılacak değişikliklerden kastettiği şey bir kısmı kıdem tazminatı bir kısmı da güvencesizleştirme biçimleridir. Birincisi, böyle özel bir durum var. İkinci olarak ise, bu tartışmaların yapıldığı ve yoğunlaştığı sürece baktığımızda iktisadi krizin göstergelerinin başladığı ve yoğunlaşma potansiyeli taşıyan bir dönemde gündeme geldiğini görüyoruz. Özellikle Avrupa’da devlet iflaslarının gündemde olduğu, bunun Türkiye’ye yansıma potansiyelinin de yüksek olduğu bir dönemde sendikal haklar ve işçilerin sermaye üzerindeki maliyetlerini hafifletme tartışmaları yapıyoruz. Yakın dönemde görülmediği kadar, sendikal hakların toplamına bir saldırı var. Bunun biri grev yasaklarıdır. Grev yasakları tartışması sadece Türkiye’de ve THY’de yok. İMKB’de de grevi yasaklayan tasarı var ve bunlar tekil örnekler olarak ele alınmamalı. Bu durumu, sermayenin dünya genelindeki yönelimiyle birlikte ele alarak düşünmeliyiz. Somut göstergesi ise geçtiğimiz Haziran ayında Cenevre’de yapılan ILO Konferansı’dır. ILO’da ilk defa, grev hakkı konusundaki ihlaller tartışma dışı bırakıldı. ILO; işçi, işveren ve hükümetten oluşan üçlü bir yapı ve bir konunun konuşulması için bir mutabakatın sağlanması gerekiyor. İşverenler “geleneksel sosyal diyalog ve mutabakatı” ilk defa bozdular. “Uzmanlar komitesinin grev hakkına dair bir yorumunu kabul etmiyoruz” dediler. 87 sayılı sözleşmede grev hakkı yoktur. Uzmanlar Komitesi bunu yorumlayıp çeşitli ülkelerde grev hakkı ihlal ediliyor diyemezler. Grev tartışması temel sendikal haklardan değildir. “Bunu burada tartıştırmayız” dediler ve “başarı” elde ettiler. “Kara liste” diye nitelendirilen ve çeşitli ülkelerin kınandığı kınama paragrafı da grev hakkı tartışmasıyla beraber devre dışı bırakıldı. Niye şimdi? Dünya ölçeğinde kriz tartışmalarının olduğu bir dönemde yapıyorlar. Sendikal hakların toplam saldırının dünya ve Türkiye ölçeğine yansımalarıdır bunlar. Sermaye üzerindeki “maliyetin” azaltılması gibi büyük bir projenin çeşitli alt ayaklarıdır. ILO’daki bir genel söylem, Türk Hava Yolları grevi, İMKB’deki grev yasağı taslağı çalışmalarını bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Bakanların bu konuda açıklamaları var. “Stratejik sektörlerde grev yapılmamalı” deniyor. THY’deki gerekçelerden biri buydu. ‘Stratejik sektör’ kavramı ekonomiyle ilgili bütün alanlar olabilir. Bu yavaş yavaş sendikal hakların tasfiyesidir. Bunların, kriz döneminde yapıldığına dikkat etmek gerekiyor. 2821-2822’ye ilişkin değişiklik tasarısının, yani Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı Bakanlar Kurulu’na sunulduğunda ekonomiden sorumlu bakanlar bu tasarıya karşı çıkmışlardı. Özellikle işkolu barajına itiraz etmişlerdi. Bu tasarıyla toplu sözleşme yapmanın kolaylaştığını söylüyorlardı. Kriz tartışmalarının yoğunlaştığı bir süreçte işçilik maliyetleri artar. Biz bu nedenle tasarıyı olumlu karşılamayız” demişlerdi. İşkolu barajı Bakanlar Kurulu’na binde 5 olarak sunulduktan sonra yüzde 3 olarak çıkmıştı.

“Güvencesizleştirme biçimleri gündeme gelecek”

Bu nedenle sendikal haklar, bir bütün olarak Toplu İş İlişkileri Kanunu, grev yasakları, kıdem tazminatı tartışması ve bunun arkasından UİS kapsamındaki çeşitli güvencesizleştirme biçimleri (kiralık işçilik, taşeronlaşma önündeki sınırların kaldırılması) gündeme gelecek. Hükümet bunun pazarlığını bir bütün olarak yapıyor ama hukuki düzenlemeyi parça parça yapıyor. Hepsini birden yaptığında alacağı tepkiden çekindiği için böyle yapıyor. Zaten Çalışma Bakanı bunu söylüyor. Kıdem tazminatı fon tasarısına ilişkin tepki gösterilirken niye sızdırıldı dendiğinde, emekçi karşıtı ilan edilmekten rahatsızlık duyduğunu söylüyor. Sendikalarla fiilen toplu sözleşme yapılamadığını, bir tarafta kıdem tazminatı olduğunu ve böyle bir tabloda sızdırılmasına o yüzden tepki gösteriyor. Sendikal hakların fiilen askıya alındığı bir dönemde bir de üzerine işçinin gelirine el koyduğun zaman işçi tepki gösterir. Eşzamanlı olarak bütün sektörler, bütün sendikalar ve güvencesizler dahil olmak üzere işçi sınıfı hareketinin görünür olmasından çekiniyor. Bu yüzden, hakların tasfiyesi parça parça yapılmaya çalışılıyor.

“Sendikalar tüm sınıfın çıkarlarını savunmak durumunda”

– Mevcut durumda, saldırı püskürtmek nasıl mümkün olur?

Sendikalar açısından bakılırsa böyle bir dönemde talebin sendika üyeleriyle sınırlı olması demek, kendisi dışındaki işçi kitlesini görmezden gelmek ve onların haklarını korumamak demektir. Sendikalar bu yaklaşıma taktik olarak baksalar bile bu taktik yanlıştır. Sınıfın büyük kesimini, küçük bir örgütlü azınlıkla karşı karşıya getirmektir. Bu durum, hükümetin tasarısını da meşrulaştırır. Sendikal hareket tepki gösterirken sadece geçmiş kazanımları koruma üzerinden tepki gösteremez, göstermemeli. Dar, kendi çıkarları açısından baksa bile böyle yapmamalı. Bırakın, sınıfın çıkarlarını koruma perspektifini kendi üyesinin hakkını koruması bile sınıfın bütün kesimlerinin hakkını korumasından geçer. Elbette ki işçilerin önemli bir kesimi kıdem tazminatı alamıyor. Hükümetin dediği gibi 7-8’lik dilim değil. Bu konuda bir araştırma zaten yok. Eğer böyle bir araştırma olsaydı bakanlar da üç farklı rakam kullanmazlardı. Bu da kamuoyunu yanıltma ve meşruiyet sağlama açısından söylenen bir şey. Elimizde tam bir sayı yok ama yararlanan sayısının bunun birkaç katı olduğunu tahmin edebiliriz. Diğer büyük kesim kıdem tazminatından yararlanabiliyor mu? Yararlanamıyor. Sendikal hareket bugün itibariyle bu büyük kesimin çıkarlarını da savunmak durumunda. Onlara dair bir talepte bulunmazsa, sadece mevcudu koruma refleksiyle hareket ederse bunu koruması çok zordur. Öncelikle onları da kendi saflarına katmak zorunda. Dolayısıyla, bugün alamayanı da alabilir duruma getirmek için önerilerde bulunmalı. Kıdem tazminatı işçinin hakkıysa ve onun ücretinin bir parçasıysa, ödemesi sonraya bırakılmışsa, işçinin her koşulda kıdem tazminatını alma hakkını savunmalıdır. Bu yüzden savunmacı pozisyondan kurtulmak zorunda. 

“İşçiler örgütlerine baskı yapmalı”

– Türk-İş ve DİSK’in “kıdem tazminatına dokunulması genel grev nedenidir” açıklamaları var. Mevcut durumda bu iddiaların hayata geçirilmesi mümkün mü?

Bu açıklamaların bir söylem olmaktan çıkıp içinin doldurulması lazım. Bu konuda çok umutlu değilim. Türk-İş’ten bir yöneticinin yakın tarihte yaptığı konuşmada “Bakan hak kaybı yok diyorsa biz ona inanmak zorundayız” dediğini duyduk. Türk-İş yöneticilerinin, zaman zaman genel grev kararına atıfta bulunmaları önemli ama yetmez. Bu kararların hayata geçirilmesi için Türk-İş üyesi işçilerin de bu talebi sahip çıkması, örgütlerini her düzeyde baskılandırmasına ihtiyaç var. Üyesi temsilcisine, temsilcisi şubesine, şubesi genel merkezine, merkezi ise konfederasyonu baskı yapmak durumunda. Aşağıdan bir baskı söz konusu olmazsa, sadece yukarının sınırlı sayıdaki sendika yöneticisinin niyetiyle bir genel mücadele ve onun bir parçası olarak genel grev inandırıcı olmaz. Böyle bir durumda, biçimsel bir şey yapılmış olur. “Engellenemeyen” ama gereğinin yapıldığı ifade edilen bir tablo ortaya çıkar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

İlgini çekebilecek diğer içerikler