Arkeolojide taşeronlaştırma sorunları – Funda Genç

1980’lerden itibaren ülkemizde ve dünyada giderek yaygınlaşan taşeronlaşma hız kesmeden kanserli bir hücre gibi yasalarla varlığını sürdürmeye devam etmektedir.Güvencesiz ve sağlıksız, esnek çalışma koşullarını dayattığı gibi taşeron işçilik işçinin hem tazminatlar, maaşlar gibi somut haklarını çeşitli yollar ile ihlal etmekte hem de hakkını aramasının önüne geçerek, sendikalaşmayı, toplu iş sözleşmelerini, kısacası örgütlenmesini ortadan kaldırmaktadır. Bu […]

1980’lerden itibaren ülkemizde ve dünyada giderek yaygınlaşan taşeronlaşma hız kesmeden kanserli bir hücre gibi yasalarla varlığını sürdürmeye devam etmektedir.Güvencesiz ve sağlıksız, esnek çalışma koşullarını dayattığı gibi taşeron işçilik işçinin hem tazminatlar, maaşlar gibi somut haklarını çeşitli yollar ile ihlal etmekte hem de hakkını aramasının önüne geçerek, sendikalaşmayı, toplu iş sözleşmelerini, kısacası örgütlenmesini ortadan kaldırmaktadır. Bu sorunun yanı sıra yapılan işin niteliğini de düşürmektedir ki ortaya çıkan tabloda bu kaçınılmazdır.

Taşeronluk sistemi esas olarak 1995 yılında imzalanan uluslararası GATS, MAİ ve MİGA anlaşmaları çerçevesinde hız kazanmıştır. Kısaca her türlü kamusal alanın ve hizmetin ticarileştirilmesi (özelleştirilmesi) anlamına gelen bu anlaşmaların uygulanma süreçleri başlangıçta yavaş yavaş seyrederken, 2001 yılında yaşanan ekonomik krizin ardından iyice hız kazanmıştır. 15 günde çıkarılan yasalarla birlikte ve tahkimin onaylanmasıyla, bütün ulusal koruma hukuk mevzuat engelleri ortadan kaldırılmıştır.

Böylece 2002 yılında süreci devralan mevcut iktidar, gerek hizmetlerin ticarileşmesi gerekse özelleştirmelerde en üst noktaya ulaşan bir müdahaleyle serbest piyasa ekonomisinin gerektirdiği bütün düzenlemeleri gerçekleştirmiştir.

Bu küresel bir sorundur. Taşeronlaşma dünya genelinde ve ülkemizde ilk olarak inşaat sektörüyle ortaya çıkmış ve en çok da bu iş kolunda yaygınlaşmıştır. Kültür alanında taşeron işçi sayısı %1 iken inşaatta bu oran %32 oranındadır. %62 ile sağlık üst sınırda bulunmaktadır. Genel olarak ortaya çıkan tabloda taşeronluğun hemen her iş kolunda olduğu ve işin niteliğini düşürdüğü, insan sağlığı ile oynadığı yönündedir. Son zamanlarda inşaat ya da madencilikte yaşanan iş kazalarına bakıldığında bunun altından taşeron çıkmaktadır.

Kültür alanında da benzer bir durum söz konusudur. Ülkemizde son yıllarda inşaat sektörünün otoyol, köprü, baraj ya da santral alanında daha çok projelerin ortaya çıkmasıyla kazmayı vurduğunuz yerden tarihin fışkırması nedeniyle müze yönetiminde şirketler arkeolog çalıştırmaya başlamıştır. Hemen her gün bir arkeolojik eser ya da alanın inşaat nedeniyle ortaya çıktığı, hatta tahrip edildiğigazetelerde yer almaktadır. Bu koşullarda otoyol, köprü, boru hattı, HES vb gibi projelerde istihdam ettirilmek üzere şirketlerde çalıştırılan arkeologlar tahribatın önüne geçmeye çalışmakta ancak taşeron sisteminin getirdiği sorunlarla baş başa kalmaktadırlar. 2863 no.lu yasanın 35. Maddesine göre arkeolojik yüzey araştırması, kazı çalışmaları Kültür Bakanlığı’nın asıl işidir. “Bu kanun hükümlerine tabi, taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını meydana çıkarmak üzere, araştırma, sondaj ve kazı yapma hakkı sadece Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir.”Bu tanıma göre başka bir kurumun ya da şahsın yapması mümkün değildir. Şartlar göstermektedir ki arkeolojik çalışmalarda bakanlık ve müzeler sadece denetleyen olmaya doğru evrilmektedir. Bu çok ciddi sorunlara gebedir.

Taşeronda çalışan arkeologların diğer taşeron işçileri gibi sağlıksız koşullarda, güvencesiz, sendikasız iş hayatında olmaları sorunun modern hayattaki yönüdür. Diğer bir sorun süreli proje ile dayatılan fazla iş yükünün niteliği düşürme riskidir. İşin gerçek sahibi yani müze arkeologlarının yerine “serbest arkeologların” Kültür Bakanlığı’nın kontrolünde, Ulaştırma Bakanlığı’nın bütçesiyle, Belediye denetiminde ancak yüklenici firma ya da yüklenici firmanın alt taşeronunda çalışıyor olmasından ötürü 4857 no.lu yasanın 2.maddesinde yeralan “İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez.”ibaresine göre muazza davası açma hakkına sahiptirler. Ancak bu sorunun sadece bir yönüyle, istihdam sorunu açısından hukuki bir mücadele alanı olup mesleki etiğin yerle yeksan olması adına bir anlam taşımamaktadır. Aynı şekilde bu durum anayasanın 128.maddesinde de şu şekilde ifade edilmiştir: “ Devletin kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.”Ancak özellikle megakentlerde ve büyük projelerle kurtarma kazılarının kent içinde yapılıyor olmasına rağmenülkemizde “Kent arkeolojisi” kavramının ve şartlarının henüz yerleşmemiştir. Müze yetkililerinin uzun süreli çalışmalara, müze iş yoğunluğunu da hesaba katarak belirtirsek, birebir katkı sunamadığından arkeolojik çalışmaların taşeron boyutunun önü açılmış olmaktadır. Bu durumda arkeolog, restoratör, sanat tarihçi ve fotoğrafçılar kadar zamanla kazı alanında bizim öngörülerimizle alaylı biçimde uzmanlaşan işçilerinde sorunudur. Taşeronda çalışmanın en ağır boyutunu keyfi işten çıkarılmalar, sağlık kurallarının işlemeyişi, yetersiz tuvalet ve giyim odaları ile yemekhane hizmetlerinin yetersiz kalması, düşük ücretlerin yıllarca hiç artmaması gibi sorunlarla işçiler yaşamaktadır.

Tek tek ele alındığında müzelerin denetimlerinin yerli yerinde olduğu, kazı adına tek söz sahibinin müzeler olduğu görülmektedir. Ancak İstanbul için örnekleyecek olursak: 3.Köprü ayağında ortaya çıkan arkeolojik tahribatlar ve şirketin internetten yaptığı duyurular aracılığıyla kendi bünyesinde rapor yazabilecek, kazıyı yönlendirebilecek arkeolog çalıştırmak istemesi ile ilgili sorunların bulunmasıdır. Küçük yol inşaatlarında ise rastlanılan tarihi bulguların başında arkeolog olmadan kazısının yapılıyor oluşu, özellikle bunların İstanbul’un tarihi yarımadada yaşanması ve ortaya çıkan tahribatlar, işin en büyük sorun teşkil eden diğer yönüdür. Hem ucuz iş gücü hem de işin hızlıve rantına göre yürütülmek istenmesi, ana ekseni bilimsel yöntemli kazı çalışması olmalı iken her yönüyle sorunlu taşeron sistemini ortaya koymaktadır. Ortaya çıkan tabloda birer taşeron işçisi konumuna indirgenen bilimsel donanımlı biz taşeronda çalışan arkeologların sağlıksız, iş güvencesiz ve sendikal haksız bir yaşantı zorunluluğu dayatılır iken öte yandan en büyük sorun yok edilme ile karşı karşıya olan insanlık tarihi izleri ve kültürel mirastır. Bu yüzden bu gidişe dur denilmesi elini bilimsel anlamda taşın altına sokmuş, arkeologların, sanat tarihçilerinin, restoratörlerin, şehir planlamacıların, antropologların, ve arkeoloji ile interdisipliner çalışma içinde olan diğer bütün bilim insanlarının görevi olmalıdır.

Funda Genç
Emek.org.tr

İlgini çekebilecek diğer içerikler