Uluslararası Tanınmış Temel İşçi Hakları Standartlarının Türkiye’deki Durumuna Dair ITUC Raporu Yayınlandı
Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Ticaret Mekanizmalarını Gözden Geçirme Kurulu Toplantısı, 21-23 Şubat 2012 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Türkiye’deki ticaret politikalarının 5. kez incelendiği toplantının ilk gününde, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ITUC, Türkiye’deki mevcut sendikal uygulamalar, iş yasaları ve yeni Toplu İş Sözleşmesi yasa tasarısı hakkında ayrıntılı bir rapor sundu. Mevcut yasal eksikliklere, anti-sendikalist uygulamalara ve yeni yasa tasarısındaki olumlu ve olumsuz taraflara dikkat çeken ITUC raporu aşağıda yer almaktadır:
“Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Genel Konseyi
Türkiye’deki Ticaret Politikalarını Gözden Geçirme Kurulu”na Sunulmak Üzere Hazırlanan ITUC Raporu (Cenevre, 21-23 Şubat, 2012)
ÖZET
Türkiye, temel ILO Sözleşmelerinin sekizinin tamamını onaylamıştır. İşçilerin sendikal haklarını kısıtlama, ayrımcılık, çocuk işçiliği ve zorla çalıştırma konularında, Türkiye’nin 1996-2001 yılları arasında Singapur, Cenevre ve Doha’da gerçekleştirilen WTO Bakanlık Deklarasyonları, Çalışmaya İlişkin Temel Haklar İlkeler ILO Deklarasyonu ve ILO 2008 Sosyal Adalet Deklarasyonu ile kabul etmiş olduğu yükümlülükleri yerine getirmesi için kesin tedbirler alması gerekmektedir.
Mevcut yasa, örgütlenme, toplu pazarlık ve grev konularında sınırlı haklar vermektedir. Sendikal faaliyetlere dışarıdan gelecek olan müdahaleler karşı yasal koruma zayıf ve anti-sendikalist ayrımcılığa karşı yasal yaptırımlar caydırıcı değil. Devlet ve işverenler, sendikaların pazarlık haklarını zayıflatmak için çeşitli anti-sendikalist uygulamadan faydalanmaktadır. Grev ve protesto eylemleri genellikle şiddet ve tehditle karşılanıyor. Sendikalar ayrıca her geçen gün daha fazla hukuki taciz durumuyla karşı karşıya kalmaktadır.
Türkiye’de kadınlar istihdamda ayrımcılığa maruz kalmaktadır ve genellikle emek yoğun alanlarda, tarımda ve daha düşük ücret getiren ve güvencesiz ya da kısıtlı güvenceli veya sosyal koruması olmayan kayıt dışı faaliyetlerde çalıştırılmaktadır.
Yasalar çocukları da gerektiği gibi koruyamamaktadır ve çocuk işçiliği problemi yaşanmaktadır. Şehirlerde çalışan çocukların birçoğu çocuk işçiliğin en kötü hallerinde, sokaklarda çalışmaktadır. Çalışan çocukların % 41’inin yer aldığı tarım alanındaki istihdam Çalışma Kanunu ile değil “Borçlar Kanunu” ile düzenlenmektedir fakat bu da yeterli korumayı sağlamamaktadır.
Yasalara göre zorla çalıştırma yasaktır fakat insan kaçakçılığı ile mücadele edecek özel bir yasa olmadığı gibi yurt içi insan kaçakçılığı da açıkça yasaklanmamıştır. Sokaklarda yaşayan çocukların büyük bir kısmı dilendirme, basit suçlar işleme ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi işler için yapılan insan kaçakçılığının mağdurudur. Birçok yetişkin mağdur da fuhuş yaptırılmak üzere yapılan insan kaçakçılığının mağduru olan kadınlardır.
ULUSLARARASI ALANDA TANINAN TEMEL ÇALIŞMA STANDARTLARININ TÜRKİYE’DEKİ DURUMU
Giriş
Uluslararası alanda tanınmış olan temel çalışma standartlarının Türkiye’deki durumu ile ilgili olan bu rapor, ITUC’un Dünya Ticaret Örgütü’nün Bakanlar Konferansı’nda (WTO) (Singapur, 9-13 Aralık 1996) kabul edilen birinci Bakanlık Deklarasyonu ile uyumlu bir şekilde ortaya koyduğu bir dizi rapordan biridir. Bu toplantıda Bakanlar şunu ifade etmiştir: “Bizler, uluslararası alanda tanınmış olan temel çalışma standartlarının uygulanmasını gözetmede azim göstereceğimize dair bağlılığımızı yineliyoruz.” Dördüncü Bakanlar Konferansı’nda (Doha, 9-14 Kasım 2001) bu bağlılık tekrar teyit edildi. Bu standartlar, 1998 Haziran ayında gerçekleşen ILO Uluslararası Çalışma Konferansı’nda, ILO üyesi 174 ülke tarafından kabul edilen Çalışmaya İlişkin Temel Haklar İlkeler ILO Deklarasyonu’nda ve 2008 yılında ILO tarafından oybirliği ile kabul edilen Adil Bir Küreselleşme İçin Sosyal Adalet Deklarasyonu’nda tekrar onaylandı.
Türkiye’den IUF üyeleri TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK ve KESK’in, Türkiye’deki istihdamın çeşitli alanlarından 780.000 üyesi vardır.
I) Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Pazarlık Hakkı
Türkiye, Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin 87 No’lu ILO Sözleşmesi’ni 1993 yılında ve 1952’de de Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı isimli 98 No’lu ILO Sözleşmesi’ni de 1952 yılında onaylamıştır.
Yasalar, örgütlenme özgürlüğü ve sendika üyesi olma hakkını tanımaktadır fakat bu hakların kullanılması üzerinde ciddi kısıtlamalar vardır. Örneğin, sadece Türkiye vatandaşı olan kişilere bir sendika kurma ya da yönetici olarak seçilme hakkı verilmektedir. Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nun (PETU) 15. maddesine göre birçok kategorideki kamu emekçisine örgütlenme hakkı verilmemektedir. Örgütlenme hakkından yoksun olan kamu emekçileri arasında hukukçular, Savunma Bakanlığı’nda ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nde çalışan sivil devlet memurları, cezaevi memurları, özel güvenlik memurları ve “güven gerektiren işlerde” çalışan kamu çalışanları vardır. Ayrıca, 87 No’lu Sözleşmeye aykırı bir biçimde, “çalışan” tarifinin içine serbest meslek sahipleri, ev işçileri ve çıraklar dahil edilmemektedir. Tarım, ormancılık, sivil havacılık ve diğer sektörler özel yasalarla idare edilmektedir. Bu yasalar çoğunlukla daha az koruma sağlamakta ve daha az hak tanımaktadır.
Yasa, anti-sendikalist ayrımcılığı yasaklamakta ve haksız yere işten çıkarılan işçinin işe geri dönmesini veya tazminat kazanmasını garanti etmektedir. Bununla birlikte, yasa, sendikaları, faaliyetlerine yapılan dışarıdan müdahalelere karşı yeterince korumamaktadır. Sendikalar, eylem ve protesto gösterileri düzenlemek için izin almak zorundalar ve faaliyetlerine polisin de katılıp süreci kayıt altına almalarına izin vermeleri zorunludur. Diğer örgütler gibi, sendikalar da resmi faaliyetlerinde Türkçe dışında bir dil kullanamazlar. Kamu çalışanları bakımından, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda, örgütlenme hakkı ilkelerine aykırı bir şekilde, sendikaların faaliyetleri ve fonksiyonları hakkında devlet müdahalesine izin veren detaylı maddeler yer almaktadır. Eğer özel sektördeki bir sendikanın yasalara aykırı hareket ettiği tespit edilirse faaliyetleri durdurulabilir ve iş mahkemesi kararı ile sendika kapanma sürecine sokulabilir.
Toplu pazarlık hakkı tanınmıştır fakat pratikte birçok sınırlandırmalar vardır. Toplu pazarlık yapma hakkının kazanılabilmesi için bir sendika, bir işyerindeki çalışanların yarısından bir fazlasını ve ulusal düzeyde tüm sektörde çalışanların % 10’unu temsil etmek zorundadır. Bir işyerinde sadece en fazla üyeye sahip sendika toplu pazarlık yetkisine sahip olabilir. ILO Uluslar arası Sözleşmelerin ve Tavsiye Kararlarının Uygulanması Uzmanlar Komitesi (CEACR) bu aşırı taleplerin kaldırılmasını istedi: “Eğer hiçbir sendika işçilerin yarıdan bir fazlasını temsil edemezse, işyerinde var olan sendikalar en azından kendi üyeleri adına yetkili kılınmalıdır.”
2010 yılında yapılan Anayasal değişiklik ile kamu sektörüne toplu pazarlık hakkı tanındı. CEACR, hükümete “ilgili yasal düzeltmelerin anayasal düzenlemeleri takip etmesi gerektiğini” belirtti. Anayasa hükümlerinin uygulanması için taslak yasa henüz çıkmadı fakat ulusal mecliste bekliyor.
Taslak yasa yasalaşana kadar, PETU, kamu sektörü için danışma yoluna gitmekte fakat toplu pazarlığa izin vermemektedir. Danışmayı da, ücretler ve diğer gelirler, tazminat ve ikramiyeler gibi mali konularla sınırlı tutmaktadır. Bu 98 No’lu ILO Sözleşmesi’nde yer alan toplu pazarlık tanımına aykırıdır ve CEACR, kurulan diyalogda, istihdam koşulları gibi meselelere de yer verilmesi için hükümete çağrıda bulunmuştur. Dahası, Bakanlar Kurulu, yaşanacak herhangi bir anlaşmazlığı, kamu sağlığı veya ulusal güvenlik nedenleri ile zorunlu hakeme götürme gücüne sahiptir. Aynı nedenlerle, Kurul, herhangi bir grevi de 60 gün süreyle erteleme gücüne de sahip.
Grev hakkı da kısıtlamalarla kullanılabilmektedir. Yasalara uygun bir grev çağrısı yapılabilmesi için 3 ay gibi uzun bir bekleme süresi vardır. Toplu sözleşmelere uyulmaması halinde grev yapmak yasaklanmıştır. Bir sendikanın yürütme organı tarafından karar alınmadan yapılacak grevler yasaklanmıştır. Yetkisiz (izinsiz) yapılan grevlere katılmak hapis cezası da dâhil olmak üzere ağır bir şekilde cezalandırılmaktadır.
98 No’lu Sözleşmeye göre, kamu sektöründeki grev hakkı üzerindeki kısıtlamalar devlet adına yetki kullanan devlet memurları ve kelimenin tam anlamıyla “temel hizmetler” alanında çalışanlarla sınırlı olmalıdır. Ancak, ILO’nun “temel hizmetler” tanımına uymayan birçok hizmet alanında grev yapılması yasalarla yasaklanmıştır. ILO temel hizmetleri, “kesintiye uğratılmasıyla yaşamsal tehlike oluşacak olan, halkın bir kısmı veya tamamının kişisel güvenliğini ve sağlığını tehdit edecek olan hizmetler” olarak tanımlamıştır. Diğer sektörler arasında, hükümetin tanımı, kömür ve petrol sanayi, sağlık hizmetleri, bankacılık ve eğitim gibi sektörleri de kapsamaktadır. Bu gibi sektörlerde grev yasağının yanı sıra, bağlayıcı hükümlerle zorunlu hakeme gitmeyi garanti altına almıştır.
Mevcut yasa üzerinde değişiklikler öngöre bir sendikalar yasası taslağı hazırlandı ve 2010 Mart ayında, ILO Yüksek Düzey İkili Komisyonu ve sosyal ortaklarına iletildi. CEACR, sendikaların iç işleyişlerine ve faaliyetlerine ilişkin hükümlerin, yeni yasa taslağında, daha az detaylı bir şekilde yer aldığına dikkat çekti. Yasa ayrıca, sendikaların kuruluş aşamasında kolaylaştıracak gibi; işyeri ve meslek sendikalarının kurulmasına izin veriyor ve sendika kurucularının Türkiye vatandaşı olma ve meslekte çalışmış olma şartını kaldırıyor. Dahası, hükümetlerin, sendikaların genel kurullarına bir gözlemci atama gücü, Bakanlar Kurulu’nun grevi erteleme gücü ve yasaların ihlali durumunda verilecek olan hapis cezası da yasa taslağına göre kaldırılıyor.
Yasa taslağının kanunlaşması bakımından, ILO Yüksek Düzey Komisyonu geçtiğimiz iki yıl boyunca, “ilgili yasa metinlerinin kabulü noktasında gözle görülür herhangi bir gelişme olmadığını” belirtmiştir.
Yine de, CEACR’nin önerdiği bir dizi iyileşme yasa taslağında yer almamaktadır. Üst düzey kamu çalışanlarının, hukukçuların, askeri kurumlardaki sivil personelin ve cezaevi çalışanlarının örgütlenme hakkı hala tanınmamaktadır. Yasa taslağı, temel hizmetleri ILO gereklerine göre tanımlamamış ve grev hakkı üzerindeki kısıtlamaları kaldırmamaktadır; örneğin, grev çağrısı yapmak için gereken uzun bekleme süresi kaldırılmamıştır. Taslak, asgari hizmetlerin belirlenmesinde sosyal ortakların birlikte yer alamsı ihtiyacını da belirtmemiştir. Taslak ayrıca örgütlerin hesaplarına müdahale ve denetimi, izinsiz fakat barışçıl grevlere katılmanın hapisle cezalandırılması, temsilci seçimlerine getirilen kısıtlamalar ve şartlar veya grev gözcülüğü üzerindeki kısıtlamalar gibi birçok konuya da değinmemiştir.
Uygulamada, sendika üyeleri artan miktarda hukuki yıldırma vakaları kaydetmektedir. Bazı sendikacılar, “terörist örgüt kurma” da dahil olmak üzere çeşitli yanlış veya belirsiz iddialarla suçlanmaktadır. Örneğin, 13 Şubat 2012’de, polis belediye işçileri sendikasının, sağlık ve sosyal hizmet çalışanları sendikasının, KESK’in ofislerini ve Dünya Kadınlar Günü’ne hazırlanan 15 kadın sendika yöneticisi ve aktivistinin evlerini bastı ve arama yaptı. 15 kişinin tamamı tutuklandı ve gözaltına alındı ve birkaç gün sonra 9’u, yasadışı olduğu söylenen KCK örgütüne üye olmakla suçlandı. Bir diğer davada, aylar süren telefon dinlemeleri ve diğer istihbarat operasyonları sonrasında, KESK üyesi Kürt veya Kürt topluluklarıyla ilişkisi olan 31 kişi 2009 Mayıs ayında tutuklandı ve “yasadışı örgüte entelektüel destek verme” suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Bu kişilerden 25’i, 2011 sonlarında 6,5 yıl hapse mahkûm edildi. Bir diğer davada da, KESK’e bağlı sağlık işçileri sendikasının bir yöneticisi, yasadışı silahlı örgüt üyesi olmak gibi yanlış bir iddia ile 2009 yılında tutuklandı. 4 kez duruşmaya çıkarıldıktan sonra 7 yıldan fazla süre hapis cezasına mahkum edildi. Kendisi daha önce, bir hastanedeki yüksek miktarda yeni doğan bebek ölümlerine dikkat çekmişti. Benzer şekilde, KESK üyesi eğitimciler sendikası yöneticisi de, Şanlıurfa’daki bir fındık fabrikasındaki çocuk işçiliğine dikkat çektiği için sorgulanmış ve işten atılmakla tehdit edilmiştir.
2010 yılı Haziran ayında, KESK’e üye sendikalardan üç kişi daha iktidar partisinin binası önünde yapılan protesto gösterisine katıldıkları için tutuklandılar ve sorgulandılar. 2009 Haziran ayında, Tüm Belediye İşçileri Sendikası’na üye bir kişi gizlilik koşulları altında tutuklandı ve avukatının dava dosyalarına ulaşması engellendi. O, sendika seçimlerine katılmış ve burada toplu pazarlık ve grev hakkını savunmuştu. Mart 2010’da, aynı sendikanın iki üyesi daha tutuklandı ve teröristlerin tutulduğu tipte cezaevine koyuldu ve avukatlarının dava dosyalarına erişimi yasaklandı. Yargılanan veya cezaevinde bulunan daha birçok sendika üyesi vardır.
Aralık 2009’da, tütün ve alkol üreten kamu işletmesinin işçileri, şirketin özelleştirilmesini, 12.000 işçinin işten çıkarılmasını ve işletmenin, 657 sayılı kanunun, daha az ücret ve daha az hak sağlayan 4/C maddesi kapsamına alınmasını protesto ettiler. İktidar partisinin binası önünde gerçekleşen protesto eylemi, polisin tazyikli su, biber gazı ve şiddet kullanarak işçileri dağıtmasına kadar sürebildi. Aynı zamanda Türk-İş Konfederasyonu’nun Genel Sekreteri olan sendika başkanı tutuklandı ve ancak ertesi gün serbest bırakıldı. 78 gün süren eylemlerden sonra, işçiler 1 Nisan 2010 tarihinde Ankara’da tekrar bir araya geldi. Diğer şehirlerden gelen işçi gruplarının başkente girmesine izin verilmedi ve polis, işçilerin önceden kararlaştırılan buluşma yerinde toplanmasını engelledi. Daha sonra, polis şiddet kullanarak aktivistleri ve diğer sendikalardan destek için gelen üyeleri dağıttı. Hükümet, grevdeki işçileri mali baskı altına almak için Eylül ayında, sendikanın dayanışma fonunu bloke etti. Hiç biri geliri olmayan işçiler, 4/C statüsünde, daha az ücretle ve daha kötü çalışma şartlarında çalışmayı kabul etmek zorunda kaldı. Mayıs 2011’de, hükümet, DİSK’in şimdiki ve eski başkanı, KESK’in 2 eski yöneticisi ve diğer bazı sendikacı ve sosyal aktivistleri hakkında Ankara’da yapılan protesto gösterilerine katıldıkları gerekçesiyle dava açtı.
Anti-sendikalist ayrımcılık ve anti-sendikal faaliyetlerle Türkiye’de oldukça hız kazanmıştır. UPS ve onun taşeron şirketi, Türk-İş’e üye bir sendikada örgütlendikleri için 160 işçiyi 2010 yılında işten çıkardı. Bu şirketlerin yöneticileri, sendikaya katılmamaları için işçileri tehdit ve taciz etmiş, gözlerini korkutmak istemişlerdir. Benzer şekilde, Praktiker DIY mağazaları, motivasyon eksikliğini bahane ederek 500 işçiyi işten çıkardı. İşçilerin örgütlü olduğu sendika, 2005 yılından beri toplu pazarlık yapmaya çalışıyor fakat işveren açık bir şekilde yasal boşlukları kullanarak süreci uzatmaya çalışıyordu. Sendika, işverenin, haksız yere işten çıkarması nedeniyle anti-sendikalist ayrımcılık temelinde olayı yargıya taşıdı. Diğer birçoğunun yanı sıra, IKEA, ADESE Alışveriş Merkezi ve Koçtaş DIY mağazaları da haksız yere işten çıkarma yapmış ve işçilerin sendikalı olmasını engellemeye sendikalı olanların da sendikadan ayrılması için çalışmıştır. Benzer anti-sendikalist faaliyetler, maden, ticaret, otomotiv, tarım, ormancılık, ulaşım, liman ve sivil havacılık, tekstil, çimento, cam ve diğer birçok sanayi sektöründe de görülmüştür.
Birçok rapora göre, işverenler, kendi kontrollerinde sendikalar kurmakta ve işçileri üyeliklerini buralara geçirmeye zorlamaktadır. Metal sektöründeki Kardemir şirketi, 2100 işçisinden, Türk-İş’e bağlı sendikaya üye olan 65 işçisini sendikadan ayrılmaya zorlamış ve bazılarına ücretlerini ödememiştir. “Ödül ve ceza” yöntemiyle kontrol altındaki sendikaya üye olan işçilere daha iyi ücretler ve daha iyi çalışma koşulları sağlanmıştır. Ayrılmaya zorlanan 65 işçiden 29’u üyeliklerinden çekilmeyi kabul etmemiş ve işten çıkarılmıştır. Aslında, işçilerin kendi seçtikleri sendikalarından ayrılarak “sarı” sendikalara üye olmaya zorlanmasının temelleri oldukça köklüdür.
Mart 2010’daki bir başka olay, KESK üyesi sendikaya üye hastane çalışanları, iktidar partisine yakın Sağlık-Sen’den gelen bir delegasyon tarafından bağlı bulundukları sendikadan ayrılmaları için ikna edildiler. Sağlık-Sen üyeleri, daha iyi sözleşme şartları için söz verdi ve KESK üyesi 30 kişi sendikalarını değiştirdi.
Bütün bu yasal kısıtlamalar ve sendikalara yönelik yaygın yasal yaptırımlar toplu pazarlık süreçlerini zayıflatmaktadır. Dahası, hükümet, toplu pazarlık yetkisi alan sendika sayısını azaltmak için üyelik sayılarında da manipülasyon yapmaktadır. Mahkeme işçi aleyhine karar verse bile yaptırımlar yeterli olmadığı için işveren müdahaleleri engellenememektedir. Sonuç olarak, sadece işgücünün sadece % 5.4’ü toplu pazarlık hakkından faydalanabilmektedir.
Serbest üretim bölgeleri için de özel bir kanun ya da yasa muafiyeti de bulunmamaktadır.
Özet:
Yasa, örgütlenme, toplu pazarlık ve grev konularında sınırlı haklar tanımaktadır. Müdahale durumlarını engelleyecek yasal koruma zayıf durumdadır ve anti-sendikalist ayrımcılığa karşı hukuki yaptırımlar caydırıcı değildir. Devlet ve işverenler, sendikaların pazarlık haklarını zayıflatmak için bir dizi anti-sendikalist uygulamadan faydalanmaktadır. Grev ve protesto eylemleri çoğunlukla şiddet ve tehdit ile bastırılmaktadır. Sendikalar ayrıca sürekli artan bir şekilde hukuki baskı ve taciz altındalar.
II) Ayrımcılık ve Eşit Ücret
Türkiye hem 100 No’lu Eşit Ücret Sözleşmesi’ni hem de 11 No’lu Ayrımcılık (İş ve Meslek) Sözleşmesi’ni 1967 yılında onaylamıştır.
Anayasa ve birkaç yasa, cinsiyet ayrımcılığı da dahil olmak üzere çeşitli ayrımcılık tiplerini yasaklamaktadır ve özel bir yasal düzenleme, eşit değerde iş yapan kadın ve erkekler arasında eşit ücret uygulaması yapılmasını garanti altına almıştır. Kadın ve erkeğe eşit şekilde davranılmasını garanti altına alan bir başka düzenleme de 2001 yılında Medeni Kanun’a dahil edilmiştir. Ancak, Sivil Havacılık Kanunu gibi, kendine özel yasalarla düzenlenen bazı sektörlerde işverenler, her zaman tam bir koruma sağlamıyorlar. Örneğin, bu Kanun, “eşit değerde iş” ilkesini tam olarak ifade etmiyor. Bir diğer özel kanun olan ve tarım ve ormancılık işçilerini kapsayan Borçlar Kanunu’nda da böyle işçiler için daha az koruma sağlanıyor.
Sendikalar, kamu işçilerini kapsayan yasal düzenlemelerin ayrımcılığa karşı maddeler içermediğini ve anayasada yer alan eşitlik ilkelerinin de herhangi bir etkisi olmadığını kaydetmektedirler. Dahası, çalışma yaşamı idarecilerinin yetersiz yönetimi sonucunda, iş pozisyonları bakımından yapılan ayrımcılıkta ve kadınların iş yaşamına girmede karşılaşılan engellerde ısrar ediliyor. Sendikalar, ayrıca, bu ayrımcılıklara karşı iş müfettişleri tarafından sistematik bir sınıflandırma yapılmadığını da kaydediyor ve özel sektörde bazı şirketler objektif iş değerlendirme yöntemleri geliştirse de kamu sektöründe objektif iş değerlendirme eksikliği olduğuna dikkat çekmektedirler.
Türkiye’de sadece dört kadından biri işgücüne katılmaktadır ve sadece % 10’u yönetici pozisyonuna ve diğer üst düzey pozisyonlara gelebilmektedir. Kadınlar, cinsiyetlerinden dolayı, tam % 43’lük bir ücret farkı uçurumuna maruz kalmaktadır. Satın alma gücü paritesi bakımından, ortalama olarak, kadınların yıllık gelirleri erkeklerinkinin dörtte birine tekabül etmektedir. Bu verilerin arkasındaki nedenler: Kadınların emek yoğun işlerde, tarımda, mevsimlik işlerde, kısa süreli ve kayıt dışı ekonomi faaliyetlerinde yoğun olarak çalışması; istihdamda ve kariyer gelişiminde cinsiyet ayrımcılığı yapılması; özellikle kadınların yoğun olarak çalıştığı sektörlerde kadınlar için yasal koruma olmaması; kadınlar için sosyal korum olmamasıdır.
Ceza Yasası’nda, işyerinde cinsel tacize 4 yıla kadar hapis cezası ön görülmektedir. İş ve Ceza yasaları işyerinde cinsel tacizin önlenmesi için düzenlemeler vardır fakat terimin yasal bir tanımı yapılmamaktadır.
Yasalar, istihdamda, eğitimde ve hizmet görmede, engelli insanlara karşı ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır fakat bu binalara erişimde herhangi bir kolaylık sağlamamaktadır. Yasalar, birçok iş pozisyonu için engelli insanların tercih edilmesini ön gören düzenlemelere sahiptir ancak bu kişiler, istihdamda halen ayrımcılıkla yüz yüze kalmaktadırlar.
Yasalar, istihdam konusunda eşcinsellere ayrımcılık yapılmamasını yasaklamamakta ve onları koruyucu düzenlemeler de içermemektedir. Kaydedilen olaylara bakıldığında, çalışan veya iş başvurusunda bulunan eşcinsellere karşı yapılan ayrımcılık ahlaki sebeplere veya alışılagelmiş basmakalıp nedenlere dayandırılmaktadır. Bir vakada, cinsel yönelimini açıklayan bir futbol hakemi işinden kovuldu ve işe yeniden iade edilebilmek için olayı yargıya taşıdı. Gey insanların da “sağlık nedenlerinden dolayı” silahlı kuvvetlere katılmasına izin verilmemektedir.
HIV/AIDS olan insanlara karşı ayrımcılık yapılmasını yasaklayan herhangi bir yasa bulunmamaktadır ve bu insanlar istihdam da dahil olmak üzere hayatın çeşitli alanlarında ayrımcılıkla karşılaşmaktadırlar. HIV/AIDS ile yaşayan insanlar için işyeri programları uygulayan çok az sayıda şirket vardır.
Özet
Türkiye’de kadınlar istihdam bakımında ayrımcılığa maruz kalmaktadır ve daha çok emek yoğun işlerde, tarımda ve kayıt dışı ekonomi alanında, düşük ücretlerle ve güvencesiz bir biçimde çalışmak zorunda kalmaktadırlar. İstihdam da ayrımcılıkla yüz yüze kalan bir diğer grup insan da eşcinsellerdir.
III) Çocuk İşçiler
Türkiye, 138 No’lu Asgari Yaş Sözleşmesi’ni 1998 yılında ve 182 No’lu En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanmasına ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi’ni 2001 yılında onayladı.
Yasaya göre, 15 yaş altındaki çocuklar istihdam edilemezler fakat okullarına devam etmek kaydıyla hafif işlerde çalıştırılabilirler. Ancak, zorunlu eğitim 14 yaşında bitmektedir ve çocuklar hem okula gitmek zorunda olmadıkları hem de yasal olarak istihdam edilemedikleri 14 ile 15 yaşları arasındaki zaman diliminde en kötü çalışma şartları altında çalıştırılmaya açık bir hale gelmektedirler. Çocukların, tehlikeli işlerde ve gece çalıştırılmaları da yasaktır. Hükümet, tehlikeli meslekleri ve görevleri listeleyen bir Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği yayınladı. Hükümet, çalışan çocukların % 41’ini kapsadığı halde İş Yasa’sında yer alamayan tarım sektörü gibi sektörler için de çocukları koruyacak düzenlemeleri yürürlüğe sokmak zorundadır.
İş müfettişliği çocuk işçiler için denetimler yürütmektedir; ancak, çocuk işçiliği, tarım sektörü, küçük ölçekli üretim, el işçiliği ve ev eksinli işler, sokak satıcılığı, tamir atölyeleri ve kayıt dışı faaliyet gösteren yerler gibi iş müfettişlerinin kontrol kuramadığı alanlarda yoğunlaşmıştır. Tarımda çocuk işçiler genellikle, tarım ilacı kullanma ve ağır yükler taşıma gibi potansiyel tehlikeler taşıyan pamuk, tütün ve fındık tarlalarında çalıştırılmaktadırlar. Şehirlerde çalışan çocukların büyük çoğunluğu evi olamayan sokakta yaşayan çocuklardır. Sokakta yaşayan çocukların çoğu çöp toplayıp ayıklama, dilencilik yapma, sokak çeteleri ve şiddet gibi olayların içine düşmektedir. Çocuk işçiliğinin en kötü hallerinde çalışan diğer çocukların, tuğla ocaklarında, hayvancılıkta ve midyecilikte, ayakkabı ve deri sanayide çalıştığı kaydedilmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çocuk İşçi Birimi (CLU), çocuk işçiliğinin önlenebilmesi için bir politik çerçeve hazırladı ve hükümet programı ILO-IPEC ile işbirliği içerisinde uygulamaktadır. Hükümetin Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, sokakta çalışan çocuklara yardımcı olmak amacıyla 44 merkezde faaliyet yürütmektedir. Yine de Türkiye’deki sendikalar, bunun yetersiz olduğunu düşünmekte ve çalışan çocukların sayısının her geçen gün artmasına dikkat çekmektedir.
Özet
Yasalar çocukları yeterince korumamaktadır ve çocuk işçiliği bir problem teşkil etmektedir. Çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinde çalışan çocukların büyük bir çoğunluğu sokaklarda çalışmaktadır. Çocuk işçilerin % 41’inin yer aldığı tarım sektöründe istihdam İş Yasası ile düzenlenmemekte, yeterli koruma sağlamayan “Borçlar Kanunu” ile düzenlenmektedir.
IV) Zorla Çalıştırma
Türkiye 29 No’lu Zorla Çalıştırma Sözleşmesi’ni 1998 yılında ve 105 No’lu Zorla Çalıştırmanın Kaldırılması Sözleşmesi’ni 1961 yılında onaylamıştır.
Anayasa ve Ceza Yasası zorla çalıştırmayı ve insan kaçakçılığını yasaklamaktadır. Ceza Yasası, insan kaçakçılığı suçları için 12 yıla kadar hapis cezası öngörmektedir. Ancak, insan kaçakçılığına yönelik herhangi bir özel yasa olmadığı gibi sınır ötesi olmayan insan kaçakçılığı da Ceza Yasası’nda yasaklanmamıştır.
Zorla çalıştırma ve insan kaçakçılığı vakaları yaşanmaktadır. İnsan kaçakçılığının büyük bir kısmını Doğu Avrupa’dan fuhuş amacıyla getirilen kadınlar ve Orta Asya ülkelerinden getirilen ve zorla çalıştırılan kişiler oluşturmaktadır. İnsan kaçakçılığı mağduru çocukların bazıları dilencilik yapmaya, uyuşturucu satıcılığına ve yankesicilik yapmaya zorlanmaktadır.
Son yıllarda, yetkililer birkaç yüz kişiye insan kaçakçılığı suçundan dolayı mahkemeye sevk edilmiştir. 2010 yılının ilk 9 ayında, 430 kişi bu suçtan mahkemeye sevk edilmiş ve bunlardan 26’sı hapse mahkum edilmiştir. 31 kişinin “ağır şekilde” cezası istendiyse de cezaların uygulanması konusunda bilgilere ulaşılamamaktadır. İnsan kaçakçıları ile işbirliği yaptığı tespit edilen bazı polis memurları tutuklandıysa da insan kaçakçılığındaki işbirliği konusu halen bir problem olarak devam etmektedir.
Yasa uygulayıcıları, mağdur belirleme süreçlerini çok iyi kullanamamaktadır ve birçoğu alıkoyulmakta ya da sınır dışı edilmektedir. Hükümet mağdurların barınabileceği bir yer oluşturmadığı gibi destek ve hizmet sunan NGO’lara da yeterli kaynak aktarmamaktadır. Sonuç olarak, sınırlı kapasiteyle çalışan üç adet sığınak vardır ve bunlardan biri de 2010 yılında sekiz ay süreyle kapalı kalmıştır.
Özet
Yasalara göre zorla çalıştırma yasaktır fakat insan kaçakçılığına karşı özel bir yasa yoktur ve sınır içindeki insan kaçakçılığı açıkça yasaklanmamıştır. Sokaklarda yaşayan birçok çocuk, insan kaçakçılığı kurbanıdır ve dilencilik, basit suçlar ve uyuşturucu satıcılığı yapmaya zorlanmaktadır. Yetişkin mağdurların çoğu fuhuş amacıyla kaçırılan kadınlardır.
Öneriler
1. Hükümet, yasa taslağını, grev hakkı üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, örgütlerin hesapları üzerindeki denetimin kaldırılması, izinsiz ama barışçıl grevlere katıldıkları için işçilere hapis cezası verilmesine son verilmesi, temsilcilerin seçilmesi sürecindeki gereksiz kısıtlamaların ve şartların terk edilmesi ve grev gözlemciliği üzerindeki sınırlamaların kaldırılması gibi ayrıntılı CEACR’nın önerileriyle uyumlu bir şekilde gözden geçirmeli ve yürürlüğe koymalıdır.
2. Sendika kurma ve seçilmiş bir sendika yöneticisi olma hakkı eşit bir biçimde bütün işçilere tanınmalıdır.
3. Devlet adına yetki kullanmayan ve kelimenin tam anlamıyla temel hizmetlerde çalışmayan kamu çalışanlarına sendikalı olma ve toplu pazarlık hakkı tanınmalıdır. “Temel hizmetler”, 87 No’lu ILO Sözleşmesi’nde tanımlandığı gibi “kesintiye uğratıldığında hayatı, kişisel güvenliği ve toplumun tamamının veya bir kısmının sağlığını tehlikeye atacak işler” olarak tekrar tanımlanmalıdır. Toplu pazarlık haklarının tamamı kamu sektörü çalışanlarına verilmelidir. Müzakereler sadece mali konularla sınırlandırılmamalı, istihdam koşulları gibi diğer meseleleri de kapsamalıdır.
4. Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda yer alan (PETU) sendikaların işleyişine ve faaliyetlerine müdahale edilebileceğine dair maddeler kaldırılmalıdır.
5. İstihdamın yasal tanımı, serbest çalışanları, ev işçilerini ve çırakları da kapsayacak şekilde detaylandırılmalıdır.
6. Tarım, ormancılık, sivil havacılık ve diğer sektörleri düzenleyen özel yasalar, bütün işçilere eşit hak ve güvence sağlamak üzere yeniden düzenlenmelidir. Özel yasalarda yapılacak iyileştirmelerle tarım sektöründe ve diğer sektörlerde çalışan çocukların daha çok korunması gerekmektedir.
7. Sendikaların toplu sözleşme yapma yetkisi kazanmak için bir işyerinde çalışan işçilerin yarısından bir fazlasını ve ulusal düzeyde aynı sektörde çalışan işçilerin % 10’unu temsil etmesi şartı kaldırılmalıdır. Çalışma yaşamına ilişkin meselelerin ve çatışmaların çözülebilmesi için, hükümet, temel kurumlar olarak sendikaların özgür bir biçimde toplu pazarlık yapmalarını sağlamalı ve geliştirmelidir.
8. Bakanlar Kurulu’nun, ortaya çıkan bir iş uyuşmazlığını, kamu sağlığı veya ulusal güvenlik nedenlerini ileri sürerek zorunlu hakeme götürme yetkisi ve herhangi bir grevi 60 gün süreyle erteleme yetkisi kaldırılmalıdır.
9. Yasal bir grev çağrısı yapılabilmesi için gereken neredeyse üç ay gibi uzun bir süre önemli oranda düşürülmelidir. İzinsiz bir greve katılma nedeniyle hapis cezası da dahil olmak üzere cezalar verilmemelidir. Toplu sözleşmelere uymamak nedeniyle grev yapma hakkı tanınmalıdır.
10. Mahkemeler sendikalara karşı var olan hukuki tacize bir son vermeli ve sendikacılar terör yasaları ile ve gizlilik şartları altında yargılanmamalıdır. Siyasi ve diğer düşüncelerini açıkladıkları için veya sendikal faaliyetlerde bulundukları için şu anda hapiste olan bütün sendika üyeleri ve siyasi aktivistler hükümet tarafından serbest bırakılmalıdır.
11. Hükümet, barışçıl gösterilere karşı şiddet kullanmamalı ve bu gösterilere katılan kişileri tutuklayıp gözaltına almamalıdır.
12. Yasalar, anti-sendikalist ayrımcılığa karşı daha sert cezalar vermeli ve iş müfettişleri ve mahkemeleri bunları sıkı bir şekilde uygulamalıdır. Anti-sendikalist ve sendikayı işyerinden uzaklaştıracak faaliyetlerde buluna işverenlerin cezalandırılması için yetkililer acilen önlemler almalıdır. Kendi kontrolü altında sendika kuran işverenler takip edilmeli ve soruşturulmalıdır.
13. Çalışma idarecileri, kamu sektöründe kadın ve erkek arasında eşitliğin garanti edilmesi için yasaların uygulanmasını sağlamalı ve kadınların üst düzey ve diğer pozisyonlara gelmesinin önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir.
14. Hükümet, kadınların işgücüne katılımını artırmak, kadınların yüksek beceri isteyen ve yüksek ücretli işlere ulaşabilmesini sağlamak ve ücret uçurumunu kapatmak için politikalar uygulamalıdır. İş müfettişleri, cinsiyet ayrımcılığı ihlallerine dair sistematik bir sınıflandırma yapmalıdır.
15. Engelli insanların ve iş yaşamında ayrımcılıkla yüz yüze kalan diğer grupların güçlendirilmesi için eğitim gibi önlemler alınmalıdır.
16. İş ve Ceza Yasaları işyerinde cinsel tacizin yasal bir tanımını barındırmalıdır.
17. Zorunlu eğitim 15 yaşına kadar olan çocukları kapsamalıdır.
18. Hükümet, başta, çocukların kimyasal ilaçlar kullanmak ve ağır yükler taşımak gibi işler yaptığı pamuk, tütün ve fındık fabrikalarında olmak üzere tarım sektöründe iş teftişini üstlenmelidir. Ayrıca sokakta yaşayan çocuklar için de acil önlemlerin alınması gerekmektedir.
19. İnsan kaçakçılığına yönelik özel bir yasa hazırlanmalı ve yürürlüğe koyulmalıdır. Yetkililerin, insan kaçakçılığı suçuna ortak olan yasa uygulayıcılarını araştırmak, soruşturmak ve mahkum etmek için daha fazla çaba göstermelidir. Hükümet, insan kaçakçılığı mağdurları için yasal, psikolojik, tıbbi ve diğer gereken desteği sağlamalı ve mağdurların sığınması için daha fazla kaynak aktarmalıdır.
20. Genel olarak, hükümet, sendikal hakların ihlal edilmesi, ayrımcılık, çocuk işçiler, zorla çalıştırma ve insan kaçakçılığı üzerine olan yasalar da dahil olmak üzere yasaların uygulanması ve takip edilebilmesi için hukuki kapasitesini geliştirmelidir ve bu gibi suçları işleyenleri cezalandırmaya başlamalıdır.
21. WTO, Singapur ve Doha Bakanlar Konferansı’nda alınan ve temel çalışma standartlarını gözeten ilkelere Türkiye Devleti yetkililerinin dikkatini çekmelidir. Bu alanlarda, ILO, hükümet ile işbirliğini güçlendirmeli ve bir sonraki ticaret politikaları incelemesi için WTO Genel Konseyi’ne bir rapor sunmalıdır.