500 Firmanın Öteki Yüzü

500 büyük firmada, çalışan bir işçi üretim süreci sonucu yaratılan toplam değerin yüzde 23'ünü ücret olarak alırken, yüzde 77'sinin 500 büyük firmanın yöneticilerine kâr olarak kalması, 'gelir dağılımı'nın düzeyine de ışık tutuyor

500-firmanin-oteki-yuzu-07-08-2012-1500 büyük firmada, çalışan bir işçi üretim süreci sonucu yaratılan toplam değerin yüzde 23’ünü ücret olarak alırken, yüzde 77’sinin 500 büyük firmanın yöneticilerine kâr olarak kalması, ‘gelir dağılımı’nın düzeyine de ışık tutuyor

Bir yanda, Türkiye ölçeğine göre çok büyük bir zenginliğin birikimi, öbür yanda zenginlikten nispeten daha az yararlanan, sayısı gittikçe artan insanlar ve bunu tamamlayan iki önemli olgu: Çalışanların üretim kararları üzerindeki etkisinin gittikçe azalması ve tek parti iktidarının siyasi baskısının, ekonomik istikrarın çok önemli bir girdisi haline gelmesi, 500 büyük sanayi ve hizmet firmasının 2011 yılı ekonomik sonuçları açıklanınca, tablolardan yansıyan yüksek kârlardan, sürekli büyüyen sermayelerden, yüksek teknolojik yatırımların parıltıları arasından bana işte bunlar göründü.

İstanbul Sanayi Odası’nın açıkladığı 500 büyük firmada birikmiş olan zenginliğin boyutlarına gözatalım: Kârların düzeyi, Türkiye sanayisinde elde edilen toplam gelirlerin yüzde 11’ine erişiyor. Sanayideki toplam işçilerin yaklaşık yüzde 10’unu istihdam ediyorlar. Türkiye’deki yatırımların yüzde 45’ini gerçekleştiriyorlar. Ekonomiyi belirleyici güçleri var. 2011’de 500 büyük firmanın kâr hacmi 26 milyar TL’ye (eski lira ile 26 katrilyon TL) ulaşmış. Toplam 409 milyar TL’lik ürün satmışlar, bunun 110 milyarı dış pazarlara gitmiş. 1 yılda varlıkları 41 milyar TL düzeyinde artmış. 10 milyar TL’si sabit sermaye yatırımı yapmışlar. 178 milyar TL düzeyinde de borç kullanmışlar.

Çalışanların 500 firması 
Madalyonun öbür yüzüne baktığımızda, 500 firmada biriken zenginliğin yaratılmasında belirleyici rolü olan çalışanların, sömürüsünün arttığını, ücretlerinin gerilediğini ve nihayet ‘pasta’dan gittikçe daha az pay aldıklarını, üretim sürecinde sözlerinin daha az etkili olduğunu, daha çok sendikasız hale geldiklerini görüyoruz.

2011’de 500 büyük firmada, çalışan başına düşen ücret (sabit fiyatlarla) yüzde 1,6 oranında azalmış. (2011 yılı ortalama net ele geçen ücreti aylık olarak 1 milyar 670 milyon TL olarak hesapladık.) Buna karşılık, 500 büyük firmada elde edilen çalışan başına değer yüzde 7,1 oranında artmış. 2011’de sömürü oranı da yüzde 4 düzeyinde yükselmiş ki bu esnek, güvencesiz, sendikasız çalışma koşullarının doğal sonucu.

2011’de 500 firmanın istihdamının 23 bin 650 artarak son 13 yılın en yüksek düzeyine ulaşmasına karşılık, sabit sermaye yatırımlarında nispi bir yavaşlama var. Sabit sermaye yatırımları (sabit fiyatlarla) 2011’de yüzde 1 oranında gerilemiş. İstihdam artarken, yatırımların gerilemesi, Türk sermayesinin rekabet gücü için ücretleri düşürmeye, ’emeğin yoğunlaştınlması’na yönelmiş olduğuna işaret ediyor.

Üretkenlik ve ücret verilerinin son yıllardaki gelişimi de bu eğilimi destekliyor: Son 4 yılda üretkenlik (işçi başına yaratılan toplam değer) yılda ortalama yüzde 4 oranında artarken, ücretler (enflasyondan arındırılmış sabit fiyatlarla) ortalama yüzde 7 oranında gerilemiş durumda.

Bir de ‘gelir dağılımı bozukluğu’ var: 500 büyük firmada çalışan 1 işçi üretim süreci sonucu yaratılan toplam değerin yüzde 23’ünü ücret olarak alırken, geriye kalan yüzde 77’sinin 500 büyük firmanın sahip ve yöneticilerine kâr olarak kalması, ‘gelir dağılımı’nın düzeyine de ışık tutuyor.

Ekonomik güç siyasete yansır mı? Sunu da belirtelim ki, bu 500 büyük firmanın toplam cirosu ABD’li en büyük bir iki şirketin tek başına elde ettiği cirodan fazla degil değil ama Türkiye ölçeğinde çok büyük bir kuvveti, nüfuzu ifade ediyor. 72 milyon nüfusa, 15 milyona yakın ücretli çalışana sahip bir ülkenin, ekonomisinin arterlerini kontrol altında tutuyor, bu güç.

Sermayenin ekonomik gücünün sosyal alanda hele hele siyasal alanda karşılıksız kaldığını düşünemeyiz. Türkiye’de halen tek parti eliyle siyasal baskıların sürmesi ile bu ‘büyük ekonomik güç’ arasında kuvvetli bağlar var. AKP hükümeti de şu veya bu sermaye grubuna mesafeli olabilir, bunlardan bazılarını kontrol etmek isteyebilir, hatta idari gücü ile bazı sermaye gruplarını zayıflatabilir. Ama kurulu düzenin bir partisi olarak, sermayenin bilhassa büyük sermayenin ‘genel çıkarlarım’ gözetmek durumunda.

Uluslararası rekabet gücünün artması ve kamu kaynaklarının (bütçe) sermaye sınıfının ihtiyaçlarına yönelik kullanılmasının sürekliliği için ekonomik istikrar kadar ‘siyasal istikrar’ da önem taşıyor. Ve -maalesef- siyasal istikrarın devamlılığı için AKP, rejimi baskıcı karakterini güçlendiriyor. Siyasal alandaki baskıların sürmesinin, hatta ‘baskıların güvenceye alınması’nın önemli nesnel ve somut nedenlerinden birinin bu güç olduğunun görülmesinde yarar var.

Parlamentoya yansıyan güç
Bu gücün boyutlarını Meclis kayıtlarından derlediğimiz şu istatistikler de ortaya koyuyor: 15 Temmuz 2011 ilâ 15 Temmuz 2012’de Meclisten geçen 119 kanunun 32’si dolaysız olarak özel sektör faaliyetlerine ilişkindi. İkincil derecedekiler de dahil edildiğinde sayı 50’ye ulaşıyor.

Çarpıcı bir örnek
Türk Ticaret Kanunu sermayenin talepleri doğrultusunda alelacele ve Meclisteki bütün partilerin ortak enerjisiyle değiştirilmiş olması. Buna karşılık (Sendikalar ve Toplu Sözleşme kanunlarını değiştiren) Toplu İş İlişkileri Kanunu bir türlü yasalaşmadı. Bu nedenle sendikaların üye barajı sorunu da çözülemeyince toplu sözleşme süreci fiilen durdu.

Hiç kuşkusuz 500 büyük firmanın en öndeki şirketlerinin sahibi olan sermaye grupları, AKP hükümeti üzerinde doğrudan etkili olamıyor. AKP’nin, Anadolu sermayesi denilen ve birçoğu 500 büyük firma içinde yer alan bazı sermaye gruplarına daha yakın olduğu söylenebilir. Ama bütün bunlar büyük sermayenin genel çıkarlarını ifade etmek zorunda olduğu gerçeğini değiştirmez. (AKP’nin 10 yıllık iktidarında özel sermaye birikimi yüzde 250 oranında arttı.)

Karar süreçlerinden dışlananlar
Mevcut konjonktürde ücretler düşerken çalışma ilişkileri sermaye lehine bozulurken ve siyasi alanda özgürlükler alanı darlaştırılırken, sermaye hızlı bir büyüme temposuna sahip olabildi. Bu konjonktürün siyasi-idari-yasal düzenleyicisi, bir anlamda mimarı AKP iktidarı. 

500 büyük firma verileri, siyasi istikrar ile sermaye birikimi arasındaki güçlü bağların olduğunu ortaya koyuyor. Elde edilen muazzam zenginlikte belirleyici düzeyde rolü bulunan yarım milyonu aşkın çalışanın, ‘üretim kararları’nda hiçbir etkisinin olmadığını, bir ‘üretim girdisi’ gibi dikkate alındığını biliyoruz.

Halbuki yarım milyon işçinin ‘sosyal bir varlık’ olarak üretim sürecinde etkili olmasının önünün açılması, sendikal hayatın canlanması kadar, AKP iktidarının siyasi özgürlükler üzerindeki baskılarını bertaraf edecek en önemli adımlardan birini oluşturacak. Daha çok demokrasi için yarım milyon çalışanın, daha az sömürü, daha fazla ücret, daha fazla boş zaman talebi ile yükselteceği mücadeleye güvenmek zorundayız.

* İktisatçı ve sosyal politika uzmanı 
ERHAN BİLGİN*

Kaynak: Radikal2, Erhan Bilgin, Tez Gıda-İş

İlgini çekebilecek diğer içerikler